İSTİSNA BÂBI

METİN



İstisna; bir şeyin yapılmasını istemek manasına gelir. Standart herhangi bir malın, sipariş edilmesi demektir. Bu belirli bir süre tayin edildiği takdirde, kendisinde örf ve taamülün bulunup bulunmaması söz konusu olmaksızın selem sayılır. O zaman selemin şartlarına riayet edilmesi gerekir. Süre kelimesini, bir mühlet isteme babında zikretmiştir. Bu, acele edilmesi manasına değildir. Zira süre belirlenemeyecek olur veya süre bulunmayacak olursa. selem olmamaktadır. Sahibeyn göre istisna aktinin ancak örfen taamül bulunan eşyada olduğu, sure olmayanlarda ise eğer ki halk arasında taamül varsa ki mest yaptırma güğüm yaptırma, leğen yaptırma gibi hususlarda sahihtir, muteberdir.



İstisna aktinin, bir vaad mi yoksa bir satış akti mi olduğu konusunda İhtilaf edilmiştir. Sahih olan görüşe göre, bir vaad (söz verme) değil bir satış aktidir. Bu hüküm üzerine de şu hususlar bina edilmiştir: Yani satış akti olduğuna göre iş yapan sanatkar, iş yapmaya zorlanır. «Yap» diyen kişi de, bu talebinden vazgeçmez. Eğer bu akit değil, bir vaad olmuş olsaydı gerekmezdi. İstisna aktinde satılan mal, bizatihi yapılması istenilen maldır. İşçinin ameli ve işçiliği değildir. İmam Berdai'nin görüşü, bunun hilafınadır. Buna göre sanatkar kendi sanatı dışında başka birisinin yaptığı veya akitten önce yapmış olduğu bir malı getirir, istenilen vasıflarda sipariş edene teslim edecek olursa, sahihtir.



Eğer istisna aktinde yani sipariş aktinde konu, iş olmuş olsaydı, sahih olmaması gerekirdi. Ayrıca sipariş verenîn rızası olmaksızın yapılan malın ona ait olması ve kabullenmesi mecburiyeti yoktur. Buna göre de sanatkarın yapmış olduğu o malı, diğer sipariş veren taraf görmeden ve. «onu kabul ettim» demeden başkasına satması da caizdir. Ama görecek olur ve kabullendikten sonra satış yapılan mal taayyun ettiğinden, sanatkar onu başkasına satamaz. Eğer görme ve rızası olmadan sipariş verenin malı olması gerekseydi, onu başkasına satması caiz olmazdı.



Sipariş veren kişi istediği vasıfta bir mal getirildiği takdirde, onu olmak veya almamakta muhayyerdir. Çünkü bu kişinin görme muhayyerliği vardır. Ama görüp kabullendikten sonra satıcı kişi için, muhayyerlik söz konusu değildir. Sahih olan görüşte budur. Nehir.



Yapımı ve siparişinde halk arasında taamül olmayan mallarda istisna akti sahih değildir. Elbise gibi. Ancak burada caiz olması, bir süre tayin edilmesiyle mümkündür. Nitekim yukarda beyan edilmiş idi. Sahih olmadığı takdirde, fasit olması gerekir. Eğer burada zikretmiş olduğu süre bir mühlet isteme şeklinde ise Ama verilen süre, işin acele edilmesi, bir on evvel bitirilmesi şeklinde ise ki «yarına bitirmen» şartıyla gibi ifadelerle olduğu takdirde, sahih olmuş olur.



FER'İ MESELE: Cevahirü'l Fetava'nın icâre bahsinde beyan edildiği gibi pekmezde selem, caiz değildir. Adı geçen esere göre pekmez ücret olarak tayin edilse, caiz değildir. Çünkü misli bir mal değildir. Ateşte pişirilmesi dolayısıyla. değişik vasıflarda olma ihtimali vardır. Bunun içinde pekmezde, selem caiz değildir. Yine dolayısıyla zimmette de borç olması, mümkün olmamaktadır. Ama pekmez mevcut olur. anında teslim etme imkanı olursa, caizdir.



Ben derim ki : Gasp bahsinde geleceği gibi, hurmadan yapılmış; tatlı veya reçel, şeker kamışından yapılmış; tatlı veya reçel, et, kömür, tuğla, sabun ve renkli belirli bir elbise, gübre deri, sırım ve arpa ile karışmış buğday gibi şeyler kıymidir. Bunların bilinmesi gerekir. Kıymi olduğuna (çarşı ve pazarlarda benzerleri bulunmadığına) göre selem aktinin, bunlarda sahih olmaması gerekir. Ancak bunlardan bazıları, standart hale gelmiş, benzerleri çarşı ve pazarlarda her zaman bulunan mallar olmaları bakımından, bazılarında fakihlerin beyan etmiş olduğu vasıflar ve şartlar çerçevesi içerisinde selem aktinin caiz olması gerekir. Zira selem aktinin cari olması, o malın misli olması, zimmette borç olarak sabit olabilmesi ve her zaman çarşı ve pazarda bulunabilen mallardan olması şartlarına bağlıdır.



İZAH



«İstisna; lugatta bir şeyin yapılmasını istemektir İlh...» Yani bir sanat-kardan, belirli bir işin belirli vasıflarda yapılmasını istemek demektir. Fıkıhta ise, belirli malların belirli şekillerde yapılmasını istemek manasına gelir. Bedai'de, «Bunun şartlarından olarak, yapılan malın cinsinin açıklanması. nevinin açıklanması. miktar ve vasfının belirlenmesi şarttır» denmektedir. Kendisinde sipariş, örf ve teamül içinde olması, yani halk tarafından benimsenmiş bir mal olması şarttır. Sürenin tayin edilmemesi (is, tisnanın şartlarındandır. Eğer süre tayan edilecek olursa. selem olur. Sahibeyne göre ertelenmiş olsa bile. istisna kabul edilir. Ancak kendisinde istisna caiz olmayan mallar ise, o zaman selem aktine inkılap eder ve üç imamın görüşüne göre de bu durumda istisna değil, selem olur.



