Güç ve Zenginlik
Tarih boyunca en kibirli ve büyüklenen enaniyetli kişilere baktığımızda mutlaka güç ve zenginlik sahibi olduklarını görürüz. Bunlar ellerine geçen güç ve imkanlar dolayısıyla inkara saparak, çevrelerindeki insanlara zulmetmişlerdir.
Oysa mal ve güçleriyle büyüklenen bu kişilerin kavrayamadıkları çok önemli bir gerçek vardır; zengin olsun, fakir olsun her insan eninde sonunda ölüp toprağın altına girecektir. Para ve mal ise kişi öldüğü anda anlamını yitirecek ve dünyada kalacaktır. Önünde kendisini bekleyen sonsuz ahiret hayatı ise devam edecektir. Dünyada kazandığı paranın ve elde ettiği servetin -eğer Allah yolunda kullanmadıysa- sonsuz hayatında bir faydasını göremeyecektir. Malından dolayı kibirlenen, kendini üstün gören bir insan, yeri geldiğinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüse dahi kolaylıkla yenilebildiğini unutmuştur. En önemlisi de tek bir mikroba karşı düştüğü acizlikten, dünya kadar malı olsa dahi sıyrılamamaktadır. Hatta dünya ile beraber bir o kadar daha malı olsa da ölümden kaçamamaktadır.
Üstelik geride bıraktığı mal ve para ile dünyada itibarını devam ettireceğini düşünüyorsa da hesap günü büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira ne kadar zengin olursa olsun, ölümünden 3-5 sene sonra kendisini hatırlayan belki de sadece 1-2 kişi kalacaktır. Ayrıca istisna olarak daha fazla kişi tarafından hatırlanıyor olsa bile bunun kendisine herhangi bir faydası olmayacaktır. Zira Rabbimize karşı dünya hayatı boyunca büyüklenmesinin cezasını ödemekteyken, kimlerin kendisini hatırladığının hiçbir önemi kalmayacaktır.
Konuyla ilgili önemli bir nokta da, büyüklenen insanların bu özellikleriyle kişilik bulmalarıdır. Oysa malın ve zenginliğin getirdiği şahsiyet gerçek şahsiyet değildir. Zira bunlar elden çıktığında veya aynı özelliklerin daha fazlasına sahip biriyle karşılaşıldığında bu güven ve şahsiyet birden yok olur. Kişi bunların varlığıyla kendine güven bulup şahsiyet kazanıyorsa, bunların olmadığı yahut az olduğu şartlarda da doğal olarak ezik ve güvensiz olacaktır.
Oysa, bütün varlıkların tek yaratıcısı olan Allaha iman eden, Ona güvenip dayanan bir kişi, istediği kadar maddi kayba uğrasın şahsiyetinde hiçbir eksilme görülmez. Çünkü gücün yegane kaynağı Allahtır ve Allahın yok olması, kaybolması gibi bir şey de (Allahı tenzih ederiz) söz konusu değildir. Demek ki, kişinin kendine güvenini sağlayan tek geçerli sebep iman ve imanından kaynaklanan Allaha güvendir.
Her işinde Allaha dayanıp güvenen bir insan çok güçlü demektir. Bunun üstünde hiçbir güç yoktur. Allah dilemedikçe iman eden kişiye hiçbir zarar gelmeyeceği gibi, bir şeyin olması için de Allahın "ol" demesi yeterlidir. Aciz ve muhtaç olan insanoğlu için Allahın dostluğundan daha büyük bir güç düşünülemez. Dolayısıyla mümin için maldan veya başka imkan ve özelliklerden kaynaklanan bir şahsiyet söz konusu olmaz. Bunları ancak Allahın nimeti ve Onun yolunda kullanılması gereken imkanlar olarak değerlendirir.
"Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf: 18/46)
Yukarıdaki ayette dikkat çekildiği gibi çocuklar da enaniyetli insanlar için bir nevi mal gibidir; onları bir gösteriş unsuru ve övünç vesilesi olarak kullanırlar. Sahip oldukları çocukların her türlü özelliğinden kendilerine pay çıkarır ve onları var eden kendileriymiş gibi bir büyüklenme içerisine girerler. Çocuklarını kendilerine verilmiş bir nimet ve Allahın istediği şekilde yetiştirilmesi gereken bir emanet olarak değil, başkalarıyla rekabet edecekleri bir araç olarak görürler. Bu nedenle de çocuğun ne yediği, ne giydiği, hangi okula gittiği, araba ya da meslek sahibi olması gibi konular çok önemlidir.
İnsanlar arasında yaygın olan "gösteriş hastalığı" yalnız çocukları ile sınırlı değildir. Toplumun büyük kesimini oluşturan insanlar yedikleriyle, içtikleriyle, giydikleriyle, bindikleri arabayla, oturdukları evle ve içindeki eşyalarla birbirlerine gösteriş yaparlar. Burada ilginç olan, yaşamları boyunca yaptıkları herşeyin başkaları tarafından takdir edilme amaçlı olmasıdır. Kısacası kimse sağlığına, ihtiyacına ya da rahatına yönelik bir seçim yapmaz. Evlerinin döşenişinden, kullandıkları arabaya hatta kıyafetlerine kadar seçtikleri herşey övünebilmeleri için birer araçtır. Çevrelerindeki insanların ne diyeceği çok önemlidir. Bu da sürekli bir hırsa ve daha fazlasını istemeye sebep olur. Peki bu hırs insanın nefsinin isteklerini tatmin etmesini sağlayabilir mi?
Allah inkarcı insanın içindeki hırsın bitip tükenmek bilmediğini ayetlerinde bize bildirmiştir. Kişinin inkarı ve büyüklenmesi arttıkça doyumsuzluğu da artar. Nitekim aşağıdaki ayetler bize inkarcı insanın içinde bulunduğu ruh halini en güzel şekilde tarif etmektedir:
"Kendisini tek olarak yarattığımı bana bırak; ki ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal verdim. Göz önünde-hazır çocuklar. Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha artırmam için tamah eder." (Müddessir: 74/11-15)
Ayetin de ifade ettiği gibi dünya hayatında nefsin istekleri hiç bitmeyeceği için sürekli daha fazlasını elde etmek ister. Sahip olana kadar tutkuyla ister, sahip olduktan sonra ise hemen yeni bir şeyin hırsını yapmaya başlar ve bu bütün ömrü boyunca devam eder. Kişi arzu ettiği şeyi elde ettiğinde çok mutlu olacağını düşünür, ama ilk birkaç seferden sonra bunun böyle olmadığını anlar. Buna rağmen içindeki hırsın etkisiyle yığıp biriktirmeye ya da daha iyisini ve güzelini almaya tamah eder. Örneğin, senelerce bir apartman dairesi alabilmek için çalışır, didinir. Dairesini aldıktan 1-2 sene sonra daha kaliteli bir apartman dairesi görür ve bu defa onu almak ister. Onu da aldığını kabul edelim; aradan 3-5 sene geçmeden müstakil bir eve taşınma hayalleri kurmaya başlar. Peki onu aldığında ne olur? Daha lüks döşenmiş, belki yüzme havuzu olan veya çeşitli özelliklere sahip yeni bir yer istemeye başlar...
Çevremizde bunun çeşitli örneklerini sıkça görürüz. İnsanlar ev, araba, yazlık, çocuk derken kendilerini kısır bir döngünün içinde bulurlar ve ölene dek bunlarla oyalanırlar. Elbette insanın bunları istemesi meşrudur; ama tüm yaşamını bu hırsların yönlendirmesi son derece anlamsızdır. Nitekim oyun ve oyalanma içinde kimi oyuncular pek çok isteğine kavuşurken, çok büyük çoğunluğu da arzularına ulaşamaz ve içlerindeki o hırsla ölürler.
