TAKSİM (KISMET) KİTABI

METİN



Kısmet konusunun şüf'a ile ilgisi şudur: Ortaklardan birisi ayrılmak ister ve hissesini satarsa, o takdirde şüf'a vacib olur. Eğer hissesini sat­mazsa taksim yoluna gidilir. Böylece ortaklık, ya hisseyi üçüncü bir kim­seye satma ile sona erer, bu takdirde şüf'a hakkı doğar. Ya da, satım söz konusu olmaksızın aynî taksim yapılır.



Kısmet sözlükte, paylaşma anlamında bir isimdir. Kıdve sözünün «uy­ma» anlamında olduğu gibi. Bir terim olarak ise; şayi olan hissenin be­lirli bir yerde toplanmasıdır. Kısmetin sebebi;-ortakların hepsinin veya bit bölümünün kendi mülkünden özel bir şekilde yararlanmak istemesidir. Ortakların talebi bulunmazsa kısmet (taksim) geçerli olmaz.



Kısmetin rüknü ise, ölçülecek şeylerde paylar arasını ayırma ve ifraz etme fiilidir. Ölçmek ve arşınlamak gibi.



Kısmetin şartı ise taksimle yararlanmanın yok olmamasıdır. Bundan ötürü duvar ve hamam gibi şeyler taksim edilmez.



Hükmü ise, ortaklardan her birisinin kendi başına hissesini tayin ettirmesidir. Bu taksim de mutlaka ifraz kasdı ile olur. Herkesin aynı hak­kı olmasına ifraz denir. Veya mübadele anlamı kasdedilir. Bu da hakkı­nın karşılığını almaktır. Mislî olan şeylerde galib olan ifrazdır. Mislî olan şeyler hükmünde olan standart olup sayıyla alınıp satılan şeylerde de gaib olan şey yine ifrazdır. İbni Kemal, Kâfi'den.



Mislî olmayan şeylerde de galip olan ise mübadeledir. Bunlar kıya­mı olan şeylerdir.



Bu asıl bulunduğu zaman ortak hissesini misliyatta ortağı gaib de olsa alabilir. Çünkü arada fark yoktur. Kıymiyatta ise aralarında kıymet farkı bulunduğu için bu şekilde alamaz.



Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Ölçülecek veya tartılacak birşey bir gaible bir hazırın veya bir baliğle bir çocuğun arasında ortaklı olsa, ha­zır olan veya baliğ olan kimse payını ölçerek veya tartarak alırsa, onun taksimi geçerli olur. Ancak böyle taksimde diğer ortakların paylarının sağlam olarak bulunması gerekir. Meselâ : bir buğday yığınına tarla sa­hibi ile eken ortak olsalar, tarla sahibi ekene taksim etmesini emretse, önce tarla sahibinin payını ayırarak götürse, geri geldiğinde kendi payı­nın helak olduğunu görse, o helak olan kısım her ikisine taksim edilir. Önce kendi payını evine götürse geriye kalan helak olsa, helak olan yal­nız tarla sahibine aittir. Meşayihin bazısı bu şekilde söylemiştir.» Özetle.



Ortaklardan birisi, hasmı taleb ettiği zaman, yalnız aynı cinsten olan misli olmayan birşeyin taksimine zorlamış olsa, -Burada ganimetten ol­mayan ortaklı köle müstesnadır- o zaman ona zorlanır. Çünkü bu taksim­de ifraz anlamı vardır. Çünkü mübadelelerde başkasının hakkı ile ilgili bulunduğu zaman onda da zorlama cari olur. Nitekim şüf'ada ve borçlu­nun borçlarını ödemesi için mülkünü satmaya zorlanmasında durum böyledir.



Bir kimse geçimi beytü'l-maldan sağlanarak halktan ücret almadan onların mallarını taksim etmesi için tayin edilebilir. Böyle bir tayin iyi olur. Metnin bazı nüshalarındaki: «taksim eden kimseyi tayin etmek vacibtir» sözü ise yanlıştır.



Taksim için ecri misille birisi tayin edilmiş olsa, sahihtir. Zira bu taksim gerçekte hüküm değildir. Herne kadar hüküm verdiği için hâkimin ücret alması caiz değilse de taksim için ücret alması caiz olur. Bunu Ahi-zâde zikretmiştir.



Bu ecri misil, mutlaka ortaklar arasında ortakların sayısınca alınır. Ortakların hisselerine göre değil. Ama imameyn buna muhalefet etmiş­lerdir.



Musannifin burada «taksim eden»le sınırlaması, zira ölçekle ölçenlerin veya terazi ile tartanların ücretleri imamların icmaı ile ortak malda­ki hisselerine göre verilir. Bunun gibi, diğer masraflar da, çobanın ücreti, taşıma ve koruma gibi diğer ücretler de yine mala göre taksim edilir. Şerh-i Mecma.



Mültekâ'da icmâ kelimesinden sonra «Eğer kısmet için değilse» ifa­desi eklenmiştir. Eğer kısmet için ise, o zaman geçen hilal üzerinedir. Şu kadar var ki, bu, Hidâye'de «kîle» sözüyle zikredilmiştir. Bu konunun tamamı benim Hidâye üzerindeki takikatımdadır.



Taksim edenin adaletli, güvenilir ve bilgin olması gerekir. O halde hiç kimse bu göreve kendiliğinden tayin olunamaz. Çünkü tayin olunursa, ziyadeye tahakküm eder.



Taksim edenler, birbirlerine ortak olamazlar. Zira onların ittifak et­melerinden korkulur.



Taksim ortakların rızası ile geçerli olur. Ancak onların içerisinde bir çocuk veya naibi olmayan bir akıl hastası veya vekili olmayan bir gaib olursa, o zaman taksim geçerli olmaz. Çünkü o zaman taksim gerekli değildir. Taksim ancak hâkimin icazeti veya gaibin icazeti veya baliğ ol­duğu azman çocuğun icazeti veya velisinin icazeti ile geçerli olur. Hâ­kimin icazeti de eğer taksim edilen şey miras ise lüzumludur. Eğer miras değil, ortaklı bir mal ise, bâtıldır. Minyetü'l Müf-tî ve diğer eserlerde böy­ledir.



İZAH



Taksimin meşru oluşu Kur'an-ı Kerîme dayanır. Allah Teâlâ şöyle bu­yurmuştur: «Onlara sıralarına göre suyun kendileriyle o deve arasında pay edilmiş olduğunu söyle» (Kamer: 28),«İşte belge bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir.» (Şuara: 155) «Taksimde yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin.» (Nisa: 8)



Kısmet sünnetle de sabittir. Zira Peygamber aleyhisselati vesselam ganimet ve mirasçılarda bizzat kendisi taksim yaparak, «Her hak sahibi­nin hakkını verin» buyurmuştur. Peygamber aleyhisselati vesselam zev­celeri arasında da taksimat yapardı. Bu da meşhurdur.



Ümmet de taksimin meşruiyeti üzerine icma etmiştir. Miraç.



«Münasebeti ilh...» Uygun olan şunu zikretmesiydi: Şüf'a sahibi alı­cının malını şüf'a yoluyla zorla mülk edinmektedir. Taksimde ise ortağın hissesi ortağa zorlanarak karşılıkla mülk edilmektedir. Zira kısmet kıyamı ve mislî de mutlaka karşılıklı değişme anlamına gelir. Şüf'ayı kısmetten önce zikretmesindeki hikmet de şudur: Şüf'a, şüf'a edindiği şeyin tama­mını mülk edinmektir. Kısmet ise bir bölümünü mülk edinmektir. Buna göre, şüf'a taksimden daha kuvvetli olmaktadır. Rahmeti.



«Hususî bir şekilde ilh...» Zira ortaklardan herbiri taksimden önce ortağının hissesinden yararlanmaktadır. Taksime talip olan ortak hakimden kendi hissesinden özel olarak yararlanmak istemektedir. Bir de di­ğerinin kendi mülkünden yararlanmasına engel olunmasını istemektedir. O zaman hâkimin bu isteğe uyması gerekir. Nihâye.



«Ölçülecek ve arşınlanacak ilh...» Tartılacak ve sayılacak şeylerin hükmü de bunlar gibidir. Nihâye.



Burada bir konu vardır. Çünkü imamlar taksimi yapan kimsenin üc­retinin ortakların sayısına göre mi, yoksa hisselere göre mi olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Ölçen kimsenin ücretinin ise hisselere göre olduğunda da ittifak etmişlerdir. Şurunbulaliye. Makdisî'den.



Ölçme, taksimin rüknü ise, onun da yine yukarıdaki gibi hilaf üzere olması gerekir.



Ebussuud diyor ki: «Buna şöyle cevap verilmesi mümkündür: Ölçü ve tartı eğer taksim için ise, bazı âlimler tarafından bununda ihtilaf mahal­li olduğu söylemiştir.» Düşünülsün.



«Şartı ilh...» Yani taksimin lüzumunun şartı, ortaklardan birisinin ta­lebidir. Şurunbulaliye.



«Yararlanmanın ilh...» Yani belirli bir yararlanmanın yok olmaması­dır. Bu belirli yararlanma da taksimden önceki yararlanmadır. Çünkü ha­mamda taksimden sonra hayvanları bağlamak şeklinde de yararlanılır. Sarih bunu Müctebâ'dan naklen ileride zikredecektir.



«Bundan ötürü duvar ve hamam gibi şeyler taksim edilmez ilh...»