«Süre ile ilh...» Yani süre tayin edilmiş olacak olursa ki bu sürede bir aydan aşağı olmaması şartı ile bu akit selem akti olur. Diğer şartlar mevcut ise. Musannıf bu konuda şöyle der: «Süreyi bir oy ve daha yukarı müddet ile kayıtladık. Çünkü bir oydan aşağı olduğu takdirde, eğer kendisinde teamül cari ise. istisna olur. Teamül cari değil ise. fasit olur. Eğer süre burada bir mühlet isteme şeklinde zikredilmiş ise. ama süreyi mühlet olarak değil de, acele yapması bakımından tayin edilmiş ve «yarına 'bitirmen şartı ile» veya «yarından sonra bitirmen şartı ile» diyecek olursa, o zaman sahihtir.» Benzeri ifade, Bahır'da ve diğer eserlerde mevcuttur. Şarih bu şartları ilerde açıklayacaktır.



«Mühlet isteme şeklinde zikredilmiş ise ilh...» Musannıfın bu ifadeyi zikretmemesi gerekirdi. Çünkü yukarda bilindiği gibi selem olabilmesi için, bir ay veya daha fazla bir sürenin olması şart idi. Bir aydan aşağı şort koşulan sürede, eğer teamül cari değil ise istisna fasit olur. Ancak sürenin zikredilmesi, malın acele yapılması için olacak olursa, ifade edildiği gibi sahihtir. Tahtavi. Şarihin bu ifadesine, İbn-i Kemal öncülük etmektedir.



«Selemdir İlh...» Selem olduğu takdirde de istisna olarak akit devam etmez. Nitekim Tatarhaniye'de bu şekilde ifade edilmiştir. Bunun içinde şarih, «selemin şartlarına riayet edilmesi gerekir» ifadesini kullanmıştır. Selem olduğu takdirde muhayyerlik hakkı, söz konusu değildir. Halbuki istisna olmuş olsaydı, gayri lazım bir akit olması nedeniyle muhayyerliğin bulunması gerekirdi. Nitekim ilerde açıklanacaktır.



«Kendisinde taamül cari olanlar İlh...» Ki bu o devirlerde mest, leğen, kap, güğüm ve benzeri şeylerde cari idi. Dürer.



«Taamül cari olmayanlar ise ilh...» Kumaş, elbise ve benzeri şeylerdir. Dürer.



«Sahibeyn, birincisinin istisna olduğunu söyledi İlh...» Yani kendisinden taamül bulunan ve sipariş yapılan mal, istisna akti suretiyle satın alınmış olur. Çünkü bu konuda kullanılan ifadeler hakikat itibariyle istisna aktinde kullanılan ifadelerdir. Bu ifadelerin gereği olan akit üzerinde de karar kılmak gerekir. Eğer buna bir sürede tayin edilmiş ise bu, bir an evvel yapılması şeklinde koşulmuş bir şart olarak mütaala edilir. Kendisinde taamül cari olmayanlarda durum değişiktir. Çünkü bunlarda istisna, fasittir. O zamanda sahih bir selem aktine hamledilir. Ebu Hanife'ye göre ise bu, zimmette sabit olan bir borçtur Selem olma ihtimali de vardır. Selem aktinin caiz olması, icma ile sabit, kendisinde şüphe olmayan bir akit şekildir. Bu konuda istisna olup olmadığı, taamülün bulunup bulunmadığı hususunda bir bakıma şüphe olduğundan. selem aktine hamledilmesi daha evladır. Hidaye.



Ancak bu konuda Mecelle heyeti, hakkında taamül olmaya herhangi bir mal konusunda müddet beyan edilmemiş ise,yine istisna olabileceğini kabul etmiştir. Mecelle şarihlerin den Allame Ali Haydar, bu görüşü benimsememesine rağmen Mecelle heyetinin Kuhistani isimli eserdeki bir kavle dayanarak bu hükme vardıkları, araştırma sonucu tespit edilmiştir. Bu da, bu konuda bir kolaylık getirmesi bakımından kayda değer görülmüştür.



«İstisna akti, bir satış akiktir. Bir vaad değildir İlh...» Yani istisna akti, sahih olan görüşe göre satış aktidir. Bir söz verme değildir. Bazı fakihlerin görüşüne göre istisna akti, karşılıklı söz vermeden ibarettir. Ancak için bitiminde taati yoluyla. bey akti olarak meydana çıkmaktadır. Eğer durum böyle olmuş olsaydı, «taamülü cari olanlar» kaydına gerek duyulmazdı. Meselenin tamamı, Bahır'da açıklanmıştır. Bu konuda Nehir'de şu ifadelere yer verilmiştir. «Sanatkarın ölümü ile batıl olması, onun satış akti olmasına ters düşmektedir» şeklinde itiraz edilmiştir. Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Sanatkarın ölümü ile batıl olması, beyi olmadığından değil, ticareye benzediğinden dolayıdır. Bu konuda Zahire'de, «başlangıç itibariyle istisna akti, bir icare aktidir. Ama sonuçta bir alışveriş aktidir.» denmektedir. Ancak bu, «teslimden önce böyledir. Teslim anında değildir» şeklinde ifadeye devam edilir. Buna da itiraz olarak şu ifadeler eklenmiştir: «Eğer icare akti olarak başlamış olsa idi, sanatkarın iç yapmaya zorlanması gerekir ve siparişi vereninde. belirlenen ücreti ödemesi gerekirdi» şeklindeki itiraza yine şu şekilde cevap verilmiştir: Sanatkar. buna zorlanamaz. Çünkü kendisine ait bir malı telef ederek bu sanatı icra etmesi, ancak o durumda mümkün olmaktadır. Mesela; deriyi kesmek, bakırı kesmek. dövmek gibi hususlar icare akti ise, bu gibi özürler dolayısıyla fesh edilebilir. Nitekim arazi ekimindeki ortaklıkta tohumu olmakla yükümlü olan ekici nasıl ki tohumu tarlaya olmaya, malını telef etmeye zorlanmıyor ve onun açısından bu lazım değilse, burada da durum aynıdır. Keza arazi sahibinin durumu do böyledir. Benzeri ifadeler Bahır. Fetih ve Zeylai'de mevcuttur.



