MÜSABAKA

Yarış, yarışma anlamında bir fıkıh terimi. İslam'da müsabaka meşru görülmüştür. Niyete göre bazen müstahab, bazen mübah olmaktadır. Müsabakanın çeşitleri vardır:



Koşu yarışları. Sahabiler Hz. Peygamber'in huzurunda koşu müsabakalarını tertiplerlerdi. Rivayet edilir ki; Hz. Ali (r.a.) çok hızlı koşan bir yarışçı idi. Bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) de Hz. Aişe'nin gönlünü hoşnut etmek ve ashabına örnek olmak için hanımı Hz. Aişe ile yarışırdı. Hz. Aişe (r.a.) der ki: Bir gün Peygamber (s.a.s)'le yarıştık. Onu yendim. Uzun müddet sonra ben şişmanladığım zaman tekrar yarışmıştık; bu sefer o beni yendi. İlk yarışmayı kasdederek; "Bu ona karşılıktır" dedim (Ebu Davud,Cihad: 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 264).



Güreş Hz. Peygamber (s.a.s.) kuvvetiyle şöhret bulan "Rukane" ile defalarca güreşmiş ve onu yenmiştir. Bunu Ebu Davûd rivayet etmiştir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber onunla güreşirken, Rukane:



- Bir davarına dedi. Hz. Peygamber onu yıkınca, Rukane:



- Bir davarına tekrar güreşelim, dedi. Tekrar yıkılınca bir üçüncüsüne girişti. Yine yıkılınca:



- Ben anama, babama ne diyeyim? Birincisini kurt yedi, diğeri de kayboldu derim. Ya üçüncüsü ne olacak? dedi. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.s):



- "Biz yanına seni yenip zarara sokmak için gelmedik; al koyunlarını"buyurdu. Şüphesiz ki, bu olay kumarın haram oluşundan önce cereyan etmiş, yahut Hz. Peygamber, onun teklifini kabul etmemiş ve bunun için de hayvanlarını almamıştır. İslâm fıkhı ile uğraşan âlimler işte bu hadiselerden koşu yarışlarının meşruluğunu çıkarmışlardır. İster kendi aralarında olsun, ister mahremleri olan kadınlarla erkekler arasında olsun veya hanımları ile olsun durum aynıdır. Yine bu hadislerden, müsabakanın, güreşin ve benzeri yarışların vakar, şeref, ilim, fazilet ve ihtiyarlık gibi hususiyetlerle zıt olmadığı görüşünü çıkarmışlardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Aişe ile yarıştığı zaman elli yaşından fazla idi.



Atıcılık (ok atma): Bu da meşru müsabakalardan biridır. Hz. Peygamber (s.a.s.), bazen atıcılık meydanlarında sahabelerine uğrar, onları teşvik ederek "Atınız! Ben de sizinle beraberim" buyurdu.



Hz. Peygamber (s.a.s.), bu atıcılığı sadece yalnız heves ve eğlence değil, Allah'ın "Onlara gücünüz nisbetinde kuvvet hazırlayınız" (el-Enfâl, 8/60) âyetinde belirttiği kuvvetten bir bölüm olarak kabul etmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Dikkat ediniz!.. Kuvvet, atmaktır... Kuvvet, atmaktır. Kuvvet, atmaktır!.. " (Müslim, İmare, 167; Ebu Davud, Cihad, 23).



Yine şöyle buyuruyor: "Atıcılık üzerinde durunuz; çünkü o hayırlı eğlencelerinizdendir" (Bezzar ve Taberânî'den naklen es-Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, III, 372).



Fakat atıcılığı öğrenmek için güvercin ve benzeri hayvanları nişan almayı yasaklamıştır. Zira cahiliye devrinde bazı araplar böyle yaparlardı. Daha sonraları da Abdullah b. Ömer (r.a.) böyle yapan bir cemaat gördüğü zaman kendilerine "Peygamber (s.a.s.) canlı bir şeyi hedef alanları lanetledi" demiştir (es-Seyyid Sabık, a.g.e., (Buharî Müslim'den) naklen, III, 372).



Bu işleri yapanları lânetlenmiş olması, mal kaybına sebep olmaktan başka, hayvana işkence etmeyi ve onu öldürmeyi hedef edindiklerindendir. Halbuki insan canlı diğer bir varlığın hesabına eğlenip oynamamalıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.), hayvan dövüştürmeyi yasaklamıştır.



Kılıç, mızrak yarışları. Peygamber (s.a.s.), Habeşlilerin Mescid-i şerifte oyunlarına ve eşi Hz. Aişe'nin onları seyretmesine müsaade etmişti. Hattâ o zaman onları teşvik mahiyetinde



"Göreyim sizi ey Erfed oğulları!"buyurmuştu. Araplarca Habeşlilere Erfed oğulları denirdi.