Bu derece kuvvetli bir hırsa sahip olmak aslında çok anlamsızdır. Bu anlamsızlık yalnızca dünyanın geçici olmasından ve hayatın göz açıp kapayıncaya kadar tükenmesinden dolayı değildir. Şunu da düşünebilmek gerekir: Dünyanın en zengin kişilerinin hayatlarına baktığımızda görürüz ki onlarca odadan oluşan malikanelere sahip olsalar dahi, aynı anda bütün odaları kullanamayacakları için yaşadıkları an içinde evlerinin en fazla bir odasında oturabilirler. Gardrop dolusu kıyafetleri de olsa aynı anda sadece tek bir kıyafeti giyebilirler. Ayrıca saat başı kıyafet değiştirseler, çok kısa bir süre sonra bunlardan da sıkılmaya başlarlar. Allahın yarattığı binlerce çeşit yiyeceğe sahip olabilseler bile, en fazla 2-3 tabak yiyebilirler; daha fazlasını yemeye kalksalar bu onlar için bir işkence haline dönüşür... Açıkça anlaşılıyor ki insanların davranışlarının çoğu, boş bir hırstan kaynaklanmaktadır. Oysa gören bir gözle bakıldığında bunlar ne hırsı yapılacak, ne de sahip olunduğu için gururlanılacak şeylerdir; aksine her biri geçici dünya hayatının aldatıcı birer metaıdır. İnsanların gözardı ettikleri bu gerçek Kuranda şöyle ifade edilmiştir:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. " (Al-i İmran: 3/14)
Göz önünde bulundurulması gereken önemli bir gerçek daha vardır ki; o da kişinin sahip olduğu herşeyin yalnızca Allahın dilemesiyle olduğudur. Allah kimini doğuştan varlıklı kılar, kimini ise ömrü boyunca fakirlikle denemeden geçirir. Ancak kişinin Allahın verdiği nimetlerden ötürü büyüklenmesi akılsızlıktır. Zira Allah insanlar arasında dilediğine daha fazla, dilediğine de daha az verir. Her iki durum da imtihan için; dünya hayatında kimin iyi ve güzel davranışlarda bulunacağını sınamak içindir. Bu da bir ayette şöyle ifade edilir:
"Allah rızkı dilediğine genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette(ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir metadan başkası değildir." (Rad: 13/26)
Bu durumda, kısalığı göz açıp kapama süresi kadar olan dünya hayatında bu tuzağa düşmemek ve malı Allaha karşı büyüklenme vesilesi olarak değil, şükretmek için kullanmak gerekmektedir. Zira kıyamet günü, malların da çocukların da yok olup gideceği zorlu bir gündür. Herşeyin darmadağın olacağı o din günü, hem bunlardan hiçbir eser kalmayacak, hem de Allaha karşı işlenen her suçun hesabı verilecektir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde malları yüzünden büyüklenen ve bu yönleriyle Kuranda zikredilen kişilerin hayatlarından detaylı örnekler vereceğiz. [72]
Oysa mal ve güçleriyle büyüklenen bu kişilerin kavrayamadıkları çok önemli bir gerçek vardır; zengin olsun, fakir olsun her insan eninde sonunda ölüp toprağın altına girecektir. Para ve mal ise kişi öldüğü anda anlamını yitirecek ve dünyada kalacaktır. Önünde kendisini bekleyen sonsuz ahiret hayatı ise devam edecektir. Dünyada kazandığı paranın ve elde ettiği servetin -eğer Allah yolunda kullanmadıysa- sonsuz hayatında bir faydasını göremeyecektir. Malından dolayı kibirlenen, kendini üstün gören bir insan, yeri geldiğinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüse dahi kolaylıkla yenilebildiğini unutmuştur. En önemlisi de tek bir mikroba karşı düştüğü acizlikten, dünya kadar malı olsa dahi sıyrılamamaktadır. Hatta dünya ile beraber bir o kadar daha malı olsa da ölümden kaçamamaktadır.