«Sanatkar, iş yapmaya zorlanır İlh...» Müellif; Dürer ve Vikaye'nin muhtasarı Nukaye isimli esere tabi olarak bu ifadeyi kullanmıştır. Bu da yukarda zikrettiğimiz muhtelif kitaplardaki, «mecbur edilemez» ifadesine ters düşer. Bahır isimli eserin şu ifadesi ile, bu konuya da açıklık getirilir: istisna aktinin hükmü, sonucu lazım bir akit olmadan, caiz olmasıdır. Bunun için biz; «sanatkara yapmış olduğu malı, yaptıran görmeden satabilir» şeklinde bir hüküm tanıdık. Çünkü bu akit lazım olmayan, her iki tarafı da icbar etmeyen bir akittir.



Yine Bedayi'deki bir ifadeye göre bu husus şöyledir: Bunun sıfatı ve durumuna gelince: lazım olmayan bir akittir. Tabi ki her iki tarafta işe başlamadan önce böyledir. Bunda bir ihtilaf söz konusu değildir. İşe başlamadan önce. her iki taraf içinde işten vazgeçme muhayyerliği söz konusudur. Bu durumda her iki taraf için. muhayyerlik hakkı tanınan satış aktine benzemektedir. Her iki tarafın fesh hakkı burada mevcuttur. Ama işe başladıktan sonra ve satıcı henüz görmemiş ise durum yine böyledir. Buna göre sanatkar, yapmış olduğu o malı dilediğine satabilir. Ancak istenilen şartlarla malı getirir, sipariş verene gösterir ise, yapanın muhayyerliği sakıt (düşmüş) olmakla birlikte, sipariş verenin muhayyerliği söz konusudur. Bu da Zahiru'r Rivaye'nin cevabıdır.



Ebu Hanife'den bir rivayete göre her ikisi için muhayyerlik sabittir. İmam Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre ise hiçbirisi (yapan ve yaptıran) için muhayyerlik söz konusu değildir. Sahih olan birinci görüşüdür. Yine Bedal'de. «yapan ve yaptıran her ikisi içinde, işe başlamadan önce vazgeçme hakkına sahip oldukları ittifakla kabul edilen hükümlerden biridir. Eğer selem olacak olursa, selem aktinde aranan şartlar, burada da söz konusudur. Bulunduğu takdirde, selem olarak sahihtir. Bulunmadığı takdirde sahih değildir. Eğer ona bir süre verilecek olursa, selem olur ve onun şarttan aranır. Selemde muhayyerlik. söz konusu olmayacağından ne alıcı ne de satıcı için muhayyerlik söz konusu değildir. Bu da selemde istenen şartlara riayet edilerek yapılıp teslim edilmesi halindedir.



Hakimin Kafi isimli eserinde zikredilen bir ifade, «yaptıran kişi, görüp razı olmadan önce, yapan kişinin satmasının caiz» olduğu istikametindedir. Daha sonra devamla «elbisede istisna, aktinin olmadığı» söylenmektedir. Eğer buna bir süre tayin edilecek olur ve parayı da hemen mecliste ödeyecek olursa caiz ve selem olarak bir akti ortaya çıkmış olur. Bu durumda da muhayyerlik «öz konusu olmaz. Tatârhaniye'de ise «Acele edilmesini şart koşsa da siparişi veren kişi, süreyi belirtmemiş ise parayı vermeye mecbur edilmez» denir ve şu şarta bağlanır: Ama belirli bir süreverecek olursa. Ebu Hanife'nin selem olduğunu söylediği, istisna olarak kalmadığı ondan sonra da selem şartlarının aranması ve bu-lunmasının söz konusu olduğuna yer verilir.



Bütün bu nakillerden ortaya çıkan husus şudur: İstisna aktinde hiçbir taraf için zorlama yoktur. Ancak bir oy ve daha fazla süre şart koşulduğu takdirde seleme dönüşmekte ve tazım bir akit olması bakımından mecburiyet söz konusu olmakta ve muhayyerlik ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bununla da şu husus bilinir: Musannıfın, «yapıcı olan sanatkar, iş yapmaya mecbur edilir. Karşı taraf yapmasını istenmesiyle bundan vazgeçemez» şeklindeki ifadesi, ancak selem akti olduğu surette böyledir. Onun içinde bu ifadeyi, «süresiz olursa» ifadesinden önce zikretmesi gerekirdi. Aksi halde sözünde bir tenakuzun meydana gelmesi söz konusu olur. Çünkü hemen onun akabinde de isteyen kişi için, muhayyerlik 'hakkının sabit olduğunu zikretmişti ve yine orada üzerinde akit yapılan konu; iş değil. işin gerçekleştiği o malın bizatihi kendisidir.» demiştir. Eğer burada iş, bu pazarlığın konusu olmuyorsa, nasıl mecbur edilir? Hidaye'de Maksut'tan naklen şöyle denir: «Sanatkar için sahih olan kavle göre, muhayyerlik söz konusu değildir. Bu da yapımından sonra ve yaptıran kişinin görmesinden sonradır. Nitekim Fetih'te, sarih bir şekilde ifade edilmiştir» Bu ifade de yukarıda Bedai'den naklettiğimiz ifadenin ta kendisidir. Burada açık olan husus ise musannıf ve diğer bazı fakihlerin vermiş oldukları sonuç bir zandan ibarettir. Nitekim ilerde ge-lecektir.



