Veliyyü'l-Emr Yoksa

Veliyyü'l-Emr ve izn-i sultânî diye belirtilen hususun gerçekleşebilmesi için, müslümanların başında en azından zâlim de olsa- bir yöneticinin bulunması zorunludur. Başa geçmiş bulunan yöneticinin, İslâm'ı kabul etmesi ise onun, müslümanların veliyyü'l-emr'i olarak görülmesinin asgarî şartıdır. Yani müslümanların İslâmî olmayan yönetimlerin tahakkümü altında yaşamaları halinde, haliyle böyle bir şartın varlığından söz etmek imkânı olamaz. Bu durum günümüzün müslümanlarına; İslâm'ın öngördüğü mânâsıyla bir yöneticiye sahip olmadığımıza göre, kıldığımız Cum'a namazının hükmü nedir? Diye başlayan ve onun etrafında dönüp dolaşan diğer bir takım soruları daha sordurmaktadır.



Şunu da belirtelim ki, bu durumu şu anda bir vakıa olarak yaşıyan bizleri, İslâm fakihleri de düşünmüş ve böyle bir durum halinde müslümanların ne şekilde davranabileceklerini, daha doğrusu davranması gerektiğini belirtmişlerdir. Şimdi bu konuda onların neler söylediklerine kısaca bir göz atalım:



Bu konuda İbn Nüceym der ki:



"Şayet hiç bir şekilde kadı veya ölmüş olan halifenin (yerine geçmiş) halifesi yoksa, âmme de bir kişinin (Cumu'a namazını kıldırmak üzere) öne geçirilmesi üzerinde ictimâ edecek olsalar, zaruret dolayısıyla caizdir."[85]



Buradaki: "zaruret dolayısıyla caizdir" ifadesi üzerinde kısaca duralım: Anlaşılıyor ki, Cum'a namazı, herhangi bir şartının eksik olması dolayısıyla terk edilmesi tavsiye edilen bir durum değildir. Aksine bu gibi durumlarda -bu şartların gerçekleşme imkânı bulunmadığından- zaruret hükümleri ile amel etmek söz konusudur. İşte halifesiz ve İslâm hükümlerini tatbik eden mahkemelerin varolmaması hallerinde de bu zaruretlerle amel etmeyi engelleyecek herhangi bir durum yoktur. Çünkü bilindiği gibi kadı (yani İslâm hükümlerini tatbik eden hâkim) ile halifenin varlığı, İslâmî hükümlerin yürürlükte olmasının en belirgin gerekleri ve dışa yansıyan yönleridir. Bunların varolmamaları halinde, İslâmî hükümlerin devlet düzeyinde uygulanabilmeleri sözkonusu değildir. Şayet bu durum, Cum'a namazını kılmamayı gerektirecek bir hal olsaydı, İbn Nüceym gibi eşsiz fıkıh çalışmaları olan bir âlim: "Zaruret dolayısıyla caizdir" gibi bir ifade kullanmaz, "Cum'a namazı sâkıt olur" demesi gerekirdi. O zaman da konunun gereğinden, İslâmî olmayan yönetimlerin çatısı altında bulunulan hallerde söz edilmezdi.



Elmalılı da tefsirinde Hindiyye’den şu ifadeleri aktarır: “Eğer imamdan istizan (izin almak), müteazzir olur (mümkün olmaz) ve nas intihab ettikleri (seçtikleri) bir adamın başına toplanır da o kıldırırsa caiz olur.”[85]



İmamdan izin almak imkanını, yalnızca imamın bulunduğu durumda çeşitli nedenlerle ondan izin alamamak haline hasretmek sözkonusu olamaz. Bulunmadığı halleri de bu ifadelerin kapsamı içerisinde düşünmek gerekir. Gerek İbn Nüceym’den, gerekse Elmalılı’nın Hindiyye’den aktardığı ifadelerin benzerini Hanefi fıkıh kitaplarının tümünde bulmak mümkündür. Ancak konu ile ilgili olarak, hem ifadelerinin son derece açık olması, hem de Hanefi mezhebi fakihleri arasında son muhakkik olarak tanınması nedeniyle İbn Abidin’in konu ile ilgili verdiği bilgileri aktarmadan geçmek istemiyoruz:



“Eğer (bölgedeki) vali ölür ya da herhangi bir fitne (karışıklık) dolayısıyla hazır bulunmaz yahut Cum’a namazını kıldırmak hakkı olan hiç bir kimse bulunmayacak olursa, zaruret dolayısıyla ve ne emir ne de hiç bir şekilde kadı bulunmamasına rağmen, müslümanlar kendilerine hutbe okuyacak (dolayısıyla da namaz kıldıracak) bir kimse tayin eder. Böylelikle, “fitne günlerinde” Cum’a namazı sahih olmaz diyen kimselerin bilgisizliği ortaya çıkmış oluyor. Üstelik, Cum’a namazı, kâfirlerin istilası altındaki ülkelerde bile sahihtir.”[85]   



Burada İbn Abidin’in kullandığı ifadelerin bu konudaki tartışmalara büyük ölçüde açıklık getireceği kanaatindeyiz. Çünkü, mademki konu Hanefi mezhebinin görüşlerinden hareket edilerek tartışılmaktadır, o halde aynı konuda Hanefi mezhebinde yer alan diğer görüşleri de gözönünde bulundurmak gerekmektedir. Fakat tüm bunlara rağmen denilebilir ki: “Bütün bu aktarmalarda, müslümanların kendilerine bir imam seçip onu öne geçirmesinden söz edilmektedir. Bizim ise şu anda böyle istediğimizi öne geçirip bize Cum’a’yı kıldırmasını sağlamak imkanımız yoktur.” Hatta daha da ileriye gidilerek: “Camilerde görev yapanlar arasında İslam’a ters düşünce ve tutumlar içerisinde olanlar ve dolayısıyla bu düşünce ve tutumları nedeniyle İslam’ın dışında kalanlar vardır.” denilebilir. 



Bu tür itirazlar ve endişeler yerindedir; haklılık payı taşıdığını inkar etmek ya da görmezlikten gelmek yanlıştır. Fakat bu iş için özel olarak araştırma yapmak imkanımız yoktur da denilemez. Araştırma da şundan ibaret olarak kalmalıdır: Küfrüne delil olabilecek bir tutumu, söz ve davranışı tesbit edilemedikçe camilerde görev yapan bir kişi hakkında, müslüman kabul ederek hüsnü zan beslemekle mükellefiz. Kanaatimizce bu şartlar altında bu kadar bir araştırma, fıkıh kitaplarında sözü edilen “birisini seçip öne geçirmek” hususunu gerçekleştirebilmek için yeterlidir.



Bugün son derece dar bir alan dışında, dünyanın dört bir yanında bulunan müslümanların kesinlikle İslami olmayan yönetimlerin tahakkümü altında yaşamakta oldukları şuurunda bulunarak ve bu hususu hatırdan çıkartmadığımızı da özellikle belirterek, diyoruz ki: Cuma namazı günümüzün şartları içerisinde akidesinden şüphe edilmeyen imamlar araştırılarak onların imamet ettikleri yerlerde kılınabilir. Hatta bir ruhsat olarak değil de bir gereklilik olarak kılınmalı ve terk edilmemelidir. Çünkü bu namaz her şeyden önce bu dinin şiarından, yani en belirgin özelliklerindendir. Bu namazı, İslam’ın ruhundan uzaklaşmış olan haliyle de olsa kılmak, kesinlikle kılmamakla kıyasla evladır. Hatta elzemdir.



Diğer taraftan, Hanefi mezhebine göre kılmak, imam bulunmadığı gerekçesiyle, terkedilse bile diğer mezhep imamlarının görüşlerine uyarak kılınabilir ve onlar da taklit edilebilirler.



Zira İmam Şafii, Malik ve Ahmed b. Hanbel’e göre, Cum’a’nın geçerli olması için yöneticinin izninin bulunması bir şart değil müstehap, yani güzel bir davranıştır. Dayandıkları delil “kıyas”dır. Onlar Cum’a namazını beş vakit namaza kıyas etmişlerdir. Nasıl ki, farz olan vakit namazlarını cemaatle kılmak için izin gerekmezse, Cum’a için de gerekmez. Diğer bir delil de Hz. Osman kuşatma altında iken, Hz. Ali’nin, O’ndan izinsiz Cum’a namazını kıldırmasıdır.[85]       



3) Cemaat Sayısı:



Cuma namazının sahih olması için gerekli olan en az cemaat sayısında da görüş ayrılığı vardır.



