Bir Övgü Sıfatı Olarak 'Ümmîlik'

Kur'ân-ı Kerim Hz. Muhammed'i ve onun peygamber olarak gönderildiği toplumu 'ümmî' diye nitelendiriyor.



Bu gerçek, vahyin sâbit olması, onun insan kafasından kaynaklanmadığının bilinmesi açısından son derece önemlidir. Kırk yaşına kadar okuma-yazma öğrenmeyen ve bu yolla elde edilen bilgilere ulaşmayan, devrinin entelektüel bilgi ortamında bulunmayan bir insan, Kur'an gibi mûcize ve insan üstü bir kitabı insanlar aanlatıyor, onlara ahlâkın ve davranışların en güzelini öğretiyor, onları iyiye ve doğruya sevkediryor, onları en güzel şekilde yönetiyor.



Onun peygamber olarak gönderildiği toplumu, kitabî bilgiden, okuma-yazma kolaylığından uzak olan bu insanları, hatta binlerce insanı, en kötü durumdan çıkarıyor, onları yirmi yıl gibi kısa bir sürede yetiştiriyor, eğitiyor ve onları çağlar boyunca gelebilecek topluluklar içerisinde tek örnek haline getiriyor.



İşte bu, Kur'an'ın ve Hz. Muhammed'in peygamberliğinin 'vahy' kaynaklı olduğunu göstermek içindir.



Şu âyet bu gerçeği açıklıyor:



"Ki onlar yanlarındaki tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmî bir haber getirici Nebî'ye uyanlardır. O, onlara ma'rûfu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları (zincirleri) indiriyor. Ona iman edenler, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (7/A'râf, 157)



Peygamberliği ve vahy kurumunu anlamayanlar veya anlamak istemeyenler, peygamberlerin kendi zamanlarının en bilgili, o gün geçerli olan bütün ilimleri bilen kişiler olmaları gerektiğini sanırlar. Halbuki gerçek onların sandığı gibi değildir. Peygamberler, duyularla ve akılla elde edilen bilginin değil, duyular üstü, yani vahyden kaynaklanan bilginin tebliğcileridir. Onların sahip olduğu bilgi, akıl dışı değildir, fakat akıl ve idrâk üstüdür. Onların haber ve bilgi kaynağı 'vahy'dir.



Peyamberler, yeni bir din icatçısı değil, kendilerine bildirilen vahy'i insanlara açıklayan, öğreten ve uygulayan kimselerdir. Dolayısıyla onların da diğer bilginler gibi yazılı ve sözlü entelektüel bilgiye ulaşmaları gerekmez.



Kur'an, Hz. Muhammed'in ümmî bir peygamber olduğunu vurguluyor. Bu sıfat O'nun için bir eksiklik değil, bilakis bir mûcizedir. Onun, yerine getirdiği görev ve bunun sonuçları, şüphesiz okuma-yazma bilmeyen, birtakım pratik bilgilerden yoksun kimselerin yapacağı iş değildir. Bu faâliyet, ancak kendisine 'vahy' gelen bir nebînin işidir. Kur'an'ın, Peygamber'in ümmîliğini vurgulaması, o günkü yahûdilerin anlayışlarına da bir cevaptır. Çünkü o günkü yahûdiler, kendilerinden olmayanları küçük düşürücü bir sıfat olarak 'ümmî' diye çağırıyorlardı (Meal, Ali Bulaç, s. 170).



"De ki: 'İnsanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir peygamberiyim. Ki, göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmî peyambere iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmektedir. Ona iman edin ki, hidâyete ermiş olasınız." (7/A'râf, 158)



Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderildiği toplum da 'ümmî' bir toplumdu. O günün şartlarına göre, okuma-yazma oranı çok düşüktü. Yazı bir iletişim aracı olarak henüz yaygın olarak kullanılmıyordu. Kitabî bilgi seviyesi yüksek değildi. Ancak bu toplum, vahyin terbiyesi ile yeni bir şekil aldı, her yönden seviyesi yükseldi.



"O (Allah), ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara âyetlerini okuyan, onları arındırıp temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler." (62/Cum'a, 2; ayrıca bak. 3/Âl-i İmrân, 20)



'Ümmîlik' sıfatı iki âyette de yahûdiler ve hıristiyanlar hakkında, saflık, tam bilememe, anlayamama gibi olumsuz anlamıyla kullanılmaktadır (3/Âl-i İmrân, 75; 2/Bakara, 78).



Kur'an, inkârcıların 'Kur'an'ı o yazıyor, sonra da bize okuyor' gibi birtakım tenkitlerini önlemek için, Peygamberimizin daha önce böyle şeyleri okumadığını vurguluyor:



"Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazıyor değildin. Böyle olsaydı, bâtılda olanlar şüpheye kapılırdı." (29/Ankebût, 48)



İşte, bâtılda olanların Kur'an hakkındaki şüphelerini reddetmek ve onun vahy yoluyla geldiğini göstermek için, 'ümmî' bir peygambere inzâl edilmişti (gönderilmişti).



İlk vahy geldiğinde Cebrâil (a.s.), Hz. Muhammed'e 'oku!' dediği zaman, o, 'ben okuma bilmem' cevabını vermişti. Bu emir, üç defa tekrarlandığı halde, hep 'ben okuma bilmem' karşılığını vermişti. Sonra Cebrâil (a.s.) "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" âyetlerini okudu ve Peygamberimiz de tekrar etti. Buradaki okumanın sıradan bir kitabın satırlarını okumak gibi olmadığını, vahyî okumanın farklı bir şey olduğunu hatırlatmak gerek.



Peygamberimiz (s.a.v.) Ramazan hilâli ile ilgili bir konuda;



"Biz ümmî bir ümmetiz; ne yazı biliriz, ne de hesap. Hilâl, şöyle şöyledir..." buyurarak, bu gerçeğin altını bir kez daha çizmiştir (Buhârî, Savm 13, 2/35; Müslim, Savm, 2, hadis no: 1080, 2/761; Ebû Dâvud, Savm 4, hadis no: 2319-2321, 2/296; Nesâî, Savm 17, 4/113).



Kur'an'ın ve onun anlattığı İslâm'ın, vahy kaynaklı olduğu ve asla Hz. Muhammed'in kafasından çıkma şeyler olmadığı konusunda 'ümmîlik' sıfatı son derece önemlidir. Ayrıca, Kur'an'ın ilk muhâtabı câhiliyye insanı da ümmî idi. Ancak, onlardan en üstün nesil olan sahâbe toplumu çıkmıştır. Bu da Kur'an'ın vahy kaynaklı olmasının sonucudur. İşin böyle olması, Kur'an ve İslâm hakkındaki bütün yanlış iddiaları bir tarafa atmamızı sağlıyor. İslâm, Allah'ın dinidir, Kur'an vahye dayanır, Hz. Muhammed (s.a.v.) yüce ve 'ümmî' bir elçidir.



Şüphesiz ki bugün artık insanlar hakkında ümmîlik sıfatı, pek övücü bir sıfat değildir.