ARİYET KİTABI

METİN



Musannıf, ariyet bahsini emanet (vedia) bahsinden sonraya bırak­mıştır. Çünkü emanet olmak bakımından her ikisi müşterek olmakla bir­likte ariyette menfaati temlik vardır. Bu yönüyle birisi müfred. diğeri mürekkeptir ve müfred olan mürekkepten önce gelir.



Ariyetin güzel yanı, zaruret halindeki kimsenin istek ve ihtiyacını Allah adına yerine getirmektir. Zira ariyet karz gibi ancak muhtaç kim­seye verilir. Bu yüzden sadakanın sevabı bire on ise, karzın sevabı bire onsekizdir.



Ariyet sözlükte, ister şeddeli, ister şeddesiz okunsun, birşeyi iğreti vermektir. Kamus. Bir terim olarak ise, birşeyden yararlanma hakkını meccânen temlik etmektir. Bu temlik kelimesi diğer akitlerde olduğu gibi yalnız fiil ile olmuş olsa bile, icab ve kabulü ifade eder.



Ariyetin hükmü emanettir. Şartı ise, kullanılmak üzere iğreti verilen şeyin yararlanmaya elverişli olması ve ivaz (karşılık) şartının bulunma­masıdır. Çünkü karşılık (ivaz) şart koşulursa kira akdi olur.



İmâdiye adlı eserde, ortak malın iğreti verilmesi, vedia edilmesi ve satılmasının caiz olduğu açıklıkla zikredilmiştir. Zira birşeyin aynının meçhul olması, gereklilik ifade etmemesi sebebiyle anlaşmazlığa yol aç­maz.



Fakihlere göre ariyet olarak verilen, bir hayvan ise onun yemi ari­yet alana aittir. Eğer köle ise, onun nafakası da böyledir. Fakat kölenin elbisesi sahibine ait olur. Ariyet alan eğer onların emanet verilmesini taleb ederse onların nafakası yine kendisine, kölenin elbisesi ise mâlike aittir. Taleb olmadan mâlik. «Şu kölemi al çalıştır.» demiş olsa, nafakası mâlike aittir. Çünkü bu köle emanet olur.



İZAH



«Şeddeli ilh...» Şeddeli okunduğunda ayıp (ar) kelimesine nisbet edilir. Çünkü ariyeti taleb etmek bir âr'dır. Sahhâh.



Nihâye'de Sahhâh'ın bu görüşü reddedilir. Şöyle ki, eğer birşeyi ari­yet olarak istemek ar olsaydı. Resûlullah (S.A.V.) bunu yapmazdı. Onun Muğrib'ten olan kavline göre ariyet kelimesi iâret kökünden gelen bir isimdir. Onu almanın ayıp olduğunu söylemek yanlış olur.



Mebsut adlı eserde şöyle denilir: «Ariyet, teâvür kökünden gelir. Teâvür ise, Bahır adlı eserde olduğu gibi, nöbetleşmek anlamına gelir.»



«Şeddesiz ilh...» Cevheri, «Ariyet kelimesi âr'a nisbet edilir» demiş­tir. Râgıb Cevherî'nin bu sözünü, «Ar kelimesi yaî bir kelimedir. Ariyet ise vavî'dir.» diyerek reddeder.



Mebsût'ta da şöyle denir: «Ariyet kelimesi aryet kelimesinden alın­mıştır. Aryet ise semerelere karşılıksız olarak temlik etmektir.»



«Temlik etmektir ilh...» Musannıf bu sözü ile Kerhî'nin, «Ariyet baş­kasına kullanmayı - mubah kılmaktır.» sözünü reddetmektedir. Bu redde ariyetin bizzat temlik kelimesi ile akdedilmesi de şahitlik eder. Buna kul­lanmakla değişmeyen şeyin ariyet verilmesi de şahadet eder. Bir kimse kendisine mubah olanı başkasına mubah edemez. Ariyet akti mubah kı­lınma sözü ile de yapılabilir. Çünkü bu lâfız temlik için istiare edilmiştir. Bahır.



«Fiilen dahi olmuş olsa ilh...» Yani teati gibi. Kûhistânî'de olduğu gi­bi. Bu, kabulün mübalâğası içindir. İcab ise fiil ile sahih değildir. Aşağı­da gelecek olan kölenin efendisinin, «Şunu al ve istihdam et.» sözü bu­nun ayrıntılarından olur. Hindiye'den nakledilenden maksat da budur.



Ariyet vermenin rüknü ise icabın, mal sahibinden olmasıdır. Ariyet olanın kabulü ise Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının görüşlerine göre şart değildir. Yani açıklıkla «kabul ettim.» demek şart değildir. Bundan dolayı Tatarhâniye'de, «Ariyet vermek susma ile sabit olmaz.» denilmiştir. Eğer susma ile sabit olsaydı, ariyet alanın onu almasının kabul sayılması gere­kirdi.



«Ortak (muşa) malın iğreti verilmesi caizdir ilh...» Yani nasıl olur­sa olsun taksim edilmeyen birşeyin ister ortaklardan, ister ecnebiden ariyet verilmesi caizdir. Yine iki kişinin birşeyi ariyet olarak vermesi his­seleri belirtmeden versinler, ister ikide bir veya üçte bir gibi taksim ya­parak ariyet versinler, caiz olur. Kınye.



«Satılması iih...» Yukarıda geçtiği gibi onu karz olarak vermek de caizdir. Ortak malın yabancıdan değil, ortaktan kiralanması da caizdir, Ebû Yusuf'a göre, ortak olan birşeyi vakfetmek de caizdir. İmam Muhammed de, taksimi kabil olan bir ortak malın vakfedilmesinin Ebû Yusuf'a aykırı olarak caiz olmadığını söylemiştir. Ama eğer taksimi kabil değilse vakfı caizdir. Bu bahsin tamamı Bahır'ın Hibe bahsinin başlarındadır. Oraya bakınız.



«Meçhul oluşu ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, bilinmezlik ariyet ak-tini fasit kılmaz.



Bahır adlı eserde şöyle denilmiştir: «Burada bilinmezlikten maksat, ariyet verilen şeyin bilinmezliği değil, temlik edilen yararlanmanın bilin­mezliğidir. Bunun delili de Hülâsa adlı eserde olan şu ifadedir: «Biri di­ğerinden bir merkeb ariyet almak istese, merkeb sahibi, «Tavlada iki merkebim var, birisini al.» dese ve o da birisini alsa, helak olduğu tak­dirde zamin olur. Çünkü malın aynı meçhuldür. Fakat, «İkisinden dile­diğini al.» demiş olsaydı, zamin olmazdı.»



«Vediadır ilh...» Yani mâlik ona o vedia ile intifayı mubah kılmıştır.



METİN



Ariyet akdi, «Sana bu malı ariyet olarak verdim.» demekle geçerli olur. Çünkü bu ifade açıktır. «Sana tarlamı ifam ettim.» demekle de ari­yet verme sahih olur. Çünkü burada tarla zikredilmekle birlikte maksat tarla değil, tarlanın menfaatidir. Bu lâfız da mecazen açıktır.



«Sana elbisemi verdim.» veya «Sana şu cariyemi verdim.» veya «Şu hayvanıma seni bindirdim.» denildiğinde bu sözlerden kasıt hibe değilseariyet olur. Çünkü bu sözler hibeden açıktırlar. O halde bu sözler, hibe kastedilmediği takdirde niyetsiz olarak ariyeti ifade eder. Niyet ile de bu sözlerle verilen şey mecazen hibe olur.



«Kölemi sana istihdam ettim.», «Bu binayı bir aylığına meccanen sana kiraladım.» veya «Evimi sana ömür boyu oturman için verdim.» sözleri ile de ariyet geçerli olur.



Ariyete gerek kalmadığı takdirde âriye veren dilediği zaman ariyeti geri alır. Ariyeti geçici olarak verse veya onda bir zarar ortaya çıksa, ariyet ibtal edilir. Ancak ariyet olan ayn, emsalinin ücreti ile ariyet ala­nın elinde kalır. Nasıl ki, adam çocuğunu emzirmesi için bir cariyeyi ari­yet olarak alsa, çocuk ona, onun memesinden başka meme almayacak biçimde alışsa, o zaman çocuk sütten kesilene kadar çocuğun babası cariyeye ecr-i misil verir. Bu meselenin tamamı Eşbâh'tadır.



Eşbâh'ta, Kınye'ye dayanılarak şöyle denilir: «Bir kimse komşusu­nun duvarını, merteğini koymek için iğreti alsa ve merteğini koysa, daha sonra duvar sahibi duvarı satsa, duvarı alan kimsenin onun merteklerini duvardan kaldırma hakkı yoktur. Bazı âlimler de kaldırabileceğini söy­lemişlerdir. Ancak duvarın sahibi satarken mertekleri kaldırmamayı şart koşarsa, kaldıramaz.»



Ben derim kî: Hülâsa, Bezzâziyye ve bunlardan başka kitaplarda da «kıyl»kavli ile zikretmişlerdir. Bezzâziyye'yi haşiye yapan, Tenvirü'l-Besâir de bu görüşe itimad etmiş, Musannıfın oğlu bunu araştırmamıştır. Öyle sanıyorum ki, ona razı olmuştur. Hatırda tutulsun.



İZAH



«Açıktır ilh...» Yani hakikattir. Kâdızade şöyle der: «Usul âlimlerine göre sarih, o lafzın kendisinden ne kasdedildiğinin açık olmasıdır. O hal­de sarih, terkedilemeyen hakikat ile mutaarrıf olan mecazı şâmildir. Terkedilemeyen hakikatin misli, «Bu malı sana ariyet verdim» sözüdür. Mutaarıf otan mecazın örneği ise, «Sana bu tarlamı ifam ettim.» lâfzıdır. T.