Bizim bu konuda araştırmalarımız sonucu gösteriyor ki bu ifade. Camiü'l Fusuleyn'in özeti olan Nuru'l Ayn isimli eserin yirmi dördüncü faslındaki ifadelere tamamen uygundur. Ki orada: istisnada muhayyerliğin olabileceği ile ilgili muhtalif naklileri zikrettikten sonra, Dürer isimli eser-de. «Hızanetil Müfti» isimli esere uyularak; «Yapıcının (sanatkarın) işe mecbur edilmesi yaptıranın da ondan vazgeçemeyeceği şeklinde ifade edilmesi bir sehil sonucu ortaya çıkmıştır» denir. Bu husus kayda değer görüldüğünden. dikkatle okunması gerekmektedir.



«Burada satışı yapılan iş değil, bizatihi iş sonucu ortaya çıkan şey ve-ya bir malın istenilen vasıfta olmasıdır İlh...» Yani bu istisna akti kişinin zimmetinde belirli vasıflarda yerleşmiş olan bir aynın (bir malın) satımı demektir. icare şeklinde bir işin satışı değildir. Veya bir iş yapmak üzere kiralama olayı değildir. Ancak yukarıda beyan ettiğimiz gibi istisna, başlangıç itibariyle icare, sonuç itibariyle de bir satış aktidir.



«İmam Berdai'nin görüşü bunun aksinedir İlh...» Bu büyük fakih, Azerbaycan bölgesinin Berdaa isimli bir yerine nispet edilir. Künyesi, Ebu Zaid Hüseyin oğlu Ahmed'dir. Hanefi mezhebinde büyük fakihlerdendir. 317 yılında hacılarla birlikte Karamita vakasında şehit edilmiştir. Bu zatın tercemesi. Tabakatu Abdilkadir'de uzun uzun zikredilmiş, bazı menakıplarından da bahsedilmiştir.



«Başkasının yapımı olarak getirilen bir İş ilh...» Siparişi verilen mal. başkası tarafından veya sanatkarın sözleşmeden önce yapmış olduğu bir malı getirdiği takdirde siparişi veren de onu kabul edecek olursa, sahihtir.



«Rızası olmaksızın İlh...» Yani yaptıranın veya yapanın rızası olmaksızın demektir.



«Yaptıranın görmesinden önce ilh...» Burada «seçmesinden önce» demesi daha uygun olurdu. Çünkü yapmış olduğu malın. sipariş verene ait olması, onun görmesine değil, benimsemesine bağlıdır. Burada görmeden önce malı teslim alınası da mümkün olabilir. İbn-i Kemal.



«Bu ifadenin sonucu ilh...» Yukarda Bedai'den sarih bir şekilde şu ifadelere yer verdik; «Malı yapan, satıcıdır. Satan kişi, görmediği bir malı da satsa, onun için görme muhayyerliği yoktur. Yine o malı getirip sipariş verene arzetmesiyle daha önceden kendisi için sabit olan muhayyerliğini Iskat etmiş olur. Ancak karşı tarafın muhayyerliği devam eder.» Fetih'te ise: «o malı gördükten sonra sahih olan kavle göre sanatkarın muhayyerliği yoktur. Yaptıran beğendiği takdirde, o malı sanatkarın sipariş verene teslim etme mecburiyeti vardır. Çünkü istisnada sonuç itibariyle satıcıdır» denilmektedir. Burada da Mebsut'ta «muhayyerliğin olmadığı» şeklindeki ifadeden de bu anlaşılır.



Musannıf'ın, Menih isimli eserinde; «yapan sanatkar için muhayyerlik yoktur» sözü de. bunu desteklemektedir. Nitekim Mebsut'ta bu konuda şöyle denir: «Bir işi yapmaya sanatkar mecbur edilir. Çünkü görmediği bir malı satmıştır.» Ancak Mebsut'taki bu ifadenin doğrusu, «teslime mecbur edilir »şeklinde olmasıdır. Çünkü sözünü ettiğimiz husus işin bitiminden sonra meydana gelmektedir. Bu şekilde tahlil yapılması biraz ters olmaktadır. Müellifin metinde varmış olduğu neticenin. yanlış olmasına da, bu anlayış sebep olmaktadır. Nitekim muhtelif eserlerden naklettiğimiz sarih ifadeler gösteriyor ki. iş yapmadan önce sanatkar için. muhayyerlik söz konusudur. «Amele, mecbur edilir» ifadesi varit değildir. Hakimin, Kafi isimli eserindeki ifade, meşhur Mebsut isimli eserin metnidir. Nassan oradaki ifade şöyledir: Sanat yapılmasını isteyen kişi yapılmış olarak gördüğü takdirde, muhayyerdir. Ama görecek olur ve onda beğenecek olursa yapanın muhayyerliği söz konusu olmadığı gibi, onu başkasına da satamaz. Ama sanatkar; yaptıran henüz onu görmeden önce satışa arzeder ve satarsa bu satış caizdir.»



«Sahih olan da budur ilh...» Bu, Zahirür Rivaye'de varit olan hüküm-dür. Ebu Hanife'den bir rivayete göre her ikisi için de muhayyerlik hakkı sabittir. İkinci imam sayılan Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre ise, Bedai'den nakledildiği gibi her ikisi içinde muhayyerlik söz konusu değildir.



