1- Rabbânîlik:

Kur’an’da peygamberlik, Allah’ın kulları arasından seçtiği şahıslara verdiği bir lütuf ve rahmet olarak takdim edilir. İnsanların kendi istek ve çabalarıyla bu unvânı elde etmeleri mümkün değildir. Peygamberlerin, Allah tarafından bu görev için tercih edildiğini[111], onların seçkin[112] kişiler olduğunu belirten âyetlerin yanında; Allah’ın, peygamberliği dilediği kimselere vereceğini ifade eden âyetler de vardır.



Hiçbir peygamber, düşünüp taşınıp kendi aklına göre, “şöyle bir sistem ortaya koyayım” diyerek işe başlamamıştır ve başlamaz. Doğrudan doğruya Allah, insanlar içinden bir kimseyi peygamber yapmayı diler. Vakti gelince, tamamen peygamberlik için yaratılmış bu seçkin insana, peygamberlik vazifesini duyurur, o da peygamberliğini ilân eder. Nübüvvet, Allah’ın istediğine verdiği bir görevdir. O, ne akıl, ne çalışma, ne çok ibadet ve ne de verâset yoluyla ulaşılacak bir şey değildir. Onların getirmiş olduğu her şey, vahiyden ibarettir. Onlardan her biri, şöyle der:



“Ben yalnızca bana vahy olunana uyuyorum.” (En’âm: 3/50; A’râf: 7/203)



Bulundukları çevre şartları, ekonomik ve sosyal hâdiseler, onların konumlarını asla değiştiremez. Onlar, bildikleri yolda hedeflerine varmaya çalışırlar. Vazifelerini yaparlarken de, muhâtaplarının kabul veya reddi onları pek bağlamaz. Onların vazifesi, sadece tebliğ edip anlatmak ve ilâhî emirleri tatbik etmekten ibarettir. Muhâliflerin dedikleri, söyledikleri veya yaptıkları, onların tavırlarını değiştirmez. Mesajlarını, çarpıtmadan, eğip bükmeden net bir şekilde toplumlarına iletirler. Dâvâları adına tâviz vermeleri, kat’iyyen düşünülemez. “Ayı bir eline, güneşi diğer eline koysalar, peygamberler, bu dâvâlarından kesinlikle vazgeçmezler.”