4) Zekâttan Kölelerin Özgürlüğü İçin Pay Ayrılması:

Kur’ân-ı Kerim’in zekât verilecek kişilerden olarak köleleri zikretmesi (9/Tevbe, 60) bizzat devlet eliyle köleliğin kaldırılmaya çalışılmasına çarpıcı bir örnektir. Çünkü zekâtı toplayan, organize eden, dağıtan İslâm devletidir. Ayrıca, İslâm hukukunda mecburi veya kanuni olarak köle âzâdının gerektiği yerlerden bahsedilmektedir. Meselâ savaş esnâsında müslümanlara sığınan İslâm’ı kabul etmiş bir köle hürriyetine kavuşur. Bir’den fazla sahibi bulunan köle, âzâd edilmeyen payın bedelini efendisine ödemekle mükelleftir. Yine bir kimse kölesini kendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşturmak üzere âzâd edebilir.[89]



Kur’an’ı en iyi anlayan ve hayata geçirilmesinde müslümanlar için örnek olan Allah Rasûlü’nün vefat ettiğinde bir tek kölesi bile bulunmayışı[90] bizler için çok önemli bir ipucudur. Köleliğin kaldırılmasına yönelik hükümler gerek Kur’an’da, gerekse rasûl’ün sünnetinde açıktır. Konunun esas can alıcı noktası, bizzat İslâm’ın var olanın dışında, hür olan insanları köleleştirip köleleştirmediği hususudur.



Genelllikle bu konuyla ilgili yapılan araştırmalarda İslâm’ın savaş esirleri dışında köleliğe giden yolları tamamen kapattığı belirtilip, akabinde de niçin savaşta esir alındığı konusunda da açıklamalarda bulunulur.[91] Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır ki, o da, “köle” ve “esir” kavramlarının aynı anlama gelmediğidir.[92] Kısaca tarihini vermeye çalıştığımız anlamda köle, alınıp satılan bir mal hükmündedir. Esir ise “savaş tutsağı”dır. O halde soru; “İslâm, esirlerin köleleştirilmesine izin veriyor mu? Hz. Peygamber esirleri köle haline getirmiş midir?” şeklinde sorulmalıdır.



Öncelikle, esirlerle ilgili iki âyet ve bu çerçevede Rasûl’ün uygulamalarına bakalım:



“Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere, esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedî olan) âhireti istiyor. Çünkü Allah azizdir (dostlarını düşmanlarına gâlip kılar), hakîmdir (dünyanın mı âhiretin mi daha hayırlı olduğunu pek iyi bilir). (Yanılma ile verilen hükümlerden ötürü azap etmeme hususunda) Allah tarafından önceden belirlenmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olara yiyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Almlah bağışlayan ve merhamet edendir.” (8/Enfâl, 67-69).



Bu âyet Hz. Peygamber’in Bedir Gazvesinden sonra ashâbıyla görüşüp esirlerin fidye karşılığında salıverilmesini kararlaştırması üzerine nâzil olmuştur. İbn Abbas’a göre bu savaşta esir almanın hoş karşılaşmaması, müslümanların o sırada zayıf durumda bulunmaları sebebiyledir.[93] Bazı âlimler bu âyetin (8/Enfâl, 67) aşağıda mealini vereceğimiz Muhammed sûresi 6. âyetini neshettiği görüşündeyken, bazı açıklamalarda da yukarıdaki âyetin savaş esirlerinin kaderiyle ilgili genel geçer bir kural olmayıp Allah’ın gerçek irâdesinin şu âyetteki esirlerle ilgili hükümler olduğu söylenmektedir.[94]



"(Savaşta) İnkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihâyet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın). Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harp, ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız.). Allah dileseydi (kendisi) onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor). Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıkları işleri zâyi etmeyecektir." (47/Muhammed, 4)



Birinci âyette fidye alınmasının eleştirilmesi müslümanların henüz zayıf durumda olduğu bir dönemde düşmanın tamamen yerle bir edilmesinin, düşman açısından da psikolojik olarak daha etkileyici olmasındandır. İkinci âyetin müslümanların mutlak zaferinin düşünülebildiği bir dönemde geldiği görülürse, esirlere muâmele konusundaki âyetlerin hukukî olmaktan çok siyasi olduklarını görürüz.[95]  Ancak, âyetlerde esirlerin köle edilebilirliği konusunda bir hükme rastlamamaktayız. Nitekim Hz. Peygamber, Bedir savaşında 70 esir almış, bu esirlerin bir kısmından fidye alınmış, okuma-yazma bilenlerden ise on kişiye okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu ve mâlî imkânları yeterli olmayan yedi esir ise karşılıksız serbest bırakılmıştı. Beni Mustalik gazvesinde esir edilen 600 kişinin içinden Hz. Peygamber, bir kabile reisinin kızıyla evlendi ve müslüman askerler de esirlerin bırakılmasına râzı oldular. Ayrıca Mekke fethinde Hz. Peygamber, herkesin serbest bırakılmasını istemesi üzerine, karşılıksız bırakmayan sahâbeye Beytülmâlden fidye ödeyerek esirleri serbest bırakmıştır.[96] Rasûlullah’ın uygulamalarından çıkarılacak sonuç, onun esirlerden herhangi birini köle yaptığının sâbit olmayışıdır.[97]