Üstelik geride bıraktığı mal ve para ile dünyada itibarını devam ettireceğini düşünüyorsa da hesap günü büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira ne kadar zengin olursa olsun, ölümünden 3-5 sene sonra kendisini hatırlayan belki de sadece 1-2 kişi kalacaktır. Ayrıca istisna olarak daha fazla kişi tarafından hatırlanıyor olsa bile bunun kendisine herhangi bir faydası olmayacaktır. Zira Rabbimize karşı dünya hayatı boyunca büyüklenmesinin cezasını ödemekteyken, kimlerin kendisini hatırladığının hiçbir önemi kalmayacaktır.
Konuyla ilgili önemli bir nokta da, büyüklenen insanların bu özellikleriyle kişilik bulmalarıdır. Oysa malın ve zenginliğin getirdiği şahsiyet gerçek şahsiyet değildir. Zira bunlar elden çıktığında veya aynı özelliklerin daha fazlasına sahip biriyle karşılaşıldığında bu güven ve şahsiyet birden yok olur. Kişi bunların varlığıyla kendine güven bulup şahsiyet kazanıyorsa, bunların olmadığı yahut az olduğu şartlarda da doğal olarak ezik ve güvensiz olacaktır.
Oysa, bütün varlıkların tek yaratıcısı olan Allaha iman eden, Ona güvenip dayanan bir kişi, istediği kadar maddi kayba uğrasın şahsiyetinde hiçbir eksilme görülmez. Çünkü gücün yegane kaynağı Allahtır ve Allahın yok olması, kaybolması gibi bir şey de (Allahı tenzih ederiz) söz konusu değildir. Demek ki, kişinin kendine güvenini sağlayan tek geçerli sebep iman ve imanından kaynaklanan Allaha güvendir.
Her işinde Allaha dayanıp güvenen bir insan çok güçlü demektir. Bunun üstünde hiçbir güç yoktur. Allah dilemedikçe iman eden kişiye hiçbir zarar gelmeyeceği gibi, bir şeyin olması için de Allahın "ol" demesi yeterlidir. Aciz ve muhtaç olan insanoğlu için Allahın dostluğundan daha büyük bir güç düşünülemez. Dolayısıyla mümin için maldan veya başka imkan ve özelliklerden kaynaklanan bir şahsiyet söz konusu olmaz. Bunları ancak Allahın nimeti ve Onun yolunda kullanılması gereken imkanlar olarak değerlendirir.
"Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf: 18/46)
Yukarıdaki ayette dikkat çekildiği gibi çocuklar da enaniyetli insanlar için bir nevi mal gibidir; onları bir gösteriş unsuru ve övünç vesilesi olarak kullanırlar. Sahip oldukları çocukların her türlü özelliğinden kendilerine pay çıkarır ve onları var eden kendileriymiş gibi bir büyüklenme içerisine girerler. Çocuklarını kendilerine verilmiş bir nimet ve Allahın istediği şekilde yetiştirilmesi gereken bir emanet olarak değil, başkalarıyla rekabet edecekleri bir araç olarak görürler. Bu nedenle de çocuğun ne yediği, ne giydiği, hangi okula gittiği, araba ya da meslek sahibi olması gibi konular çok önemlidir.
