KASÂME

Kâtili meçhul cinâyetlerde maktûlün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin Allah'a yemin ederek "Öldürmedik ve öldüreni de görmedik" diye yemin etmeleri anlamında bir İslam ceza hukuku terimi. Bunu talep etmek ve yemin edecek elli erkeği sevmek maktûlün velisinin hakkıdır. Hanefiler dışında çoğunluk İslâm hukukçularına göre, öldürülenin velîleri cinayeti başka bir delille ispat edemezlerse, suçlunun aleyhine yemin ederler. Onlardan herbiri Allah'a yeminle "ona filanca vurdu ve öldü veya onu falanca öldürdü" diye yemin eder.



Kasâmenin delili sünnettir. Ensârdan bir erkek şöyle rivayet etmiştir:



"Hz. Peygamber kasâmeyi câhiliyye devrinde olduğu üzere bıraktı" (Buhârî, Diyât, 22, Menâkibu'l-Ensâr, 27; Ebû Dâvud, Diyât, 8,9; eş-Şevkânî, Neyhi'l-Evtâr, VII, 34). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Delil getirmek iddia edene, yemin ise inkâr edene aittir. Ancak kasâme bundan müstesnâdır" (eş-Şevkânî, Neylü'l Evtar, VII, 39).



Kasâmenin amacı, müslümanın canını korumak, kanın yere dökülmesini önlemek ve suçlunun cezasız kalmasını engellemektir. Hz. Ali, Ömer (r.a)'a cuma namazı veya Kâbe'yi tavaf sırasında izdihamdan ölen kimseler hakkında şöyle demiştir: "Ey mü'minlerin emîri, eğer öldüreni bilirsen hiçbir müslümanın kanı boşa gitmez. Aksi halde onun diyetini beytülmâl'den ver" (el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi', VII, 290; Meydânî, el-Lübâb, III, 172; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, VI, 395).



Yemin sırasında cinayeti üstlenen çıkmazsa, o mahalle veya köy halkının mükellef erkeklerine diyetle hükmolunur. İnsanların oturduğu yerden, ses işitilmeyecek kadar uzakta, kırlarda bulunan ölünün, cinayet sonucu öldürüldüğü belli ise, diyeti devlete âittir. İslâm, suç işlemeleri önlemek için kollektif sorumluluk esasını getirmiştir. Yine kâtilin asabe veya âkilesinin kasâme ve diyetle yükümlü tutulmasının sebebi, maktûlün bulunduğu yerde, öldürülmezden önce, hayatını korumadaki eksiklikleri ve câninin saldırısına karşı ona yardım ve himaye etmemeleridir. Nitekim, yanlışlıkla (hataen) öldürmede âkilenin diyetle yükümlü tutulmasının sebebi de budur.



1) Öldürenin meçhul olması, Eğer kâtil biliniyorsa kasâme usulü uygulanamaz. Şartları varsa, kasten öldürmede kısâs, şibhü'l-amd ve hataen öldürmede ise diyet gerekir.



2) Öldürülende yara, vurma vb. öldürme eserinin bulunması gerekir. Bunlar olmazsa kasâme ve diyet gerekmez. Kendi kendine ölmüş sayılır. Ağız, burun, dübür ve cinsiyet uzvundan kan gelmiş olsa yine bir şey, gerekmez. Çünkü bu yerlerden kan, bir harbe olmaksızın normal olarak gelir. Bununla onun öldürüldüğü anlaşılmaz. Ancak kan, göz veya kulaktan gelmiş olursa kasâme ve diyet söz konusu olur.



3) Öldürülenin insan olması. Hayvan için kasâme yoluna gidilmez.



4) Öldürülenin velileri tarafından mahkemeye dava açması. Çünkü kasâme bir yemindir. Yemin ise davasız hukukî bir anlam taşımaz.



5) İthaf edilenin suçu inkâr etmesi. Çünkü yemin inkâr edenin görevidir. Sanık suçu itiraf ederse, kasâme söz konusu olmaz.



6) Dâvâcının kasâme talebinde bulunması, Çünkü yemin teklif etmek davacının hakkıdır.



7) Maktülün bulunduğu yerin bir kimsenin mülkü veya yararlandığı bir yer olması. Çünkü insanlar mülk edindiği veya kira akdi gibi bir yolla yararlandığı yerin güvenliğinden sorumlu tutulabilir.



Büyük câmilerde, umûma ait cadde, köprü ve çarşılarda veya ceza evinde bulunan mektûl için kasâme yapılmaz. Çünkü bu yerler, bir kimsenin mülkü veya tasarrufunda olan yerler değildir. Burada diyet beytülmâl tarafından ödenir. Mahalle mescidinde bulunursa, o mahalle halkı kasameye davet edilebilir. Gemi, uçak, otobüs ve tren gibi araçlarda katili bilinmeyen bir ceset bulunsa, kasâme bu araçlarda bulunan kimselere yöneltilir. Çünkü bu araçlar onların elinde sayılır.



Sonuç olarak, tasarrufu bir kimseye veya cemaate değil de, müslüman toplumuna ait olan her yerde kasâme ve diyet fertlere gerekmez. Diyeti Devlet öder (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 286 vd; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VIII, 392, 396; Meydanî, a.g.e, III, 174, 176; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 71 vd.; İbn.-Abidîn, Reddü'l Muhtar, V, 445 vd. ez-Zühayli, a.g.e, VI. 400.)



Hamdi DÖNDÜREN



M E T İ N



Kasâme lûgatte mutlak olarak, yemin manasınadır. Şeriâtte ise; Hususî bir sebep, ve hususi bir sayı ile hususi bir şahısa karşı hususî bir sayı şekilde Allah'ın adı ile yemin etmektir. Bunun açıklaması ileride gelecektir.



Zimmi veya deli de olsa -Şurünbülâliyye- üzerinde; yara, darb, boğma kulağından veya gözünden çıkan kan izi bulunan hür bir ölü bir mahallede bulunsa veya bedeni yahut herhangi taraftan olursa olsun vücudunun ekserisi yada başı ile birlikte vücudunun yarısı bulunsa her ne kadar nass, beden hakkında vârid olmuşsa da «ekser için bütünün hükmü vardır.» Onun için bir insanın vücudundan yarısından azı başıyla birlikte bulunsa kasâme vacip değildir. Zira eğer vacip olsaydı bir ölüden kasamenin tekrarı gerekirdi ki bu da meşru değildir -ve bunun kâtili bilinmese- zira eğer bilinmiş olsa idi o hasım olur ve kasâme düşerdi, ve ölünün velisi de bütün mahalle halkının veya bir kısmının onu elli kişi «Allah'a yemin olsun ki onu biz öldürmedik ve katilini de bilmiyoruz» diye yemin eder. Yemin edecekleri ölünün velisi seçer. Yani onlardan her biri maktülü kendisinin öldürmediğine ve katilini de bilmediğine Allah adıyla yemin eder. Veli ise yemîn etmez. Şafii demiştir ki: «Eğer ölünün üzerinde levs (cinayet alâmeti) olsa, o zaman velileri mahalle halkının onu öldürdüğüne daîr elli kere yemin ederler. Sonra da davalının diyeti vermesine hükmedilir.) İmam Malik'i dâvanın maktülün teammüden öldürüldüğüne dair olması halinde kısasa hükmeder.



Mahalle halkından elIi kişi; «Allah'a yemin olsun ki onu biz öldürmedik ve katilini de bitmiyoruz» diye yemin ettikten sonra mahalle halkının diyeti ödemesine hükmedilir. Ama bu mutlak değildir. Dâvanın; katlin teammüden olduğuna dair olması halindedir. Ama eğer dâva hataen katle dair olursa o zaman diyeti mahalle halkının âkilelerinin ödemelerine hükmedilir. Zahîre ve Hâniye'ye nispetle Şerhu'l-Mecma'da da böyle denilmiştir.



İbn-ü Kemal Mebsût'tan şunu nakletmiştir: Zahiri rivayete göre yemini mahalle halkı yapar diyeti de üç sene içersinde onların âkileleri öder. Eğer ölen kişi köle ise; onun kıymeti de üç sene içerisinde âkileden alınır. Şurunbilâliye.



Eğer yemin edenlerin sayısı elliye varmaz ise o zamanı elli yeminin tamamlanması için hazır olanlara yemin tekrarlattırılır.



Eğer sayı tamam olup da ölünün velisi tekrarını isterse tekrarlatılmaz.



Mahalle halkından herhangi biri, yeminden kaçınırsa yukarda geçtiği üzere yemin edinceye kadar hapsedilir. Hapis amden katil davasında söz konusudur. Ama dâva hatâen katil hakkında ise, o zaman mahalle halkının âkilelerinin diyeti ödemelerine hükmedilir. Mahalle halkı yeminden kaçınırsa hapis de edilmezler. Hâniye'ye isnadla İbn-ü Kemâl...



Eğer birisi cinayet konusunda veya kölesi aleyhine ikrarda bulunsa ikrarı kabul edilir. Ama başkası aleyhine ikrarda bulunur ve maktülün velisi de onu tasdik ederse mahalle halkının yemin ettirilmelerine gerek kalmaz.



