ŞAKÎ

Bedbaht, kötü halli anlamında Kur'anî bir kavram. Şaki, şeka fiilinden ism-i faildir. Şe-ki-ye, yeşkâ, şıkva(tun), şekva(ten) ve şekâ(en) şeklinde mastara geçiş şekli vardır. Bu mastarlardan biri olan eş-şekâvatu, saadetin zıddıdır. Saadet asıl olarak iki çeşittir: Dünyevi saadet ve uhrevî saadet. Dünyevî saadet ise nefsi, bedenî ve harici olmak üzere üç şekilde olur. Şekâva(tun) de aynen saadet gibi kısımlara ayrılır. Yine aynı kökten olan şekâ(un) mastarı ise ta'b (yorgunluk)un içinde incelenir. Her şekâvet yorgunluk (ta'b) dır. Fakat her ta'b (yorgunluk, güçlük, sıkıntı) şekâvet değildir. Yani ta'b şekâvetten daha genel ve kapsayıcıdır (Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât Fi Carîbi'l Kur'an, İstanbul 1986, 388).



Yukarıda sözlük anlamı açıklanan şakî kavramı türevleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de toplam on iki âyette yer almaktadır. Kelime Kur'an'ın her yerinde aynı manada kullanılmamış, yukarıda verilen manaların hepsini karşılayacak biçimlerde kullanılmıştır .



Toplumda bazı insanlar vardır ki, sürekli şımarıklık içerisindedirler. Her zaman anarşi çıkarır, hiç bir kanun nizam tanımaz, sınırsız hürriyet peşindedirler. Her istediklerini yapmayı arzular, her türlü pohpohlamaya hazır olup daima kendini ileri sürer, başkaları tarafından kullanılmaya yatkındırlar. Bunlar toplum içinde eşkıya, çapulcu ve ayak takımı görevini yaparlar. İşte bu tür özelliklere sahip kimseler Kur'an'da şakî olarak tarif edilir. Bu tür insanlar, dünyada haylazlıkları, geçimsizlikleri ve kural dışılıkları yüzünden bir şey elde edemedikleri gibi, âhirette de, dünyada iken sürekli hakka karşı gelip şer güçler tarafından piyon olarak kullanıldıkları için, aşağılıkların arasındadırlar. Ne dünyada iken iyi bir hayat sürerler, ne de âhirette. İşte bu yüzden bu kimseler şakî yani bedbaht, bahtsız kimseler olarak isimlendirilirler. Bedbahttırlar, çünkü yaptıkları hareketlerden dolayı hiçbir menfaat elde edemezler. Bahtsızdırlar, çünkü amellerinin, fiillerinin sonu boştur, yaptıkları işler boşa gitmiştir. Her türlü güzel nimet ve iyi sonuçtan mahrumdurlar.



Kur'an-ı Kerim'de bu tür kimselerin, yani şakîlerin bazı özelliklerine dikkat çekilir. Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.



1- Hak'tan ve öğütten yüz çevirmek: Bunlara, hak hatırlatıldığı zaman, dinleme zahmetine katlanmadan derhal yüz çevirirler. Bir öğüt, bir nasihat verildiğinde, dinlemeyip sırtlarını dönerler. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:



Artık hatırlat (öğüt ver), eğer hatırlatma (öğüt verme) fayda verirse Allah'tan haşyet duyan kimse öğüt alır. Fakat şakî olan, ondan yüz çevirir (kaçınır). O, en büyük ateşe girer. Sonra orada ne ölür, ne de yaşar" (el-Âlâ, 87/9-13).



2- Hakikati yalanlamak: Şakînin bir özelliği de "husn" olanı yalanlaması, hakikat inkâr etmesidir. Çünkü yalanlamak onun en büyük özelliğindendir .



"Ben sizi alev saçan bir ateşle uyardım (korkuttum). Ona şakî olandan başkası girmez. Öyle şakî ki yalanlamış ve yüz çevirmiştir" (el-Leyl, 92/14-16).



3- Başkaldırı, Ayaklanma, İsyankârlık: Şakînin diğer büyük bir özelliği de hakka karşı ayaklanma, Allah'a karşı isyankârlık etmektir. Şakîyi şakî yapan, diğer özelliklerle beraber bu özelliğin bulunmasıdır. İsyankârlık ve çapulculuk şakînin karakterini yansıtır. Toplumda sürekli huzursuzluk çıkarıp gerçeğin açığa çıkmasını önlemek, davetçilere karşı çeşitli demogoji ve şarlatanca hareketler yaparak da'vetin anlaşılmasını engellemek de şakîlerin görev saydıkları fiillerdendir.