Yani duvar ve hamam gibi şeyler, eğer ortakların hepsi razı değilse tak­ sim edilmez. Ama eğer hepsi razı olurlarsa bunların taksimi de geçerlidir. Nitekim metinde de gelecektir. H.



«Hükmü ilh...» Yani onun üzerine mutlaka terettüb eden şey. Minah.



«Mutlaka ilh...» Yani taksim edilen şey ister misliyattan .ister kıymiyattan olsun. Minah.



«Misli olan şeylerde gâlib olan ifrazdır ilh...» Çünkü ortaklardan bi­risinin aldığı şeyin yarısı hakikaten kendi mülküdür. Diğer yarısı da diğe­rinin elindekinin yarısının bedelidir. Birincisine itibar edilirse, ifrazdır. İl­kini itibarla da mübadeledir. Ancak şu kadar var ki, mislî olanın bazısı diğer ba'zın bedeli olarak alınırsa, alınan alınacak şeyin hükmen aynısı olur. Çünkü birbirinin mislidir. Ama kıyamî olan şey bunun aksinedir.



«Mislî olan şeyler hükmünde ilh...» Ben diyorum ki, Câmiü'l-Fusûleyn' de Tahâvi şerhinden şöyle nakledilmiştir: «Bir işlem yapılmamış tartılacak ve ölçülecek herşey ile para, yumurta gibi, ceviz ve benzeri şeyler -ki ade­di mütekaribtirler- misliyattırlar. Hayvanlar, metre ile alınıp satılan şeyler, nar ve ayva gibi birbirinden farklı olan ve onu parçalamakta zarar olan şeyler de kıymiyâttandırlar.»



Sonra da Câmi'den naklen; «Yumurta ve ceviz gibi adedi mütekarib olan şeylerin hepsi ölçme, tartma ve sayma bakımından mislidir. Züfer'e göre adedi mütekarib olan şeyler de kıyameyattandırlar. Tekleri arasında kıymet bakımından fark olan mallar ise adedi mütefavittir, mislî değildir...» denilmiştir.



«Hâniye'de hile...» Sarih bunu nakletmekle şu faydayı belirtmek is­temiştir: Ortaklı malı elinde bulunduran kimse ortağının bulunmadığı bir zaman malı taksim etse musannifin da metinde dediği gibi diğerinin his­sesi de sağlam olarak mevcut oluncaya kadar geçerli değildir.



«Diğerlerinin payı sağlam olarak mevcut olursa ilh...» Yani gaib veya çocuğun payı. Bu ifadeden anlaşılan şudur: Hazır olanın aldığı payın sa­lim olması şart değildir. Nitekim bu husus ileride de açıklanacaktır,



«Eğer salim olmazsa, geçerli olmaz ilh...» Yani onların payı onlara ulaşmadan helak olmuş olsa, kıymet nafiz olmaz. Belki nakzedilir. Helak olan da hepsinden gider. Diğer ikisi de hazır olanın aldığına ortak olur­lar. Çünkü bu kısmette mübadele anlamı vardır.



«Taksim etmesini emretse ilh...» Tarla sahibinin olmadığı bir zaman taksim etse. Minah.



«Helak olan kısım her ikisinin üzerine taksim edilir ilh...» Tarla sahi­binin hissesini götürüp döndüğünde kendi şahsına ayırdığı payın helak olduğunu görse, o zaman o helak olan her ikisine aittir. Tarla sahibine teslim ettiğine de ortak olur.



«Önce kendi payını evine götürse ilh...» Yani kendine ayırdığı payı evine götürse, döndüğünde tarla sahibine ayırdığı payın helak olduğunu görse, o helak özellikle tarla sahibine aittir. Hâniye'den naklen Minâh'ta da böyledir.



Umulur ki bunun açıklaması şudur: Birincisinde, yani önce tarla sa­hibinin hissesini onun evine götürdüğünde, önce tarla sahibi için kabzetmeyi kasdetmiştir. Kendi şahsı İçin kabzedeceği de geri kalandır. Döndüğünde geri kalanın helak olduğunu görmüştür. Helak burada İki kabızdan'da önce olmaktadır. O zaman helak olan her ikisinden gider. Bunun helaki kısmetten önce helak olan kısma benzer.



Ama bunun aksine kendi payını evine götürdüğünde, almak ve yük­lenmekle bilfiil kabzetmiş olmaktadır. O zaman onun kendi payını yakınenkabzetmesinden sonra geri kalan helak olmuş olmaktadır. Onun helaki de bu yüzden sahibine, yani tarla sahibine ait olmaktadır.



Şu kadar var ki, bu açıklamanın birinci meseledeki: «Eğer diğerle­rinin payı salim ise kısmet geçerli olur. Aksi halde geçerli olmaz» sözüne aykırı olduğu gizli değildir. Zira burada tarla sahibinin payı salim olmadı­ğına göre kısmetin bozulması gerekir. O zaman da helak olan her ikisine olmalıdır. Burada hazır olan eken kimsenin payı salimdir, gaib olanın payı salim değildir, böyle olduğu halde geçerli kabul edilmektedir. Hal­buki taksimi de gaib olan tarla sahibi emretmiştir. Ama birinci meselede öyle değildir. O zaman bu açıklamayla birinci ile ikinci mesele arasındaki fark açığa çıkmaktadır. Eğer zahir olduğunu kabul edersek, yine kasdolunan farkın olmamasıdır. Çünkü teşbih -ki buğday yığını gibi- bunu gerektirmektedir. Düşünülsün.



Bezzâziye'de yukardaki mesele takdim edildikten sonra Vakıat-ı Semerkandî'den zikredilmiştir: «Tarla sahibinin hissesi bizzat kendisinin kabzından önce helak olursa taksim bozulmaz. Çünkü onun telefi kab­zından sonradır. Çünkü gelirin hepsi onun elindedir. Bunda asıl kaide şu­dur: Ölçek elinde olan kimselerin payı diğerinin payını kabzetmesinden önce helak olursa; bu, kısmetin bozulmasını gerektirmez. Ama ölçek elin­de olmayan kişinin hissesini kabzetmesinden önce payı helak olursa, bu da kısmetin bozulmasını gerektirir.»



Bu takrir ve asıl açıktır. Ve birinci meseleye de uygundur. Zahire sa­hibi takririnde uzun uzun açıklamış ve bu takriri Şeyhülislâm'a nisbet et­miş ve itiraz ederek; «Binaenaleyh bu meselelerin cinsi bu asıldan çıkar» demiştir. Sonra da Hakim Abdurrahman demiştir, diyerek sarihin burada Hâniye'den naklettiğini sevketmiştir. Umulur ki Haniye: «Meşayihten bazı­ları bu şekilde demiştir» sözü ile mezkur Hakimi, kasdetmiştir. «Yine» sözüyle de Haniye sahibi bu sözü tercih etmediğine işaret etmiştir. Al­lah daha iyisini bilir.



«Zorlamış olsa ilh...» Musannifin bundan maksadı, mübadelenin kı­yamı olan şeylerde galib olmasıyla ve yine kıyamı olanların cinsi bir olanlarda taksim üzerine zorlanmasında çelişki yoktur. Sarih bunun açıklamasını: «Çünkü bu taksimde ifraz anlamı vardır» sözüyle zikretmiştir.



BİR FAYDA : Kısmet üç çeşittir:



1 - Taksime engel olan ortak, taksime zorlanamaz. Özellikle cinsi farklı olan şeylerin taksiminde durum böyledir.



2 - Ortak, mislî şeylerin taksiminde zorlanır.



3 - Misli olmayan kumaş, sığır ve koyun gibi şeylerin kendi türünde yapılacak taksime engel olmak isteyen ortak zorlanır.



Muhayyerlik haklan da üçtür: Şart muhayyerliği, ayıp muhayyerliği ve görme muhayyerliği.



Öyleyse cinsi muhtelif olan şeylerin taksiminde muhayerliğin üç çeşidi de sabit olur. Mislî olan şeylerin taksiminde ise yalnız ayıp muhay­yerliği sabit olur. Misliyattan başka bir türden olan kumaş gibi şeylerde ayıp muhayerliği de sabit olur. Sağlam ve fetvaya esas olan görüş üzere görme ve şart muhayyerliği de yine sabit olur, Bu konunun tamamı Şurunbulâliye'dedir.



«Aynı cinsten olan mislî olmayan birşey ilh...» Musannifin «yalnız» sözü cinsi bir olanların kaydıdır. O zaman cinsi bir olan misliyat da dahil olur. Nitekim T. böyle ifade etmiştir.



Şurunbulâlî, bu «yalnız» kelimesinin «mislî olmayan» şeyin kaydı zannederek, «Bunda düşünmek gerekir» demiştir. Zira onun zannettiği gibi olursa, bu cinsi bir olan misliyatta taksime engel olan ortağın taksime zorlanmasını hatıra getirir. Halbuki bu nassın hilafınadır.



«Ganimetten olmayan ortaklı köle müstesna ilh...» Çünkü ganimet­ten olan köle fakihlerin ittifakıyla taksim edilir. Ama ganimetten olmayan bir köle ortaklardan birisinin talebi ile taksim edilmez. İsterse o köleler Ebû Hanife'ye göre halis cariye ve köle olsun. Ebû Hanîfe'ye göre köle ile diğer aynı cinsten olan şeyler arasında zekâ ve akıl gibi bâtınî mak­satlarda fahiş bir fark vardır. Ganimet alanlarla diğer ortaklar arsındaki fark nedir? Fark şudur: Ganimet alanların hakkı ganimet olan şeyin ay­nında değil maliyetindedir. Hatta İmam ganimetleri satar, semenini gani­met alan kimselerin arasında taksim eder. Zeylaî.