İ Z A H



Öldürülen kişinin durumu bazı hallerde yemine yol açtığından, musannıf bu konuyu müstakil olarak diyet bahsinden sonra zikretmiştir. İnaye



Kasâme lügatte: kasem manasındadır. Allame Nuh demiştir ki: «Lugatçiler kasâme kelimesinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı onun masdar olduğunu söyler.» İbnu'l-Esir de Nihâye adlı eserinde bunu tercih etmiştir. Zira o demiştir ki: Kasâme, «kasem» gibi yemindir. Bir kısım âlimler ise onun ismi masdar olduğunu söylerler. Mutarrizî de Muğrip adlı eserinde bunu tercih etmiştir. Zira o: «Kasem; yemindir. Fukahanın «Hâkım kasâme ile hükmetti» sözleri ismi masdardır ki kasemler yerine kullanılmıştır.» der. Aynî Kenz şerhinde birinci görüşü, Molla Miskîn ise ikinci görüşü tercih etmiştir. T.



«Hususî bir sebep ile ilh...» Bu da maktulün bir mahallede veya birisinin mahalle manasına gelecek bir hükmünde yada elinde bulunmasıdır.



«Hususî bir sayı ile İlh...» Bu elli yemindir.



«Hususî bîr şahıs üzerine ilh...» Yani evi özel olan şahıs... Bu da âkıl, bâliğ, hür bir kişi veya mükellef bir mülk sahibidir. Bu; hür bir kişinin karısı ve müketeb gibi zilliyet sahibi olsa bile maktül onun mülkü olan bir yerde bulunsa yine aynıdır. Bu. kasâmenin bazı şartlarına işaret eder.



«Hususî bir şekilde ilh...» Bu da diğer şartlara işaret eder. Bu şartlardan bazıları şunlardır: Yemin edenlerin sayılarının elli olması, bu sayı tamamlanmadığı takdirde yeminin tekrar edilmesi. yemin edenlerin «Allah'a yemin ederiz ki onu biz öldürmedik ve kâtilini de bilmiyoruz» demeleri, kasamenin dâva, inkâr ve dâvayı talep etmeden sonra yapılması -zira dâva edilmeden yemin gerekmez- öleni insan olması, üzerinde öldürme eseri bulunması ve kâtilinin bilinmemesidir. Bu durumda musannıfın zikrettikleri. kasâmenin manasını, sebebini ve şartlarını içine almaktadır. Minah'ta şöyle denilmiştir. «Kasâmenin rüknü, zikredilen yemini dil ile icra edilmesidir. Hükmü ise yemin ettikleri takdirde diyetin vücubuna hükmetmek ve veli kasden öldürüldüğünü iddia ederse mahalle halkı yeminden kaçınırsa yemin edinceye kadar hapsedilmeleridir. Eğer veli hatâ ile öldürdüğünü iddia ederse yeminden kaçındıkları takdirde diyete hükmedilir. Kasâmenin faydalan. kanları heder olmaktan korumak ve katillikle itham edilen kişinin kısastan kurtulmasıdır. Bunun şer'î oluşunun delili de: Hidaye ve şerhlerinin bu konudaki bölümlerinde vârid olan hâdiselerdir.



«Ölü ilh...» hükmen yaralı olarak bulunsa ve oradan yaralı olarak nakledilerek o yaradan ölene kadar yatalak kalarak hükmünde ölü olsa.. Kasâme ve diyet o mahalle halkının üzerinedir. Nitekim ileride gelecektir.



«Hür ilh...» Köleye gelince, eğer ölü olarak efendisinin mülkünün dışında bulunursa, o zaman onda da kasâme, ve diyet olarak da kıymeti gerekir. Müdebber, Ümmü'l-veled, mükâtep ve ticaret izini olan borçlu kölede de hüküm aynıdır. Eğer köle efendisinin mülkünde bulunursa kanı heder olur. Ancak şu kadar var ki mükâtep ve ticaretle izinli olan borçlu köle efendilerinin mülkünde ölü olarak bulunurlarsa onların kıymetleri efendilerin âkilelerine değil, efendileri üzerinedir. Ticaretle izinli kölenin kıymeti alacaklılarına peşinen mükatepte ise üç sene içerisinde ödenir. Nitekim Bedâî'den naklen Şurunbilâliye'de de böyledir. Bu mesele bâbın sonundaki çeşitli meseleler konusunda gelecektir.



«Zımmî veya deli de olsa ilh...» Bu tarife; erkek, kadın, büyük ve küçük girer. Hayvanlar ise tarifin dışındadır. İleride geleceği üzere onlarda bir şey gerekmez.



«Yaralı ilh...» Mahalle bir topluluğun konakladığı yere denir. T. Misbah'tan...



«Veya başı ile birlikte yarısı bulunsa ilh...» Başı ile birlikte uzunlamasına bölünmüş olarak da bulunsa... Minah; Ama başsız olarak uzunlamasına bölünmüş olsa veya başı da gövde ile beraber bölünmüş olsa onda kasâme olmaz. Musannıfın biraz evvel metinde zikrettiği de budur. T.



«Onun için... bulunsa ilh...» Bu konuda kaide şudur: Mevcut olan kısım; eğer geride kalan kısım bulunsa idi onda kasâmenin câri olacağı bir durumda olursa mevcutta kasâme gerekmez. Eğer mevcud olan kısım kalan kısmı bulunsa idi onda kasâmenin vacip olmayacağı bir durumda olursa bulunan kısımda kasâme gerekir. Kasâme babında zikredilen parçaların cenaze namazlarını bu asıl esas alınarak kılmak müstehaptır. Hidâye.



«Zira eğer vacip olsaydı bir ölüde kasemenin tekrar gerekirdi ilh...» Yâni diyetin de tekrarı gerekirdi. Şöyle ki; bedenin az bir kısmı baş ile beraber bir yerde. kalan kısmı da başka bir yerde bulunsa, eğer az olan kısımda kasâme ve diyet az vaclp olsa çok olan kısımda da vacip olması gerekirdi.



«Zira eğer bilinmiş olsa ilh...» Yani beyyine ve ikrar ile... Kuhistâni. Yani katilin ikrarı ile bilinirse. Beyyinenin de mahalle halkı dışında birisinden olması gerekir. Nitekim bu metinde de gelecektir. Bu bahis hakkındaki malumatın tamamı da ileride gelecektir.



«Ölünün velisi de... iddia etse ilh...» Musannıf bu kavil ile öldürülen kişinin velilerinin, ölünün kanını dâva etmelerinin kasûmenin şartlarından olduğuna işaret etmiştir. Zira davasız yemin îcabetmez Nitekim Tûri'de de böyledir. Bunu daha önce belirtmiştik. Bakınız! velisi olmayan bir maktulün kasamesini İmamın iddia edip edemeyeceği hussuunda hüküm nedir?



Benim. Hamevî'nin şerhinden naklen gördüğüme göre; Hamevî aşağıdaki muhayyerlik hususunda tevakkuf etmiştir, zira velî olmayan yerde imam yemin edecek elli kişiyi seçmekte muhayyermidir, değil midir? diyerek bu hususta kitaplara müracaat edilmesini söylemiştir.



Mevlâna Alî el-Hânutî şunu nakletmiştir: İmam, mahallede cesedi bulunan kanını dava eder ve yemin ederek kişileri de seçebilir. Çünkü imam velisi olmayan kişiyi kasden öldüreni kısas eder. Kısasa malik olan kimse eyleviyyetle kasâmeye de malik olur zira kasâme kısastan daha aşağı bir mertebededir ve yine varisi olmayan kişinin 'mirası beytü'lmâle kalır. Bunu beytü'l-mâle mal eden imamdır ve İmâmın yemin edenleri seçme hakkı kesinlikle vardır.



«...Veyâ bir kısmının onu katlettiğini iddia etse ilh...» Bu bir kısım insan belirli de olsa... Ama aksine maktulün velisi onu mahalle dışından başka birisinin öldürdüğünü iddia ederse o zaman kasâme mahalle halkından düşer. Nitekim bu ilerde metin olarak da gelecektir.



«Mahalle halkından elli kişi... yemin eder ilh...» Yukarda da geçtiği gibi çocuk, kadın ve köle bunun dışındadırlar. Nitekim ileride de gelecektir. Elli kişinin yemin etmesi, daha önceden belirttiğimiz gibi velinin onların yemin etmelerini talep etmesi halindedir. Veli yemin talep etmekten vazgeçebilir. Remlî bunu sarahaten söylemiştir. Eğer veli yemin ettirmezse mahalle halkının diyet vermesine hükmedilir mi hükmedilmez mi?! Çünkü eğer onlara yemin ettirse kâtilin ortaya çıkarılması mümkün olurdu. Ben bu mevzuyu göremedim, araştırılsın... Zeylâi demiştir ki: «Musannıfın; yemin edecek elli kişiyi veli seçer» sözü seçmenin veliye ait olduğunu gösteren nasstır. Çünkü yemin onun hakkıdır.»



Açığı da şu ki: veli katillikle kimi itham ederse onu veya öldürmeden haberdar olabilecek kişileri yada mahallenin salih kişilerini seçer. Çünkü onların yalan yere yemin etmekten kaçınmaları daha çok umulur. O zaman da katil meydana çıkar. Veli kör bir adamı veya zina ile iftira suçundan dolayı hadd cezası verilmiş kişiyide seçebilir. Çünkü kasame yemindir, şehadet değildir.



«Yemin eder ilh...» O zaman bunlardan herbiri müstakil olarak kendisinin katletmediğine ve katilin de kim olduğunu bilmediğine yemin eder. Zira birisinin tek başına öldürmüş olma ihtimali vardır ki o zaman topluca öldürmediklerine Allah adı ile yemin etmeğe cüret edebilir. Fakat tek başına yemin ederlerse bunu yapamazlar, çünkü eğer başkası ile birlikte öldürse de yine katildir.



