Malı Koruma

Mülk sahibinin malını saldırıya karşı koruma hakkı vardır. Evrensel prensipler getiren İslâm, toplumda din ayrılığı gözetmeksizin mal ve can güvenliği için gerekli tedbirleri öngörmüştür. Vahye dayalı semavî dinlerin din, akıl, mal, can ve nesli korumaya yönelik hükümler getirdiği görülür. Din; akide esaslarına inanmak ve ameli hükümlerini günlük hayatta uygulamakla korunur. Akıl; sarhoş edici içkilerden sakınmak ve ruh sağlığına dikkat etmekle; can, kısas hükümlerinin uygulanmasıyla; nesil ise, zinadan sakınmakla koruma altına alınır.



Malın korunması; onu israfla saçıp savurmadan tasarruf yanında, zekâtın verilmesi, hırsızlığa karşı gerekli tedbirleri almak ve malı gasbetmek isteyene karşı onu kuvvet kullanarak savunmak şekillerinde olabilir. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: Müslümanın müslümana ırzı ve malı haramdır" (Tirmizi, Birr,18; İbn Mâce, Fiten,2).



Mal ve servet, Kur'an da "hayr" kelimesi ile ifade edilmiştir: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal (hayr) bırakacaksa; anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur"(el-Bakara, 2/180). Hadis-i Şerifte şöyle buyurulur: "Salih mal, salih kişi için ne iyidir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194).Salih kelimesinin anlamı çok geniştir. Kelime, helâl demek olup, ehil ve lâyık olmak anlamına da gelir. Dolayısıyla her mal, herkes için uygun olmayabilir. Mal ve servet edinmenin teşvik edildiğine dair bir çok hadis vardır. Şükreden zenginler övülmüştür.



"Malın korunmuş olması, hem başkalarının tecavüz ve saldırısına mani olunmasını, hem mülk sahibinin geçerli kurallar dairesinde malını istediği gibi satmak, değiştirmek, vasiyet etmek, hibe etmek veya herhangi bir şekilde tasarrufta bulunmakta hür ve serbest olmasını gerektirir."



İslâm'da hırsızlık, ihtikâr (stokçuluk), hile, aşırı kâr ve gasp gibi İslâm dini, malı korumak için, yer ve zamanın şartlarına uygun kurallar koymuştur. Meselâ, hırsızlığı önlemek için, hırsızın elini kesmek gibi.



Malı korumanın başka bir şekli de mallarını koruyamayan sefih (aptal), akıl hastası vb. insanların mallarını vasi veya vekil tayin ederek korumaktır. Bu konular ayet ve hadislerle düzenlenmiştir (en-Nisâ, 4/5, el-Bakara, 2/282; Buhâri, Büyû' 48, Husûmât, 3).



Malı korumakla ilgili bazı fıkhî bilgiler şöyle sıralanabilir: "Mala karşı tecavüzü önlemek farz olmayıp, haktır. Malı tecavüze uğrayan kinısenin, tecavüz edeni kendi haline bırakması veya kavga etmeyerek istediği malı vermesi caizdir (İbn Teymiye, Mecmuatü'l-Fetavâ, II, 202). Aynı şekilde sonu öldürmeye de varsa meşru savunma hakkını kullanması da mümkün ve caizdir (İbn Teymiyye, İhtiyârat, 91; İbn. Kudâme, el-Muğnî, VIII, 329). İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, evine bir hırsız girmiş o da kılıcı çekerek hırsızın üzerine yürümüştür. Eğer kendisine engel olunmasa, hırsıza kılıcı vuracaktı (İbn Teymiyye, a.g.e., IV, 188).



Malı saldırıya uğrayan kimsenin gücü yettiği takdirde, öldürmek pahasına da olsa, saldırıyı önleme ve malını koruma hakkı vardır. Çünkü mala olan saldırı hem zulüm ve haksızlık, hem de İslâm'ın koyduğu sınırlara tecavüzdür. Bu kimse malını savunurken ölürse şehit sayılır. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulur: Kim malını savunmaktan dolayı öldürülürse, o şehittir ve ona cennet vardır" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., II, 221-223; Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, I, 223).



Malı saldırıya karşı savunmaktan amaç saldırıyı önlemek olup, saldırganı cezalandırmak değildir. Çünkü tecavüze uğrayanı bu hakkı kullanmaya ve kendini bizzat müdafaa etmeye mecbur eden, mütecavizdir. Saldırıya uğrayanın da en hafiften ağırına doğru bir yol izleyerek meşru müdafaa hakkını kullanması gerekir. Aksi halde meşru müdafaanın zarurî kılmadığı fiillerinden sorumlu olur. Çünkü kendisini ve malını bizzat koruması zaruret sebebiyle caiz kılınmıştır; zaruret ise ölçüyü aşamaz. Daha hafif bir davranışla saldırıyı geri çevirmek mümkün iken ağırını kullanmakta zaruret yoktur. Bu duruma göre; mümkün ise, önce sözle ve başkalarını yardıma çağırarak malını ve kendini korur, bu olmazsa vurmaya geçer, vurarak, defetmek mümkün ise yaralaması caiz olmaz ve yaraladığı taktirde sorumlu olur. Vurmakla maksat hasıl olmuyorsa yaralar; fakat öldüremez. Zaruret bulunmadığı takdirde öldürürse sorumlu olur. Öldürmekten başka çare yoksa öldürür ve sorumlu da olmaz. Eğer saldırıya uğrayan ölürse şehid olur (eş'-Şafiî, el-Ümm, VI, 31; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 329; Remli, Nihayetü'l-Muhtâc, VIII, 24).



Ahmed YAŞAR