«Mübadeleler başkasının hakkı ile ilgili olduğu zaman, onda da zor­lama carî o!ur i!h...» Yani biz onda mübadele anlamı olduğunu görsek bile, yine de zıtlık yoktur. Zira mübadele ...Bu mübadele başkasının hak­kı ile bağlıdır. Çünkü taksimi taleb eden kimse kendi mülkünün kendisi­ne tahsis edilmesini istemekte ve başkasının kendi mülkünden faydalan­masını men etmektedir. O zaman onun üzerine de zorlanır.



«Bir adam tayin edilir ilh...» Yani hâkim veya Devlet başkanının bir taksimatçı nesbetmeleri mendubtur. Mültekâ ve şarhi.



«Geçimi beytü'l-maldan sağlanarak ilh...» Yani haraç malından ve cizye ve kâfirlerden alınan benzeri şeylerden verilir. Ama ona beytü'l-mâlın zekât gibi diğer üç tür malından maaş verilmez. Ancak diğer mallar­dan da karz yoluyla verilebilir. Kuhistanî.



«Zira bu taksim hakikaten hüküm değildir ilh...» İnaye'de, «Hâkimin bizzat kendisinin ücretle tayin etmesi caizdir. Şu kadar var ki uygun olan ücret olmamasıdır. Zira taksim gerçekte hüküm değildir. Çünkü hâkimin bizzat taksim yapması farz değildir. Hâkimin üzerine vacib olan ancak, (aksimden kaçan kimseyi taksime zorlamaktır. Yalnız şurası var ki, tak­sim hükme de benzemektedir. Çünkü taksimde, hükmün velayetinden is­tifade edilir. Zira yabancı bir imse taksimden kaçanı taksime zorlama gü­cüne sahip değildir. Öyleyse hüküm olmaması bakımından taksim yap­ması halinde hâkimin ücret alması caizdir. Hükme benzeme yönüne ba­kılınca da müstahap olan ücreti olmamasıdır» denilmiştir.



İnaye'de olanın misli Nihâye, Kifâye, Miraç ve Tebyîn'de de mevcut­tur.



Dürer'de ise İnaye'de olana aykırı bir ifade vardır. Zira Dürer sahibi şunu zikretmiştir. «En sağlam olan şudur ki, taksim hâkimlerin görev alanınagirer.» Dürer sahibi sonra da şöyle demektedir: «Hâkim taksimi bizzat kendisi yaparsa, taksimin hâkimlerin görev alanına girmesi riva­yeti üzerine, ücret alması caiz değildir. Ama taksim hükümden değildir, diyen rivayete göre de ücret alması caizdir.»



Dürer'in bu ifadesi ücret almanın caiz olmadığının tercihini gerek­tirmektedir. Bu Dürrü Münteka'da da Hülâsa ve Vehbâniye'den nakledile­rek, «Kuhistanî ve diğer âlimler de caiz olmadığını ikrar etmişlerdir» de­nilmiştir.



Ben derim ki: Şu kadar var ki metinler birinci görüş, yani İnâye'nin görüşü üzerinedir. Düşünülsün.



Fakihlerin sözlerinin açık anlamı ise, taksimin hâkim ile hâkimin nasbettiği kimse tarafından yapılması arasında fark yoktur. Bundan ötü­rü de sarih yukarıda; «Öyleyse taksim için hâkimin ücret alması caizdir» demiştir. Minah'ta da olduğu gibi. Halbuki burada söz, hâkimin tayin et­tiği kimse hakkındadır. Sen düşün.



«Mutlaka ilh...» Yani ister paylan bir olsun, ister olmasın. İster tak­ simi hepsi taleb etsin, ister birisi etsin. Hidâye'de de Ebû Hanîfe'den şu rivayet edilmiştir: «Taksim edenin ücreti, taksimden kaçınanın değil, ta­leb edenindir. Çünkü taleb eden taksimden fayda, kaçman ise zarar et­mektedir.»



«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira onlara göre taksim edenin ücreti paylara göredir. Çünkü o ücret taksim edilen mülkün zah­metinin karşılığıdır. Ebû Hanîfe'nin delili şudur: Burada taksime verilen ücret, hisseleri ayırdetmenin karşılığıdır. Ayırdetmek de bazen az malda zor, onun aksine çok malda kolay olur. O zaman ayırdetmeye itibar edi­lir. İbni Kemal.



«Diğer ücretler ilh...» Meselâ ortak duvarın yapılma, bacayı sıvama, kanal açma veya kanalları düzeltme gibi işlerde ücret paya göredir. Çün­kü buradaki ücret toprağın veya suyun veya çamurun naklinin karşılığı­dır. Bu da azlık ve çokluğa göre değişir. Ama hisseleri birbirinden ayırdetme, her iki ortağa aynı işle yapılır. Onun için taksimde ücret adam basınadır. Miraç.



«Mülteka'da ilh...» Yani Mülteka sahibi «icma» kelimesinden sonra: «Eğer tartmak ve ölçmek taksim için değil, takdir olursa, o zaman paya göredir» sözünü ilave etmiştir.



Mülteka sarihi diyor ki: «Meselâ iki kimse ölçülecek veya tartılacak birşey satın alsalar aldıkları şeyin miktarını bilmek iç!n ölçmesini emretseler, o zaman ücret paylara göredir.»



«Hidâye'de kıyl lafzıyla zikredilmiştir ilh...» Yani Hidâye sahibi bu ayrıntının zayıf olduğunu göstermektedir. Sonra da Hidâye sahibi buna açıkça karşı çıkarak «Böyle bir ayırım olmaz» demiştir.



İtkanî de «Ölçü ve tartı ücretleri bir ayrıntı yoktur. Belki paylara göre verilir» demiştir.



Miraç'ta da Mebsut'tan naklen, «En sağlam olan mutlaktır» denil­miştir.



«Bu konunun tamamı benim Hidâye üzerindeki talikatımdadır ilh...» Bunu zikretmesi, Ebû Hanîfe'ye göre ölçenle taksim edenin arasındaki farkı belirtmek içindir. Zira burada herne kadar ölçme taksim için de olsa ücret paylara göredir. Çünkü işte bir farklılık vardır. Çünkü ölçen kimsenin işi çok pay sahibi için daha çoktur. Öyleyse onun işi daha çok­tur. Ücret de işe göre verilir. Ama taksim eden bunun aksinedir.



«Taksim edenin âdil olması vacibtir ilh...» Zira taksim hâkimin görev alanına girer. Hidâye.



Kuhistani ifâde ediyor ki: «Bu açıklama taksim edenin adaletli ol­masının gerekli olmadığını ifade etmektedir. Zira adalet hüküm'de de vacib değildir. Öyleyse buradaki vücubtan maksat, örfen vacib olmasıdır ki, bu da evleviyettir. Nitekim İhtiyar ve Hizânetü'l-Müftiyyîn'de de buna işaret edilmiştir.»



Ben derim ki: Kaza bahsinde geçtiği üzere fâsık hüküm vermeye ehildir. Şu kadar var ki, onun tayin edilmemesi gerekir ve onu tayin eden günahkâr olur. Öyleyse kazanın geçerli olması için adaletin gerekli ol­madığı anlaşılmaktadır. Belki Devlet başkanına gerekli olan, adaletli bir kimseyi tayin etmesidir. İşte bu taksim meselesinde de Devlet başkanının veya hâkimin üzerine vacib olan âdil bir kimseyi tayin etmektir. Öyleyse, onun tayininin sıhhatinde adalet vacib değildir. Birinci vücub, hakikati üzere vacib anlamındadır. İkincisi ise, şart değildir. Sen düşün.



«Emin ilh...» Emânet adaletin gereklerinden olduğu halde burada adaletten sonra güvenilir olmayı zikretmiştir. Zira bir insanın güvenilir oluşunun açık olmaması caizdir. Kifâye.



Yakubiye'de; «Adaletin açık olması, güvenirliğin de açık olmasını ge­rektirir» sözüyle Kifâye'ye itiraz edilmiştir. Nitekim bu açıktır.



Yakubiye'nin itirazına şöyle cevap verilmiştir: Burada zikredilen ada­lettir, adaletin açık olması değildir.



«Hiç kimse kendiliğinden tayin olunmaz ilh...» Uygun olan, Hidâye ve Mültekâ'nın şu sözleridir: «Halk tek bir taksim edici için zorlanmaz. Fakat bir taksim edici yine de gereklidir.»



«Taksim edenler birbirlerine ortak olamazlar. Zira onların ittifak et­melerinden korkulur ilh...» Yani ücretin yükseltilmesi üzerinde ittifak ederler. Ama ortaklık olmadığı zaman her taksim edici alacağı ücretin yok olmasından korktuğu için koşar. O zaman da ücretler ucuz olur. Hidâye.



«Sahihtir ilh...» Geçen kısmet meselesi zorlama ile yapılan kısmetti. Bu ise şartların rızası ile yapılan kısmettir.



«Onların içerisinde bir çocuk ilh...» Bu istisna münkati istisnadır. Ni­tekim sarihin «gerekil değildir» sözünden istisna edilir. Yani ortaklar razı olursa taksim etmek gerekir. T.