Mahalle halkının, mahalle halkından biri aleyhine veya mahalle halkı dışında biri aleyhine şahitlik etmeleri halinde şahitlikleri reddedildiği halde «biz onun katilini bilmiyoruz» demelerinin faydası şudur: birisi kölesinin aleyhine ikrar etse ikrârı kabul edilir. Mahalleden birisi kölesinden başka bir adamın aleyhine yemin ederek ikrar etse ve ikrârmı da maktulün velisi tasdik etse o zaman mahalle halkından hüküm düşer. Minah, özetle... İleride şu da gelecektir: Mahalle halkından biri «Onu Zeyd öldürdü» dese «Vallahi ben onun Zeyd'den başka katili olduğunu bilmiyorum» diyerek yemin etmesi gerekir.



«Şâfiî demiştir ki ilh...» Levs, birisinin aleyhine cinayet alâmeti olması veya davacı için düşmanlık bulunduğunu gösteren bir emare yada mahalle halkının onu öldürdüğüne dair adil bir kimsenin şahitliği veya adil olmayan bir cemaatin şahitliğinin olmasıdır. Şafiînin mezhebinin özeti şudur: Eğer davacı lehine şahitlik eden açık bir hol varsa bakılır;



Eğer mahalle halkının onu hataen öldürdüğüne dair yemin ederse. o zaman onlardan diyet alır, kasden öldürdüklerine yemin ederse, bir görüşe göre kısas edilirler. bir görüşe göre ise diyet alınır.



Eğer davacı yemin etmekten kaçınırsa o zaman mahalle halkı yemin eder. Yemin ettikleri takdirde de kendilerine hiçbirşey gerekmez. Şayet yemin etmezlerse o zaman bir görüşe göre kısas edilirler, bir görüşe göre de diyet öderler. Eğer görüşün, davacıya şahitlik etmezse. o zaman mahalle halkı dediğimiz şekilde yemin ederler.



«Levs» olmayan yerde Şafîi'nin görüşü da bizim görüşümüz gibidir. Buna göre aramızdaki ihtilâf iki yerdedir; Biri: bize göre davacı yemin etmez ama Şafîi'ye göre yemin eder, ikincisi ise mahalle halkının yemin etmeleri halinde beratları...



Kifaye ve diğer kitaplardan... Bu delillerin izahları mufassal kitaplarda vardır.



«İmam Malik... kısasa hükmetmiştir.» Yani davacının, davalılar arasından katil diye seçtiği kimse aleyhine kısas hükmedilir demiştir. Gûrerü'l-Efkar.



«Şerhü'l-Mecma'da da böyledir» Gûrerü'l-Efkar'da ve Şurûnbülaliyye'nin Burhandan Zahire ve Haniye'ye nispetle yaptığı nakilde de böyledir.



«İbn Kemal... nakletmiştir ilh...» Bu söz geçen kısımdan bir istidraktir. Zira İbnu Kemal amd ile hatâ arasını ayırmamıştır. Aksine o, «mahalle halkı aleyhine diyetle hükmedilir ve diyeti de mahalle halkının akilesi yüklenir, çünkü Mebsut'ta böyle zikredilmiştir ilh.» demiştir. Ama İbn-i Kemâl, -Şârihin de ileride kendisinden naklen zikredeceği gibi- gelecek meselede amd ile hatâ arasını ayırmıştır. işte bu ifade İbnu Kemal'in burada mutlakı (kayıtsızı) irade ettiğine delâlet eder. Hidaye şarihleri de aynı şekilde, herhangi bir kayıt koymadan diyetin âkile üzerine vacip olduğunu zikretmişlerdir.



Nihaye ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Mebsut'ta, mahalle halkının akilesine üç senede ödemek şartıyla diyete hükmedilmiştir. Çünkü burada mahalle halkının durumu. hatâen öldüren bir kişinin durumundan daha aşağıdır. O meselede diyet üç sene içerisinde ödemeleri şartıyla âkileye hükmedilir. Burada da diyetin akile üzerine hükmedilmesi daha evlâdır. Zahiri rivayete göre; kasâme mahalle halkı üzerine diyet de onların akilelerinedir. Züfer'in görüşüne göre ise her ikisi de âkile üzerinedir.» Özetle...



Ben derimki: Daha evlâ oluşun gerekçesi şudur: Burada mevcut olan mücerred davadır. Zira mahalle halkının onu öldürdüğü sabit değildir. O zaman hataen adam öldürmenin durumundan daha aşağı olduğu açıktır. Bu durumda da diyeti evleviyyetle akile yüklenir. Eğer bu meselede dava kasden adam öldürmekse bile sabit olmayışı konusunda söylediklerimizden dolayı bu hüküm, âkile amden adam öldürmenin diyetini yüklenmez, esasına zıt olmaz. İşte benim kıt anlayışıma zâhîr olan budur. Metinlerin ibareleri ise kasâme ve diyetin mahalle halkı üzerine olduğu konusunda kayıtsızdır. O zaman bunu kasdî öldürme davasına tahsis etmek lazımdır, nitekim musannıf da böyle yapmıştır.



Yada bir muzaf takdir edilir, yani «mahalle halkının akileleri üzerine» denilir. Hidâye Şarihleri de böyle yapmışlardır. Açıktır ki Kâtil de bu âkileden biridir. Yerinde de geleceği üzere katil de akile ile birlikte diyeti yüklenir. Burada da durum aynıdır. işte bundan dolayı Bezzâziye'de Şeyhü'l İslâm'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kasâme mahalle halkı üzerine diyet ise onlar ile akilelerinedir. Çünkü mahalle halkı hükmen katildir, o zaman hakikaten katli gibi olurlar.»



«Onun kıymeti de ilh...» Yani köle efendisinin mülkünün haricinde ölü olarak bulunsa onun diyeti de üç sene içerisinde mahalle halkından alınır. Nitekim biz bunu daha önce beyan ettik, ileride de gelecektir.



«Ölünün velisi tekrarını isterse ilh...» Yani onların bazısından tekrarını isterse... Mahalle halkından salih kişileri seçmesi ve onların da elli kişi tamamlayamamaları halihde, onlara tekrar yemin ettiremez. Aksine geri kolan kısımdan elliyi tamamlamayı tercih eder. Bunu İtkânî ifade etmiştir.



«Yemin edinceye kadar ilh...» Veya ikrar edinceye kâdar... İkrar ettiği takdirde ikrarı neyi gerektiriyorsa onun yapılması lazımdır. Burada yalnız yeminden kaçınmakla hükmedilmedi. Zira burada yemin, kan dökme büyük bir şey olduğu için, diyetin bedeli değil hakkın kendisidir. Bundan dolayı da ikisi bir arada cem edilirler. Ama mal davasındaki yemin böyle değildir. Çünkü o yemin, malın bedelidir. Bundan dolayı da mal ödediği takdirde yemin düşer. İtkanî. Özetle...



Hükmün bu şekilde olması. mahalle halkının dışında muayyen bir kimsenin katil olduğunu iddia etmediği zamandır. Muayyen bir kimsenin katli olduğunu iddia etmenin hükmü ise ileride gelecektir.



«Yukarda zikredildiği şekilde ilh...» Bu da, onu öldürmediğine dair Allah adına yemin etmektir.



«Bu... ilh...» Yani yeminden kaçındığı zaman hapsedilmek..



«Ama dâva hatan öldürme hakkında ise ilh...» Çünkü onun gereği maldır. Yeminden kaçındığı takdirde de molla hükmedilir. Bu biraz zikrettiğimiz illetin muktezasına zıttır. Düşün...



«Hâniye'ye isnadla ilh...» Ben derimki: Bu, Zahîre'de Zahire'nin ibaresi de Minah'ta zikredilmiştir. Kuhhistânî; Bu hükmü. Müctebâ, Kimanî ve diğer kitaplara isnad etmiştir. Ama benim Hâniye'de gördüğüm ise şöyledir: Eğer mahalle halkı yeminden imtina ederse, yemin edinceye kadar hapsedilirler. Musannıf, kasdi öldürme ile hataen öldürme arasında bir ayırım yapmamıştır. Metinlerin zahiri de budur.



«Veya kölesi ilh...» Yani kölesinin hataen adam öldürdüğünü ikrar ederse... Kısası gerektiren amde gelince, yukarıda kişinin kölesinin aleyhineikrarının kabul edilmeyeceği geçmişti. Saihânî.



«Eğer başkası aleyhîne ilh...» Daha önce, Minah'tan naklettiğimiz üzere, o mahalle halkından değilse. İleride gelecek açıklamadan da bu anlaşılacaktır.



«Yemin ettirilmeleri düşer ilh...» Kendi aleyhinde veya kölesi aleyhinde ikrarda bulunması halinde de mahalle halkının yemin ettirilmeleri düşer. Eğer musannıf «kendi aleyhine veya kölesi aleyhine yada mahallesinden olmayan başka biri aleyhine ikrar etse ve bunu maktulün velisi tasdik etse mahalle halkının yemin ettirilmeleri düşer» deseydi daha güzel olurdu.



M E T İ N



Çocuğa, deliye, kadına ve köleye kasâme yoktur. Üzerinde öldürme izi olmayan ölüye de Kasâme ve diyet yoktur. Zira o öldürülmemiştir. Çünkü örfen maktûl, hayatını bir canlının yaptığı bir fiil ile kaybedendir. Halbuki o, üzerinde darb eseri olmadan ölmüştür. ödenecek şey ise kulun fiiline tabidir.