1) Ebu Hanife’ye göre, imam dışında en az üç; Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise iki erkeğin bulunması şarttır. Delilleri, “Allah’ın zikrine (Cuma namazına) koşunuz” (el-Cum’a: 62/9) ayetinde çoğul sıygasının kullanılmasıdır. Ebu Hanife üç, diğerleri iki kişiyi çoğul kabul etmişlerdir.



2) İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel’in meşhur görüşüne göre; akıllı, hür, ergin ve mukim (yerleşik) kırk erkeğin bulunması gerekir. Bu kadar yerleşik nufusu olmayan yerlerde Cum’a namazı kılınamaz. Delilleri Esad b. Zürare’nin Medine’de Beydaoğulları Harresinde kıldırdığı ilk Cum’a namazında kırk kişinin bulunmasıdır.[85]     



3) İmam Malik belli bir sayı vermez. Kırktan az cemaatle, mesela on kişi ile de Cum’a namazı kılınabilir. Delil şudur: Hz. Peygamber Medine’de bir Cum’a hutbesinde iken, kıtlık hüküm sürdüğü bir sırada kervan gelmiş bunu duyan cemaat dağılmış ve mescidde on iki kişi kalmıştır.[85] Cum’a ayeti bu sırada inmiştir.



Hz. Peygamber ve sahabe uygulamalarında çeşitli sayıda cemaatle Cum’a namazı kılındığına göre, bunu bir sayı ile sınırlandırmak yerine, Hanefilerin dediği gibi “topluluk (cemaat)” ifade eden en az sayı ile yetinmek daha uygun görünmektedir. Çünkü uygulamada karşılaşılan sayılar bir rastlantı olabilir.[85]



4) Bir Şehirde Birden Fazla Yerde Cum’a Namazı Kılmak:



Hz. Peygamber ve sahabe devrinde Cum’a namazı yalnız şehir merkezlerinde ve bir mescidde kılındığı için bu konuda da görüş ayrılığı olmuştur.



1) Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre, bir beldede birden çok yerde Cum’a namazı kılınabilir. “el-Hindiyye”, Hanefiler de sağlam görüşün bu olduğunu belirtir. Ebu Hanife’den aksi görüş de nakledilmiştir. Ebu Yusuf, zorunlu hallerde bir beldede yalnız iki mescidde Cum’a kılınabileceği görüşündedir.[85]



2) İmam Şafii, önceleri bir beldede, tek mescidde Cum’a kılınabilir görüşünde iken, Bağdat’da çeşitli mescitlerde Cum’a kılındığını gördüğü halde susmuştur.



Bir şehirde birden çok yerde Cum’a kılınabilir diyenlerin delilleri şunlardır: Hz. Ali Medine’de, Hz. Osman kuşatma altında iken dışarıda Cum’a kıldırdığı gibi, bayram namazlarını Medine dışında sahrada kıldırmış, oraya gidemeyen yaşlı ve güçsüz kimseler de namazı şehir merkezinde kıldırmışlardır. Bayram namazı, cemaatle kılınma bakımından Cum’a namazı gibidir. Diğer yandan “Cum’a namazı ancak kalabalık şehirde kılınır”[85] hadisinde mutlak ifade kullanılmış; böyle bir şehirde tek mescidde kılınacağı belirtilmiştir. Şehir büyük olunca cemaatin tek mescidde toplanması güçlük arzeder.[85]  



Ayetlerde şöyle buyrulur:



“Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.” (el-Bakara: 2/286)



“O, size dinde bir güçlük kılmadı.” (el-Hacc: 22/78) [85]



5) Vakit:



Cum’a’nın vakti öğle namazının vaktidir. Enes b. Malik’ten şöyle dediği nakledilmiştir:



“Allah’ın elçisi, Cum’a namazını, güneş batıya meylettiği zaman kılardı.”[85]



Hz. Peygamber, Mus’ab b. Umeyr’i Hicret’ten önce muallim olarak Medine’ye gönderirken, kendisine güneş batıya meyledince Cum’a namazı kıldırmasını bildirmiştir. Cum’a namazı, vaktinde kılınamazsa, o günkü öğle namazı kaza edilir. Ahmed b. Hanbel Cum’a’nın öğle vaktinden önce de kılınabileceğini söylerken, İmam Malik, vakit çıktıktan sonra da kılınabileceğini belirtir.[85]    



  



6) Hutbe:



Cum’a namazından evvel hutbe okunması da Cum’a’nın şartıdır. Hutbesiz cum’a namazı sahih olmadığı gibi, vakitten önce veya namazdan sonra hutbe okumakla da Cum’a namazı sahih olmaz. Hutbenin, vakit girdikten sonra ve namazdan evvel okunması gerekir. Farzolan bu hutbenin de, vaktinde okunması ve Allah’ı zikretmekten ibaret olan iki farzı vardır. Yapılan zikir, hamd ve tesbih; hutbe niyetiyle yapılmalıdır. Hatibin, cemaatsiz olarak okuduğu hutbe sahih değildir. Ancak bir erkek dinleyicisinin hazır olmasıyla hutbe sahih olur. Fakat namaz için üç erkeğin bulunması şarttır.



Hutbenin minber üzerinde okunması, minberin de mihrabın sağında bulunması sünnettir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) minberi, “mustarah” denilen basamakla diğer üç basamaktan ibaret idi. Muaviye zamanında Mervan b. Hakem, bu üç basamağın altına altı basamak ilave ederek, minberi dokuz basamağa çıkardı. Halifeler yedinci basamakta durur ve böylece ilk minberin birinci basamağında durur ve böylece ilk minberin birinci basamağında bulunmuş olurlardı. Hutbe okunurken, işitebilenin söz söylemesi haram ise de, işitemiyenin konuşması, Ebu Hanife’ye göre yine haram olduğu halde; İmam Malik’e göre, dinlenmesi vacip, Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise müstehaptır.    



        



Tarih boyunca mü'minlerin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan birisi de, cum'a namazıdır. İran da şahlık rejiminin yıkılıp, yerine İslâm cumhuriyetinin kurulmasından sonra, "Dünya Cum'a İmamları Kongresi" adı altında toplantılar düzenlemeye başlanmıştır. Bu arada; Tahran’da milyonluk cum'a cemaatinin toplanması herkesin ilgisini çekmiştir. Bu ilgi; cum'a namazının edâsının şartlarını gündeme getirmiş ve ilmi seviyede tartışmalar başlamıştır. Şimdi bu konu üzerinde duralım.



Cahiliye döneminde, haftanın günleri arasında "cum' a" diye bir gün yoktur. Araplarının arûbe adını verdikleri günün ismi (cum' a ile ilgili ayet-i kerime nazil olduktan sonra) "cum' a" ismiyle anılmaya başlanmıştır.[85] Cum'a kelimesi; ictimadan alınma bir isimdir. İctima, bir araya toplanmak mânâsınadır. Gerçi cemaatle kılınan her namazda toplanma vardır. Fakat cum'a namazı; içlerinde cum'a kılınmayan mescidlerin (Maalesef bugün böyle bir durum yok) cemaatlerini de bir araya topladığı içiıı, adetâ cemaatlerin cemaatidir.[85] Nitekim İbn-i Abidin: "Cuma günü büyük camiden başka şehirdeki bütün küçük mescidler kapanır. Tâ ki onlara cemaat toplanmasın. Bunu Sirâc'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Büyük caminin (cum'a camii) açılması ise zaruridir. Zâhire bakılırsa cemaat toplanmasın diye cum'adan sonra büyük cami bile kapanır. Meğer ki şöyle denile; `âdet, cemaatın vaktinden evvelinde toplanmasıdır. Binaenaleyh cum'a kılınmayan sair mescidlerin kapanması, cemaat bu camiye gelmeye mecbur olsun diyedir bu izaha göre mescidler cum'a namazı kılınıncaya kadar kapanırlar. Lâkin cum'adan sonra açmaya bir sebeb kalmadığı için ikindiye kadar kapalı kalırlar. Sonra bütün bu söylenenler cum'âdan başka bir namaza gitmekten mübalağalı bir şekilde menetmek ve onun kuvvetli bir namaz olduğunu göstermek içindir"[85] diyerek, önemli bir noktaya işaret eder. Esasen cum'a namazı, bir şehirde, tek bir camide kılındığı zaman, asr-ı saadetteki tatbikat gerçekleşmiş olur.