Musannif burada «sıhhat» kelimesinden lüzumu kasdetmiştir.



«Gaibin icazeti veya çocuğun icazeti ilh...» O zaman eğer gaib veya çocuk ölürse, varisleri taksime icazet verirlerse, imameyne göre geçerli olur. İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir. Minyetü'l-Müftî.



İmameynin görüşünün delili istihsân, İmam Muhammed'in görüşünün delili de kıyastır.



İcazet nasıl açık bir sözle sahih olursa, satış gibi bir fiille de delaleten sahih olur. Nitekim Tatarhâniye'de de böyle denilmiştir.



Minah'ta Cevâhir'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir çocukla bir baliğ birşey! taksim etseler, sonra çocuk baliğ olsa, kendi payında tasar­ruf etse, meselâ bazısını satmış olsa, onun bazısını satması icazet olur.»



«Miras ise lüzumludur ilh...» Yani eğer onlar mirasta,ortak iseler. Eğer miras değil, başka birşeyde ortak iseler, o zaman taksim bâtıl olur. Bunun gereği şudur: Böyle bir taksim icazetle geçerli olmaz. Düşünül­sün.



Minye'nin ifadesi şöyledir: «Varisler hâkimden emir almadan birşey! taksim etseler, varisler arasında da çocuk veya gaib birisi olsa o taksim nafiz olmaz. Ancak gaibin hazır olması halinde icazet vermesiyle, veya çocuğun velisinin veya baliğ olduktan sonra çocuğun icazet vermesiyle nafiz olur. Ortaklar kendi aralarında birşey! taksim etseler, onların i;in-de bir çocuk veya bir gaib olsa, taksim geçerli olmaz. Ama eğer taksimi hâkim emrederse, o zaman geçerli olur.»



Ben derim ki:Musannif gelecekte diğer metin sahiplerine uyarak şunu zikredecektir. Hâkim ortakların aldığı birşey, içlerinden birisi gaib ise taksim edemez.O takdirde hâkimin emri ile ortakların taksim etmesi nasıl geçerli olur? Yarabbi sen bizi muaheze etme, eğer ortalardan mak­sat miras ortakları ise, o zaman bunların yaptığı taksimin geçerli ola­cağını söyleriz. Şu kadar var ki, sarihin: «eğer miras değil, ortaklı bir mal ise bâtıldır» sözü kalır ki bu da nakle muhtaçtır.



Zahidi, Kınye'de şunu nakletmiştir: «Ortaklar arasında birşey taksim edilse, taksim arasında ortaklardan birisi gaib olsa, gaib taksimi haber aldığı zaman, «Ben buna razı değilim. Çünkü bunda aldatma vardır» dese, sonra da çiftçisine kendi payında ekin ekmesi için izin verse, onun o izni redden sonra rıza sayılmaz.»



Musannifin zikrettiği: «Ortak misliyattan olan hissesini ortağının gı­yabında alabilir» sözünü ve Hâniye'den naklettiğini unutma. Çünkü o da burada olanı tashih etmektedir.



METİN



Ortaklar menkul bir malın kendilerine miras kaldığını veya mutlaka mülk olduğunu yahut satın aldıklarını iddia ederlerse, aralarında taksim ederler. Sadri Şeria. O halde, miras kalan birşeyle satın alanın ve mutlak mülk arasında bir fark yoktur.



Ben derim ki: Arsasız bina ve ağaçlar da menkul mal sayılır. Yarar­lanma taksim ile değişmezse hüküm böyledir. Eğer değişirse, o zaman onun taksimi için* zorlanmaz. Bunu şeyhimiz demiştir.



Ortaklar mutlak mülkünü veya satın aldıklarını iddia ettikleri gayri menkulün taksimini aralarında yaparlar. Ama onun Zeyd'den kendilerine miras kaldığını iddia ederlerse, o zaman taksim olunmaz. Ta, Zeydin ölümü ve onun varislerinin sayısı hakkında delil getirene kadar. İmameyne göre ise, diğer durumlarda taksim yapıldığı onların itirafı ile taksim edilir.



İki kişi yanlarında olan bir akarı, akarın yanlarında olduğuna delil getirseler bile, âlimlerin ittifakı ile, esah kavle göre, akarın mülkiyetine delil getirene kadar taksim edemezler. Çünkü o akarın onların elinde kira akdi ile veya ariyet yoluyla bulunması muhtemeldir. O zaman yapılan taksim koruma taksimi olur. Halbuki akar kendi başına korunur.



Eğer Zeyd'in öldüğüne ve varislerin sayısı üzerine delil getirirlerse, akar onların elinde ise, onların arasında bir gaib veya bir çocuk varsa, akar onların arasında taksim edilir.



Ben derim ki: Şeyhimiz demiştir ki, akarda böyle olunca, menkuller­de öncelikle böyle olur.



Bu taksimde hâkim çocuk veya gaib için birisini nesbeder.



Ebû Hanîfe'ye göre yine mirasın aslı üzerine de delil getirmek gerekir. Ama yukarıda geçtiği gibi imameyn buna muhalefet etmiştir.



Varislerden bir tanesi delil getirse, o zaman mal yine taksim edil­mez. Çünkü iki kişinin hazır olması gerekir. Ama o iki ortaktan birisi çocuk ise, veya ona o mal vasiyet edilmiş ise, veya ortaklar satın almış olsalar, yani miras yoluyla olmaksızın ortak olsalar, bunlardan birisi gaib olsa, zira satın almada hazır olan kimse gaibe hasım olamaz, irs bunun aksinedir, veya irs suretinde akar veya bazısı çocuk olan varisin yanında olsa veya gaibin yanında olsa, veya ondan birşey olsa, o mal taksim edil­mez. Çünkü çocuk veya gaibin üzerine hüküm vermek, hazır olmayan bir hasım gıyabında hüküm vermek gibi olur.



Ortak mal, eğer taksimden sonra herkes kendi hissesi ile yararlana-bilirse, ortaklardan birisinin talebi ile taksim edilir. Eğer bölündükten sonra birisi hissesi az olduğu için ondan yararlanamıyorsa, hissesi çok olanın talebi ile taksim edilir.



Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Herhangi birisinin talebi ile taksim edilir. Fetva da bu görüş üzerinedir.» Şu kadar var ki metinler birinci gö­rüş üzerinedir. İtimad da metinleredir.



Eğer ortakların hepsi taksimden zarar görürse, o müşterek mal tak­sim edilmez. Ancak onların hepsinin rızası ile taksim edilir. Zira bu du­rumda cebirle taksim etmek, taksimden beklenilen ortaklardan her biri­nin kendi hissesinden istifade etmesi hususuna ters düşer.»



Müctebâ'da şöyle denilmektedir: «İki kişinin birlikte çalıştıkları ortak bir dükkânları olsa, birisi taksimi istese, eğer taksimden sonra her birisi taksimden önce olduğu gibi o dükkânın yansından istifade edebilirse, taksim edilir. Yok eğer 'istifade edemezlerse taksim edilmez.»



İZAH



«Mutlak mülk olduğunu ilh...» Yani bir sebeb göstermeden. T.



«Veya alışını ilh...» Uygun olan musannifin burada, «Mülkiyetini bir sebeble iddia ederlerse» demesiydi. Eğer böyle denilseydi hibeyi de kap­sardı. T.



«Fark yoktur ilh...» Yani mücerret ikrarla taksim edilme yönüyle ittifaken aralarında fark yoktur. Musannif burada hükmü irse ait kılmıştır. Çünkü irs olan akar delile muhtaçtır. İhtilaf mahalli de odur. Sükut edi­len birşeyin hükmü, öncelik yoluyla zikredilenden anlaşılır. Nitekim Mi­nah'ta da buna dikkat çekilmiştir.



«Arsasız bina ve ağaçlar da menkul mal sayılır ilh...» Öyleyse tak­simle yararlanma değişmediği takdirde taksim edilir.



Sarihin şeyhinin Minah haşiyesinde bu konu ile ilgili ifadesi şöyle­dir: «Ben diyorum ki, menkullere arsasız bina ve ağaçlar da dahildir. Çün­kü bunlar da menkul sayılır. Nitekim Bahır'da, dava kitabında bu açıkça zikredilmiştir. Öyleyse, onda zorla taksim, eğer taksimle yararlanma de­ğişmezse icra olunur. Eğer taksimle yararlanma değişirse, kuyu duvar, hamam ve bunlara benzer şeyler gibi, taksimi caiz değildir.» Düşün.



Ben derim ki: Bu zikredilen şekilde takyid ettikten sonra hüküm Mebsuz adlı eserde olan ifadeye aykırı değildir. Zira Mebsut sahibi şöyle demektedir: «İki kişinin, başka bir adamın toprağı üzerinde onun izni ile yaptıkları bir binaları olsa, sonra yerin sahibinin bulunmadığı bir zamanda onlar binanın taksimini isteseler, eğer her ikisi de razı olurlarsa, taksim edebilirler. Eğer bunlardan birisi kaçınırsa ona zorlanmaz.»



Bu ifadeyi İbni Vehbân da Hazmetmiştir. Düşün.



«İmameyne göre ise taksim edilir ilh...» Yani miras malı olduğu ikrar olunan akar diğer durumlarda taksim olunduğu gibi. Onların itirafı ile de taksim olunur. Diğer durumlar şunlardır: Biri mutlaka nakledilen birşey, biri de mutlak mülkiyeti veya alınışı iddia edilen akar. İmameynin bu hu­sustaki delilleri şudur: O akar onların elindedir. Bu da mülkiyetin delili­dir. Onlarla niza eden de yoktur.