«Mecazen açıktır ilh...» Bu, «Ben sana elbisemi verdim.» sözünde acıktır. «Seni şu hayvanıma bindirdim.» sözü hakkında Zeylâî, «Bu söz, burada falan kimse falan kimseyi atına bindirdi şeklinde kullanıldığından, bazen hibe, bazen ariyet anlaşılır. Niyeti hangisine ise o geçerlidir. Fakat hiçbir niyeti yoksa, daha aşağıda olan ariyet sözüne hamledilir. Çünkü daha üstün olan hibe şüphe ile gerekmez.» demiştir.



Zeylâî'nin bu ifadesi gösteriyor ki, «Seni hayvanıma bindirdim.» cüm­lesi hibe ile ariyet arasında müşterek bir sözdür. Şu kadarı var ki, niyet­ten âri olunca ondan ancak ariyet kastedilir. Zira üstün olan hibe şüp­he ile gerekmez. T.



Bu hususta bizim Kifâye'den naklen Bahir üzerine yazdıklarımıza ba­kınız. Arada bu hususta yeterli ölçüde bilgi vardır.



«Bir aylığına ilh...» Eğer, «bir aylığına» demeseydi ariyet değil, fa­sit kira akdi olurdu. Hâniye'den Bahır. Bunun aksine hüküm verenler de yani, ariyet diyenler de olmuştur. Tatarhâniye. İşte bu görüş uygun­dur. Zira süre veya karşılığını açıkça bildirmediğinde uygun olan ariyet olmasıdır, ivazı değil, süreyi açıkça söylemekle ariyet olduğu gibi.



Remli, Bahır'ın haşiyesinde, Bezzâziyye'nin kira bahsinden naklen, «İcâre lafzıyla ariyet olamaz. Şöyle ki, «Ben şu malın menfaatlerini ivaz­sız olarak bir seneliğine sana kiraladım.» dese, bu akit ariyet değil, fasit icâre olur.» demiştir.



«Ömür boyunca ilh...» Bu da Kûhistânî'nin zikrettiği diğer bir yön­dür.



«Belli süre için ilh...» Süre tamam olmadan ariyet verdiği şeyi geri alması mekruhtur. Çünkü verdiği sözü yerine getirmemiş olur. İbni Kemal.



Ben derim ki: İbni Kemal'in bu sözünden, sözünü yerine getirmeme­nin haram değil, mekruh olduğu anlaşılmakladır. Zahire'de de, «Verilen sözü yerine getirmemek tenzihen mekruhtur.» denilmektedir. Müstahab olan ahde vefadır. Sâyıhânî.



«İbtal edilir ilh...» Yani ariyet veren malını geri alırsa ariyet bâtıl olur.



«Ecr-i misil verir ilh...» Yani ariyet alan ariyet verene muire ecr-i mi­sil verir.



«Kınve'ye isnaden ilh...» Bu meseleyi Kınye'de ilgili bahiste bula­madım.



«Satarken ilh...» Yani satan adam sattığında merteklerin duvarın üzerinde kalmasını şart koşarsa. Varis de bu hususta müşteri gibidir. An­cak varis, Hindiye'de olduğu gibi, her halükârda binanın kaldırılmasını emredebilir. Bundan anlaşılıyor ki, her kim varislerden birine evinin çev­resinde bir bina yapmaya izin verse, sonra da ölse, eğer o yer taksime mani oluyorsa veya izin verilen adamın hissesine düşmemişse, diğer va­risler izinle yapılan binanın yıkılmasını taleb edebilirler.



Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denilir: «Birisi diğerinden bir evi ariyet olarak alsa mâlikin izni olmadan ona bir ek yapsa veya mâlik ariyet verdiği ev'de kendine bir ev yap demiş olsa. sonra da o evi bütün hukukuyla satmış olsa, orada yer yapan adama yıkması emredilir. Yıkılma imkânı varken talebten sonra redde aşırı giderse zamin olur.» Sâyıhâni.



Hâmiş'te de şöyle denilmiştir: «Zevcesinin evinde ev yapan adamın meselesi, çeşitli vasiyetler bahsinde gelecektir.»



Yine Hâmiş'te mahzen meselesi mertekler meselesi ile birleştirile­rek şöyle denilmiştir: «Bir kimse merteklerini komşusunun izni ile onun duvarına koymuş olsa veya komşusunun izniyle komşusunun sınırları içinde bir mahzen kazmış olsa, sonra komşu evini müştemilâtıyla bir­likte satsa, alan adam onun merteklerini veya mahzenini kaldırır. An­cak satan adam merteklerin veya mahzenin kalmasını şart koşarsa o zaman evi alan adambunları kaldırma talebinde bulunamaz. Bu konu­nun tamamı, Hâniye'nin, Komşuya Zarar Verme faslındadır.



«Kıyl kavli ile ilh...» Hayriye'de bu kıyl kavli ile fetva verilmiştir. Hamiştede böyledir.



«Hülâsa ilh...» Hâniye'de de böyledir. Nitekim biz Neseb davası bah­sinin hemen öncesinde onun ifadesini takdim etmiştik.



METİN



Kasıt olmaksızın helak olan ariyetin tazmini gerekmez. Rehinde ol­duğu gibi. Ariyet verirken tazmin edeceği şartının konulması geçerli de­ğildir. Cevhere adlı eserde, «Zıman şartı konulursa zamin olur.» denilerek bu görüşe karşı çıkılmıştır.



Ariyet olunan şey, rehin ve kiraya, icâre, verilemez. Çünkü birşey kendi üstünde birşeyi kapsamına almaz. Ariyet de vedîa gibidir. Zira o da rehin ve kiraya verilemez. Fakat tercih edilen söz üzere, ariyet, vedia­nın hilâfına olarak vedîa ve iare edilebilir. Ariyet verme, icar olunan birşey ise icara verilir, idâ ve iare edilebilir. Fakat rehin, vedîa gibidir.



Vehbâniye'de dokuz meselede geçici olarak mâlik olunan birşeyin ister kabzedilsin. ister kabzedilmesin, asıl sahibinden izin alınmaksızın başkasına temlik edilemeyeceği beyan edilerek nazmen şöyle denilmiştir: «Birşeye geçici olarak mâlik olan, asıl sahibinden izin almaksızın başka­sına temlik edemez. Ariyet alan, kira akdi yaptığı şeyi mâlikin izni olma­dan başkasına kiraya veremez. Binmesini veya giymesini ister kiralasın, ister ariyet versin, sahibinden izin almadan başkasına, binmek veya giymek üzere kiraya veya ariyete veremez. Mudârebede işletmeci mâlikin izni olmadan mudarebe malını bir diğerine mudarebe için veremez. Re­hin alan, rehin verenin izni olmadan rehini başkasına rehin veremez. Sultan tarafından tayin edilen hâkim, sultanın izni olmadan başkasını ve­kil tayin edemez. Vedîa alan, emânet edilen vediayı (emaneti) başkasına vedîa veremez. Meccânen, satmak için başkasının malını alan kimse mâ­likin izni olmadan başkasına vedîa veremez. Tarım ortakçılığı için veri­len tarla, ekilecek tohum mâlik tarafından verilmişse başkasına ziraat ortakçılığına verilemez. Fakat eğer tohum kendisinin ise başkasına verebi­lir.»



Ben derim ki: Bu meselelerin onuncusu da şudur: Sulamak için bağ ve bahçe tutan adam bunları sulaması için bir diğerine veremez. Ancak mâlik izin verirse, bir başkasına devretmesi mümkündür.



Ariyet alan iğreti aldığı şeyi kiraya verirse, helak olduğu takdirde sınırı aştığı için mâlik onu ariyet alana veya kiracıya tazmin ettirir. Eğer ariyet alana tazmin ettirirse, ariyet alanın hiç kimseden birşey taleb et­me hakkı yoktur. Çünkü o, zamin olduğundan da anlaşılacağı üzere kendi malını kiraya vermiş gibi olmaktadır. Ariyet alan burada gasbedici du­rumuna düştüğünden almış olduğu bedeli, tasadduk eder. Ebû Yusuf aksi görüştedir.



Musannıf ariyet alanın ariyeti rehin vermesi halinde, mâlikin rehin alana tazmin ettirip ettiremeyeceği konusunda sükût etmiştir.



Vehbâniye şerhinde şöyle denilir: «Beşinci, rehin alan rehini mâ­likin izni olmadan başkasına rehin veremez. Verdiği takdirde zamin otur. Mâlik burada muhayyerdir. Eğer ikinci rehin alana tazmin ettirirse, ikin­ci birinciye rücû eder ve ondan alır.»



Ariyet âlân, kiraya verirse, mal kiracının elinde helak olduğu takdir­de mâlik ona tazmin ettirirse, kiracı malın ariyet alanın elinde ariyet ol­duğunu bilmiyorsa, mâlike verdiğini, gafletinden doğan zararın telâfisi için ariyet alandan talep eder. Eğer ariyet olduğunu biliyorsa, ariyet alana rücû edemez.



Ariyet alan, aldığı şeyi, eğer mâlik ondan yararlanma şeklini tayin etmemişse, malın kullanılması ister çeşitli olsun, ister olmasın, ariyet olarak verebilir. Eğer mal kullanılmakla bozulmayan cinsten ise ariyet alan onu başkasına ariyet olarak verebilir. Eğer farklı kullanmakla bo­zulabilen bir cinsten ise, onu başkasına ariyet oarak veremez. Zevâhirü'l-Çevâhir sahibi bunu İhtiyar adlı esere isnad ederek zikretmiştir.