"Semûd (kavmi) azgınlıkları sebebiyle (hakkı) yalanlamışlardı. Onların en şakîleri ayaklandığı zaman, onlara Allah'ın Rasûlü "Allah'ın (diœsi) devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın " demişti. Fakat onu yalanladılar, deveyi boğazladılar. Rabbleri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi. Orayı dümdüz yaptı" (eş-Şems, 91/11-14).



İsa (a.s) da Allah'ın kendisi için yaptıklarını söylerken şakî'nin bu özelliğini belirtir:



"(İsa) (Rabbim beni) anneme iyilik eder (kıldı). Beni zorba bir şakî kılmadı" (Meryem, 19/32).



Yukarıda vasıflarını kısaca anlattığımız "şakî" kimselerin akıbetlerini, yani âhiretteki durumlarını Yüce Allah bize şöyle anlatıyor:



"O gün geldiği zaman hiç kimse onun izni olmadan konuşamaz. Oraya toplananlardan kimi şakî (bedbaht, bahtsız) kimi de sait (mutlu) dir. Şakîiler ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) öyle bir soluk alış verişleri vardır ki... Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Meğer ki Rabbın, çıkmalarını dilemiş olsun. Çünkü Rabbın her istediğini yapandır" (Hud, 11/105/107).



Yine Yüce Allah, tartıları hafif gelenlerin âhiretteki durumunu tasvir ederken, onlara kendi ağızlarıyla şakî olduklarını itiraf ettiriyor: "Kimlerin tartılan hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennem de sürekli kalanlardır. (Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır. Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız değil mi?" "Rabbimiz" dediler, "şekâvetimiz (bedbahtsızlığımız) bize galebe çalmıştı da, biz sapık bir topluluk olmuştuk. Rabbimiz, biz bundan çıkar. Eğer bir daha (kötü işlere) dönersek artık bizi gerçekten zalimleriz. " Buyurdu ki: "Sinin orada, benimle konuşmayın. Zira kullarımdan bir zümre Rabbimiz; inandık, bizi bağışla, bize merhamet eyle, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın" dedikleri için siz onlarla alay ettiniz, (onlarla o kadar uğraştınız ki) size beni anmayı unutturdular. Siz daima onlara gülüyordunuz" (el-Mü'minûn, 23/103-110).



Zekeriya (a.s) da "Rabbim " demişti. "Bende kemik gevşedi, baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Rabbim, sana duamda hiç bir zaman şakî (bedbaht ve mahrum) olmadım. Duama daima icabet ettin" (Meryem, 19/4).



Yine İbrahim (a.s) kavminden ayrılırken onlara şöyle demişti: "Sizden de, Allah'tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılıyor ve yalnız Rabbıma yalvarıyorum. Umarım ki Rabbıma yalvarmakla (sizin gibi) şakî (bedbaht) olmam (istediklerimden mahrum bırakılmam)" (Meryem, 19/68).



Şakî'lik; sözlük anlamı açıklanırken de belirtildiği üzere, zorluk çekmek, meşakkate uğramak, sıkıntıya düşmek gibi manalara da gelir. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim'de önceden işlenen kötü bir amel yüzünden sonradan meşakkat çekme durumunu anlatan bir kaç âyet vardır. Cenâb-ı Hak, Rasûlüllah (s.a.s)'a şöyle buyuruyor: "(Ey Muhammed!), biz bu Kur'an'ı sana meşakkate düşesin diye indirmedik. Ancak (Allah'tan) korkanlara bir öğüt (olarak indirdik)” (Tâhâ, 20/2-3).



Allah-u Azimuşşan, Hz. Adem ve Havva'ya seslenerek onları şöyle uyarıyor: "Dedik ki: "Ey Âdem, bu (iblis şeytan) senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi Cennetten çıkarmasın, sonra şakî (dünya islerini yaparak meşakkate düşmüş) olursun” (Tâhâ, 20/117).



"Dedik ki: "Hepiniz oradan inin, birbirinize düşmansınız.Şimdi benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime tabî olursa o, dalâlete ve şekâvete (bedbahtlığa) düşmez" (Tâhâ, 20/123).



Muammer ERTAN