Peygamberlerin Tebliğ Görevi

           



Aynı görev diğer peygamberlere de verilmiştir. Meselâ Nûh (as) kavmine diyor ki:



“Size Rabbimin risaletini (ilâhí mesajı) tebliğ ediyorum. Ayrıca size öğüt veriyorum ve sizin bilmediklerinizi Allah’tan biliyorum.” (7/A’râf, 62)



Aynı ifadeyi Hz. Hûd (as) da, Sâlih (as) de, Şuayb (as) da söylemişlerdi (7/A'râf, 68, 79, 93)



Bütün peygamberler bu görevi hakkıyla yerine getirmişlerdir (33/Ahzâb, 39).



‘Tebliğ’ ile görevli bütün nebiler, kendileri en güzel örnek olmak üzere, her türlü zor şartlara, zorba ve azgınların alay ve zulümlerine; insanların yüz çevirmelerine, kendilerine sıkıntı



vermelerine, eziyetin ve baskının her çeşidini denemelerine rağmen; bu görevlerine devam ettiler. Onlar, tebliğ faaliyetlerinde yılmadılar, usanmadılar. Kendilerine karşı çıkanların tehdit ve baskılarına aldırmadılar. Tarihin kaydettiği en büyük zorba kişi ve sistemlerine karşı çekinmeden mücadele ettiler. Her türlü güzel ve uygun metodu kullanarak, Allah’tan uzaklaşıp günahkâr olan insanlara ulaşmaya çalıştılar. Yorgunluklara, sıkıntılara, eziyetlere dayandılar, hatta kimileri bu uğurda canlarını bile verdiler. Sözleriyle ve ahlâklarıyla insanlara ‘hidayet’ yolunu gösterdiler. Onları şirkin ve isyanın öldürücü etkisinden kurtarmaya çalıştılar.



Bütün zor şartlara rağmen ‘tebliğ’ görevini sürdüren peygamberlerin görevi yalnızca vahyi, ilâhí mesajı insanlara ulaştırmaktı. Onlar, metodun en güzelini ve etkilisini, davranışın en mükemmelini, takvanın en yücesini göstererek, insanlara Allah’ın mesajını ulaştırdılar. Onların görevi sadece bu idi. Bundan ötesi onların sorumluluk alanına girmiyordu.



Yani onlar, tebliğ ettikleri şeylere insanları zorla inandıran veya zorla itaat ettiren kimseler değildi. Onlar insanlar üzerinde bir bekçi veya bir vekil değillerdi (6/En’âm, 107; 42/Şûrâ, 48). Şu âyet bunu daha net bir şekilde ifade etmektedir:



“Artık sen öğüt verip-hatırlat. Sen yalnızca bir öğüt verici-hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve küfre saparsa; Işte Allah, onu en büyük azap ile azaplamdırır.” (88/Ğâşiye, 21-24)        



Peygamberlerin bütün gayretlerine, hatırlayıp-öğüt vermelerine, uyarıp-korkutmalarına rağmen, insanlar yine de yüz çevirip iman etmezlerse, peygamberlere düşen apaçık bir belağ’dır (tebliğdir). Kur’an bu gerçeği sık sık vurgulamaktadır.



“…Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen ‘belağ-duyurup bildirmedir (tebliğdir). Allah kullarını hakkıyla görendir.” (3/Âl-i İmran, 20). (Ayrıca bak. 5/Mâide, 92, 99; 13/Ra’d, 40; 36/Yâsin, 17; 64/Teğâbûn, 12 vd.)



Merhamet sahibi Allah tarafından insanlara ‘rahmet’ olarak gönderilen ilâhí vahy, yine rahmet sahibi elçiler eliyle insanlara, yumuşaklık, hoşgörü, fedakârlık, sabır, dayanma ahlâkıyla ulaştırıldı. Elçiler bu noktada kimseye baskı yapmaya, kimseyi zorlamaya kalkmadılar. Zaten böyle bir şey tebliğ faaliyetine terstir. Ancak, onların tebliğine engel olunursa o zaman da nebiler Allah’ın izniyle o engel olanlarla en güzel mücadeleyi yapmışlardır. Bu noktada inkârcıların baskılarına boyun eğmek yoktur (25/Furkan, 52).



Şunu da hatırlatmak gerekir ki, peygamberler yalnızca vahyi açıklayıp bırakan birer postacı değillerdir. Belki onlar, kendilerine tebliğ edildiği halde inanmayanlara karışmazlar. Ancak inkârcılar tebliğe engel olurlarsa ve müslümanlara zarar vermeye kalkışırlarsa peygamberler onlarla cihad ederler. Onlar ayrıca kendilerine inanan mü’minlerle beraber bir Islâm ümmeti (toplumu) kurarlar ve o toplumu Allah’ın gönderdiği hükümlerle yönetirler ve her açıdan insanlara örnek olurlar.



Tebliğ vahyin mesajını insanlara ulaştırmaktır dedik. Bu görev öncelikli olarak seçilmiş elçilerin görevidir. Onlar bu görevi en uygun bir metodla, amaca en uygun bir yolla yaparlar. Hatta en katı yürekli, zalim ve zorba, hidayete gelme ihtimali olmayanlara bile tebliğ edilmesi Kur’an’ın bir emridir, Kur’an bu konuda güzel bir örnek veriyor:



“Ikiniz (Mûsâ ve Hârun) Firavuna gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-korkar.” (20/Tâhâ, 43-44)



Böylelerine tebliğ etmek anlamsız değildir. Bu, tebliğin hedefi bakımından yapılması gereken bir şeydir. En azından tebliğ eden görevini yapmış, tebliğ edilenin de bir mazereti, bahanesi kalmamış olur. Ayrıca inkârcı ve günahkâr insanların tevbe etmelerini, iyi insan olmalarını arzu ve ümit etmek son derece güzeldir. Hz. Musa’nın ısrarlı tebliğ faaliyetlerini anlamayanlara verilen cevap bunu açıklamaktadır:



“…Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye, dediler.” (7/A'râf, 164)