«Taamül, cari olmayanlarda elbise gibi süre zikredilmez ise, sahih değildir İlh...» Burada belirtilen sürenin, selemde zikredilen süreye uygun bir süre olması gerekir. Bunun da en azı, bir aydır. Bu durumda akit, selem akti olarak şartlarına riayet edilmesi kaydıyla inikat etmiş. meydana gelmiş olur.



«Eğer süre, sahih olmayacak olursa ilh...» Yani tayin edilen süre, selem akti için sahih olan süre olmayacak olursa, ki bu da bir aydan aşağı tayinedilen bir süredir. Tabii bu acele edilmesi bakımından zikredilmiş bir süre değilse, o zaman akit sahih olur. Bu ifadenin zahirinden anlaşıldığına göre kendisinde taamül cari olmayanlarda da olsa. süre tayin edilmediği takdirde, sahihtir. Ancak bu metinden anlaşılan ifadenin hilafınadır. Ben, bunu sarih olarak görmedim. (Ancak bu konuda yukarda Mecelle heyetinden naklettiğimiz ifadeler, buna ışık tutmaktadır.)



«Pekmezde ilh...» Bu ifade, her ne kadar hurma ve arının balı için kullanılıyor ise de günümüzde meşhur olan ancak pekmezden (üzüm) den) çıkarılan bir ifadedir.



«Bunun içinde Ilh...» Yani ateşin tesirinden dolayı, misli olma niteliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla selem akti de kendisinde caiz olmamaktadır. Bu ifadenin zahirinden anlaşılan, selem akti, ancak misli olanlarda caizdir. Halbuki elbise, hasır ve diğer sergiler konusunda da caiz olduğu yukarda ifade edilmişti. Tahtavi. Eğer bu pekmez, zimmette ücret olarak tespit edilip, üstlenildiği takdirde misli olmaması lazımdır. Dolayısıyla ücret olmaya, salih bir mal değildir. Ama zimmette olmazda mevcut aynı olacak olursa, o zaman belirlenen bir mal olması sebebiyle, ücret olmaya salihtir.



«Şeker kamışından elde edilen tatlı İlh...» Müellif, gasıf bahsinde bu konuda şöyle demektedir: «Hurmadan çıkarılan tatlı veya reçel, şeker kamışından elde edilen tatlı veya reçel üzerinde değişik işlemler yapılması dolayısıyla sanat bakımından değişik mallardır. Dolayısıyla zimmette sabit olma niteliği mevcut değil, selem aktinin de bundan dolayı sahih olmaması gerekir»



«Ette İlh...» Pişmemiş ette olsa, durum böyledir. Müellif bunu gasıp bahsinde böyle zikretmiştir. Fakat bununla ilgili hususlar yukarda selem bahsinde uzun uzun açıklanmış idi.



«Sabun ve tuğla gibi ilh...» Bunların pişirilmesi, belirli kalıplar halinde olması değişik durumlar arz ettiğinden selem akti caiz değildir. Halbuki yukarda kiremit ve kerpiç gibi hususlar da kalıplar belirlenir, vasıf belirlenecek olursa, selem aktinin yapılabileceği zikredilmiş idi. Bu günkü şartlar muvacesinde sabunda da durumun aynı olması gerekir.



«Sırımda da böyledir veya İlh...» Burada sırımdan maksat deridir (göndür). Bu konunun başında Fetih'den naklen şöyle demiştik: «Derilerde selem akti sahihtir. Eğer bunun vasfını belirlemek mümkünse böyle olur.»



METİN



DEĞİŞİK MESELELER: Bu ifade, Kenz isimli eserde, «önemli meseleler» şeklinde, Dürer'de ise «muhtelif meseleler» şeklinde varit olmuşsa da hepsinde mana birdir. Çocukların oynaması için çamurdan yapılmış bir at veya bir öküz heykeli satın alsa, sahih değildir. Ve bunun kıymeti de yoktur. Telef eden kişinin ödemesi de gerekmez. Bir rivayete göre bu caizdir, sahihtir, telef eden kişi öder. Kinye. Müçteba isimli eserin yasak olanlar bölümünün sonunda, Ebu Yusuf'tan bir kavle göre oyuncağın satılmasının caiz olduğu ve çocukların bu oyuncakla oynayabileceklerine yer verilmiştir.



Köpeğin satılması, av köpeği olmasa da saldıran bir köpekte olsa sahihtir. Pars, fil, maymun, yırtıcı olan ve olmayan diğer hayvanların satımı sahihtir. Kedi ve kuşların durumu da böyledir. Bu hayvanlar eğitilmiş, ehlileştirilmiş olsun veya olmasın durum aynıdır. Domuz bundan müstesnadır. Hayvanların satışıyla ilgili hüküm sahih olan görüşe göredir. Çünkü bunlardan bizatihi istifade etmek faydalanmak ve bunların derilerinden istifade imkanı mevcuttur. Beyi fasit bölümünde bunlardan bahsedilmiş idi. Maymunla maskaralık ve gösteri yapmak, her ne kadar haram ise de satışına mani değildir. Ancak şıranın şarapçıya satılması gibi mekruhtur. Vehbaniye Şerhi.