Eğer mâlikin bir yasaklaması yoksa kiralanan şey de ariyet gibidir. Fakat mâlikin başkasına kiralamayı yasaklamasına rağmen kiralamışsa, zayi olduğunda mutlak olarak zamin olur. Hülâsa.



İZAH



«Helak olan ilh...» Eğer ariyet mutlak ise kasıtsız helak olunca taz­min edilmesi gerekmez. Eğer ariyet mukayyet ise, meselâ, bir günlüğü­ne ariyet olarak vermişse, o gün geçtikten sonra iade etmez ve ariyet helak olursa, zamin olur. Şerh-i Mecmâ'da da böyledir. Tercih edilen de İmâdiye adlı eserde de olduğu gibi bu görüştür.



Şurunbulâliye'de şöyle denilir: «Belirli bir zaman için alınan ariyet vakti dolduktan sonra kullanılsın veya kullanılmasın, helak olduğu tak­dirde zamin olur.»



Muhit sahibi ile Şeyhülislâm da, «Vakit dolduktan sonra ancak on­dan yararlanırsa zamin olur. Çünkü o vakit ariyet alan gasbedici olmuş olmaktadır.» demişlerdir. Ebussuud.



«Zamin olmaz. ilh...» Eğer ariyet üzerinde başkasının hak sahibi olduğu açığa çıkmamışsa tazmin gerekmez. Ancak başkasının hakkı ol­duğu açığa çıkmışsa helak olduğu takdirde hak sahibine tazmin eder, burada ariyet verene rücû hakkı da yoktur. Çünkü teberru edicidir. Yal­nız hak sahibi, ariyet verene tazmin ettirebilir. Ariyet verene tazmin et­tirdiği takdirde ariyet veren onu ariyet alandan talep edemez.



Vedîa (emanet) veren ise bunun aksinedir. Vedîa zayi olduğu tak­dirde hak sahibine tazmin ettikten sonra emanetçiden alma hakkına sa­hiptir. Çünkü emanetçi onun işçisi durumundadır. Bahır.



«Cevhere'de ilh...» Zira Cevhere'de ariyet verirken tazmin şartı ko­nulsa, helak olduğu takdirde ariyet alanın zamin olacağı kesin şekilde belirtilmiştir.



Musannıf burada, «Cevhere'nin rivayetine göre» dememiştir. Halbu­ki Zeylâî'nin ifadesinden anlaşıldığı gibi Cevhere'de iki rivayet vardır. S.



«Tercih edilen görüş üzerine ilh...» Zira ariyet, ariyet veren tarafın­dan iare ariyet olarak verilebilir. Eşbâh.



Eşbâh'ı haşiye eden şöyle demiştir: «Ariyet veriten şey oturmak, binmek ve ziraat gibi kullanmakla değişmeyecek şeylerden ise mal sahibe bizzat ariyet alanın kendisini kullanmasını şart koşsa dahi ariyet alan onu ariyet verebilir. Çünkü Mecmâ şerhlerinde olduğu gibi ariyet kullanılma­dan bozulmayacak cinsten ise onu takyid etmek birşey ifade etmez.» S.



Bahır'da da şöyle denilir: «Fetvaya esas olan görüşe göre, ariyet alan ariyeti vedîa verebilir. Tercih edilen görüş de budur. Âlimlerden ba­zıları da vedîa olarak veremeyeceğini söylemişlerdir. Bu son görüş üze­rine şu mesele teferru eder. Ariyet alan ariyeti bir yabancı ile sahibine gönderse, birinci görüşe göre değil, ikinci görüşe göre helak olduğu takdirde zamin olur. Yakında bu mesele gelecektir.»



«Kiralanan birşey ilh...» Hülâsa adlı eserden naklen Bahır'ın Vedia bahsinde «Vedîa başkasına vedîa, ariyet, kira ve rehin için verilemez. Ki­ralanan birşey ise, kira, ariyet ve vedîa (emanet) için verilebilir. Burada, rehinin hükmü zikredilmemiştir. «Uygundur ki ilh... ». denilmiştir.



Hülâsa'nm ifadesindeki, «uygundur ki ilh...» sözü Bahır'ın hamişinde yazdığımız bir ifadedir.



«Vedîa ve ariyet olarak verilebilir ilh...» Şu kadarı var ki, müşterek, işçi elinin altında olanı vedîa olarak vermekle zamin olur. Çünkü Fusû-leyn'de, «Dellâl elinin altındakini vedîa olarak vermiş olsa, zamin olur.» denilmiştir. Sâyıhânî.



«İster kiralasın ister ariyet olarak versin ilh...» Eğer mâlik ariyet verirken onun giymesi veya binmesi ile takyid etmişse. Eğer takyit et­memişse, geçtiği gibi, başkasına ariyet verebilir. Sâyıhânî.



«Vekil başkasını vekil tayin edemez, ilh...» Ariyet alan ise gitmek veya binmek için ariyet aldığı birşeyi onun aksine kullanacak bir kimse­ye ariyet veremez. Kiracı da kiraladığı birşeyi bir başkasına binmek ve­ya gitmek üzere mâlikin izni ile kiraya verebilir.



«Hiç kimseden ilh...» Miskin'in ifadesi, «Yani kiracıya rücû edemez.» şeklindedir. Kûhistânî de böyle ikrar etmiştir. Miskin daha sonra, «Bunu, Hiç kimseden birşey talep etme hakkı yoktur.» diye «genel bir şekilde takyit etmekte bir fayda yoktur.» demiştir.



Ebussuud -Şeyhimiz de onu takip etmiştir-, «Burada fayda yoktur demek tasdik edilemez. Çünkü kıymeti yirmi dirhem olan birşeyi on dir­heme rehin vermesi caizdir. Helak olduğu takdirde rehin alandan on dirhemden fazlasını alamaz.» demiştir.



«Rehin olana ilh...» Şürunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Musannıf burada rehin alanın zamin olması hususunda sükût etmiştir. Öyleyse re­hin alanın hükmüne bakılır. Şeyhimiz, «Bu durumda rehin alanın hükmü gasbedenin hükmü gibidir.» demiştir. Nuh Efendi'nin de zikrettiği gibi. Çünkü o da başkasının malını izni ve rızası olmadan kabzetmiştir. O zaman mâlik rehin alana tazmin ettirir. Malı tazmin ettiği zaman rehin alanın mülkiyetinde helak olmuş olur. O halde rehin alan. ariyet alan rehin verene dönüp tazmin ettiğini alma hakkına sahip değildir. Çünkü, onun gasbedici olduğu açıklanmıştı. Ancak verdiği parayı alabilir.»



O halde «ariyet alan rehin verene dönüp tazmin ettiğini alma hak­kına sahip değildir.» şeklinde takyit etmesinden maksat, şundan ka­lınmaktır: Şöyle ki, eğer buradaki rehin veren ariyet alan değil de re­hin alan olmuş olsa idi, o zaman ikinci rehin alanın mal sahibine taz­min ettiğini dönerek birinci rehin alandan hakkını geri alırdı. Ebussuud.



Bu, sarihin Vehbâniye şerhinden zikrettiğinin aynıdır. Yoksa sözü onu andırsa bile Musannifin sükût ettiğini açıklamak değildir. Belki başka bir faydanın beyanı için bunu zikretmiştir. Düşün.



«Şerhinde ilh...» Bu sözün zahiri. Musannıfın sükût ettiği konunun .beyanıdır. Halbuki o kabilden değildir. Çünkü buradaki söz ariyet alanın .kiraya vermesi veya rehin etmesi bahsindedir.



«Rehin veremez ilh...» Yani rehin verenin izni olmadan başkasına rehin veremez. Hâmiş'te de böyledir.



«İkinci ilh...» Yani eğer ikincisi tazmin ederse birinciye döner. Eğer



birinciye tazmin ettirirse o hiç kimseye dönemez. İbni Şıhne. Hâmiş'te de böyledir.



«Tayin etmişse ilh...» Yani bizim de yakında zikredeceğimiz gibi, mut­lak olarak vermiş olsa. Nitekim bir kimse binmek için bir hayvan veya giymek için bir elbise ariyet verse, bunları başkasına ariyet verebilir. Onun başkasına ariyet vermesi, binen veya giyen için tayin olur. Eğer birinci ariyet alan ikinci ariyet alan bindikten sonra binerse, İmam Pezdevpî'ye göre zamin olur. Serahsî ve Haherzâde'ye göre ise zamin olmaz. Kâdıhân'ın Fetâvâsında da böyledir. Kâfî'de ise İmam Ali Fezdevi'nin sö­zü tashih edilmiştir. Bahır. Bunun tamamı gelecektir.



«Farklı kullanmakla bozulabilen cinsten ise ilh...» Yani eğer malik yararlanma şeklini tayin .eder ve onun kullanılması da çeşitli olursa, âriyet alan farklılıktan ötürü onu başkasına ariyet veremez. Fakihler bin­mek, giymek, yüklemek, köleyi istihdam etmek gibi şeylerde fark oldu­ğunu söylemişlerdir. Oturmada ise farklılık yoktur. Ebû Tayyib. Medeni.



«Kiralanan şey de ilh...» Meselâ bir kimse birşey kiralamış olsa, ki­raya veren o şeyin kim tarafından kullanılacağını tayin etmese, kiracı onu kullanılması ister değişik olsun, ister olmasın, bir diğerine ariyet verebilir. Ama eğer mâlik intifamı tayin etmişse, kullanılması çeşitli ol­mayan cinstenise onu ariyet verebilir. Fakat kullanımı çeşitti olursa, o şeyi kimseye ariyet veremez. Minâh.