Ağzından, burnundan. dübüründen veya zekerinden kan akan ve üzerinde darb eseri olmayan kimsede de diyet ve kasâme yoktur. Çünkü kan buralardan hiç kimsenin fiili olmadan da çıkar. Ama kulak ve göz böyle değildir. Ceset uzunlamasına yarılmışsa veya cesedini yarısından azı baş ile birlikte bulunsa yine kasâme ve diyet gerekmez. Bunun sebebi yukarda geçmişti. Ölünün boynunda sarılmış bir yılan olsa onda da kasâme ve diyet yoktur. Çünkü görünüşe göre adam o yılan sebebiyle ölmüştür. Bezzâzîye.



Bütün âzaları tamamlanmış bir düşük bulunsa ve üzerinde darb eseri olsa o büyük insan gibidir, kasâme de diyet de vaciptir. Zahiriye'de buna muhalif bir görüş yardır. Eğer maktulün velisi mahalle halkından olmayan bir kişinin katil olduğunu iddia ederse bu mahalle halkı için bir ibadır ve kendilerinden kasâme düşer.



Eğer veli mahalle halkından muayyen bir kişinin katil olduğunu iddia ederse kasâme düşmez. Bazı âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir.



Bir dâbbenin (hayvanın) üzerindeki bir maktûlün yanında bulunsa, onun diyeti mahalle halkına değil, adı geçenlerden maktulün yanında bulunanın akilesi üzerinedir. Çünkü maktul onun elindedir. Bu durumda, sanki onun evinde gibi olur.



Eğer hayvanın yanında, bir sürücü bir çekici ve bir de binici toplanmış olsalar o zaman diyet hepsinin üzerinedir. Hayvan onların mülkü olmasa bile böyledir. Çünkü, onların ellerinde olmasına göre hükmedilir.



Bazı âlimler tarafından da kasâme ve diyetin evde olduğu gibi o hayvanın sahibi üzerine olduğu söylenmiştir. Bazı alimler tarafından ise kasâmenin sürenin üzerine vacip olmadığı söylenir. Ancak onu gizlice sürerse müstesnâ. O zaman vacip olduğu söylenmiştir. Cevhere'de de bu görüş kati olarak ifade edilmiştir.



Eğer o hayvanın yanında hiçkimse olmasa, o zaman kasâme ve diyet binitin bulunduğu mahalle halkı üzerinedir.



Eğer, üzerinde bir maktul olan hayvan iki köy veya iki kabile arasından geçse bunlardan hangisi maktulün bulunduğu yere daha yakınsa kasâme ve diyet onlar üzerinedir. Zira rivayet edilen bir hadisi şerife göre iki köy arasında öldürülmüş bir ceset bulunmuş, Resulullah (S.A.V.) bu iki köy arasının ölçülmesini emretmiş ve cesede daha yakın olanın üzerine kasâme ile hükmetmiştir.



Eğer bu iki köyün cesede yakınlığı eşitse o zaman her ikisine kasâme gerekir. Burada ifadenin «hayvan» ile kayıtlanması, ittifakidir. Kuhistanî.



Yukardaki meselede, üzerinde bir maktul olan hayvanın aralarından geçtiği köylerin her ikisinden de, hayvanın bulunduğu yeresinin ulaşması şarttır. Zeylâî'nin ibaresi de böyledir. Dürer ve diğer kitapların ibaresi de böyledir. Dürer ve diğer kitapların ibarelerine göre ise maktulün sesinin iki köyden duyulması şarttır.



Kâfî'den naklen Bercendi'nin ibaresine göre de köylerin halkları maktulün sesini duyuyor olmalılar, çünkü o zaman ona bir kurtarıcı gidebilir. Bu durumda Maktûle bu şekilde yakın olmalarına rağmen yardımdaki kusurları bunlara isnad edilir. Yoksa eğer ses ulaşmayan bir yerde bulunursa, o zaman ona yardım etmeleri gerekmediği gibi, onların yardımıda kubul ettikleri de söylenemez. O zaman, takdiren katil de sayılmazlar.



İ Z A H



«Çocuğa... kasâme yoktur ilh...» Çünkü onlar, yardım edebilecek kimseler değil. ancak başkalarına uyan kimselerdir. Başkalarına uyan kimseler ise yardımda bulunamazlar. Yemin ise yardım eden kimseler üzerinedir. Hem de çocuk ve deli doğru söz söyleyecek kimselerden değillerdir. Yemin ise bir sözdür. Zeylaî.



«Ben derimki: «Çocuğa ve diğerlerine kasâme yoktur» ifadesinden murat: mahallede bulunan maktulün kasâmesine, mahalle halkı ile birlikte girmemeleridir. O zaman bu, ileride metin olarak gelecek olan, «Bir kadının mülkü olan bir köyde öldürülmüş olarak bulunan bir kimsenin kasamesi kadına da vaciptir» hükmüne zıt değildir.



Bedayi'den naklen Tûrî'nin zikrettiği «Mükâtebin evinde bulunan öldürülmüş kimsenin kasâmesi de mükâtebe vaciptir, eğer yemin ederse mükâtebin kıymetinden ve maktulün diyetinden hangisi daha az ise onu vermesi gerekir.» diye ifade edilen hükme zıt değildir. Ticarete izinli bir köleye ait bir evde öldürülmüş bir kimse bulunması halinde uygulanacak hüküm konusunda Velvâliciye'de şöyle denilmiştir: «İstihsânen kasâmenin, mezununefendisi üzerine olması gerekir. Efendi köleyi veya bedelini vermek arasında muhayyerdir. Zira, eğer köle hatâen cinayet işlediğini ikrar etmiş olsa ikrarı sahih olmadığı gibi yemin de ettirilmez.



«Ödenecek şey ilh...» Yani diyet kulun fiiline tabidir. Burada ise kulun fiili mevcut değildir. Aynı şekilde kasâmenin mahalle halkına vacip oluşunun sebebi, sadece katilin onlardan olma ihtimalinden dolayıdır. Burada ise bu ihtimal yoktur. Çünkü ölen kişi üzerinde öldürme eseri yoktur, o zaman kasâme gerekmez. İtkanî.



«Ağzından ilh...» Hidâye ve diğer kitaplarda da aynen böyledir. Zahire'de şu zikredilmiştir. Ağzından gelen kan, kafasından ağız yoluyla çıkıyorsa hüküm böyledir. Eğer karnından yükselerek geliyorsa, o zaman öldürülmüş demektir. Kuhtetânî ve İtkani Fahru'l-İslâm'dan.



«Çünkü kan buralardan hiç kimsenin fiill olmadan kendiliğinden de gelebilir. Dübürden ve bazen, ya içerdeki bir hastalıktan veya yenen blr şeyin dokunmasından dolayı, kan gelebilir. Tenasül uzvundan gelen kan ise ya içten bir damarın yarılması veya böbrek veya karaciğer zayıflığı yahut da şiddetli korku nedeniyle olabilir. Bunu İtkânî ifade etmiştir. Bundan anlaşıldı ki, eğer kimsenin müdahalesi olmadan yanma, damdan düşme veya suda boğulma ile öldüğü bilinirse evleviyetle ne kasame ne de diyet icabeder. Zira kasâmenin şartı, öldürmenin, kasâme ve diyete mani olacak kuvvetli ve zahir bir sebebe bağlanmamasıdır. Hayriye'de de böyle denilmiştir.



«Ama kulak ve göz böyle değildir ilh...» Zira kulak ve gözden çıkan kan zahiren katle delalet eder. Çünkü oralardan normal de bir fiilî müdahale olmadan kan çıkmaz. İtkâni.



«Çünkü sebebi yukarda geçmişti» O sebep «Bir maktülde kasâmenin tekrarına sebep olmaması için» sözüdür.



«Kasâme de diyet de vacîptîr» Yani mahalle halkına... Çünkü zahire göre yaradılışı tam olan cenin annesinden canlı olarak ayrılır. Yaradılışı tam olmayanda ise mahalle halkına hiçbirşey yoktur. Çünkü annesinden ölü olarak ayrılmıştır. Hidâye.



«Zahîriye'de buna zıt bir görüş vardır.» Zahîriyye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Cenin bir mahallede öldürülmüş olarak bulunsa o mahalle halkına ne kasâme nede diyet vardır.»



Ben derimki: Birincisi. şerhlerde, Hidaye'de, Mütteka'da, Vikâye'de, Dürer'de ve diğer kitaplarda zikredilendir.



«Bu, mahalle halkı için bir ibrâdır ilh...» Çünkü onlar maktulün diyetini sadece onun mahallede bulunmasıyla değil, velinin iddiasıyla öderler. Velisi mahalle halkı haricinde başka birinin öldürdüğünü iddia ederse, artık onların öldürdüğünü iddia etmesi mümküm olmaz. Çünkü şartı yoktur. T. Şumnî'den.



Tatarhaniye'den zikredeceğimiz üzere, mülk de mahalle gibidir.



«... Ve mahalle halkından kasâme düşer ilh...» Velilerden biri mahalle halkı haricinde birinin öldürdüğünü iddia etse ve diğer veliler orda bulunmasalar; iddia eden velî bulunmayan velilerin kasâmede velileri değilse kasâme düşmez. Eğer velilerden biri : «Amr öldürdü» bir diğeri de, «Onu öldüreni bilmiyorum» deseler bu birbirlerini yalanlama olmaz. Fakat kasâme düşer. Sâihani, Zahidi'den...