Ebû Hanîfe'nin delili de şudur: «Tereke taksimden önce ölen kimse­nin mülkiyeti üzerine ikbal edilir. Çünkü onun mülkünün getirmiş olduğu fazlalıklar da ona sabittir. O fazlalıklardan onun borçları ödenir, vasiyet­leri infaz edilir. Taksim ile o fazlalıklardan ölen adamın mülkiyet hakkı kesilir. O zaman onların ikrarı ile onun üzerine hüküm verilmiş olur. İk­rarla birisinin üzerine hüküm vermek de kısa bir hüccettir. Öyleyse delil lazımdır. Ama menkul bunun aksinedir. Çünkü menkulün telefinden kor­kulur. Akar ise muhsandır. Satın alınan akar ise iirs olan akarın aksine­dir. Çünkü satın alman akar taksimden önce de satıcının mülkiyetinden zail olmuştur. O zaman başkasının üzerine taksim yoktur. Mutlaka mülkiyeti iddia edilen de bunun aksinedir. Zira o varisler kendilerinden baş­kalarına mülkiyeti ikrar etmemişlerdir.» Dürer ve Mecma şerhinde olanın özeti budur.



«Akarın yanlarında olduğuna delil getirseler ilh...» Bu görüş, taksim edilmez sözünün üzerine atıftır.



Aynî, Zeylaî'ye uyarak şöyle demektedir: «Bu mesele aynı ile gecen meselenin aynısıdır. Geçen mesele şudur: Veya mutlak mülkiyetini iddia etseler. Çünkü geçen meselelerden maksat, onda mülkiyet iddia etseler, c mülkiyetin onlara nasıl intikal ettiğini zikretmeseler. Geçen meselede onların mülkü olduğuna dair delil ikame edilmesi şart kılınmadı. Ki bu da Kudurî'nin rivayetidir. Bu meselede ise, onların mülkiyetine ait delil ika­me etmeleri şart kılınmaktadır. Bu da Camiü's-Sağîr'in rivayetidir. Eğer şeyhin kasdi iki rivayeti tayin etmek ise, ona delalet edecek birşey yok­tur. Eğer kasdi bu değilse, o zaman mesele tekrar edilmiş olmaktadır.»



Makdisî de şöyle demektedir: «Câmiü's-Sağîr'de olan şuna yorumla­nır: O iki adam o akarın yalnız kendilerinin ellerinde olduğunu zikretseler, ellerinde olduğuna dair de delil getirseler, o zaman bu konu iki rivayetin ihtilafından olmaz. Çünkü konu farklıdır. O takdirde artık kitapta tekrar da kalmaz.



Ben derim ki: Hidâye'nin sözünden açık olan da ancak budur.



Câmiü's-Sağir'de şöyle denilmektedir: «İki kişinin elinde bir toprak olsa, o iki kişi o toprağı iddia etseler ve zilliyeti üzerine de delil ikâme etseler, o taksim edilemez. O toprağın kendi malları olduğuna da zaman delil getirirlerse, o zaman, taksim edilir. Zira o toprağın başkasının olma­sı da muhtemeldir.» Onların elinde vedia, iare veya icare yoluyla bulunu­yor olabilir. Nitekim sarih de böyle demiştir. Azmiye'de de böyle karar kılınmıştır.



«Alimlerin ittifakı ile en sağlam görüşe göre ilh...» Hidâye'de, ânifen bizim naklettiklerimizden sonra şöyle denilmiştir: «Sonra bazı âlim­ler tarafından denilmiştir ki, bu özellikle Ebû Hanife'nin sözüdür. Bazı âlimler tarafından da hepsinin görüşüdür denilmiştir. Esâh olan da bu­dur. Çünkü akarda korumak için taksim yoktur. Çünkü akar korumaya muhtaç değildir. Mülkün taksimi de korumaya ihtiyaç gösterdiği taktir­dedir. Burada ise mülk yoktur. Öyleyse burada taksimin cevazı mümkün değildir.»



«Koruma taksimatı olur ilh...» Bu taksim zilyedin eliyle mülkü ko­rumak için olur. Emanetçinin emaneti korumak için aralarında taksim etmeleri gibi. Mülkün taksimi ise, menfaatin tamamlanması için mülkiyet hakkı ile olan taksimdir. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi.



«Delil getirseler ilh...» Yani iki hazır baliğ delil getirse. Çocuk veya gaib de bunların üçüncüsü olur. O zaman varisler ikiden fazla olmuş bulunur. Bundan ötürü musannif, çoğul zamiriyle: «Onların arasında bir gaib veya çocuk varsa, akar aralarında taksim edilir» demiştir. Musannif «akar onların elinde ise» sözünde de zamiri tesniye (ikil) zamiri ile getir­miştir ki, yani delil getirenlerin elinde ise demek istemiştir. Musannif bu çoğu! zamirini getirmekle, ileride zikredileceği gibi Hidâye'ye muhalefet etmiştir.



Hidâye'nin ifadesi şöyledir: «Çocuğun veya gaibin elinde akardan birşey olsa, taksim edilmez.»



Musannifin muhalefetine Hidâye bakımından şöyle cevap verilebilir: Çoğulun en azı ikidir.



«Menkullerde öncelikle ilh...» Zira Ebû Hanîfe'ye göre menkullerde murisin ölümüne ve varislerin sayısına delil getirmek şart değildir. Yu­karıda da geçtiği gibi.



«Onlar arasında bir çocuk varsa ilh...» Yani ilende geleceği gibi ço­cuk hazır olsa.



«Akar onların arasında taksim edilir ilh...» Musannifin bu görüşü ifade ediyor ki, bu taksimi hâkim yapar.



Muhît'te şöyle denilmektedir: «Eğer böyle bir akar hâkimin hükmü olmadan taksim edilirse, caiz değildir. Ancak ortak olan gaib hazır olur­sa veya çocuk baliğ olup icazet verirse, taksim caiz olur.» Turî.



Şârihin zikrettiği de budur.



«Hâkim çocuk veya gaib için birisini nesbeder ilh...» Yani hâkim ço­cuğa bir vasi, gaibe de bir vekil nesbeder. Dürer.



«Mirasın aslı üzerine de delil getirmek gerekir ilh...» Dürer'de de böyledir. Umulur ki, mirasın aslından maksat babalık ve benzeri gibi irs cihetidir..



Hidâye ve Tebyin'de bunun yerinde olan ifade ise şöyledir: «Bu meselede Ebû Hanîfe'ye göre yine delil ikâme etmek gereklidir.» Hidâye ve Tebyîn adlı eserlerde «mirasın aslı» zikredilmemiştir. Musannif da birinci meselede zikretmemiştir. O zaman musannifin : «Eğer Zeyd'in öldüğüne ve varislerin sayısı üzerine delil getirirlerse...» sözünden maksat, Ebû Hanife'ye göre bunun üzerine de delil getirmelerinin gerekli olduğunu ifa­de etmektir. Gecen meselede olduğu gibi. Belki burada ölüm ve varislerin sayısı üzerine delil getirmeleri öncelikle gereklidir. Zira geçmiş meselede varislerin hepsi büyük ve hazırdır. Orada delil şart olduğuna göre gaib veya çocuk üzerine hüküm verilen bu meselede de şart olması gerekir. Nitekim bu Nihâye'de de ifade edilmiştir.



«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» O zaman imameyne göre iki kişinin ikrarı ile o mal carlarında taksim edilir.



«Varislerden bir tanesi delil getirse, taksim edilmez ilh...» Yani delil ikâme etse bile yine taksim edilmez. Çünkü bir kişi hem hasım, hem hasmolunan olmaz. Yine, taksim eden ve hakkı taksim edilen de olamaz. Hidâye.



Bir kişinin hem hasım hem hasmolunan olamayacağı Ebû Hanîfe'ye göredir. Çünkü Ebû Hanîfe delilin gerekli olduğu görüşündedir. Bir kişinin hem taksim eden, hem malı taksim edilen olmaması da imameyne gö­redir. Çünkü onlar delile gerek olmadığı görüşündedirler.



Ebû Yûsuf'tan şu da rivayet edilmiştir: «Hâkim gaibin yerine hasım olacak bir kimse tayin eder, delili ona sunar. Taksim de eder.» Bu da Kifâye'de ifade edilmiştir.



«İki ortaktan birisi çocuk ise ilh...» O zaman hâkim yukarıda geçti­ği gibi, onun yerine bir vasi tayin eder.



Bil ki, burada bilinmesi gereken şöyle bir mesele vardır: Hâkim, eğer çocuk mahkemede hazır olursa onun yerine bir vasi tayin eder. Çünkü eğer çocuk hazır olmazsa hâkim vasi tayin edemez. Çünkü hasım gaib olan kimsenin yerine nasbedilemez. Ancak zaruret hâli müstesnadır. Da­valı çocuk olduğu takdirde eğer davaya cevap vermekten âciz durumda ise onun yerine bir başkası hazır olamaz. Zira hâkimin onu hazır bulun­durması mümkündür. Zira gaiblikten maksat yolculuk hali değildir. O za­man hâkim hazır olmayan bir kişinin hakkında çocuğun yerine bir ha­sım tayin edemez. O takdirde dava da sahih olmaz. Çünkü dava hazır olmayan bir davalının davasıdır. Ama hazır olursa böyle değildir. Zira çocuk cevap vermekten âciz olursa, onun yerine cevap verecek bir adam tayin edilir. Ama ölünün üzerine dava etmek bunun aksinedir. Çünkü onu hazır bulundurması veya ondan cevap alması tasavvur edilemez. O zaman hâkim her iki halde de onun yerine bir adam tayin eder. Kifâye. Bunun benzeri Nihâye, Miraç ve diğer kitaplarda da mevcuttur.



Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Bu meselenin akışı gösteriyor ki, bir kimsenin, vasisinin huzurunda, çocuğun bulunmadığı zamanda dava açması geçerli değildir. Bunun aksi dava kitabında geçmişti.» Bunun ben­zeri Minye'de de mevcuttur.



Ben derim ki: Bahır'ın dava kitabının başlarında şöyle denilmektedir: «Süt emen çocukların dava sırasında hazır olması şart değildir. Geçerli olan da budur.»



Kifâye ve diğer kitaplarda olan ifadeye itiraz olarak şöyle denilebi­lir: Kifâye'de olan ifade gaib olan baliğ ile nakzedilir. Nitekim Makdisî'den naklen Şurunbulaliye'de de böyledir. Şu kadar var ki Ebussuud şunu zik­retmiştir: «Kifâye yerme şöyle cevap verilebilir: Çocuğun hazır olması şartı, vârisin bir tane ve hazır olmasına aittir. Çünkü o zaman huzuru­nun şart olması davanın geçerli olması içindir. Ama hazır olan varisler iki tane olursa, o zaman hâkimin çocuğa vasi tayin etmesi kabz içindir. Zira taksimin ve davcının sıhhati hazır olanlardan birini hasım kılmakla, vasi tayinetmekten önce de mevcuttur.»



Veya ona o mal vasiyet edilmiş ise ilh...» Çünkü o da vasir gibi ortak olur. O zaman sanki iki vâris de hazır olmuştur. Miraç.



«İrssiz olarak ortak olsalar ilh...» Sarih bu sözüyle ifade ediyor ki, maksat irssiz olarak mutlak mülkiyette ortak olmalarıdır. Bu ifade sari­hin şeyhi Remlî'nin haşiyesinden alınmıştır.



«İrs bunun aksinedir ilh...» Dürer'de şöyle denilmektedir: «Varisin mülkü ölen kimseye halef olarak mülktür. Hatta varis irsen aldığı bir malı ayıplı çıktığı takdirde murisinin satın aldığı kimseye geri verebilir. Çünkü muris aldatılmış olabilir. Hatta bir kimse murisinin satın aldığı bir cariye ile cinsî ilişkide bulunsa cariye doğum yapsa, sonra cariye başka birisinin istihkakı çıksa, varis o cariyeyi murisine satan kimseye semeni ile ve bir de çocuğun kıymeti ile rücu eder. Çünkü onun yönünden alda­tılmıştır.»



«Varislerden bir tanesi elinde olanla kendisini ölenin yerine hasım nasbetse, diğer bir adamı da kendi yerine tayin etse, taksimi kabul eden­lerin huzurunda taksim hükmen yapılmış olur. Ama alışla sabit olan mülk ise kendi hissesini bizzat kendisi aldığı için o yeni bir mülktür. Bundan ötürü onun satın aldığı adama satana o malı ayıpla geri veremez. Öyleyse satın alınan malda hazır olan bir kimse gaibin yerine hasım tayin edil­mez. Çünkü o zaman gaibin hakkında delil hasımsız olarak ikâme edil­miş olur. Bu da kabul edilmez.»



BİR TAMAMLAMA :



Ortaklı bir malın aslı miras olursa, onda bir satım cereyan etse, yani varislerden bir tanesi hissesini satsa, veya ortaklı olan malın aslı satın alınan bir mal olursa, o zaman onda bir miras cereyan etse, yani alan­lardan bir tanesi ölse, birinci durumda ortaklardan bazısı hazır olduğu takdirde hâkim o malı taksim eder. Ama ikincisinde değil. Çünkü birin­cisinde malı satın alan müşteri birinci ortaklıktaki satıcının yerine kaim olmuş olur. Ki onun aslı da verasettir. İkincisinde ise, vâris şirkette mu­risinin yerine geçmektedir. Ki, bunun aslı satımdır. İşte bu babta birinci­sine bakılır. Velvaliciye ve diğer kitaplar.



«İrs şeklinde ilh...» Bu şekil musannifin; «delil getirirlerse» dediği şekildir. İşte bu şekil oradaki musannifin; «yanlarında olan bir akar» sö­zünün mutezidir.



«Bazısı çocuk olan varisin yanında olsa veya gaibin yanında olsa ilh...» Veya akarın bazısı gaibin emanetçisinin yanında olsa veya çocuk gaib olsa ve çocuğun annesinin elinde olsa, hazır olan varis güvenilir bile olsa o mal taksim edilmez. Bezzâziye ve diğer kitaplar.



«Gıyabında hüküm vermek gibi olur ilh...» Zira eğer taksim edilse, onların üzerine hazır olmadıkları halde ellerinde olan bir malı başkasına vermek için hüküm vermek gerekli olur.



Kuhistanî'de «Taksim edilmez. Ancak, çocuk veya gaibin yerine bir hasım tayin edilir, o da delil ikâme eder, o zaman ikinci imamdan rivayet edilene binaen mal taksim edilir.» Bu Azmiye'de de ikrar edilmiştir.



Ben derim ki : Şu kadar var ki Hidâye ve Tebyîn adlı eserlerde, irs üzerine delil ikame edip etmeme arasında fark olmadığı söylenmiştir. Doğru olan da budur. Nitekim musannif da metinde «taksim edilmez» sözüyle mutlak şekilde ifade etmiştir. Musannifin «taksim edilmez» sözü Mebsut' un rivayetinden kaçınmak içindir. Zira Mebsut'ta «Delil ikâme edildiği takdirde mal taksim edilir» denilmiştir. Kifâye. Düşün.



«Müşterek mal taksim edilir ilh...» Yani mal bir cinsleri olursa, onda kısmet zorla cari olur. Nitekim yukarıda geçti ve ileride de gelecektir.



«Hissesi çok olanın talebi ile taksim edilir ilh...» Yani eğer hissesi çok olan kimse taksimden sonra hissesinden yararlanırsa onun talebi ile tak­sim edilir. Musannif bunu mutlak zikretmiştir. Çünkü bu bakımdan bilin­mektedir. Bundan anlaşılan şudur: Az pay sahibinin, yani taksimden son­ra hissesinden yararlanamayacak olan kimsenin talebi ile taksim edil­mez. Yararlanan kimse eğer taksimden kaçınırsa. Bunun şekli, Hidâye'de olduğu gibi şudur: Birincisi yararlandığı için onun talebine itibar edilir. İkincisi yararlanamadığı için onun talebine itibar edilmez.



Bundan dolayı eğer taksimle ortakların hepsi zarar görürlerse, hep­si taksimi taleb etseler bile hâkim taksim etmez. Nitekim Nihâye'de de olduğu gibi. O zaman hâkim o ortaklara taksim edilmez malları hu­susunda nöbetleşe yararlanmayı emreder. Nitekim sarih de bunu ileride zikredecektir.



«Metinler birinci görüş üzerinedir ilh...» Hidâye ve şerhlerde de «Me­tinde olanlar daha sağlamdır» diye belirtilmiştir. Dürer de «Fetva do me­tinlerde olan üzerinedir» sözünü ilâve etmiştir.



«Ancak hepsinin rızası ile taksim edilir ilh...» Bunun açık anlamına göre diğer metinlerde olduğu gibi hâkim bizzat kendisi taksim eder. Zeylaî de; «Şu kadar var ki hâkim kendisinden taleb etseler bile bizzat teksim etmez. Çünkü hâkim fayda olmayan birşeyle meşgul olmaz. Ama hekim onların taksimlerine de engel olamaz. Zira hâkim hükmen kendi malını telef etmek isteyen birisine engel olamaz» demiştir.



Zeylaî'nin dediğini İbn Kemal Mebsût'a nisbet etmiştir. Turî de bu konuda iki rivayet olduğunu zikretmiştir.



«Nakz vardır ilh...» Yani kısmetin vasfı, herkesin kendi mülkünden hususî şekilde yararlanmasıdır. Hâkim eğer taksime zorlanırsa, bu husus gerçekleşmez. Halebî.



«Müctebâ'da ilh...» Sarihin Müctebâ'dan nakilden maksadı, metinde zikredilen yararlanmadan neyin kasdedildiğini beyan etmektir. Yoksa ha­mam gibi şeylerden, taksimden sonra da hayvanları bağlamak gibi işlerle yararlanılır. Halbuki metinde zikredilen yararlanmadan maksat, taksim­denönceki haliyle yararlanmaktır. Nitekim biz bunu zikretmiştik.



METİN



Cinsi bir olan emtia taksim edilir. Ama birbirine karışmış iki cins emtia taksim edilmez. Çünkü bunlar bir bakıma ivazlı olurlar.



Birbirinden ayırt edilemezler. O zaman hâkimin zorla değil, ortakların karşılıklı rızası ile taksim edilir. Ortaklı mal yalnız köle de olsa yine taksim edil­mez. Çünkü farklılık insanda çoktur. İmameyne göre ise eğer kölelerin hepsi yalnız erkek veya yalnız kadın olursa, koyun, deve ve ganimetten alınan kölelerde olduğu gibi taksim edilir.