METİN



Bir kimse bir kayıt koymaksızın, mutlak bir şekilde bir hayvan ari­yet olarak alsa veya kiralasa hayvana dilediği yükü yükleyebilir, dilediği şekilde de binebilir. Bunlardan hangisini daha önce yaparsa, yaptığı kas­tını tayin eder. Ondan başkasını yaptığında hayvan helak olursa zamin olur.



Ariyet alan âriyeten aldığı elbiseyi başkasına giydirirse, hayvana başkasını bindirse, ondan sonra bizzat kendisi binemez. Doğru olan gö­rüş de ancak budur. Kâfi.



Ariyet veren veya kiraya veren vakit ve nevî itibariyle kayıtla­mayarak mutlak şekilde verseler, ariyet alan veya kiralayan mutlak ko­nuşmaya dayanarak dilediği vakit ve nevîde intifa edebilirler.



Ariyet veren, ariyet verdiği şeyin vakit veya nevini veya her ikisini de tayin etse, ariyet olan ariyeti yalnız ariyet verenin tayin ettiğinin da­ha kötüsünde kullanırsa zamin olur. Fakat daha iyisinde kullanırsa za­min olmaz. İcâreyi vakit veya nev ile takyit etmek de ariyet gibidir.



Altın, gümüş, ölçülecek ve tartılacak ve sayılacak şeyleri mutlak şekilde ariyet ettiği takdirde bunlar ariyet değil, karz olurlar. Zira bun­larla intifa etmek ancak aynlarının istihlâkiyle mümkündür. Ariyet alan bunları 'kullanmadan helak olursa, zamin olur. Çünkü karzdır.



Bir kimse kendi terazisini kontrol için bunlardan birisinden tartılmış bir miktar alırsa veya dükkânını bezemek için alırsa, bu durumda ariyet olur.



Ariyet olarak alınan bir kâse yiyecek veya içecek ariyet değil karz olur. Eğer ariyet veren ile ariyet olan arasında karşılıklı yemek yedirme varsa, o zaman da ibahat olur.



Okun ariyet verilmesi de geçerlidir. Attığı takdirde de zamin olmaz. Çünkü oku atmak helakin yerine geçer.



Birisi diğerine bina yapması veya meyve ağacı dikmesi için bir yeri ariyet verse, menfaati bilindiği için geçerlidir. Fakat ariyet veren dilediği zaman yerini alabilir. Zira yukarıda geçtiği gibi mecbur değildir. Ariyet veren, ariyet alana ağaçların veya binanın kaldırılmasını da teklif ede­bilir. Eğer ağaçları veya binayı kaldırmakta araziye zarar varsa, o zaman arazinin zarar görmemesi için ariyet veren onların yerine üzerindeki şek­liyle değil, yıkılmış, sökülmüş şeklindeki kıymetini ödeyerek yerinde bı­rakabilir.



Bu meselede ariyet veren bir vakit tayin etmiş ise, o vakit tamamlanmadan sözünden dönmesi halinde yine onların sökülmesini veya yı­kılmasını teklif edebilir. Ancak bu durumda ariyet veren dökülme ve yı­kılmadan doğacak zararı tazmin eder. Yani tayin olunan vaktin bilimin­deki kıymeti ile sökülmesi veya yıkılması teklif edilen vakit ki kıymeti arasındaki farktan doğan zararı tazmin eder.



İZAH



«Kiralasa ilh...» Ariyet alan ona dilediği vakit ve nevde yük yükleye­bilir. Bakani. Hâmiş'te de böyledir.



«Mutlak ilh...» Ben derim ki, açık olan Musannıfın burada mutlaktan kastı, belli bir menfaatle takyit etmemektir. Zira vakit ve türdeki mutlak oluşu ileride zikredilecektir. Böyle kabul edilmezse tekrara düşülmüş olacaktır. Düşün.



«Kayıtlamayarak ilh...» Tebyin adlı eserde şöyle denilmiştir: «Uygun olan, Musannifin burada zikrettiği elbise, binek ve arazi gibi kullanılma­sında ihtilâf olabilecek şeylerdeki mutlak oluşuşuna hamletmektir: Ari­yet alan o hayvana dilediği kimseyi bindirebilir, dilediği yükü yükleyebi­lir. Nitekim Musannifin icâredeki ıtlâkı da böyle tefsir edilmiştir.» Bu, Şurunbulâliye'de de ikrar edilmiştir.



O halde Musannıfın «kayıtlamayarak» sözü kullanımında ihtilâf olan şeye bakarak «takyitsiz» anlamında anlaşılırsa da bu tam doğru olamaz. T.



Ben derim kî: Buna dayanarak Musannıfın geçmişteki, «Eğer mâlik intifamı tayin etmemişse» sözü de ariyet verenin ifade olarak mutlak şe­kilde ariyet verdiğine hamledilir. Yoksa sükûtu da kapsamına alacak bir mutlak oluşa hamledilmez.



Şu kadarı var ki, Hidâye'de, «Eğer bir hayvanı ariyet almış olsa, fa­kat hiçbir kullanma şekli tesbit etmese, o zaman dilerse kendisi yükler, dilerse binek veya yük olarak başkasına ariyet verebilir.» denilmiştir. Oraya bakınız.



«Dilediği yükü yükleyebilir ilh...» Gücünden fazla olmamak üzere di­lediği yükü yükleyebilir. Nitekim ihtiyacı için bir yere giderken halkın gitmediği bir yoldan gitse, helak olduğu takdirde zamin olur. Çünkü mut­lak izinden maksat, mutaâref olan şeyde izindir. Gücünden fazla yük yüklemek de mutaâref değildir. Bu bahisle ilgili örnek de açıklama Câmiü'l-Fusûleyn'dedir. Metnin İcâre bahsinde de benzeri gelecektir. Hâmiş'te de böyledir.



«Başkasını yaptığında ilh...» Yani kullanımında ihtilâf olan nesnede. Bu, ifadenin başından ve sonundan da anlaşılmaktadır. Sâyıhânî.



Biz daha önce Zeylâî'nin, «Uygun olan kullanımında ihtilâf olan şey­de zemin olmamayı, ariyetin intifaındaki mutlak oluşu kaydetmemizdir.» sözünü takdim etmiştik.



«Dilediği vakit ve türde yararlanabilir ilh...» Eğer bir yer tayin edilmemişse, ariyet alan onu o yerden 'çıkaramaz. Fusûleyn.



«Her ikisini de tayin etmiş olsa ilh...» Yani vakit bakımından dile­diği vakitle takyit edebilir. Yine kullanımında ihtilâf olan şeyin yararlan­masında kimin ve nasıl kullanılabileceğini de tayin edebilir. Kullanımın­da ihtilâf olmayan şeyin takyidinde bir fayda olmadığından geçtiği gibi takyid edilemez.



Musannif burada yerde sınırlamayı zikretmemiştir. Şu kadarı var ki. sarih, diğer bir meselede yerin sınırlamasına da işaret etmiştir. Musan­nif, «Ariyet olan şey kiraya verilmez.» sözünden önce yerle sınırlamayı zikretmiştir. Şöyle ki, bir kimse belirli bir yer tayin ederek bir hayvanı ariyetalmış olsa. sonra da hayvanı sulamak için tayin ettiği yönde de­ğil, başka bir yönde götürse, helak olduğunda zamin olur.



Ariyet alan kendi bir tarlasını sürmek için bir öküz ariyet alsa tayin ettiği tarlayı değil, başka bir tarlayı sürse, helak olduğu takdirde zamin olur.



Ariyet alan, ariyet aldığı öküzü, örfen ikisi bir arada koşulamayacak kadar kuvvetli bir öküzle beraber çifte koşsa, helak olduğunda zamin olur.



Bedâî adlı eserde şöyle denilir: «Ariyet veren ile ariyet alan gün ile yerde veya yüklenecek şeyde ihtilâf etmiş olsalar, makbul olan söz, ye­mini ile birlikte ariyet verenindir.» Sâyıhânî.



Hayvanı bir aylığına kiralamış olsa, yemin ısrar edenindir.



Ariyet verilen veya kiralanan hizmetçinin veya hizmetiyle vasiyet olunan kölenin hükmü, hayvanın ariyet verilmesinin hükmü gibidir. Fusûleyn.



«Karz olurlar ilh...» Yani karz vermektir. Çünkü ariyet de ariyet ver­mek anlamına gelir. Ariyet vermek ise yararlanmayı temliktir. Bahsin tamamı Azmîye'dedir.



«Âriyetdir ilh...» Çünkü yararlanılacak şeyin aynı mutlak olarak ve­rildiğinde ancak karz olabilir. Nitekim yukarıda geçmişti.



«Karz olur ilh...» O zaman ariyet olan ya onun mislini veya kıyme­tini öder.



«Okun ariyet verilmesi de geçerlidir ilh...» Yani dâru'l-harbte savaş için ok ariyet alınabilir. Çünkü hâlen ondan yararlanmak mümkündür. Kâ­firlerin atışıyla okun tekrar ona dönmesi de muhtemeldir. Minâh. Sayrafiye'den.



Minâh bu meseleden önce yine Sayrafiye'den şunu naklenmiştir: «Darü'l-Harb'te savaşmak için bir ok ariyet alsa geçerli değildir. Fakat hedefe atmak için ariyet, olsa geçerli olur. Çünkü birincisinde ariyet al­dığı okun aynıyla yararlanmak ancak onu istihlâk etmekle mümkündür. İstihlâkiyle yararlanılan ariyet, ariyet değil, karz olur.