Sâihanî burada davalıya ait olan hükmü zikretmedi. Bu meselenin hükmü İtkânî'nin şu zikrettiğidir: «Eğer veli delil getirirse kabul edilir, getiremezse o zaman davalının bir kere yemin etmesi istenilir; Yemin ederse diyet ödemekten kurtulur etmezse: dava hataen öldürme ise o zaman sabit olur. Kısas davası ise ikrâr edinceye veya yemin edinceye yada -İmam-ı Azam'a göre- açlıktan ölünceye kadar hapsedilir. İmameyn de erş lazım olduğunu söylemişlerdir. özetle... Bu bahsin tamamı İtkânî'dedir.



«Kasâme düşmez ilh...» Yani zahiri rivayete göre. Mevahib. Çünkü Şârih kasâmeyi başlangıçta mahalle halkına gerekli görmüştür. Buna göre velinin mahalle halkından birinin katil olduğunu iddia etmesi Şarih'in meşru kıldığı şeye ters düşmez. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkına sabit olur. Kifâye.



«Bazı âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir ilh...» Bu da Zahiri rivayetin dışında Ebû Yusuf'tan yapılan bir rivayettir. Buna göre; Kasâme ve diyet geri kalan mahalle halkından düşer. Velîye, «Delilin varmı? diye sorulduğunda olmadığını söylerse o zaman davalının bir kere yemin etmesi istenilir. İbnu'l-Mübarek Ebu Hanife'den bunun benzerini rivayet etmiştir. Zeylaî.



«Diyeti... adı geçenlerden onun yanında bulunanın âkidesi üzerinedir...» Yâni kasâme vacip olur. Yemin ettiği zaman da diyet âkilesi tarafından ödenir.



Alimlerden bazıları bunun hayvanın belirli bir mâliki olsun veya olmasın ifadesinden daha ummî olduğunu söylemişlerdir. Kitab'ın mutlak ifadesi işte bu sebeptendir. Bazıları ise o hayvanın bir sahibi olduğu takdirde kasâmenin ve diyetin, kendisi üzerine olduğunu söylemişlerdir.



Musannıf birinci görüşe göre hüküm vermiştir. Çünkü o ileride hayvan onların mülkü değilse... demiştir. O zaman hayvan ile ev arasındaki fark hayvanın sahibine vacip oluşu evde oturana ise vacip olmayışıdır. Nitekim ileride geleceği üzere sahibi evini kiraya vermiş de olsa rey ve idarede binadan eli kesilmez. Ama hayvan bunun hilâfınadır. Onda tasarruf hakkı, hayvanı elinde tutanındır.



«O zaman diyet hepsinin üzerinedir ilh...» Yâni âkileleri üzerine... Kasâme ise kendileri üzerinedir. İnâye.



«Onların mülkü olmasa bile îlh...» Yani ister hayvan onların mülkû olsun ister olmasın. Hayvan sahibi adı geçenlerden biri olursa bakılır: Meselâsüren kişi sahibi ve binen veya çeken kişi de yabancı olsa yada bunun aksi olsa o zaman diyet hem sahibinin hemde binenin veya çekenin üzerinedir. Musannıfın mutlak ifadesi bu suretlerin hepsini kapsar. İtkânî'nin zikrettiği «eğer maktul bir gemide bulunsa, diyeti gemide bulunan, gemi sahibi ile yolcuların üzerinedir. Çünkü gemi hareket eder ve döner. O zaman da, onda tazminat yardım ile değil hayvandan olduğu gibi zilliyetin sübûtu iledir,» ifadesi de buna delâlet eder. Bunu Sa'dî ifade etmiştir.



«Çünkü onların ellerinde olmasına göre hükmedilir ilh...» Bu söz hayvan ile bina arasındaki farka işaret eder.



«Bazı âlimler tarafından da kasâmenin sürenin üzerine vacip olmadığı... söylemiştir ilh...» Hayvanı çeken ve binenin de süren gibi olması münasiptir. Remzî'den naklen Hamevî'de yer alan ibarede buna îşaret etmektedir: Açıktan bir cenaze taşısalar ve sonrada onun öldürülmüş olduğu meydana çıksa onda hiçbirşey gerekmez. Ebu's-Suud.



«Cevhere'de de bu görüş kat'î olarak ifade edilmiştir ilh...» Şu kadar var ki Kifâye'de bu hükmün Ebu Yusuf'tan Zahirî rivayetin dışında bir rivayet olduğu söylenmiştir.



«Eğer üzerinde bir maktûl akm bu hayvan... geçse ilh...» Yani onunla beraber hiçkimse olmadığı halde... Miskin. Zira onunla beraber bir sürücü veya benzeri birisinin olmasının, hükmü yukarda geçti.



«Veya iki kabile ilh...» veya iki yol veya iki mahalle... Kuhustânî.



«Hangisi daha yakınsa onun üzerinedir ilh...» Yâni hangisi maktûla daha yakınsa... Böyle olması, hiçkimsenin mülkü olmayan yerde bulunduğu zaman da söz konusudur. Ama birinin mülkünde olursa, mülk sahibi üzerinedir. Kuhistânî buyakında gelecektir. Kuhistâni demiştir ki: «Bu ifade maktul bir köyün toprağı ile diğer bir köyün binaları arasında bulunduğu zaman kasâme ve diyetin bunlardan daha yakın olanın üzerine olduğunu bildirmektedir.



«Eğer ikisinin de cesede yakınlığı eşitse zaman her ikisinin de üzerine kasâme gerekir.» Şayet köylerden birinde bin kişi diğerinde ise daha az kişi olsa diyet her iki köy halkı üzerine ihtilafsız olarak yarı yarıyadır. T. Hidiye'den.



Ben derim ki! Maktulun velisinin davacı olmasının kasâmenin şartlarından olduğunu biliyorsun. O zaman iki köye eşit mesafede bulunan maktulün velisi köylerin birinden davacı olup diğerinden olmasa hüküm nasıl olur? Bana zahir olan şudur: Maktulün velisi maktule eşit mesafedeki iki köyün birisinden davacı olsa kasâme diğerinden düşmez, çünkü kasâme her iki köye de vaciptir. O zaman bu bahis şöyle olur: Mahalle halkından belirli bir kişiden davacı olsa kasâme diğerlerinden yine düşmez. Ama eğer daha uzak olan köy halkından davacı olsa bu. daha yakın olan köy için ibrâ sayılır. Çünkü aslında. sadece daha yakın olandan davacı olması gerekiyordu. Bu mesele mahalle halkından olmayan birisinden davacı olduğu zaman mahalle halkının ibra edilmiş olmasına benzer... Bu bahis araştırılsın.



«Burada hayvan» ile kayıtlanması ittifâkidir». Eğer iki köy arasında atılmış olarak bulunsa hüküm yine aynıdır. T.



«Köylerin her ikisinden de hayvanın bulunduğu yere ses ulaşması şarttır ilh...» Zeylaî ve Hidâye sahipleri bu şartı «kîl» (denildiki) sözü ile tabir etmişlerdir Şu kadar var ki Hâniye ve Velvaliciye'de bu şart kesin bir dille ifade edilmiştir. İbnu Kemal ve Dürer sahibi de bu ikisine uymuşlardır. Dürer sahibi bunu musannıf gibi metin olarak almıştır. Mevahip'te de aynen böyledir. Bunun illeti zahirdir ve şunu ifade etmektedir ki: Eğer o maktulun bulunduğu yerden ses ulaşmazsa kanı heder olur, şu kadar var ki böyle olması o yerin kimsenin mülkü olmaması veya hususi yada umumi zilliyette olmaması halindedir. Bunun takriri ileride gelecektir.



Bir hükmün «kile» denildi sözcüğü ile ifade edilmesi, onunzayıflığına delalet eder. (Redaktör)



«Zeylâi'nin ibaresi de böyledir ilh...» Yâni bazı nüshalarda olduğu gibi... Bazı nüshalarda ise Dürer'deki ifade gibidir ve Bunların hepsinin bir tek manaya irca edilmesi mümkündür. Demekki, metindeki ifade gibi olursa «köylerin duyması» şarttır. Dürer'deki gibi ifade edilirse «ondan ses ulaşması» şarttır. İşte bu da Kûfî'deki ifade ile kasdedilenin aynıdır. zira genellikle köylerin halkları maktulün sesini duyacakları bir yerde oldukları takdirde maktül de onların seslerini duyar. Şu kadar var ki tazminatın sebebi onların onu kurtarmada kusurlu olmalarıdır. O zaman akla gelen maktulün köylülerin seslerini duyması değil, onların maktulün sesini duymalarıdır. Bundan dolayı Şarih de musannıfın sözünden murad edilen şeyin açıklanması için burada Dürer ve diğer kitapların ibarelerini aldı. Sen düşün.



M E T İ N



Maktulûn bulunduğu yerin durumuna bakılır. Eğer mülk ise kasâme maliklerine, diyet de maliklerin âkileleri üzerine vaciptir.



Bilinen kimselere vakfedilen mülkün durumu da böyledir. Zira itibar mülk ve velâyetedir. Nitekim musannıf Velvâliciyye ve Bezzaziye'ye istinaden böyle ifade etmiştir.