FER'İ MESELE: Hırsız korkusu, bostan bekletme, ev bekletme gibi sebepler olmaksızın evde köpek bulundurma caiz değildir. Ancak hırsız korkusu veya bekçilik için bulundurulmasında bir beis yoktur. Diğer yırtıcı hayvanların durumu do, buna benzemektedir. Ayni. Köpeğin, av ve bahçe, bostan ve ekinleri korumak için bulundurulması icmaen caizdir. Güvercin gübresinin de çok olması halinde satışı caizdir. Hibesi de aynıdır. Kinye. Bir malın satışa arz edilebilmesi için, kıymet taşıması ve bu kıymetinde en az bir fels miktarı olması gerekir. Hatta küçük bir parça ekmeği satılması, caiz değildir. Kinye. Diğer sürüngenlerin satılmasının caiz olmadığı gibi. Mesela; -kertenkele. keler, akrep, kirpi ve pislik içinde yaşayan siyah böceklerin satılması, caiz değildir. Suda yaşayan balık hariç diğer sürüngen -yengeç gibi- hayvanların satılması da caiz değildir. Kinye isimli eserde sakonkor gibi derisinden istifade edilen sürüngen ve su hayvanlarından, su devesi ve su aygırı gibi hayvanların diri olmaları halinde satılmalarının caiz olacağına yer verilmiştir. Hasan ibn-i Zi-yad, mutlak bir şeklide caiz olduğunu söylemiştir.



Ebu'l leys Semerkandi ilaç sanayinde istifade edilmesi mümkün olduğu takdirde yılanların satılmasına cevaz vermiş, aksi halde caiz değildir, demiştir. Bedai'de bu görüşün, doğru olmadığı anlatılmış ve bu hüküm reddedilmiştir. Çünkü şer'an yasaklanmış olan bir şey ile tedavi yoluyla da olsa istifade etmenin caiz olmadığına yer verilmiştir. Şarap gibi dolayısıyla bunların satışına ihtiyaç olmadığı orada belirtilmiştir.



İZAH



Müellifler bazı bölümlerde unutulan önemli bazı meseleleri. fasıl ve babların sonunda, bu isim altında «değişik meseleler» şeklinde bir babda toplamayı adet edinmişlerdir. Hatta bu isimlerden biri «Mesaili Mensûra» şeklindedir. Burada altın ve gümüşün işlenmesi esnasında, ondan dökülen parçaların nefaseti ve değerine benzetilerek, bu meselelerinde o derece kıymetli olduğuna işaret edilmek istenmiştir.



«Çamurdan yapılmış İlh...» Burada «çamurdan yapılmış» ifadesiyle kayıtlaması; tahtadan, pirinçten yapılması halinde ittifakla caiz olduğunubelirtmek içindir. Çünkü onlardan istifade etmek mümkündür.



«Telef eden, onu ödemez ilh...» Sanki burada oyun için yapılmış özel aletlere benzetilmiştir. Udun telef edilmesinde varit olan hükmün, burada varit olmaması gerekir. Çünkü birine ait ud telef edildiği takdirde, iki görüşten birine göre, ud olarak değil, tahta parçaları olarak ödetilir denmektedir. Bunlardan eğlence dışında istifade etmek mümkün olmadığına göre, eğlence aletlerinin, alet olarak bir değeri yoktur.



«Diğer bir görüş, bunun hilafınadır İlh...» Diğer bir görüş ifadesi zayıf bir kavil olduğunu gösterir. Her ne kadar müellif bunu Kinye'den nakletmiş olsa da, durum bunu değiştirmemektedir: Kinye'de bu ifade «kıyle» diye zayıf için kullanılan ifade ile değil de «birinci görüşe göre» diyerek ikinci bir görüş olduğuna işaret edilmekle iktifa edilmiştir.



«Ebu Yusuf'tan İlh...» Bu, Ebu Yusuf'un görüşüdür. Ondan yapılan zayıf bir rivayet demek. değildir. Bunun içinde bu kavlin. zayıf olduğunu gösterir, şeklinde bir ifade kullanılmamalıdır. Ebu Yusuf'a nispet edilmesi, Ebu Hanife'nin buna muhalefet ettiğine delalet etmez. Çünkü bu meselede de Ebu Hanife'nin bir kavli olma ihtimali söz konusudur.



«Filin satışı İlh...» İcmaen bu böyledir. Çünkü filden istifade etmek mümkündür. Bu hayvanın şer'an istifade edilebileceğine, mutlak bir şekilde izin verilmiştir. Dolayısıyla mal olma niteliği mevcuttur. Bu hüküm. Bedai'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Yani fil ile savaşta yük taşımada ve bunun kemiklerinden ve dişlerinden faydalanılabilir denmektedir.



«Maymun İlh...» Maymunun satışı hakkında iki rivayet vardır. Bu ifadeler delilleriyle birlikte ilerde zikredilecektir.



«Yırtıcı hayvanların satışı İlh...» Bu hayvanların diri olarak satılmaları caiz olduğu gibi, kesilmeleri sonucunda kedi ve köpeklere yedirmek üzere etlerinin satılması da caizdir. Domuz eti bundan istisna edilmiştir. Onun kedi ve köpeğe dahi yedirilmesi caiz değildir. Ancak eti yenmeyen hayvanların boğazlanmaları, akabinde etlerinin temiz olup olmayacağı konusunda iki kuvvetli görüşten en kuvvetli olanına göre bunların boğazlanması etlerini değil, ancak derilerini temizler. Dolayısıyla etlerinin satışı sahih değildir. Şurunbulaliye.



«Kedinin satışı da caizdir İlh...» Çünkü fare avı ve zarar verici bazı böcekleri avlaması hususunda bu hayvandan istifade mümkündür. Fetih.



«Kuşlarda böyledir ilh...» Yırtıcı kuşların hükmü de yırtıcı hayvanların hükmü gibidir (satışları caizdir). Dürer.