«Zamin olmaz, ilh...» Minâh'ta olduğu gibi Sayrafiye'de silâhın ari­yetinin sahih olduğu, okta da karz gibi zamin olacağı zikredilmiştir. Çün­kü oku atmak helak olması gibidir. Benim naklettiğim nüsha tashih edil­miş bir nüshadır ki, üzerinde bazı âlimlerin yazıları da vardır. Asıl nüshadaki ifade, «zamin olmazû şeklindedir. Buradan, «la» kelimesi düşmüş­tür. «Karz gibi» denilmesi de bunun düştüğüne delâlet eder. Şu kadarı var ki, buna göre açıklamasında, «Atmak helak değil, istihlâk gibidir.» demesi gerekirdi. O halde onun, «helak» tabiri de zamin olmamayı gerekir. Düşün ve araştır.



«Bilindiği için ilh...» Musannıfın bu açıklaması üzerinde düşün. Elbisesini yamamak için bir kumaş parçası ariyet alsa veya binasında kullanmak için kerpiç veya kereste alsa, bunları da zamin olur. Çünkü aldığı karzdır. Ancak ariyet alan kumaş parçasını, kerpici veya keres­teyi aldığında, «Bunları iade ederim.» derse, o zaman ariyet olur. Tatarhâniye.



«Yıkılmış, sökülmüş şeklindeki ilh...» Veya ariyet alan, diktiği ağacı veya yaptığı binayı ariyet verene tazmin ettirmeden söker götürür. Hidâye.



Hâkim de, «Ariyet alan ağaç veya binanın ayakta duran şeklindeki kıymetini tazmin ettirir.» denilmiştir. O zaman o bina ile ağaç ariyet verenin olur. Eğer sökmek toprağa zarar vermiyorsa onları söküp götür­mek hakkına da sahiptir. O zaman muhayyerlik hakkı ariyet verenindir. Hidâye adlı eserde olduğu gibi, dilerse parasını verir, onları ayakta du­rur şekliyle alır, dilerse söktürür. Bu ifadede mutlak ariyette dımân olmadığına işaret vardır.



Haniye adlı eserden nakledildiğine göre, ariyet veren söktürürse kıy­metini öder. Belli süre için alınan ariyet de süre bittikten sonra tazmin etme de yoktur. O halde ariyet veren bina veya ağacı kaldırtır. Eğer binayı veya ağacı sökmek toprağa zarar veriyorsa o zaman ağaç ve binanın ayakta duran şeklindeki değil, sökülmüş şeklindeki kıymetini tazmin eder. Muhitte olduğu gibi. Kûhistânî. Hâmiş'te de böyledir.



«Sökülmeden veya yıkılmadan doğan zararı tazmin eder ilh...» Kenz ve Hidâye'de de bu görüş üzerine gidilmiştir.



Bahır'da, Muhit'ten naklen şöyle denilir: «Ariyet veren ağaçların ve­ya binanın sağlam şeklindeki kıymetine zamindir. Ancak ariyet alanın kendisi zarar vermeden sökerse, o zaman ayaktaki kıymetine zamin de­ğildir. Eğer ariyet alan zarar verirse, o zaman ariyet veren onun sökül­müş şeklindeki kıymetine zamindir.»



Bu hususta Mecmâ'nın ifadesi de şöyledir: «Biz, ariyet verenin tazmin etmesi gerekir, dedik. Bazı âlimler sökmenin onlara getirdiği eksik­liğe zamin olduğunu söylemişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da. «Sökme bina veya ağaca zarar verirse ariyet veren muhayyerdir. Dilerse sokumun ver­diği eksikliği, dilerse kıymetini tazmin eder.» demişlerdir.»



Bunun benzeri Dürerü'l-Bihâr, Mevâhib ve Mültekâ'da da mevcut­tur. Fakat âlimlerin hepsi birinci görüşle diğerlerinden önce almışlardır. Hatta bazı âlimler kesin olarak birinci görüşle hükmetmişler ve onun dı­şındakiler!, «kıyl» (denildi) sözü ile ifade etmişlerdir. Bundan ötürü Mu­sannif birinci görüşü tercih etmiştir. Kudurî de yalnız bu görüşü rivayet etmiştir. İkinci görüş ise Hâkimü'ş-Şehîd'in rivayetidir. "Gûrerü'l-Efkâr'da olduğu gibi.



«Tayin olunan vaktin bilimindeki kıymeti ilh...» Yani kıymeti halen dört dirhem iken tayin olunan sürenin bitiminde on dirhem olursa, âryet veren aradaki altı dirheme zamindir. Şerh-i Mültekâ.



METİN



Birisi ekin için bir tarlayı ariyet olarak alsa, vakit ister tayin edil­sin, ister edilmesin, tarla hasat mevsimi sonuna kadar ondan alınamaz. Eğer tayinedilen vakitte hasat yapılmamışsa, tarla onun elinde bırakı­lır. Her ikisinin de hakkının gözetmek için tarla için ecr-i misil alınır.



Ariyet verenin buğday henüz yetişmeden, «Tarlamı iade et, masra­fını vereyim.» demesi caiz değildir. Çünkü tarım ürünlerinin yetişmeden satılması caiz değildir. Fakat Muğnî'de bittikten sonra satılmasının ce­vazına işaret eden bir söz vardır. Nihâye.



Ariyeti geri verme zahmeti ariyet alana aittir. Ariyet, eğer bir süre tayin ederek almışsa, sürenin bitiminden sonra teslim etmeyerek elinde tutar ve ariyet helak olursa zamindir. Zira geri verme zahmeti ariyet ala­na aittir. Nihâye. Ancak ariyet alan ariyeti rehin vermek için almışsa, re­hin için vermek kiralamak gibi olduğundan geri almak da ariyet verene aittir. Haniye.



Birisi, diğerine bir kölenin hizmetini vasiyet etse, kölenin geri ver­me vasiyet olunan kimseye aittir. Menfaat onlara hâsıl olduğundan geri verme zahmeti mucir kiraya veren, gasbeden ve rehin alana aittir. Malın çıkarılması mâlikin izni ile olmuşsa, geri verme de onun (mâlik, mucir) üzerinedir. Yok eğer mâlikin izni ile çıkarılmamışsa. kiralanan şeyi kim çıkarmışsa masrafı da ona aittir. Bezzâziyye.



Şirket, mudarebe ve iadesine hükmedilen hibe bunların aksinedir. Yani bunların geri verme zahmet ve masrafı mâlike aittir.



Bir kimse ariyet aldığı hayvanı kendi kölesiyle veya günlük çalıştır­dığı işçisiyle değil, aylık çalıştırdığı işçisiyle veya mâlikin kölesiyle iade etse, sağlam görüşe göre mâlikin mutlaka, yani ister hayvana baksın, ister bakmasın veya mâlikin aylıkçı işçisiyle iade etse, mâlik kabzetmeden önce hayvan helak olsa, ariyet alan zımandan beridir. Çünkü örfen teslim etmiştir.



Fakat bir kimsenin ariyet aldığı mücevherat gibi kıymetli bir şeyse veya onun geri verilmesini bir yabancı ile yapsa, yani ariyet süreli ol­sa, süresi dolduktan sonra bir yabancı ile gönderse, vakti dolduktan sonra elinde tuttuğundan mütecaviz sayıldığı için diğerlerinin aksine zamin olur.



Ariyet alan süresi dolmazdan önce ariyeti bir ecnebi ile gönderirse zamin olmaz. Çünkü ariyet alan geçici olarak ariyet ettiği şeyi başkasına ariyet verebileceği gibi vedîa verme hakkına da mâliktir. Fetva da bu gö­rüşle verilir. Zeylâî. O halde fakihlerin, «Ariyeti süresi bittikten sonra ec­nebiye vermekle tazmin etmek gerekir.» sözünü de bu açıklama üzerine hamletmek gerekir.



Vedîayı (emanetçi) veya magsubu mâlikin evine atması halinde, on­ların aksine zamindir. Çünkü evine atmak, teslim değildir.



İZAH



«Bırakılır ilh...» Burhân'da, ekin için ariyet alınan tarlanın haşata kadar ecr-i misille ariyet alanın elinde bırakılması istihsanen nassedilmiştir. Sonra da Mebsut'tan naklen şöyle denilmiştir: «Kitapta tarlanın ariyet alanın elinde ekin yetişinceye kadar ücretli veya ücretsiz olarak bırakılacağı zikredilmemiştir. Ulema da, «uygun olan, tarlanın ecr-i mi­sille ariyet alana terkedilmesidir. İcâre edilen tarlanın icarı dolduğunda ekin henüz yetişmemişse, ekin yetişene kadar ecr-i misille terkedildiği gibi.» demişlerdir.» Şurunbulâliye.



«Cevazına ilh...» Gıyasî'de olduğu gibi tercih edilen görüş de ceva­zıdır. T.



FER'Î MESELELER:



Ariyet alınan hayvanın -ister geçici ister mutlak- yemi, ariyet alınan kölenin nafakası ariyet alana aittir. Kölenin elbisesi ise yine ariyet ala­na aittir.



Doğru olan «mustair» değil, muirdir. Çünkü şarih de daha önce böyle demişti. Düşün. Bezzaziye.



Şarih, Nafaka bahsinin sonunda, tercümenin başında, «Birisi ariyet alana gelerek, «Sendeki ariyet hayvanı ariyet aldım. Mâlik hayvanı al­mamı emretti.» dese, ariyet alan onu tasdik ederek verse, sonra ariyet veren kabz ile emri inkâr etse, ariyet zayolduğu takdirde ariyet alan zamin olur. Gelip isteyen adamı tasdik etmişse, ariyet alan ondan birşey taleb edemez. Fakat onu tasdik etmemiş, tekzib etmiş veya dımânı şart koşmuşsa, ona rücû ederek tazmin ettirir.» demiştir.