Mücevherlerde taksim edilmez. Çünkü onlar arasında çok fahiş bir fark vardır.



Hamam, kuyu, değirmen, kitap ve taksiminde zarar olan şeyler tak­sim edilmez. Ancak ortakların rızası ile taksim edilir. Nitekim bunun il­leti yukarıda geçti. Öyleyse bu tür şeylerde ortaklardan birisi hissesini satmak istese, diğeri de engel olsa, engel olan hissesini satmaya zorlan­maz. İmam Mâlik buna muhalefet etmiştir.



Cevâhir'de şöyle denilmektedir: «Kitaplar varisler orasında taksim edilmezler. Şu kadar var ki varislerden her biri kitaplardan nöbetleşe yararlanırlar. Kitaplar yapraklar halinde de taksim edilmezler. İsterlerse varislerin rızası olsun. İsterse birkaç cilt olan bir kitap olsun, yine taksim edilmez. İki ortak kitapların taksimine razı olursa, kitaplara bir kıymet takdir edilir, herkes bazısını kıymetiyle alır. Eğer tarafların rızası ile olursa caiz olur. Eğer tarafların rızası ile olmazsa caiz ölmez.» Haniye.



Bir dükkân veya ev iki kişi arasında ortak olursa, bunların kısmeti de mümkün değilse, ortaklar anlaşmazlığa düşseler birisi «Ben ne kiraya veriyorum, ne de yararlanıyorum» dese, diğeri de «Ben kiraya vereceğim veya yararlanacağım» dese, hâkim onlara o evde nöbetleşe oturmayı emreder. Sonra da intifayı istemeyen kimseye; «Dilersen yararlan, diler­sen kapıyı kilitle» denilir.



İki kişi arasında ortaklı birkaç tane bina olsa veya bir bina ile bir arsa olsa veya bir dükkânla bir bina iki kişi arasında ortak olsa, o zaman her birisi mutlaka kendi başına taksim edilir. Birbirine bitişik olmaları ve­ya ayrı ayrı mahallerde yahut her birisi ayrı bir şehirde bulunsa da hü­küm değişmez. Miskin.



Bunların hepsi ister bir şehirde olsun veya olmasın, değişmez. İmameyne göre ise. eğer bunların hepsi bir şehirde ise burada rey hâkimindir. Eğer herbirisi bir başka şehirde ise, o zaman imameynin görüşü de Ebû Hanife'nin görüşü gibidir.



Taksim eden kimse yaptığı taksimi kâğıt üzerinde hâkime tasvir eder. Taksimde paylar; eşitler. Ölçüm yapar, binayı kıymetlendirir, her bir hisseyi yoluyla, suyuyla ayırır. Her bir paya birinci, ikinci, üçüncü diye isim verir. İsimlerini yazar. Onların kalblerinin hoşnut olması için kurra çeker. Kimin ismi ilk olarak çıkarsa, birinci pay onundur. İkinci ola­rak ismi çıkan da ikinci payı alır ve bu bitene kadar sürer.



Bil ki dirhemler, akar veya başka bir menkulün kısmetine dahil ol­maz. Ancak ortakların rızası ile dahil edilebilir. Eğer o müşterek mal toprak veya bina ise, Ebû Yûsuf'a göre kıymetlendirilirler ve kıymetleriyle taksim edilirler. İmam Muhammed'e göre ise, arsadan bina karşılığı ve­rilir.



Eğer birşey fazla kalırsa, bunda eşitleme de mümkün değilse, o zaman o fazlalık zaruri olarak paraya çevrilir. Bu İhtiyar adlı eserde de güzel görülmüştür..



Ortak mal taksim edildiğinde birisinin su yolu veya yolu diğerinin mülkünden geçerse, taksimde bunu şart kılmamışlarsa, eğer çevirmesi mümkünse su yolunu veya yolunu oradan çevirir. Çevirmesi mümkün de­ğilse, fakihlerin icmaı ile takdim feshedilir ve yeniden taksim edilir.



Ortaklar ihtilaf etseler, bunlardan bazısı; «Olduğu gibi aramızda müşterek bıraktık» dese, eğer ifraz mümkün ise, yapılır. Nitekim Zeylaî bunu açıklamıştır.



Ortaklar yolun genişliği hususunda ihtilaf etseler, o zaman yolun genişliği, kapının genişliği ve yüksekliği kadar yapılır. Ama eğer yerin miktarında ihtilaf ederlerse, o zaman da öküzün geçeceği yer kadar tak­dir edilir. Ortaklardan herbiri kapının üstünde kendi payında bir kanat çıkarabilir, aşırısında çıkaramaz. Çünkü kapının yüksekliğindeki hava müşterektir. Müşterek hava üzerine bina yapmak da caiz değildir. Ancak ortakların rızası ile caiz olur. Celâliyye.



Binanın taksiminde yolun farklı olmasını şart koşsalar, caizdir. On­ların binadaki payları eşit olsa bile. Zira rıza ile taksimde faizli mallar­dan başkasında farklılık caizdir. Öyleyse, samanı ölçekle taksim etmek caizdir. Çünkü saman .tartılacak şey değildir. Ama üzümü sepet veya sele ile taksim etmek caiz değildir. Kantar veya terazi ile tartılarak tak­simi caizdir. Çünkü üzüm tartılacak şeylerdendir.



İZAH



«Cinsi bir olan emtia taksim edilir ilh...» Zira taksim, hakları birbi­rinden ayırmaktır. Bu da deve, sığır ve koyun gibi diğer hayvanlar, ku­maş veya buğdav veya arpa gibi şeylerde taksim mümkündür. Saydığı­mız malların herbirisi kendi basına taksim edilir. Cevhere.



«Birbirine karışmış iki cins ilh...» Yani ortaklardan birisine bir deve verirken öbürüne iki koyun verse, ve bunu ötekinin karşılığı saysa, bunlara ivaz girdiğinden taksimi caiz değildir. Dürer.



«Ortakların karşılıklı rızası ile taksim edilir ilh...» Çünkü hâkimin icbar velayeti eğer ayırdetme anlamı varsa sabit olur. ivazlı olma anlamı varsa sabitolmaz.



«Yalnız köle de olsa yine taksim edilmez ilh...» Çünkü insanlar ara­sındaki fark fahiştir. İnsanlarda eşitliği sağlamak mümkün değildir. Çün­kü insandan kasdedilen manalar akıl, zekâ, sebat, tahammül, vekar, doğruluk, şecaat ve uyumluluk gibi şeylerdirler. Bunlara vâkıf olmak da mümkün değildir. O zaman köleler çeşitli cinsten olan nesneler gibi olurlar. Hatta bazan onlardan bir tanesi aynı cinsten olan bin tanesinden daha hayırlı olur. Şair diyor ki: «Ben fazilette emsal olmakta erkekler arasındaki fark gibi bir fark hiçbir şeyde görmedim. Hatta bazan bin tanesi ancak bir adam sayılır.»



Ama diğer canlılar köle gibi değildirler. Çünkü diğer canlılarda fark­lılık cinseli bir olduğu takdirde az olur. Görülmüyor mu ki erkeklik ve di­şilik bakımından insanlar iki ayrı cinse ayrılır. Ama diğer hayvanlarda erkek ile dişi bir cinstir.



«Yalnız ilh...» Biliniz ki eğer köle ile birlikte hayvanlar veya emtia veya diğer birşey olsa, fakihlerin hepsinin görüşüne göre hâkim hepsi­ni taksim eder. Kölelerle birlikte diğer şeyler olmazsa bakılır: Eğer yal­nız erkek iseler (*) veya yalnız kadın iseler Ebû Hanife'ye göre yine tak­sim edilir. Eğer köleler ve dişi olarak karşılık iseler, taksim edilmezler. Ancak ortakların rızası ile taksini edilirler.



Velhasıl, Ebû Hanîfe'ye görekölelerin taksimi üzerine zorlama caiz değildir. Ancak koyun ve elbise gibi taksim edilecek başka şeyler de bulunursa, o zaman hepsi topluşekilde taksim edilir.



Ebûbekir Râzi diyor ki: «Bu mesele de ortakların rızası ile taksim edilir. Ama ortaklardan bazısı kerahet görürse, hâkim o zaman taksim etmez.»



En açık görüş şudur ki, Ebû Hanife'ye göre cebri taksim köle ile be­raber olan diğer cins mala itibar edilerek yapılır ki, bu mal taksimde, asıl kabul edilir. Onda cebri taksim sabit olur. Ona uyarak kölelerde deyine cebrî taksim sabit olur. Çünkü bu asıl kaidedir ki, aktin hükmü bir şeyde uyarak sabit olur. Herne kadar sulama hakkının satışı caiz değilse de başkasına uyarak caiz olduğu menkullerin de vakıfta olduğu gibi. Hidâye"nin şerhleri Kenz ve Dürer'de de böyledir. O zaman Minah'ta be­nimsenen daha açık olanın aksinedir.



«Deve nasıl taksim edilirse ilh...» Yani sığır ve koyun gibi deveye benzer şeylerin taksim edilmesi gibi.



«Ganimetten' alınan köleler ilh...» Biz ganimet köleleri ile diğer kö­leler arasındaki farkın şeklini Zeylaî'den naklen zikretmiştik.