«Eğitilmiş, öğretilmiş olsun veya olmasın İlh...» Bu, İmam Muhammed'in Asıl (Mebsut) isimli eserindeki ifadeden anlaşılan sarih ve açık bir ifadedir. Hidaye'de de bu ifade, sarih olarak bu şekilde kullanılmıştır. Ancak Bahır'da Mebsut'tan naklen «eğitilmemiş, saldıran köpeğin eğitilmesi, mümkün olmayacak olursa, satışı caiz değildir» denmektedir. Aslan'da da durum aynıdır. Eğer eğitmeyi kabul eden eğitilmesi mümkün olan, kendisiyle avlanılması mümkün olduğu takdir de caiz aksi halde caiz değildir.



Fare ve doğan kuşu, eğitilebilen hayvanlardandır. Dolayısıyla her halukarda bunların satışı caizdir. Fetih'te, «kaplanın hiçbir surette satışı, caiz değildir. Çünkü huyu itibariyle, eğitilmeye elverişli değildir. Maymun konusunda iki rivayet vardır. Bir rivayete göre caizdir, sahih olan da budur.» denilir. Zeylai. Çünkü derisinden istifade etmek mümkün-dür. Bu da metinde satılabileceğine dair nakledilen rivayetin gerekçesidir. Bedai isimli eserde, «satılmasının caiz olmadığı istikametinde bir hüküm ve sahih olan da budur» denmektedir. Bu, derisinden istifade etmek için değil eğlence aracı olarak kullanılmak üzere satın alınmak veya satılmaktadır. Bu ise haramdır. Bahır.



Ben derim ki : Bu ifadeden de anlaşılan, eğer bunu eğlence maksadıyla değil, kendisinden faydalanmak maksadıyla alırsa, satışı caizdir. Nitekim şerh-i Vehbaniye'de zikredilen ve şarihinde beyan ettiği gibi, maskaralık yapmak, her ne kadar horam ise de bu, hayvanın satışının sahih olmamasını değil, mekruh olmasını gerektirir. Netice olarak fıkıhtaki metin ve muteber eserlerdeki görüş dışında bütün hayvanların mutlak olarak satılabileceği istikametindedir. Bu hususta Serahsi ise «bunlara eğitilmiş olanları ile kayıtlanması, sahih olan görüştür» demektedir.



«Köpeğin evde bulundurulması, caiz değildir ilh...» Bu konuda en uygun ifade, Fetih'te olan şu ifadedir: «köpeğin av yapmak, sürüleri korumak, ev ve bostanda bekçilik yapmak için bulundurulması, icmaen caizdir. Ancak bunun, evde bulundurulmaması gerekir. Bu durumda da hırsız veya düşmanın saldırma korkusu bulunacak olursa, evde de bulundurulmasına cevaz verilir» Bunu da sahih olan şu hadisle delillendirmektedir: «Sürü koruma veya av avlama dışında bir köpek ecrinden kişinin ecrinden, her gün iki kırat eksilir...» Bu hadis-i şerif, köpeğin nerelerde kendisinden istifade edileceğini hangi şartlarda bulundurulacağını açıklamaktadır.



«Çok olan güvercin gübresi ilh...» Bundan maksat, bir fels değerine ulaşan miktar olsa gerektir. Çünkü bir fels, kıymet taşıyan herhangi bir malın en küçük değeridir. Güvercinde varit olan bu hüküm, diğer eti yenen kuşlarda da aynıdır. Çünkü onların pislikleri temizdir. Bey'i fasitte eti yenen hayvanların keçi, koyun, deve gübresi veya mutlak bir gübrenin satılabileceğinin caiz olduğu söylenmiş idi. Hatta bunlar toprağa karıştırılmamışta olsalar hükümleri aynıdır. Çünkü bunlardan faydalanmak ve bunları yakıt ve tarlada gübre olarak kullanmak mümkündür. İnsan tersinin toprakla karıştırılmış olması halinde, satılmasının caiz olacağı yine orada belirtilmiş idi. Ama bunların kıymeti, bir fels değerini bulmayacak olursa, o zaman satılması caiz değildir.



«Balık dışında, deniz hayvanlarının satılması İlh...» Bedai'den naklen Bahır isimli eserin ibaresi şöyledir: Balık kemiği ve derisinden istifade edilen hayvanların dışında, deniz hayvanlarının satılması caiz değildir.



«Değer verilen her şeyin satılması ilh...» Bu hususta Şurunbulaliye'de Muhit isimli eserden naklen şöyle denir: «sahih olan kavle göre insanlar arasında mal olması bakımından sülüğün satışı caizdir. Çünkü insanların, vücutlarındaki pis kanı emdirmek için mualece maksadıyla tedavi için bu hayvana ihtiyaçları vardır.»



Ben derim ki : Buna göre Dudu kırmız dediğimiz hayvanın satılması da caizdir. Çünkü zamanımızda malların en nefis ve en değerli olanlarındandır. Bundan faydalanmak caizdir. Bu da, «satışı caiz değildir, telef eden bu hayvanı ödemez» diyerek bu konuda fetva verenlerin görüşlerinin hilafınadır. Nitekim bunu, bey'i fasit babında geniş bir şekilde açıkladık.



«İskankar gibi İIh...» Bu, «müstakil bir hayvandır» dendiği gibi, «timsahların bozulan yumurtasıdır, iki arşın uzunluğunda büyüyebilen bir varlıktır» şeklinde de tefsir edilmiştir. Ancak bu, bugün için, geçerli olmayan bir açıklama şekildir. Çünkü bu hayvanın ne olduğu, bugün bilinmektedir.



«Derilerinden İstifade edilen hayvanlar İlh...» Su hayvanları içerisinde derilerinden kürk yapılan ve diğer maksatlarla kullanılan hayvan derileri söz konusudur. Dolayısıyla istifade imkanı olduğundan, satışı caizdir.