Yine sarih, «Dımana sebeb olan her tasarrufu ariyet alan ariyet ve­renin izni ile yaptığını iddia eder. Ariyet veren de bu iddiayı tekzib ederse, delil getirmediği sürece, ariyet alan zamindir.» demiştir. Fusûleyn.



«Rehn vermek için almışsa ilh...» O zaman reddin külfeti ariyet ve­rene aittir. Fark da sarihin işaret ettiğidir. Şöyle ki, çünkü bu mâlikine menfaat sağlayacak bir İaredir. O halde bu ariyet verme, kiralamak gibi olmaktadır. Haniye.



Böyle olunca, rehin için ariyet alınanla iki bakımdan fark meydana gelir. Birincisi naklettiğimizdir. İkincisi ise, bundan önceki babta geçen Musannıfın, «Ariyet alan ile kiracı eğer mâlike muhalefet ederlerse, mu­halefetten döndükleri takdirde zımandan kurtulurlar.» sözüdür. Bahır'da böyle ifade etmiştir.



«Malın çıkarılması mâlikin izni ile olmuşsa ilh...» Uygun olan bu sö­zün «gasıb» kelimesinden önce zikredilmesiydi. Çünkü bu söz, geri ver­menin külfet ve masrafının kiraya verenin üzerine olduğuna döner. Yani kiracı malı kiraya verenin izni ile memleketten çıkarırsa, geri verme külfet ve masrafı kiraya verene aittir. Fakat mâlikin izni ile çıkmamışsa, ari­yet alan gibi olduğundan geri verme külfet ve masrafı kiracıya aittir.



Bahır'da da, Hülâsa adlı eserden naklen, «Terzi gibi ecir-i Müşterekin geri verme külfet ve masrafı kendisine aittir.» denilmiştir.



Açık olan. izinden maksat mâlikin açık olarak izin vermesidir. Yoksa, zaten dolaylı yoldan izni vardır. Düşün.



«Şirket ilh...» Zira geri vermenin ücreti mâlik ile hibe edene aittir: Minâh'ta olduğu gibi.



«Kendi kölesiyle ilh...» Yani ariyet alanın aile fertlerinden olan bir kimse ile. Kûhistânî. Hâmiş'te de, «Ariyet alanı ailesinden birisi ile geri verirse, zımandan berî olur.» denilmiştir. Câmiü'l-Fusûleyn.



«Günlük çalıştırdığı işçisiyle değil ilh...» Çünkü o, ariyet alanın ailesinden değildir. Kûhistânî.



«Veya mâlikin kölesiyle ilh...» Yani ariyet verenin ailesinden olan birisiyle. Kûhistânî.



«İster baksın ilh...» Yani seyis gibi bakan, bakmayı taahhüt eden kimseyle göndermiş olsa.



«Bir yabancı ile ilh...» Hâmiş'te, «Kiracı binek veya yük hayvanını mâlike bir yabancı ile gönderirse zamin olur.» denilmiştir. Câmiü'l-Fusûleyn.



«Ariyet alan süre, dolmadan önce ilh...» Musannıfın bu sözü, süre tayininin şart olduğunun faydasına işaret eder.



Zeylâî şöyle der: «Musannıfın, «Ecnebi bunun aksinedir.» söz,ü, meşayihten «Ariyet alan, iğreti aldığı şeyi başkasına emânet (vedia) ola­rak veremez» görüşünde olanlara şahitlik eder. Tercih edilen görüş üze­rine bu mesele «Ariyet süreli olur, süresi dolduktan sonra da yabancı ile gönderirse» sözüne hamledilir. Çünkü ariyet alan, ariyetin süresi dol­duktan sonra elinde tutarsa mütecaviz olduğundan, helak olduğunda zamin olur. Elinde tuttuğunda nasıl zamin olursa, bir yabancıya verdiğin­de de öyle zamin olur.»



Burhan adlı eserde de şöyle denilir: «Irak meşâyihinin tercih edilen, «Ariyet alan, şeyi emanet (vedîa) olarak vermeye mâliktir.» sözlerine da­yanarak zımandan kurtulur. Fetva da bunun üzerinedir. Ariyet alan ari­yet vermeye mâlikse -Çünkü onda emanet verme de, yararlanmayı temlik etme de vardır- emanet vermeye öncelikle mâliktir. Zira emanet (vedîa) vermede yararlanmanın temliki yoktur. Irak meşâyihini Musannifin, «Ari­yet alan şeyi yabancı ile geri gönderirse, helak olduğunda zamindir.» görüşünü de «Ariyet süreli olur da süresi dolarsa,» şeklinde te'vil et­mişlerdir. Çünkü süresi dolduktan sonra ariyet alan, ariyet alan olmak­tan çıkarak emanetçi sayılır. Emanetçi ise âlimlerin ittifakiyle emanet vermeye mâlik değildir.» Şurunbulâliye.



Ben derim ki: Bunun benzeri Hidâye'nin şerhlerinde de vardır. Şu ka­darı var ki. metinde geçtiği gibi süreli ariyette de zamin olur.



Câmiü'l-Fusûleyn adlı eserde de şöyle denilir: «Süreli ariyeti, sü­resi dolduktan sonra imkânı olduğu halde geri vermeyerek elinde tut­sa, kullanmasa bile zamin olur. Tercih edilen görüş de ancak budur. Süre, ister akitle, ister delâlet yoluyla belirlensin sonuç değişmez. Hat­ta odun kesmek için bir baltayı ariyet olarak alsa, odunlarını kestikten sonra elinde tutarsa, süre belirlenmemiş olsa bile, zayi olduğunda zamindir.»



İşte bu görüşe göre onun zamin olması ecnebi ile göndermesinden değildir. Onun zamin olmaması ancak red imkânı olmamasına hamledilir. Bununla birlikte bu tevil, önceki kölesi veya ücretlisi ile gönderirse za­min olmayacağı kaydını da iptal eder. Zira bu tevile göre ecnebi ile kö­lesi veya ücretlisi arasında bir fark yoktur. Çünkü süresinden önce ki­minle gönderirse göndersin zamin olmaz. Süresi bittikten sonra da ki­minle gönderirse göndersin zamin olur. O halde bu tevil, «Ariyet alan ariyet aldığını emanet olarak veremez.» diyenlerin görüşleri üzerine en iyi delil olur. Nihâye'de de bu doğrulanmıştır. Nitekim bu görüş Nihâye'den Tatarhaniye'de de nakledilmiştir.



«Başkasına ariyet olarak verebileceği gibi ilh...» Yani kullanılmasın­da farklılık olmayan şeyde mâliktir. Bu görüşün zahirine göre. kullanıl­masında farklılık olanda da mâliktir. Halbuki öyle değidir.



Zeylâî'nin ifadesi şöyledir: «Bu doğrudur. Çünkü emanet (vedia) du­rumu bakımından ariyetten daha aşağıdır. Öyleyse kullanılmasında fark­lılık olmayan ariyetin ariyet verilmesine mâlik olduğu gibi, beyan ettiğimiz üzere emanet verilmesine de öncelikle mâliktir. Birşeyi emanet verebi­leceği halde diğerini emanet veremeyeceği şeklinde bir tahsis de yok­tur. Çünkü emanet verme hususunda hepsi birdir. Ancak değişiklik ya­rarlanma hakkında olur.»



Buna göre yukarıdaki görüşü, «Birşeyi hangi vakitte ariyet verebilirse, o vakitte emanet verme hakkına da sahiptir.» şeklinde anlamamız gerekir. Ariyet süreli olursa, emanet verilecek vakit, ariyet süresi dolmazdan önceki vakittir. Bu tevilin uzaklığı da açıktır. Düşün.



FERİ BİR MESELE:



Hâmiş'te şöyle denilir: «Ariyet veren ile alan, ariyetten yararlanma konusunda Mûir ile mustair âriyenin intifamda ihtilâf etseler ariyet ve­ren yararlanmanın hususî bir görüş ile husus bir zamanda olduğunu iddia etse, ariyet alan ise, «Bana mutlak şekilde verdin.» dese, sınırla­mada makbul olan ariyet verenin sözüdür. Zira aslında nasıl söz ari­yet verenin ise, onun vasfında da söz ariyet verenindir.» Kâriü'l-Hidâye. Söz kimindir bahsinde.



Doğrusu «görüş» değil, «nev'i» denilmesiydi.



«Bu açıklama üzerine ilh...» Açıklama şudur: Süreli ariyetin süresi bittikten sonra ecnebi ile gönderilmesidir. Lâkin o zaman zamin olma ecnebi ile gönderilmesinden değil, belki belirlenen sürenin bitmesinden ötürüdür. Zira süre bittikten sonra ecnebi ile gayrın arasında bir fark yoktur.



«Onların aksine ilh...» Sarihin bu sözü metinde geçen «hilaf»ın üze­rine atıftır. Uygun olan bu hilafın da orada zikredilmesidir.



«Teslim değildir ilh...» Hidâye'de de böyledir. Başkasına teslim et­mek meselesinde hilaf vardır. Hülâsa adlı eserde şöyle denilmiştir: «Meşâyihimiz der ki, gerekli olan, borçtan beri olmasıdır. İmam Kâdıhân'ın Câmiü's-Sağîr'inde, «Hırsızla gasbedici, çaldıklarını veya gasbettiklerini sahibinin evine veya tarlasına veya işçisine veya kölesine geri ver­mekle zamin olmaktan kurtulamazlar. Mâlike teslim ettikleri zaman zamin olmaktan kurtulurlar.» denilmiştir.»