«Hamam, kuyu, değirmen ilh...» Uygun olan, bu görüşü her bir or­tağın eskiden yararlandıkları gibi taksimden sonra yararlanmalarını mümkün kılmayacak kadar küçük olması ile takyit etmekti. Ama eğer büyük olursa, yani bir hamamın iki kazanı ve ayrı ayrı yıkanılacak iki yeri olursa veya değirmenin iki taşı olursa, o zaman taksim edilir.



Hamidiye'de, zeytin yağı yapılacak yer yarı yarıya iki kişi arasında ortak olursa, burada yağ çıkarmak için iki ayrı âlet varsa, zeytin yağının depolanması için iki ayrı deposu da olsa, zarar vermeden taksim müm­künse, böyle bir yerin taksim edilebileceğine fetva verilmiştir. Zira Ha­midiye'de, Hizânetü'l-Fetâvâ'da olan: «Hamam, duvar ve ev eğer küçük olurlarsa, taksim edilse, her ortak için eskisi gibi yararlanacak bir yet olmazsa, taksim edilmez» ifadesinden istidlal edilmiştir.



«Taksiminde zarar olan şeyler ilh...» O halde bir tek elbise taksim edilmez. Çünkü buradaki taksim zarara sebep olur. Zira taksim ancak kesmekle gerçekleşir. Hidâye.



Çünkü elbisede bir parçanın telefi vardır. İnâye.



Eğer taksimde zarar varsa, yolda taksim edilmez. Bezzâziye.



«İlleti yukarıda geçti ilh...» Yani sarihin; «Zira bu durumda zorla taksim etmek, taksimden beklenilen ortaklardan her birinin kendi his­sesinden istifade etmesi hususuna ters düşer» sözünde. Bu taksim edil­memenin illetidir.



«Kitaplar yapraklar hâlinde de taksim edilmezler ilh...» Bu sözden maksat, yani hâkim onun taksimini bizzat kendisi yapmaz demektir. Zi­ra yukarıda geçtiği gibi hâkim bizzat taksimi yapmaz ama onlara da engel olmaz. Minah'ın ifadesini düşün.



ORTAKLARDAN HER BİRİNİN BİNADA HİSSESİ KADAR OTURABİLECEĞİ BAHSİ



«Hakim onlara o evde nöbetleşe oturmayı emreder ilh...» Ben diyo­rum ki, İmadiye'de yirmi dördüncü fasılda şöyle zikredilmektedir: «Müş­terek bir binanın ortaklarından her biri hissesine düşecek kadar kısmın­da oturabilir.» İmadiye'de de bunun 'benzeriyle fetva verilmiştir. O za­man ortaklardan birisi kendi hissesinde oturmak istese, diğeri de sıray­la oturmayı istese, hangisinin sözü takdim edilir? Bu çok vaki olan bir hadisedir. Yani adam, «Benim bir merteğim ver, altında oturacağım» der. Tahrir edilsin. Nöbetleşmenin ve hükümlerinin beyanı bu babın so­nunda gelecektir. Yine orada en sağlam olan görüşün hâkimin ortaklar­dan birisinin nöbeti taleb etmesi ile diğerini nöbetleşmeye zorlayacağı, görüşü olduğu gelecektir. İşte bundan yukarıdaki sorunun cevabı açık olmaktadır.



«Ortaklı birkaç tane bina olsa ilh...» Hidâye'de olduğu gibi, üzerinde ağaç ve bina olmayan bir toprak parçasının hükmü de bunun gibidir. Musannif «binalar» kelimesini kullanarak evler ve menzillerden kaçın­mıştır. Menzil binadan küçük, evden büyüktür. Çünkü o iki veya üç kü­çük odalı bir binadır. Ev ise, üstü örtülü, holü olan tek odalı yapıdır.



«Kendi başına taksim edilir ilh...» Yani müşterek binaların her birisi kendi başına, bina ile arsa da kendi başlarına veya bina ile dükkân da kendibaşına taksim edilir. O halde arsa ölçülerek taksim edilir, bina da kıymetiyle taksim edilir. Kuhistanî.



Yani bütün olarak taksim edilmezler. Şöyle ki, adama meselâ bir hisse binadan, bir hisse de arsadan verilmez. Zira bunlar muhtelif cins­ler veya muhtelif cins hükmündedirler. Nitekim Hidâye'den de bilinir.



Bundan ötürü Kuhistanî diyor ki: «Eğer musannif yukarıdaki «iki ayrı cins olursa taksim edilmez» sözüyle iktifa etseydi, daha kısa olur­du.»



«Mutlaka ilh...» Bunu kendisinden sonra gelen açıklamaktadır. Mu­sannif burada ev ve menzilleri zikretmemiştir.



Miskin diyor ki: «Evet evler ister birbirinden ayrı, ister bitişik ol­sunlar, bir taksim ile taksim edilirler. Menziller de eğer birbirine bitişik olursa, evler gibidir. Eğer birbirlerinden ayrı olurlarsa, o zaman binalar gibidir.



İmameyn, bu fasılların hepsinde diyorlar ki; «hâkim en âdil şekle ba­kar. Hangisi daha âdil ise taksimi öyle yapar.»



Remlî de şöyle der: «İmameynin görüşünde şu istisna edilir: Eğer o binaların herbirisi bir şehirde olursa, o zaman İmameynin görüşü de Ebû Hanife'nin görüşü gibidir.»



Ben derim ki: Umulur ki bu taksim şekli onların zamanındadır. Yok­sa menzil ve beytler bir binada da olsalar, zamanımızda aralarında çok fahiş fark vardır. Buna da fakihlerin, «Evler oturma bakımından değiş­mez» sözleri de delâlet eder. Bundan dolayı bütün mahallerde bir ev ki­raya verildiği zaman aynı ücretle verir. Onların görme muhayyerliği bah­sinde zikretikleri de yine onların zamanına göredir. Onların bu fetvala­rı da Züfer'in görüşüne göredir. Züfer'in görüşü şudur: «Evlerin içini görmek gerekir. Çünkü evler arasında çok fark vardır.»



«Bunların hepsi ister bir şehirde olsun, veya olmasın, değişme? ilh..»



Eğer musannif burada: «İsterse bunlar bir şehirde olsunlar» deseydi daha kısa ve açık olurdu. H..



«Taksim eden kimse yaptığı taksimi kâğıt üzerinde tasvir eder ilh...»



Yani uygun olan, taksim eden kısmete başladığında bir kâğıt üzerine unutulmaması için ortakların hisselerini ayrı ayrı yazmasıdır. Ki hâkime başvurduğunda kolaylık olsun. Bir de hâkimin eğer bizzat taksimi kendisi yapacaksa eşit olarak taksim edebilmesi ve kurrayı çekebilmesi için. Hâkim onun kıymetini bildiği takdirde kurasız olarak da taksim edebilir.



Bu durumda da miktarını bilmesi için taksim edenin kâğıdı gereklidir İnâye.



«Onu arşınlar ilh...» Bu, binayı da kapsar. Çünkü Zeylaî'de şöyle denilmiştir: «Onu arşınlar ve binayı kıymetlendirir. Çünkü sahanın mik­tarı arşınla bilinir. Maliyet de kıymetlendirmekle bilinir. Sahanın ve kıy­metin bilinmesi de maliyette eşitliğin mümkün olması için gereklidir. Ye­rin kıymetlendirilmesi ve binanın arşınlanması lazımdır.» Şurunbulâliye.



«ifraz eden ilh...» Bu efdaliyeti beyan etmektedir. Eğer ifraz etmese veya ifraz mümkün olmasa, yine taksimi caizdir. Hidâye ve diğer kitap­lar.



Açık olan bundan anlaşılan şudur ki, taksim eden ifrazı şart kılar­sa ifraz eder. O zaman gelecek olan; «Eğer şart kılmazsa, mümkünse döner, yoksa taksim feshedilir» ifadesine aykırı olmaz. Anla.



«Kalblerinin hoşnut olması için ilh...» Sarih bu sözüyle kur'anın vacib olmadığına işaret etmiştir. Hattâ hâkim herbirine payını kurasız ola­rak tayin etse, caizdir. Çünkü taksim de hüküm anlamındadır. Öyleyse hâkim ilzam etmeye mâliktir. Hidâye.



KUR'ADAN DÖNME BAHSİ



BİR UYARI: Hâkim veya naibi müşterek mülkü kur'a ile taksim etse, payların bazısı kur'a ile çıktıktan sonra ortaklardan bazısı kur'adan kaçınamaz. Kur'adan önce onun kaçınmasına nasıl itibar edilmezse. Taksim eğer tarafların rızası ile olursa, o zaman taraflardan bazısı kur'adan dö­nebilir. Ancak bütün paylar çıksa, bir pay çıkmasa, yine dönemez. Zaten o pay geri kalan kimsenin payıdır. Ama taksim tamamlandıktan sonra kimse rücu edemez. Nihâye.



«Kimin ismi ilk olarak çıkarsa ilh...» Bunun açıklaması şöyledir: Bir topluluk arasında müşterek bir yer olsa, bunlardan birisi altıda birine sa­hip, diğer birisi yarısına, bir diğeri de üçte birine sahip olsa, o yer en az paya itibar edilerek altıya taksim edilir. Sonra her bir paya birinci, ikin­ci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı diye isim verilir. Sonra ortakların ismi yazılır, bir torbaya konulur. Bunlardan kimin ismi önce çıkarsa, o bi­rinci payı alır. İsmi çıkan altıda bir hissenin sahibi de olsa, yine birinci payı alır. Üçte birine sahip olsa da yine birinci payı alır. Sonra da ikin­ci payı alır. Eğ