Ben derim ki: Dürer ve diğer kitaplara uyularak. ileride metinde bunun tasrihi gelecektir. Buna göre, «yakınlığa» itibar edilmez. Ancak maktül hiçkimsenin mülkünde ve zilliyetinde olmayan mübah bir mekanda bulunduğu takdirde «yakınlığa» itibar edilir. Aksi halde kasâme mülk sahibi ile malı elinde tutan üzerinedir. Velâyet ve zilliyetten murat: o mekân, sayılabilecek bir topluluğunda olsa özel mülkiyettir. Eğer maktulün bulunduğu yer müslümanların umumuna alt bir yer olsa. o zaman hiçkimse üzerine kasâme ve diyet yoktur.



Şu kadar var ki, onun diyeti hazineden verilir. Bu ileride gelecektir. Sen düşün. Zilliyetten murad da, hak edilmiş zilliyettir.



Valinin, sahiplerinden zulmen aldığı topraklara gelince, uygun olan buralarda bulunan bir maktulün kanının heder olmasıdır. Çünkü gâsıp üzerine diyet yoktur. Kuhistanî Kirmânî'den naklen... Araştırılsın.



Eğer maktulün bulunduğu yer sahipsiz olup, ama müslümanların ellerinde bulunursa o zaman diyetin beytü'imâlden verilmesi gerekir. Zira biz zikrettik ki eğer ses duyulacak bir yerde olsa onu kurtarmak sesi duyan kişi üzerine vaciptir. Velvaliciye'de de aynı şekildedir. Vetvâliciye'de denilmiştir ki: Maktül bir adamın bir köyün yanındaki tarlasında bulunsa ve toprak sahibi de o köy halkından olmasa, kasâme ve diyet köy halkına değil toprak sahibinedir. Çünkü itibar mülke ve velâyetedir. Ben derimki:



Bu sarahaten şunu ifade etmektedir, yakınlığa mülk ve vakıf olan mekanda değil ancak mübah olan yerlerde itibar edilir, çünkü toprağı idare sahibine aittir. Bu bahis ileride metin olarak gelecektir. Dikkatli ol!



Eğer maktül bir insanın evinde bulunsa, kasâme ev sahibi üzerinedir. Şayet âkinesi de orada bulunuyorlarsa onlar da kasâmeye dahil olurlar. Ebu Yusuf buna muhalefet etmiştir. Mülteka. Eğer o binanın ona ait olduğu hüccetle sabit olursa ve âkilesi de varsa diyet âkilesinedir. Aksi halde k6ndl üzerinedir. Nitekim ileride gelecektir.



İ Z A H



«Bilinen kimselere vakfedilen mülkün durumu da böyledir ilh...» Yani ileride geleceği gibi kasâme ve diyet onların üzerinedir.



«Bilinen kimselere ilh.» Bu ifade ile fakir ve düşkünler gibi genel bir şekilde anılan bilinmeyenler bu hükmün dışına çıktılar. Böyle bir yerde bulunan maktulün diyetinin beytü'l-mâlden verilmesi gerekir. Nitekim musannıf bunu ileride bahis olarak zikredecektir.



«Zira itibar mülk ve velâyetedir ilh...» Şarihin bu sözünde itirazi bi görüş vardır. Çünkü vakıfta velâyet vâkıf yapanın veya onun mütevelli kıldığı kimsenindir.



«O zaman ilh...» Yani diyeti: mülkte ve hususi olarak bir şahsa vakfedilen malda sahipleri üzerinedir. O zaman sesin duyulması ile kayıtlanan yakınlığa itibar edilmez. Yakınlığa ancak hiçkimsenin mülkü ve hususi zilliyeti olmayan mübah toprakta itibar edilir. Mübah arazi (sahipsiz arazi) altına iki şey daha olur. Birisi, hiçkimsenin faydalanmadığı bir kır diğeri de müslümanların elinde bulunan ve faydalandıkları bir kırdır. Demekki bu kırların her ikisinde de yakınlığa itibar edilir. Yani sesin duyulacağı en yakın olan yere bakılır, o zaman kasâme daha yakın olan yer halkına vacip olur. Eğer maktulün bulunduğu yerden ses duyulmuyorsa, o kır müslümanların elinde olduğu takdirde maktulün diyeti hazineden verilir. Nitekim musannıf bunu yakında zikredecektir. Aksi halde kanı heder olur. Nitekim musannıfın «onlardan sesin ulaşması şarttır» sözünden anlaşıldı. Bunu yukarda beyan etmiştik. Bu da Tahavî'nin Hindiye'den, Hindiye'nin de Muhit'ten naklettiği şu sözlerdir: «Maktul bir kırda bulunsa; eğer kır mülk ise kasâme ve diyet onun sahibi ile kabilesi üzerinedir. Ama şayet mülk değilse bakılır, eğer oradan şehre ses ulaşıyorsa o zaman kasâme şehir halkı üzerinedir. ulaşmıyorsa müslümanlar o sahradan odun kesmek, ot biçmek ve hayvan otlatmak gibi şeylerle faydalandıktan takdirde diyet hazineden ödenir. aksi halde kanı heder olur» Özetle.



Buna göre: Haniye'nin «maktül sahipsiz bir yerde olur, ve orası da müslümanların zilliyetlerinde ise diyet hazineden verilir» sözü, diyetin hazineden verilmesinin o sahipsiz yere ses ulaşacak kadar yakın şehir veya köyün olmaması haline hamledilir. Çünkü Hâniye'de evvela sesin ulaşması katiyetle şart kılınmıştır. Nitekim bunu Hâniye'den naklen daha Önce söylemiştik. Burun özeti şudur: Evvela muteber olan mülkiyet ve hususi zilliyet sonra yakınlık sonra da amme zilliyetidir.



BİR UYARI: Tatarhaniye'de: «Eğer maktulün bulunduğu yer hiç kimsenin mülkü değilse ve oradan ses duyuluyorsa kasâme ve diyet şehirdeki o yere en yakın olan kabileler üzerinedir» Denilmektedir. Bu ibare şunu ifade ediyor: Kasâme şehir halkının tümü üzerine değil şehirdeki o yere en yakın olan kabile üzerinedir. Unutulmasın...



«O yer sayılabilecek kadar bir toplumunda olsa ilh...» Yani o yer ya bir kimseye veya bilinen kimselere vakfedilen mülk gibi, sayılabilecek çoklukta kimselerin mülkü olsa...



«Ancak onun diyetinin beytü'lmâl'den verilmesinin vacip oluşu ileride gelecektir.» Yani yakında metinde gelecektir.



«Sen düşün» Şârih bununla iki görüşün uyuşturulmasının mümkün olduğuna işaret etmiştir. Bu da Bedayi'nin «hiçkimse üzerine diyet yoktur» sözünün insanlardan hiç kimse üzerine diyet olmamasına hamledilmesidir. H. Yani o zaman bu ifade diyetin hazineden verilmesinin gerekli oluşuna zıt olmaz. Şu kadar var ki bu da, insanlardan hiçkimseye yakın biri yerde bulunmadığı zaman da söz konusudur. Aksi halde önceden bilinmediği gibi diyet sesi işitebilecek kimseler üzerinedir.



«Araştırılsın.» Ben derim ki: Bunun araştırılması şöyledir: Bu mesele ihtilâflıdır. Zira Kuhustani'nin Kirmânî'ye isnad ettiği «yeri gasbeden kîşiye diyet yoktur» sözü, musannıfın ileride gelecek olan «eğer mülk satılsa fakat kabzedilmese» sözünün yanında, Hidâye Şerhlerinde zikrolunan ifadedir. Zeylaî de; o bahiste şöyle demektedir; Bu bahis binanın emanet olduğu durumun aksinedir. Çünkü bina emanet olduğu takdirde tazminat malikinin üzerinedir. Çünkü tazminat korumayı terketme tazminatıdır. Korumayı terketme tazminatı da ancak korumaya gücü yeten kimse üzerine vaciptir. Korumaya gücü yeten de niyabeten değil asaleten zilliyete sahip olandır. Emanet alanın zilliyeti ise niyâbeten zilliyettir. Müstair ve müretehin de böyledir. Gâsıp da bunlar gibidir. Zira gasıbın zilyedliği de emaneten olan bir zilyedliktir. Çünkü bize göre akâr gaspla tazmin olunmaz. Bu Nihâye'de zikredilmiştir. Hidâye'de de, gasıbın gasbettiği yerde bulunan maktulün tazminatının gasıba ait olduğuna delalet edecek sözler zikredilmiştir: Yani Hîdaye bu hükmü «akorda go$p tohckkırit eder» görüşü üzerine bina etmiştir. Bunu da imamlarımızdan bir çokları tercih etmiştir. Minah.



«Eğer maktutun bulunduğu yer sahipsiz bir arazi ise ilh...» Yani yukarda belirttiğimiz gibi oradan da ses duyulmuyorsa.



«Zira biz zikrettik ki: ilh...» Velvâliciye bunu, daha evvel gecen «diyet ve kasâme köylerden ses duyulacak kadar yakın olanın üzerine vaciptir» sözüne gerekçe olarak zikretmiştir. Şu. kadar var ki Velvalciye, ta'lil ile muallel arasını musannıfın metin olarak zikrettiği, «mekanın haline itibar edilir» sözü ile ayrılmıştır. Şarih de bu ayırımın onun illeti olduğunu zannetmiştir. Halbuki öyle değildir. Zira burada diyetin hazineden ödenmesinin mâmur yerlerde sesin duyulmayacağı kadar uzak olması halinde olduğunu biliyorsun.



«Toprak sahibi de o köy halkından olması ilh...» Bu sözün mefhumu muhalifi (zıddından anlaşılan) şudur: Eğer yerin sahibi de. o köy halkından ise, köy halkı onun akilesi olduğu takdirde o da köy halkına dahil olur. Düşün.