METİN



Ariyet alan ziraat için boş bir tarlayı ariyet aldığında, bu ariyetin bina yapmayı kapsamadığını, yalnız ekin için olduğunu ifade etmek için, «Tarlanı benim ekmem için verdin.» diye bir senet yazar.



Ticaretle izinli köle efendisinin malını ariyet vermeye mâliktir.



Hacir altında alan köle birşeyi istiare ariyet olarak alsa, onu helak etse, onu azad edildikten sonra tazmin eder.



Hacir altındaki bir köle, kendisi gibi hacir altındaki bir köleye birşey ariyet verse, alan istihlâk etse, halen zamin olur.



Birisi altın ariyet alarak onu bir çocuğun boynuna taksa, altın ço­cuktan çalınsa, eğer çocuk üzerindekilere sahip olacak yaşta ise ari­yet alan zamin olmaz. Çünkü bu ariyet vermedir. Ariyet alan da ariyet verme hakkına mâliktir. Eğer çocuk üzerindekiler! koruyacak bir yaşta değilse, ariyet alan zamin olur.



Ariyet alan ariyeti önüne koyarak uyursa, ariyet zayi olduğu takdir­de oturduğu yerde uyumuşsa zamin olmaz. Çünkü onu kendisi zayi et­memiştir. Eğer uzanarak uyumuşsa, zamin olur.



Baba, karşılığında hiçbir şey alamadığı için küçük çocuğunun malını ariyet olarak veremez, hâkim ve vasi de baba gibidirler.



Birisi, diğerinden ariyet olarak bir öküz taleb etse, o da, «Yarın ve­reyim.» dese, sabah olduğunda giderek sahibinden izin almadan öküzü götürerek kullansa ve öküz ölse, ariyet alan zamin olmaz. Haniye. İb­rahim bin Yusuf'tan. Lâkin Müctebâ ve başka kitaplarda zamin olduğu ifade edilmiştir.



Bir baba kızına, emsalinin verdiği kadar çehiz verse, sonra, «Ben bu eşyayı ona ariyet olarak verdim.» dese, eğer örf babının çehiz olarak verdiğini ariyet değil mülk olarak verdiği şeklinde ise, babanın, «Onu ariyet olarak verdim.» sözü kabul edilmez. Çünkü zahir (örf) bu kimseyi yalanlamaktadır.



Memleketin örfünde babanın çehiz olarak eşya vermesi yoksa veya bazen veriyorlar, bazen vermiyorlarsa, o zaman makbul olan babanın sözüdür. Fetva da bununla verilir. Nitekim babası emsallerinin verdiği çehizden fazlasını verse, daha sonra eşyanın ariyet verildiğini iddia et­se, âlimlerin ittifakıyla makbul olan söz, babanın sözüdür. Anne ve kü­çük kız çocuğunun velisi de bu hususta baba gibidir.



Ölümden sonra, yabancı birisi ölen adamın kendisine birşey temlik ettiğini iddia etse, onun iddiası ancak delil ile kabul edilir. Şerh-i Vehbâniye. Bu mesele mehir bahsinde de geçmektedir.



Eşbâh'ta şöyle denilir: «Emaneti hak sahiplerine ulaştırdığını iddia eden her şahsın sözü, yeminle birlikte kabul edilir. Meselâ emanetçinin emaneti geri verme iddiası, vekilin emaneti yerine ulaştırdığı, vakıf na­zırının vakfın gelirini evlât, fukara ve benzeri kimselere sarfettiği iddiası gibi. Fakat vakıf nâzın vakfın gelirini rızıklandırılacak vazifelilere sarfettiğini iddia ederse, vazifeliler hakkındaki sözü makbul değildir. Şu kadarı var ki, onlar inkâr etmedikleri sürece de zamin olmaz. Belki ikin­ci kez vakfın malından hak sahiplerine verir. Nitekim bu husus Ahizade'nin haşiyesinde ayrıntılı olarak zikredilmiştir.»



Ben derim ki: Bu bahis, Vakıf bahsinde Ebussuud Efendi'den nakledilmişti. Musannif onu güzel bulmuş, oğlu da onu ikrar etmiştir.



Ama işte bu iddia, ister hak sahiplerinin hayatında, ister ölümlerin­den sonra olsun, değişmez. Ancak borcun kabzı ile vekilin iddiası, me­selâ, müvekkil öldükten sonra, «Ben onun borçlarını almış, kendisine vermiştim.» sözü makbul değildir. Ancak delil ile kabul edilir.



Ama vekil emanet (vedîa) gibi bir ayn'ın kabzını iddia eder, meselâ, «Ben o vediayı müvekkilimin hayatında aldım ama helak oldu veya, «Ben o vediayı aldım ve hayatta iken teslim ettim.» derse, vârisler de bunu inkâr ederlerse, geçen meselenin aksine sözü delilsiz tasdik edilir. Çün­kü vekil burada zımanı kendi nefsinden kaldırmaktadır. Ama borcun kab­zına vekil olan kimse bunun aksinedir. Çünkü o, zımanı, ölen adamın üze­rine gerekli kılmaktadır. Bu da kabzolunan birşeyin zımanı gibidir. Bu sebeble burada vekilin iddiası tasdik edilmez. Velvâlûciye, Vekâlet bahsi.



Ben derim ki: Açık olan, vekil ne kendi nefsi hakkında, ne de mü­vekkili hakkındaki iddiası tasdik edilmez. Bazı âlimler de müvekkil hak­kındaki değil, kendi şahsı için iddia ettiğinin tasdik olunacağına fetva vermişlerdir. Bazı âlimler velvelûciye'nin sözünü de fetva verdiği şekle hamletmişlerdir.



İZAH



«Ticaretle izinli köle ilh...» İzinli çocuk da ariyet vermeye mâliktir. Bezzâziyye'de şöyle denilir: «Kendi gibi bir çocuktan balta gibi birşeyi aryet almış olsa, eğer ariyet vermeye izinli ise ve verdiği kendi malı ise onun için zıman yoktur. Eğer verdiği şey izinli olanın kendi malı değilse, birincisi zamin olur. İkincisi değil. Çünkü izinli olduğu takdirde vermesi geçerlidir. Zira telef, izinli olmayan kimsenin bir başkasının o mala ta­sallut etmesiyle olmuştur. Ariyet veren hacir altındaki bir çocuk veya köle ise hem veren, hem de alan zamin olur. Çünkü alan gasbedenin gasbedicisi olmaktadır.»



«Onu helak etse, azad edildikten sonra onu tazmin eder ilh...» Çün­kü ariyet veren onu o malın telefine musallat etmiş, dımânı da şart koşmuştur. Onun ona ariyet vermesi geçerlidir. Fakat efendisi hakkındaki dımân şartı bâtıldır. Dürer. Hâmiş'te de böyledir.



«Alan istihlâk etmiş olsa ilh...» Zamin olur. Çünkü izinsiz olarak al­dığı için gasbedici olmaktadır.



«Halen zamin olur ilh...» Zira mahcur halen telef etmiştir. Bu sebeble de halen zamin olur. Dürer. Hâmiş'te de böyledir.



«Uzanarak uyursa ilh...» Yani seferde değil, hazerde. Câmiü'l-Fusûleyn'de «Ariyet alan ariyet aldığı şeyi önüne koyarak uzanıp uyursa, seferde zamin olmaz, hazerde zamin olur. Eğer uyurken birisi ariyet olan atın yularını elinden keserek götürse, ne hazerde, ne seferde zamindir. Ama eğer hazerde, uzanarak uyuduğunda atın yuları elinden alın­mış ise, zamin olur. Sefer de ise zamin olmaz.» denilmiştir.



Bezzâzfyye'de şöyle denilir: «Ariyet alan, kırda ariyet olan hayva­nın yuları elinde olduğu halde uyursa, hırsız yuları keserek hayvanı gö­türse, zamin olmaz. Ama hırsız yuları elinden çekerek almış ve o uyanmamışsa zamin olur. Sadr şöyle demiştir: «Bu dımân uzanarak uyuma­sından ötürüdür. Eğer oturduğu yerde uyumuşsa, her iki durumda da zamin olmaz.» Sadr'ın bu sözü biraz önce geçen, «Seferde uzanarak uyumak korumayı terketmek değildir.» sözüne zıd değildir. Çünkü o, bizzat uykunun kendisi ile ilgilidir. Bu ise uykudan fazla birşeydir.»



Yine Bezzâziyye'de, «Bir kimse çölde su çekmek için bir ip ariyet alsa, ipi başının altına koyarak uzanıp uyursa, hırsız da başının altın­dan onu çalsa, zamin olmaz. Çünkü başının altına alarak onu korumuş­tur. Zira sahrada da olsa, uyuyan kimsenin başının altından aldığı şey­den dolayı hırsızın eli kesilir. Bu mesele seferin dışında böyledir. Ama seferde adam ister oturarak, ister uzanarak uyusun, ariyet onun ister başının altında, ister önünde veya yanında olsun, zamin olmaz.» denil­miştir.



«Zamin olduğu ilh...» Bu, Bezzâziyye'de de kesin olarak söylenmiş­tir. Bezzâziyye'nin bu konudaki ifadesi şöyledir: «O kimse, o öküzü izin­siz almıştır.» Devamla, «Birisi diğerinden yarın için bir öküz ariyet tale­binde bulunsa, mâlik de, «evet» dese, ariyet alan sözü edilen gün sa­hibine sormadan öküzü alıp gitse, aldığı öküz helak olursa, zamin olmaz. Çünkü onu o gün için istemiş, sahibi de, «Evet» demişti. Mâlikin «Evet» demesiyle ariyet akdedilmiştir. Birinci meselede ise yalnız ariyet vermeyi vadetmişti. Bu sebeple birinci meselede zamin olmaktadır.» denilmiştir.