İnsanlar arasında yaygın olan "gösteriş hastalığı" yalnız çocukları ile sınırlı değildir. Toplumun büyük kesimini oluşturan insanlar yedikleriyle, içtikleriyle, giydikleriyle, bindikleri arabayla, oturdukları evle ve içindeki eşyalarla birbirlerine gösteriş yaparlar. Burada ilginç olan, yaşamları boyunca yaptıkları herşeyin başkaları tarafından takdir edilme amaçlı olmasıdır. Kısacası kimse sağlığına, ihtiyacına ya da rahatına yönelik bir seçim yapmaz. Evlerinin döşenişinden, kullandıkları arabaya hatta kıyafetlerine kadar seçtikleri herşey övünebilmeleri için birer araçtır. Çevrelerindeki insanların ne diyeceği çok önemlidir. Bu da sürekli bir hırsa ve daha fazlasını istemeye sebep olur. Peki bu hırs insanın nefsinin isteklerini tatmin etmesini sağlayabilir mi?
Allah inkarcı insanın içindeki hırsın bitip tükenmek bilmediğini ayetlerinde bize bildirmiştir. Kişinin inkarı ve büyüklenmesi arttıkça doyumsuzluğu da artar. Nitekim aşağıdaki ayetler bize inkarcı insanın içinde bulunduğu ruh halini en güzel şekilde tarif etmektedir:
"Kendisini tek olarak yarattığımı bana bırak; ki ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal verdim. Göz önünde-hazır çocuklar. Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha artırmam için tamah eder." (Müddessir: 74/11-15)
Ayetin de ifade ettiği gibi dünya hayatında nefsin istekleri hiç bitmeyeceği için sürekli daha fazlasını elde etmek ister. Sahip olana kadar tutkuyla ister, sahip olduktan sonra ise hemen yeni bir şeyin hırsını yapmaya başlar ve bu bütün ömrü boyunca devam eder. Kişi arzu ettiği şeyi elde ettiğinde çok mutlu olacağını düşünür, ama ilk birkaç seferden sonra bunun böyle olmadığını anlar. Buna rağmen içindeki hırsın etkisiyle yığıp biriktirmeye ya da daha iyisini ve güzelini almaya tamah eder. Örneğin, senelerce bir apartman dairesi alabilmek için çalışır, didinir. Dairesini aldıktan 1-2 sene sonra daha kaliteli bir apartman dairesi görür ve bu defa onu almak ister. Onu da aldığını kabul edelim; aradan 3-5 sene geçmeden müstakil bir eve taşınma hayalleri kurmaya başlar. Peki onu aldığında ne olur? Daha lüks döşenmiş, belki yüzme havuzu olan veya çeşitli özelliklere sahip yeni bir yer istemeye başlar...
Çevremizde bunun çeşitli örneklerini sıkça görürüz. İnsanlar ev, araba, yazlık, çocuk derken kendilerini kısır bir döngünün içinde bulurlar ve ölene dek bunlarla oyalanırlar. Elbette insanın bunları istemesi meşrudur; ama tüm yaşamını bu hırsların yönlendirmesi son derece anlamsızdır. Nitekim oyun ve oyalanma içinde kimi oyuncular pek çok isteğine kavuşurken, çok büyük çoğunluğu da arzularına ulaşamaz ve içlerindeki o hırsla ölürler.