Cum'a namazı, kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fûkaha ile sübit bulmuş muhkem bir farizadır. Aynı zamanda mü'minlerin itaat şuurunu ayakta tutan ve onları kâfirlerle uzlaşmaz bir noktaya getiren bir ibadettir. Ehl-i Sünnet'in akaid kitaplarında, imametin niçin zarûri olduğu izah edilirken, bu konu üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Cum'a namazının edâsının şartları, mükellefin dışında arandığı için, bütün mü'minler bu konuda hassas olmak durumundadırlar. O şartlardan herhangi birisi ortadan kalkarsa, bütün mü'minler o şartın tahakkuku için gayret sarf ederler. Kâfirlerin ve mürtedlerin istilâsı altında iken: "Efendim, ûlû'lemr'in izni ihtilâflı bir konudur..." diye söze girip mü'minleri küfür ahkâmına razı etmeye çalışmak, büyük bir cinnettir. Hiçbir ilim ehli, bu yola tevessül edemez. Günümüzde bu yola tevessül eden ve müslümanların "İslâm cemaatini kurmaları" hakkını savunmayan kimselere rastlanmaktadır. Cum'a (cemaat) namazı, cihad şuurunu ayakta tutan bir ibadettir. Hepimizin hatırladığı gibi; Fransızlar'ın Maraş'ı istilâsı sırasında "Cum'a şuuru" gündeme girmiş ve küfre karşı büyük bir kıyam gerçekleşmiştir. Cum'a günü; Maraş'ın ulu camisinde (ki ulu camiler, cum'a camidir) toplanan müslümanlara Rıdvan Hoca (rha) şöyle haykırmıştır: "Müslümanlar!... Bu akşam Maraş kalesinden bayrağımız indirilmiş yerine Fransız bayrağı çekilmiştir. Cum'a namazının bir insana farz olması için onun hür olması gerekir. Fransız bayrağı o kaleden indirilmediği müddetçe, bu beldede gayrı Cum'a kılınmaz."[85] Rıdvan Hoca (rha)'nın bu açık ve yiğit tavrı; Maraşlı müslümanları, kanları ve canları pahasına da olsa, İslâm topraklarının müşriklerden temizlenmesi gerektiği şuuruna erdirmiştir. Sütçü İmam'ın (rha) tavrı da, hepimizce malumdur. Cum'a namazının dârû'l-İslâm ve cihad şuurunu ayakta tuttuğunun en yakın misâllerinden birisi de; Cezayir müftüsünün, müstevli kâfirlerin izniyle cum'a kılınamayacağına dair fetvasıdır. Nitekim Cezayirli müslümanlar, binlerce şehid vererek, müstevli kâfirleri hezimete uğratmışlardır. Tabii bunlar hep güzel misaller!.. Afganistan'da; müstevli kâfirlerin maşası Babrak Karmal gibi bir komünisti, ulû'l-emr ilân eden Şeyh Bahaüddin Ağa gibi tiplerin varlığını da biliyoruz. Allahû Teâla (cc)'nın muhkem ayetlerini bir kenara itip, hevâ ve heveslerini esas alarak, kâfirlerin velâyetini kabul eden bu tiplerin sayısı hızla çoğalmıştır. İdeolojik eğitimlerin sonucunda, ibadet ile âdeti birbirine karıştıran, geniş bir kitlenin varlığı da malûmdur. Müşrik düzenlere midelerinden bağlı olan ve rızk endişesiyle kıvranan kimselerden, İslâm'ın temel hedeflerine hizmet etmelerini beklemek gülünç olur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir"[85] buyurduğu malûmdur. Mü'minler; başta kötülüğü emreden nefisleri olmak üzere, yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar cihad etmekle memurdurlar. Şimdi cum'a namazının mahiyeti üzerinde duralım.



Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Cum'a günü namaz için çağrıldığınız vakit, hemen Allah'ı zikretmeye gidin alış-verişi bırakın. Bu bilirseniz sizin için çok hayırlıdır." (Cuma: 62/9) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i kerime mücmeldir. Şöyle ki:



(a) Âyette cum'a namazı zikredilmemiş, mutlak olarak namaz zikredilmiştir.



(b) Cum'a günü; şer'i bir gün olduğuna göre, fecir vaktinden güneşin kavuşma zamanına kadar olan süre söz konusudur. Hangi vakitte çağrılacağımız da zikredilmemiştir.



(c) Ayetin başında yer alan "ey iman edenler" hükmü, Arapça gramer kaidelerine göre umumi bir beyandır. Halbuki cum'a namazının kadınlara ve kölelere farz olmadığı hususunda icma vardır. Nitekim İmam-ı Münzir: "Kadınlara cum'a namazı farz değildir"[85] hükmünde müctehid imamların ittifak ettiğini, hiçbir ihtilafın olmadığını zikretmektedir. Dolayısıyle her mücmel emirde olduğu gibi, bu âyeti kerimeyi de Resûl-i Ekrem (sav) tefsir etmiştir. Müctehid imamlar; Resûl-i Ekrem (sav)'den gelen emirleri esas olanlara, cum'a namazının vücûbunun ve edâsının şartlarını açıklamışlardır. Hz. Câbir (ra)'den rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Allahû Teâla (cc)'ya ve âhiret gününe iman eden bir kimseye cum'a namazı farzdır. Ancak seferi halde bulunan kimseye, kadına, çocuğa, köleye ve hasta olana farz değildir. Kim bir takım eğlence veya ticarî işlerinden dolayı cum'a namazına gitmeyip, ondan kendini müstağni sayarsa, Allah (cc) da rahmetini ve mağfiretini ondan uzak tutar. Zira Allah (cc) kimseye muhtaç değildir. Resûl-i Ekrem (sav) her şeyden müstağnîdir, hep övülmeye lâyıktır."[85]



Resûl-i Ekrem (sav)'in bu emirlerini esas alan hanefi fûkahası, bir kimseye cum'a namazının farz olması için, şu şartların bulunması gerektiğinde ittifak etmiştir:



1. Hür olmak



2. Erkek olmak,



3. Mûkim olmak,



4. Sıhhatli bulunmak. Bu dört şart Kâfi'de zikredilmiştir.



5. Yürümeye gücü yetmek. Bu şart Bahru'r-Raik'te zikredilmiştir.[85] Bir kimse: "Efendim, cum'a namazını emreden âyette `Ey iman edenler' diye başlanılmıştır. Dolayısıyle ben bu şartları kabul etmem" derse, kendisine "Cum'a namazının kaç rek'at olduğunu ve nasıl kılınacağını ayetle isbat et... Ayrıca ayette vakit tasrih olunmadığına göre hangi vakitte kılacaksın?" sualini sorarız!.. Bu bizim en tabii hakkımızdır. Maalesef son yıllarda, müctehid imamların hukukuna tecavüz hareketi büyük bir hız kazandı. Bunun değişik sebepleri vardır.



Cum'a namazının vücûbunun şartları, namaz kılanda aranır. Ancak edâ edilmesiyle ilgili şartlar (yani edâsının şartları) mükellefte değil, onun dışında aranan şartlardır. Nitekim İbn-i Abidin: "Cum'a namazının sahih olması için yedi şart vardır. Bu hususta Nehir'de şöyle denilmiştir. "Cum'anın vücup ve edâsı için birtakım şartlar vardır. Bunların bazısı namaz kılanda, bazısı başkasında aranır. Şartları (edâsının) bulunmazsa edâ sahih olmaz. Fakat vücûbunun şartları bulunmazsa edâ sahih olur"[85] diyerek bu inceliği işaret etmiştir.