«Kızına cehiz verse ilh...» Velvâlûciye'de şöyle denilir: «Baba kızına cehiz hazırlasa, sonra ölse, varisleri, kızın cehizinin de miras ile birlikte taksim edilmesini isteseler, babası eğer o eşyayı kızı henüz çocukken al­mış ise veya büyüdükten sonra almış, sıhhatte iken kızına teslim etmiş ise, varislerin o malda hiçbir hakları yoktur. O mal özellikle kızındır.» Minâh. Hâmiş'te de böyledir.



«Makbul olan babanın sözüdür ilh...» Bu ifadenin açık anlamına gö­re, emsalinden fazla olan kısımda değil, cehizin tamamında makbul olan söz, babanın sözüdür.



«Evlât, fukara ve benzeri kimseler ilh...» Yani âlimler ve eşraf gibi. Fuzalâ'dan bazıları, «Burada uygun olan, nazırın hiyanetle maruf ol­maması ile de sınırlamaktır. Çünkü zamanımızın birçok nazırları hıyanet içindedirler. Belki bu mesele ile fetva vermemek de gerekir.» demişler­dir. Hâmevî. T.



«Vazifelilere ilh...» İmam, müezzin ve kapıcı gibi. Çünkü burada bunlara verilen ücrete benzemektedir. Ama çocuklarla fakirlere ver­mesi bunun aksinedir. Onlara verilmesi haklarının ulaştırılmasıdır.



Ebussuud bu meseleyi şuna benzetmiştir: Birisinin camide belirli bir ücretle çalışmasını istese, sonra da ücretini iddia etse sözü kabul edilmez.



«Ahizade ilh...» Sadrı Şeria üzerine yazdığı.



«Vekilin iddiası ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, satım akdi için ve­kil olan kimsenin sözü kabul edilir. Bunu Eşbâh'ın, Vekâlet bahsinde olan da teyid eder. Meselâ, satış için vekil olan kimse müvekkili öldükten son­ra, «Ben onu bin dirheme satarak parasını kabzettim ve o da helak ol­du.» dese, vârisler de, satış konusunda onu yalanlasalar, eğer satış malı aynıyla duruyorsa sözü tasdik edilmez. Fakat helak olmuşsa, bu­nun aksine sözü tasdik edilir. Sâyıhânî.



«Müvekkil öldükten sonra ilh...» Müvekkil hayatta iken vekilin id­diası, bunun aksine kabul edilir.



FERİ MESELELER:



Bir kimse belirli bir yer için bir hayvan ariyet verse onunla tayin edilenden başka bir yere gitse, gittiği yer tayin olunandan daha kısa ol­sa bile, hayvan helak olduğu takdirde zamin olur.



Binek için ariyet ettiği hayvanla isimlendirdiği yere gitmese de evin­de tutsa, yine zamin olur. Kâdıhân. Çünkü o hayvanı evinde tutmak için değil, binip bir yere gitmek için ariyet olarak almıştır.



Hâkîr der ki: Her iki mesele üzerinde kapalılık vardır. Şöyle ki, her iki meselede de muhalefet şerre değil, hayradır. O halde açık olan, her iki meselede de ariyet alanın zamin olmamasıdır. İkinci mesele hakkında iki rivayet olduğunu sanıyorum. Zira Yed'de zikredilmiştir ki, birisi odun kırmak için bir baltayı ariyet olarak alsa odun kırmayarak baltayı evine koysa, onun kusuru olmaksızın balta telef olsa bazı âlimlere göre zamin olur, bazılarına göre zamin olmaz. Şehhî.



Mutad bir şekilde evinde durmasından dolayı zamin olmaz. Nûru'l-Ayn.



Muir veya mustair ölürse iare akti battal olur. Haniye.



Birisi diğerinden birşey ariyet alsa ariyet aldığı şeyi hacir altındaki küçük oğlu ariyet olarak bir başkasına verse, ariyet zayi olduğu takdirde onu veren çocuk da alan da zamin olur. Tatarhâniye. Muhît'ten.



Birisi bir kitabı ariyet alsa, kitap zayi olsa, sahibi istese, o da zayi olduğunu bildirmeyerek vereceğini vadetse, daha sonra zayi olduğunu haber verse, bazı yerlerde, «Eğer onun geri geleceğinden umutlu ise zamin değildir. Eğer geleceğinden umudu yoksa zamin olur.» denilmiştir. Şu kadarıvar ki, bu söz zahiri rivayetin aksinedir. Çünkü Kitap'ta, «zamin olur» denilmiştir. Zira ifadeleri birbirini nakzetmektedir. Velvâlûciye.



Yine Velvâlûciye'de şöyle denilir: «Birisi altın ariyet alsa onu çocu­ğunun boynuna taksa ve çocuktan çalınsa, eğer çocuk üzerindekiler! koruyabiliyorsa zamin değildir. Yoksa eğer çocuk üzerindekiler! koruyamıyorsa zamin olur.»



Velvâlûciye'de şu sözlere de yer verilmiştir: «Birisi kardeşinin evine izinli olarak girdiğinde bakmak için eline aldığı birşey düşerek kırılsa, izinsiz almış olsa bile zamin olmaz. Fakat kapkacak satılan bir pazarda odamın bakmak için eline aldığı şey düşerek kırılsa, zamin olur.»



Birisi ariyet alana gelerek, «Senin yanındaki şeyi sahibinden ariyet olarak aldım, bana kabzını emretti.» dese, ariyet alan onu tasdik ede­rek ariyeti verse, sonra ariyet veren kabzını emrettiğini inkâr etse, helak olduğunda ariyet alan zamindir. Onu helak edene rücû ederek birşey de alamaz.



Ariyet alan, gelen adamı yalanlasa veya tasdik etmese veya helak olduğunda dımânı şart koşsa, o zaman kendisi mâlike tazmin ettikten sonra alan kimseye tazmin ettirir.



Demiştir ki, dımâna sebeb olan tasarrufu ariyet alan, ariyet verenin izni ile yaptığını iddia etse, ariyet veren de onu yalanlasa, ariyet alan delil getirmediği sürece zamindir. Fusûleyn.



Fusûleyn'de şöyle denilir: «Bir kimse bir hayvanı ariyet alsa onu getirmesi için kölesini gönderse, kölesi ona binse ve hayvan bu yüzden helak olsa, köle zamin olur ve onun karşılığında satılır. Ama hacir al­tındaki bir köle, efendisinden izinsiz bir emanet (vedia) kabul etse, vedîa helak olduğunda bunun aksine zamin değildir.»



«Bu da kabzokınan birşeyin dımânı gibidir ilh...» Çünkü borçlar misilleriyle ödenir.



«Nefsi hakkında ilh...» O halde zamin olur.



«Ne de müvekkili hakkındaki ilh..,» Yeni zımanı kabzolunan birşeyin misli gibi gerekli kılmada da müvekkilin sözü tasdik edilmez.



«Bazı âlimler ilh...» Bu fetvayı veren, Minâh sahibinin muasırıdır. Ni­tekim Minâh sahibi onu Minâh'ta zikretmiştir. Remlî de Minâh haşiye­sinde, «Bu fetvayı yalnız o zat vermiştir. İmamların sözünde bu fetva­nın kailinden başka fetva veren kimsenin bulunduğuna şehâdet ede­cek birşey yoktur. Düşün.» demiştir.



Ben derim ki: Şurunbulâli'nin bu mesele hakkında bir risalesi vardır. Ona başvurunuz. Nitekim biz Vekâlet kitabında da ona işaret ettik. Bahır'ın haşiyesinde, Vekâlet bahsinde de o kitaptan bazı şeyler aktardım.



FERÎ MESELELER:



Bir adam diğerine herhangi birşeyin ariyet edilmesini vasiyet eder­se, varisleri dönemezler. Ariyet de kira gibi taraflardan birinin ölümüyle fesholur.



Ölen birisinin üzerinde hem borç, hem de aynı bulunmayan bir ema­net (vedîa) olsa, onun terekesi alacaklılarla vedîa sahibi arasında hisse­lerine göre taksim edilir.



Birisi Mekke'ye kadar bir hayvan kiralamış olsa, yalnız Mekke'ye ka­dar binebilir. Ama eğer ariyet olarak almış olsaydı, hayvanla gidip döne­bilirdi. Çünkü onun geri verme külfeti ariyet alanın Üzerinedir.



Bir kimse bir yere gitmek için bir hayvan ariyet alsa, gitmeyerek hayvanı evinde tutsa, hayvan helak olduğu takdirde zamiri olur. Çünkü o adam hayvanı evinde tutmak için değil, bir yere gitmek için ariyet al­mıştır.



Birisi diğerine bir kumaşı karz olarak verse, Türkler saldırarak ku­maşı onun elinden alsalar, zamin olmaz. Çünkü örfen ariyettir.



Kendisi çıktığında bina mâlikin olmak şartıyla ev yapıp oturmak için bir yer ariyet alsa, bina kendisinindir, içinde oturduğu sürece mâlik ki­rasını alır. Zira ariyet karşılıksız temliktir. Bu halde ise manen icâre ol­maktadır. Sürenin bilinmemesi sebebiyle de bu icâre fasit olmaktadır.



Haracı olan, bir arazinin haracını ariyet alanın vermesi şartıyla ona ariyet verse, fasittir. Çünkü bedeli meçhuldür. Bunun hilesi şudur: Yeri belli bir zaman i