Hz. Ömer bu eğlenceyi beğenmemiş ve bir ara onlara mani olmak istemişti de, Hz. Peygamber (s.a.s.) bırakmamıştı. Müslim ve Buhârî'de, Ebu Hureyre'den şu rivayet nakledilir: Habeşliler kendilerine has şiş oyunlarını oynarken Hz. Ömer içeri girdi ve bir işaretle onları durdurdu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) "Bırak onları Ya Ömer!..." buyurmuştu (Y. el-Kardavî, İslam'da Helâl ve Naram, Terc. Mustafa Varlı, 318).



At yarışları. İslam'da at yarışları da meşrudur. Allah Rasûlü (s.a.s.), şöyle buyuruyor: "Allah'ın zikri olmayan her şey ya eğlencedir veya vakti boşa geçirmektir. Ancak şu dört şey bunlardan değildir: İnsanın (atıcılık için) iki şey arasında yürümesi, yani ok atma, nişan alma gibi şeyler yapması, atını terbiye etmesi, eşi, çoluğu-çocuğu ile oynaması ve yüzücülüğü öğrenmesidir (Buhârî, Müslim'den naklen es-Seyyid Sabık, a.g.e., III, 372; Y. el-Kardavî, a.g.e., 320).



Hz. Ömer (r.a): "Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılığı öğretiniz ve onlara sıçrayarak atlara binmeyi emrediniz" demiştir.



İbn-i Ömer (r.a)'den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s) at yarışı yaptırmıştır ve galip gelene mükâfat vermiştir (Y.Kardavî Ahmed b. Hanbel'den naklen a.g.e., 320).



Bütün bunlar Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından yarışçılara teşvik ve cesaret vermekten ibarettir. Çünkü bu (dediğimiz gibi) hem eğlencedir, hem spordur, hem eğitimdir... Hz. Enes (r.a)'e soruldu:



- Hz. Peygamber devrinde at yarışı yapar mıydınız? Hz. Peygamber (s.a.s) de yarışır mıydı?..



- Evet, dedi. Vallahi O, Şebha adında bir atla yarıştı; Herkesi geçti. Kendisi de bu durumdan çok memnun kalmıştı... (Y.Kardavi, Ahmed b. Hanbel'den Naklen, a.g.e., 320).



Mükâfatı müsabakacılardan başkası veya onlardan yalnız birisi verdiği takdirde at yarışı mübah olur. Fakat her iki yarışmacı bir miktar öder de galip gelen her iki tarafın ortaya koyduğu meblağı birden alırsa; bu, yasaklanan kumar olur ve caiz olmaz. Bu tür kumar müsabakalarında kullanılan atlara, Hz. Peygamber "Şeytan atı"adını vermiştir (es-Seyyid Sabık, a.g.e., III, 373; Y. Kardavî, a.g.e., 320).



Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "At üçtür: Rahman atı, insan atı, Şeytan atı!.. Rahman atı, Allah yolunda çalıştırılan attır. Onun yeminde, salyasında, idrarında ve herşeyinde hasene vardır. Şeytan atı da, kendisine kumar oynanan veya kumar gibi kendisi ile yarış yapılan attır. İnsan atı ise, insanın kendisinden (işinden bineğinden) faydalandığı attır. Bu, fakirliğe perdedir ".



Müsabakada kazanan kimsenin üçüncü bir şahıs veya müsâbakayı tertipleyen fakat yarışçılardan bir şey almayan kuruluştan mükâfat alması caizdir. Çünkü bunda kumar şekli yok, müsabakaya, spora teşvik vardır.



Müsabakaya katılanlardan biri, belli bir mal veya parayı ortaya koyarak; "Eğer beni yenersen, bu mal veya parayı sana vereceğim. Kaybedersen, senden hiç bir şey almayacağım" derse ve müsabaka bu anlaşma ile yapılırsa, câizdir. Çünkü bu durumda tek taraflı bir şekilde ortaya para veya mal konmuş oluyor ki, bu, kumar kapsamına girmiyor.



Müsabakaya katılanlardan her biri, belli bir meblağı ortaya koyar, kazanan kimse bunu alır, kaybedenin ortaya koymuş olduğu meblağ gitmiş olursa, böyle bir müsabaka kumar kapsamına girer, dolayısıyla câiz değildir.



Bunun gibi, ilmî veya tarihî bir konuda fikir tartışması yapılır; bu konuda taraflar bir sonuca varamazlar ve hangi görüşün doğru olduğunu tesbit etmek için bir ilirıi adamına veya bir hey'ete başvurmayı kararlaştırırlarsa, bir de "kimin görüşü doğru çıkarsa, diğeri ona şu kadar para veya şu malı verecek" diye bir şartı da ortaya koyarlarsa, bu durum kumara girer ve câiz değildir. Fakat onlardan biri diğerine, "Benim dediğim çıkarsa, senden bir şey almayacağım. Senin dediğin çıkarsa, sana şu malı veya parayı vereceğim" derse; tek taraflı bir meblağ ortaya konduğu için, kumara girmez. Üçüncü bir şahıs da, görüşü doğru çıkana bir mükâfat verirse, yine kumara girmez (Abdullah b. Mahmut el-Mevdûd el-Mavsılî, el-İhtiyâr, IV,168 vd.).



Ahmed YAŞAR



Nureddin TURGAY