Bu derece kuvvetli bir hırsa sahip olmak aslında çok anlamsızdır. Bu anlamsızlık yalnızca dünyanın geçici olmasından ve hayatın göz açıp kapayıncaya kadar tükenmesinden dolayı değildir. Şunu da düşünebilmek gerekir: Dünyanın en zengin kişilerinin hayatlarına baktığımızda görürüz ki onlarca odadan oluşan malikanelere sahip olsalar dahi, aynı anda bütün odaları kullanamayacakları için yaşadıkları an içinde evlerinin en fazla bir odasında oturabilirler. Gardrop dolusu kıyafetleri de olsa aynı anda sadece tek bir kıyafeti giyebilirler. Ayrıca saat başı kıyafet değiştirseler, çok kısa bir süre sonra bunlardan da sıkılmaya başlarlar. Allahın yarattığı binlerce çeşit yiyeceğe sahip olabilseler bile, en fazla 2-3 tabak yiyebilirler; daha fazlasını yemeye kalksalar bu onlar için bir işkence haline dönüşür... Açıkça anlaşılıyor ki insanların davranışlarının çoğu, boş bir hırstan kaynaklanmaktadır. Oysa gören bir gözle bakıldığında bunlar ne hırsı yapılacak, ne de sahip olunduğu için gururlanılacak şeylerdir; aksine her biri geçici dünya hayatının aldatıcı birer metaıdır. İnsanların gözardı ettikleri bu gerçek Kuranda şöyle ifade edilmiştir:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. " (Al-i İmran: 3/14)
Göz önünde bulundurulması gereken önemli bir gerçek daha vardır ki; o da kişinin sahip olduğu herşeyin yalnızca Allahın dilemesiyle olduğudur. Allah kimini doğuştan varlıklı kılar, kimini ise ömrü boyunca fakirlikle denemeden geçirir. Ancak kişinin Allahın verdiği nimetlerden ötürü büyüklenmesi akılsızlıktır. Zira Allah insanlar arasında dilediğine daha fazla, dilediğine de daha az verir. Her iki durum da imtihan için; dünya hayatında kimin iyi ve güzel davranışlarda bulunacağını sınamak içindir. Bu da bir ayette şöyle ifade edilir:
"Allah rızkı dilediğine genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette(ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir metadan başkası değildir." (Rad: 13/26)
Bu durumda, kısalığı göz açıp kapama süresi kadar olan dünya hayatında bu tuzağa düşmemek ve malı Allaha karşı büyüklenme vesilesi olarak değil, şükretmek için kullanmak gerekmektedir. Zira kıyamet günü, malların da çocukların da yok olup gideceği zorlu bir gündür. Herşeyin darmadağın olacağı o din günü, hem bunlardan hiçbir eser kalmayacak, hem de Allaha karşı işlenen her suçun hesabı verilecektir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde malları yüzünden büyüklenen ve bu yönleriyle Kuranda zikredilen kişilerin hayatlarından detaylı örnekler vereceğiz. [72]
s1 harfi
- 1) İnsanın Kendisini/Hevâsını (Basit Arzu ve Şehvetlerini) Tanrılaştırması:
- 2) Şirk-i Teb'iz:
- Allah'ın Elçilerine İtaat Ederler
- Bâtıla İman:
- c- Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- Enaniyetin Sebepleri
- Halkı Saptırmak İçin Çaba Harcamaları
- Hz. Peygamber Ve Şiir
- İbrâhim / İçimdeki Putları Devir / Elindeki Baltayla / Kırılan Putların Yerine / Yenilerini Koyan Kim?
- Kur'an-ı Kerim'e Göre Şirk Koşan İnsanın Ruhsal Yapısı
- Mürtede Karşı Tavır:
- Sevgi, Hürmet ve Bağlılık Yönüyle Şirk. Bir İnsanı veya Nesneyi, İdeolojiyi Aşırı Şekilde Severek Putlaştırmak:
- Şamanizm'de Bazı Görüşler ve Âdetler
- ŞEHVET
- ŞEREFE
- ŞEYHÜLİSLÂM
- Şuf'a Hakkını Kullanma Şekli:
- Şuf'a'nın Sebebi:
- ŞÜPHE
- Zorluğa ve Zamana Karşı Dayanıksız Olmaları
- 2) Ataların Yolunu Körü Körüne Tâkip Etmek, Gelenekleri, Örf ve Âdetleri Yüceltmek, Irkçılık:
- 3) Şirk-i Takrib:
- Allah'tan Başkasının da Gaybî Yollarla Fayda ve Zarar Verebileceğine İnanmak:
- d- İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- Güç ve Zenginlik
- Hatalarında Direnmezler
- Hevânın Putlaştırılması
- Kur'ân-ı Kerim, Müşrik Anne Ve Babaların, Mümin Çocuklarına Ne Diyor:
- Mallarından Rahatlıkla İnfak Edememeleri
- ŞÂFİÎ MEZHEBİ