Muhammed Sûresi 4. âyete dikkat çeken Reşid Rıza, esirleri ya fidye karşılığında ya da karşılıksız serbest bırakma arasında muhayyer olduğumuzu, dolayısıyla bu âyetin İslâm’da, köleliğe yeniden başlangıç yapmanın ortadan kaldırıldığı şer’î bir temel sayıldığını vurguluyor.[98]  Bunun yanında imamın nâdir durumlarda da olsa köleleştirme yetkisinin olduğunu ekliyor. Esirler için serbest bırakma ya da fidye karşılığı salıverme seçenekleri âyetle (47/Muhammed, 4) belirtildikten sonra yine de imamın köleleştirme yetkisinin bulunduğunun belirtilmesi, diğer fıkıh kitaplarında da yer almaktadır.[99]  Kanaatimizce esirlerin, şartlara bağlı olarak gelişen herhangi bir siyasi durum gereğince, İslâm topraklarında alıkonulması ve doğal olarak özgürlüklerinin kısıtlanması -ki savaşa çıkan herkes bunları baştan kabullenmektedir- köle statüsünde olduklarına hükmetmek için yeterli sebep değildir. Bu nedenle esirlere uygulanacak herhangi bir kısıtlamanın köleleştirme anlamında anlaşılmasının, köle ve esir kavramlarının farklılığı gözönünde bulundurularak doğru olmadığı kanaatindeyiz.



Rasûlullah’ın uygulamalarında her ne kadar az da olsa, rivâyetlerde geçen esirlerin müslüman âilelere dağıtılması, onların mülkiyetlerine verilmesi değil; onların Batı’da görüldüğü gibi kamplarda olumsuz şartlarda barındırılmaktansa, merhamet ve insan haklarına riâyet ölçüsünde müslüman toplumun içinde bulundurulmalarının bir göstergesidir. Rabbimiz Kur’an’da bir yerde cennet ehlinden bahsederken, onların davranışlarından biri olarak; sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire yedirmeleri olduğunu belirtmiştir (76/İnsan, 8). Örneğin, Hicretin 8. senesinde Arap Hevâzin kabilesinin esirleri askerler arasında taksim edilmişti. Ancak, kabilenin İslâm’ı kabul ettikten sonra vâki olan ricâlarına cevap olarak hepsi serbest bırakılmışlardır. İçlerinden esirleri bırakmak istemeyenlere devlet tarafından tazminat verilmiştir.[100] Bu ve benzeri örnekler esirlere uygulanan muâmelenin tarihte anlaşılan şekliyle köleleştirme sayılamayacağını göstermektedir.



Rasûlullah’tan sonra Hulefâ-i Râşidîn dönemi fetih hareketlerine bakıldığında da bunların çoğunun barış yoluyla gerçekleştiği görülür. Bu dönemde antlaşma yapıp müslümanlarla barış içinde yaşamak isteyen milletlerle savaş yapılmamış, anlaşma şartlarına bağlı kaldıkları sürece esir ve köle muâmelesine tâbi tutulmayacakları hükme bağlanmıştır. Buna karşılık barışa yanaşmayanlara karşı savaşılmış, esir alınan savaşçı erkeklerin bazen öldürüldüğü de olmuştur. Öte yandan başta Irak olmak üzere birçok yerde fetihten sonra hiç kimseye dokunulmayarak halk zimmî statüsüne geçirilmiş ve toprakları vergi (cizye) karşılığında kendilerine bırakılmıştır. Hatta Hz. Ömer’in uygulamalarında görüldüğü gibi birçok defa gâziler arasında dağıtılan veya Medine’ye gönderilen esirler bile serbest bırakılmış ve toprakları kendilerine iâde edilmiştir.[101] Ebû Ubeyde (r.a.), Irak ve Suriye toprakları işgal edildiği zaman Hz. Ömer’e bir mektupla gayr-i müslimlerin hezîmetini, Allah’ın müslümanlara ihsân ettiği ganimetleri, fetholunan memleketlerin ahâlisinin teklif ettikleri sulh şartlarını ve müslümanların kendi aralarında savaş ganimeti olarak şehirlerin ve ahâlisinin, ağaçlarıyla beraber topraklarını tevzîini/dağıtılmasını istediklerini bildirerek, kendisinin bunları reddettiğini ilâve etti ve mütâlaasını sordu. Yapılabilecek yanlış uygulamaların bilincinde olarak Hz. Ömer’in verdiği cevap şöyledir: “Onlara cizye tarh et ve onları köle yapma. Müslümanların onlara zulüm yapmalarına, zarar vermelerine, meşrû yol müstesnâ, onların mallarını almalarına meydana verme! Onlara verdiğiniz barış şartlarını tam olarak yerine getirin.”[102]