«Bu açıktır ilh...» Şârihin daha önce söylediği «o zaman yakınlığa itibar edilmez» sözü ile birlikte bu ifadesine hiç ihtiyaç yoktur.



«Çünkü toprağı idare etmek ilh...» Şârihin bu sözü düşürülmüş bir ifadenin gerekçesidir. O da şudur: Aksi halde diyet malikin ve velayet sahibinin üzerinedir. Çünkü... T.



«Kasâme ev sahibi üzerine gerekir ilh...» Buna göre o, tekrar tekrar yemin eder. Vetvâliciye. Bina kilitli olup içinde hiçkimse olmasa bile durum aynıdır. Tûrî. Kasâmenin ev sahibi üzerine oluşu maktülün velisinin ev sahibinin katil olduğunu iddia ettiği zaman da söz konusudur. Ama eğer maktulün velisi başka birinin katil olduğunu iddia ederse ev sahibine ne kasâme ne de diyet vaciptir. Tatarhâniye.



«Eğer âkilesi de orada bulunuyorlarsa ilh...» Yani Burhan'dan naklen Şurunbulâliye'de de belirtildiği gibi âkilesi de onun şehrinde bulunsalar...



«Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira o, «Akilesi kasâmeye dahil olmaz, zira bir başkasının onun binası üzerinde velâyet yoktur» demiştir.



İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'in delilleri şudur: Akile birbirlerini korumak ve yardımlaşmak için toplandıklarından dolayı sahibini korumakla birlikte evini korumak da onlar için gereklidir. Bunun aksine eğer akilesi o şehirde değillerse kasâmeye dahil olmazlar. Velvâliciye.



M E T İ N



Kasâme ve diyet; hıtta ehli imam. bir yeri fethettiğinde kendilerine verdiği kişilere aittir. Onlardan bir kişi de kalsa hüküm aynıdır. Orada oturanlarla, o yeri alanların vazifesi değildir. Ebu Yusuf ise kasâme ve diyette bunların hepsinin müşterek olduklarını söylemiştir. Eğer oranın ilk sahiplerinin hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icma ile müşterilerin üzerinedir.



Eğer maktul bir topluluğun ortak olduğu bir binada bulunsa ve binanın ekserisi birisinin olsa o zaman diyet şuf'a gibi ortakların sayılarına göredir.



Eğer bina satılsa alan kimse onu kabzetmeden içinde birisi ölü olarak bulunsa diyeti satanın âkilesi üzerinedir. Muhayyerlikle satılan bir mülkte bulunan maktulün diyeti ise evi elinde tutanın akilesi üzerinedir. İmameyn bu görüşe muhalefet etmiştir. Şâhitler, maktulun bulunduğu evin zilyede ait olduğuna şahitlik edinceye kadar akile diyeti ödemez. ZiIyed, öldürülenin kendisi de olsa durum aynıdır. Nitekim ileride gelecektir. Sadece zilliyetlik kâfi değildir, hatta eğer yalnız zilliyet yeterli olsa idi ne akilesi ne de kendisi diyeti ödemezdi. Dürer. Dürer buna gerekçe olarak şöyle demiştir: «Varisler için yine varislerin aleyhine diyet yüklemek mümkün değildir.» Ancak bunda da bir yanlışlık var. Zira diyetin maktul için alındığı takarrur etmiştir. Hatta vârislere hiçbirşey kalmasa bile borçları diyetten ödenir. Sonra da varisleri ona hâlef olurlar. Bu durumda diyeti varislere yüklemek (varisler için değil) ölü için olur. Böyle söylenmiştir.



Ben derim ki: şöyle de denilebilir: «Maktul kendisi için diyet veremediğine göre, şüphe kuvvetli olduğu için başkası da hayda hayda veremez». Sen düşün.



Eğer bir maktul bir gemide bulunsa kasâme ve (Dürer) diyeti ittifakla gemide bulunan yolcularla gemi mürettebatı üzerinedir. Çünkü gemi hayvan gibi onların elindedir. Arabanın hükmü de gemininki gibidir.



Bir mahalle mescidinde ve mahalle halkına hâs bir sokakta bulunan bir maktûlun kasâme ve diyeti İbnu Kemal'in de Bedayi'e istinaden ifade ettiği gibi mescidin cemaatı veya sokak halkı üzerinedir. Molla Hüsrev bunu tahkik etmiş, musannıf da ikrar etmiştir.



Mülk olan bir sokakta bulunan maktulun kasâme ve diyeti de o sokağın sahipleri üzerinedir.



İmam Ebû Yusuf'a göre ise sokakta oturanlar üzerinedir. Mülteka.



Mülk olmayan sokak ile önü açık olan cadde, hapishane ve büyük camide ve müslümanlardan birinin veya sayılabilecek bir cemaatin olmayıp müslümanların umumunun tasarrufta bulundukları yerde bulunan maktul için hiçkimse üzerinde kasâme ve diyet yoktur. İbnu Kemâl onun diyeti ancak hazineden verilir. Zira sorumluluk menfaatle olur. Sonra, zikredilen yerlerde diyetin hazineden ödenmesi o yerin mahallelerden uzak olması halindedir. Mahallelere uzak değil de yakınsa o zaman kasâme ve diyet maktulun bulunduğu yere en yakın mahalle halkı üzerine vacip olur. Çünkü o, mahalle halkının koruması ile korunabilir. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkı üzerinedir.



Maktül mahallelerden uzak bir sokakta olur ve geceleri orada oturan bulunur veya birisinin orada mülkü varsa kasâme ve diyet aynı şekilde onun üzerinedir. Çünkü onun o yeri koruması gerekir. Bu durumda kusurlu olmakla suçlanılır. Kusurun gerektirdiği kasâme ve diyet de kendisine gerekir. Nihâye'ye nispetle İnaye'de böyle denilmiştir.



Ben derim ki: Merhum Osmanlı müftüsü Ebu's-Suud efendi de böyle fetva vermiştir. Bu ifade her nekadar metinlerde olmasa bile musannıf buna itimad etmiştir. Zira bu fetvâların ve şerhlerin ekserisinde sarahaten söylenmiştir. Unutulmasın...



İ Z A H



«Kasâme ve diyet ilh...» Müfred olan zamire riayet edilerek yalnız kasâme denilseydi,. daha iyi olurdu. Çünkü diyet inâye ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre tarlaya ilk mâlik olanın akilesi üzerine vaciptir. Şurunbulaliye'de şöyle denilmektedir: «Mahalle konusunda olduğu gibi burada da tafsilat vermesi uygundu». Buna göre maktulun velileri. onun kasden öldürüldüğünü iddia ederlerse diyeti hıtta ehlinin (devlet başkanının fethettiği araziyi ilk verdiği kişiler) kendisinin ödemesi gerekir. Eğer hatâen öldürüldüğünü iddia ederlerse o zaman âkilelerinin ödemeleri gerekir. Ebu'sSuud zahiri rivâyete muhalif olduğu için bu tafsilata itiraz etmiştir. Nitekim yukarda da geçmişti.



«Hıtta ehline aittir ilh...» Hıtta ehli Talibe (tû't-talibe) adlı eserde belirtildiğine göre: Devlet başkanının araziden ifraz edip ayırarak bir şahsa verdiği parçadır. Kuhistanî.



«Oturanlarla... üzerine değil ilh...» Müstecirlerle müstairler gibi... O zaman kasâme, gaib de olsalar malikleri üzerinedir. Tâtarhâniye. Hibe, mehir, vasiyyet veya mülkiyet sahiplerinden herhangi bir sebeple malîk olanlar da herne kadar o araziyi kabzetseler bile yine müşteriler gibidirler. Kuhistâni.



«Eğer Hak sahiplerinin hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icmâ ile müşterilerin üzerinedir ilh...» Yani orada oturanlar üzerine değil. Bunun özeti şudur: Bir mahallede. eskiden beri mülk sahibi olanlar ve yeni mülk sahibi olanlarla icâr ve lâre ile oturanlar olsa kasâme yalnız eski mülk sahipleri üzerinedir. Çünkü oranın yönetim yetkisi onlara aittir.



Bir mahallede yeni mülk sahipleri ile icâr ve iâre ile oturanlar olsa o zaman kasâme yeni mülk sahiplerinin üzerinedir.



Sadece icâr ve iâre ile oturanlar olduğu zaman onlara hiçbir şey yoktur. Bu zikredilenlerin hepsi İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. Ebu Yusufa göre ise her üç sınıf da kasâmenin vücubunda eşittirler. Bu bahsin tamamı Tahâvi şerhindedir.



Bazı âlimler tarafından şöyle denilmiştir: «Kasâmenin hıtta ehlinin üzerine vacip oluşu onların örfüne göredir, bizimkine göre ise kasâme müşterilerin üzerinedir. Çünkü Kirmâni'de de işaret edildiği gibi yönetim müşterilere aittir.» Kuhistanî.



«Mahalle» ile kayıtlanmasının sebebi şudur: Maktul müşteri ile hıtta sahibi arasında müşterek olan bir binada bulunsa fukahanın icmâ-ı ile kasâme ve diyette her ikisi de eşittirler. Bu bahsin tamamı İnaye'dedir.



«.. Ortakların sayılarına göredir ilh...» Binanın yarısı Zeyd'in onda biri Amr'ın geri kalanı da Bekir'in olsa kasâme hepsinin üzerine, diyet de eşit olarak onların akileleri üzerinedir. Zira korumakta ve yönetimde, mülkte payı az olanla çok olan eşittirler. Ortak bir ırmakta bulunan bir maktûlün hükmü de yukarıdaki gibidir. Kulhistanî.



«Satanın akilesi üzerinedir ilh...» Yani diyet satanın akilesi üzerinedir. Şârihler böyle söylemişlerdir. Minah'ta da «diyet ve kasâme satanın âkilesi üzerinedir» denilmektedir.



Ben derim ki: Geçen şu tafsilatın burada da câri olduğu açıktır: Binasında maktul bulunan kimsenin akilesi de aynı şehirde iseler, o zaman onlarda onunla beraber kasâmeye dahil olurlar. Yoksa olmazlar. Sen düşün.



«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira-İmameyn şöyle demişlerdir: «Eğer mebi'de muhayyerlik yoksa diyet ve kasâme müşterinin akilesi üzerinedir. Muhayyerlik varsa, o zaman kasâme ve diyet muhayyerlik hakkına sahip olan tarafın akilesi üzerinedir. Muhayyerlik ister satıcının olsun isterse müşterinin..» İbnu Kemâl.



Bunun özeti şudur: İmamı Azam zilliyete itibar etmiştir. İmameyn ise mülkiyet varsa ona itibar etmişlerdir. Olmadığı zamanda mülkiyetin kararı üzerine tevakkuf edilir. Kifâye.



«Şahitler, maktulün bulunduğu evin zilliyet sahibine ait olduğuna şehadet edene kadar akille diyeti ödemez ilh...» Yani âkile o evin, evi elinde tutana ait olduğunu inkâr ederek onun emanet, iyreti veya kira olduğunu söyleseler diyeti ödemezler. Ancak, şahitler onun mülkü olduğuna dair şahitlik ettikten sonra öderler. İnâye.



«Yalnız zilliyet de kafi değildir ilh...» Zira zahiri hal, bir şeyi haketmek için delil olmaya uygun değildir ama vermek için uygundur.



«Hatta eğer yalnız zilliyette olsa ilh...» Yani yalnız zilliyetle olsa. H. «Dürer ilh...» Dürer'in ibaresi şöyledir: «İçinde maktül bulunan bina onu elinde tutana ait olduğu delille sabit olursa bina sahibinin akilesi diyeti öder. Akilenin diyeti ödemesi akile bulunduğu takdirdedir. Ama akilesi yoksa, birkaç kez geçtiği gibi diyet kendi üzerinedir. Diyetin onun üzerine olması da sadece zilliyetle değildir. Hatta eğer sadece zilliyetle olmuş olsa ne âkilesi ne de kendisinin ödememesi gerekirdi. «Kendisi» sözünün manası şudur: Yani âkilesi olmadığı zaman kendisi ödemez.



Meselenin özeti şudur: Bir adamın elinde bir ev olsa ve onda bir maktül bulunsa o maktül ister zilliyet olsun ister başkası olsun her iki surette de sadece zilliyetlik sebebiyle varsa akilesi üzerine, yoksa kendisi üzerine diyet ödemek gerekmez. Diyet ancak o evin, malı elinde tutana ait olduğu sabit olduğu takdirde vacip olur. Mülkiyetin zilliyet'e ait olduğu sabit olduğu bakılır; eğer maktul ev sahibinden başkası ise diyet ev sahibinin akilesi üzerinedir, akilesi yoksa kendisinedir. Ama şayet bulunan maktul ev sahibinin kendisi olursa, bu ihtilaflı bir meseledir. Musannıf bunu daha sonra zikredecektir.



İmama göre evinde öldürülmüş olarak bulunan kimsenin diyeti varislerinin akilesi üzerinedir. İmameyne göre ise bundan dolayı hiçbirşey icap etmez. Zira varisler için varisler aleyhine birşey yüklemek mümkün değildir. Burada İmamın delili şudur: Diyet maktül için alınır, varislerde onun halefi olurlar. Buna göre varisler üzerine diyet yüklemek varisler için değil maktul içindir. Ancak İmam'ın bu deliline şu itiraz varid olabilir:



Eğer ne maktulün ne de varislerinin akilesi varsa o zaman kendisi için diyet ödemediğine göre başkasıda onun için öncelikle ödemez.



Burada Şarih'in takririnden murad da budur. Şu kadar var ki Şarih'in buradaki tabiri araştırılarak ifade edilmiş değildir. Sen düşün. Bu sözün tamamı yerinde «ihtilaflı mesele» adı altında gelecektir.



«Kasâme ve diyet ilh...» Zâhir olan şudur: diyet akileleri üzerine değil de kasâme gibi gemidekilerin üzerinedir. Çünkü akileleri orada değildirler. O zaman ev meselesinde geçen tafsilat burada geçerli olamaz.



(Açık olan şudur ki diyet.... sözü) Bilinmelidir ki burada doğrusu diyet değil kasame denilmesiydi. Zira gerekçede buna delalet eder. Çünkü âkilenin üzerine diyeti icap ettiren hiçbir kimse akilenin hazır olmasını şart kılmamıştır. Ancak kasamede hazır olmalarını şart kılmışlardır. Nitekim «ev meselesinde» de bu geçti. Düşün.



«Gemide bulunan ilh...» Bu ifade geminin sahiplerini de kapsar. Hatta gemide bulunan ile gemide bulunan yolcular üzerine de diyet gerekir. Aynı şekilde kürekçilere de icabeder. Bu hususta mal sahibi olanla olmayan eşittirler. Hidâye.



«İttifakla ilh...» Bu ittifak, Ebu Yusuftan rivayet edilene göre açıktır. Çünkü o. mahallede bulunan maktul hususunda mahalledeki mal sahipleri ile kira veya iyreti olarak oturanlar eşit kabul etmiştir. Demekki bu meselede aynı şekildedir. Ebu Hanife ve Muhammed ise mahallede oturanları, mahalledeki mal sahiplerine ortak kabul etmezler, çünkü mahalleyi yönetmek oturanlara değil mal sahiplerine aittir. Gemide ise mal sahipleri ile oturanlar eşittirler. Çünkü gemi yerinde sabit olmayıp hareket etmektedir. O zaman onda muteber olan hayvanda olduğu gibi, mülkiyet değil zilliyettir.



Gemide bulunanlar ile sahipleri gemi hareket ettiği müddetçe zilliyette eşittirler. Mahalle ile ev ise bunun aksinedir. Çünkü onlar hareket etmezler. Kifaye.



«Bir mahalle mescidinde ilh...» Kabile mescidi de mahalle mescidi gibidir. Mülteka'dan naklet Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: Eğer bir kabilenin mescidinde bir maktûl bulunsa onun kasâme ve diyeti o kabilenin akilesi üzerinedir. Eğer mescidin kime ait olduğu bilinmeyip orada ancak yabancılar namaz kılıyorlarsa bakılır: Eğer mescidin arsasını alıp yapan biliniyorsa kasâme ve diyet onun akilesi üzerinedir. Bilinmiyorsa o zaman kasâme ve diyet mescide en yakın olan evin sahibi üzerinedir. Eğer mescit çıkmaz bir sokakta ise ve o sokağın namaz kılınacak yeri bir tane ise o zaman maktulün kasâme ve diyeti o çıkmazdaki binaların sahiplerinin akileleri üzerinedir.



şayet birkaç mescidi olan bir kabile içinde bir maktul bulunsa o zaman diyet ve kasâme kabile üzerinedir. Eğer onlar bir kabile değillerse o zaman mahalledeki mülk sahipleri üzerinedir. Her mescidin cemaatı o mescidin mahallesinin halkıdır.



«Mahalle halkına hâs ilh...» Musannıfın «büyük cadde açık olandır»



sözünden anlaşıldığı gibi mahalleye has olan caddeden maksat önü kapalı olandır.



«İbnu Kemâl'in de tahkik ettiği gibi ilh...» Bilinmelidir ki Molla Hüsrev Dürer'de yolu ikiye ayırmıştır. Birisi «hâs» olandırki önü acık değildir. Diğeri de umumî olandır ki bununda önü açıktır. Bu da yine iki kısımdır:



Birisi mahalle caddesidir. Çoğunlukla oradan mahalle sakinleri geçer. bazen başkaları da geçebilir. Diğeri ise büyük caddedir. Oradan ise herkes eşit olarak geçebilir. Musannıf da Minah'ta bunu ikrar etmiştir. İbnu Kemal ise Şurunbulâliye'de bu hükme «bu kabul edilemez» diyerek itiraz etmiştir. Sahih olan yorum ise şudur: Mahalle caddesinden maksat mahalle halkına hâs olan yoldur. Bu da ancak önü açık olmayandır. Çünkü kasâme ve diyetin lüzumu yönetim ve korumayı terketme itibariyledir. Bu da ancak mahalledeki özel tasarrufla olabilir. İşte bundan dolayıdır ki Bedâyi'de, «Büyük bir mescitte ve umumi akın cadde ve köprüde kasâme yoktur. Çünkü buralarda ne mülkiyet ne de hususi bir zilliyet vardır» denilmiştir. İşte bu izahla, «Şarih'in: Molla Hüsrev bunu tahkik etmiştir» sözünün hatalı olduğu anlaşılır.



«Büyük cami de ilh...» Büyük camide bulunan maktulün kasâmesinin olmaması, camiyi inşa edenin bilinmemesi halindedir. Ama eğer biliniyorsa kasûme bâninin, diyet de akilesinin üzerinedir. Kuhistani.



Mültekâ'dan naklen Tâtarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Büyük bi