«Diri olduktan takdirde İlh...» Kinye'den naklen Bahır'ın ifadesi şöyledir: Bunların diri oldukları zaman satılmaları caiz, ölü oldukları zaman satılmaları caiz değildir».



Dinen yasak olan bir şeyle tedavi yapılır mı yapılmaz mı?



«Bedai'de bu görüş, reddedilmiştir İlh...» Biz; bey'i fasit bahsinde kadın sütünün satılıp satılamayacağı konusunu açıklarken, Haniye ve Nihaye isimli eserlerin müellifleri tarafından satışının caiz olduğu istikametinde bir görüş nakletmiş idik. Bu görüşe göre başka bir tedavi unsuru durulmayacağı ve şifa bulunacağına kesin olarak inanılırsa satışı caizdir. Nihaye'de denir ki; «Tezhip isimli eserde hastanın idrar veya kan içmesi, iaşe etini yemesi başka çare yoksa caizdir. Bu da dindar ve mahir bir doktorun.



«Haram olan herhangi bir nesne ile şifa aramak onunla tedaviye gitmek haramdır» şeklindeki görüş mutlak bir ifade değildir. Haram olan bir nesne ile tedavi olmak, caiz değildir. Bu da, onda şifa olmadığı kesinleştiği takdirdedir. Ama şifa olma ihtimali bulunacak veya şifa bulması kesin olarak olur, başka da bir ilaç bulunmazsa caizdir. İbn-i Mesud'un. «Cenab-ı Hak (c.c.) sizlerin şifasını, yine sizlere haram kılmış olduğu şeylerde kılmamıştır» ifadesi, yasak olmayan bir ilaç varken, yasak olanların kullanmasıyla ilgili olsa gerektir. Çünkü bu durumda kullanılması helal olan varken, haram olandan İstiğna mümkündür. Zaruri İhtiyaç anında, haram olan bu husus kalkabilir. Bu da haram olan bir maddeyle şifa bulunmayacağı şifanın ancak, helal otonla mümkün olacağı şeklinde tefsir edilebilir. Nurul Ayn isimli eserin kırk dokuzuncu faslının sonunda, bu konuda geniş bilgi verilmiştir.



Bey'i fasit bahsinde beyan ettiğimiz gibi sonradan karışan bir nesne ile necis olan yağın satışı caizdir. Bu yağla aydınlanmak için faydalanma mümkündür. Bu da mescitlerin dışında olmalıdır. Zimmi, satış konusunda müslüman gibidir. Sarf, selem, riba ve benzeri konularda da durum aynıdır. Ancak onlar (zimmiler) için, şarap, domuz gibi kendi kendine ölmemiş (şerî boğazlamanın dışında öldürülmüş) hayvanlar. Alınıp satılabilir. caizdir. Mesela; boğarak veya bir mecusi tarafından kesilmiş hayvanın etini, onların alıp satmaları, kendi dinlerine göre caizdir. Bunlar onlar için domuz mesabesindedir. Bizler bu konuda onların dinlerinin ve inançlarının gereği işleri yapmaları ve onunla baş başa bırakılmaları ile emrolunduk.



Yine bey'i fasitte beyan ettiğimiz gibi gayr-i müslim bir kimsenin müslüman bir köle veya yarısını, Kur'an-ı Kerim veya bir bölümünü Batın olmasının sahih olduğunu beyan etmiş idik. Ancak bu durumda satmaya mecbur edilir, elinde bırakılmasına izin verilmez, Bunu satın alan gayri müslim küçük olsa velisi mecbur edilir. Eğer velisi yok ise mahkeme ona bir veli tayin eder. Satın aldığı kölenin müslüman olması veya daha sonra müslüman olması halinde de durum aynıdır. Bu köleye, küçük olan çocuğu da tabidir. Köleyi azad eder veya mükatebe yoluyla mükatep kılarsa, caizdir. Köle caiz olduğu takdirde yani parayı ödemeyip tekrar köle olarak dönmesi halinde yine köleyi elinden çıkarmaya zorlanır. Satma teklifini reddeder veya satın aldığı müslüman bir cariye ile cinsi temasta bulunacak olursa bu her iki köle, kıymetleri karşılığı azad edilmiş olurlar ve kıymetlerini ona öderler. Bunu yapan gayr-i müslim, bilhassa müslüman bir cariye ile cinsi temasta bulunduğu için tecziye edilir. Zira onun bu durumuna göz yummak dini açıdan haramdır.



FER'İ MESELE: Eskiden kölelerin alınıp satıldığı bir dönemde, parlak denecek köleleri alıp satma adeti olan kişi, satın almış olduğu bu tip köleleri satmaya zorlanır. Bu da ondan bir kötülüğün beklenmesi ve beklenen bu kötülüğün bertaraf edilmesini sağlamak içindir. Nehir. Keza ihramlı olan bir müslüman, bir av hayvanını yakaladığı takdirde onu bırakmakla emredilir. Karşı tarafa şarabı borç olarak veren bir gayri müslim, müslüman olduğu takdirde şarabın borç olma durumu sakıt olur. Hiçbir şey alamaz. Borç olarak olan için iki rivayet vardır. Müşterinin, satın alıp kabzetmeden evlendirdiği cariyeye kocası yoklaştığı takdirde bu durum, müşteri için kabız mesabesindedir. Çünkü bu durum. onun teslimi sonucu meydana gelmiç sayılmaktadır.



Evlendirilmesi dolayısıyla kocasının, bu fiili bizatihi müşterinin fiili mesabesindedir. Müşteri böyle bir durumu satın aldığı cariyeye yapacak olursa, kâbız mesabesinde kabul edilir. Ama mücerret bir şekilde evlendirmesi istihsanen kabız demek, değildir. Buna göre eğer kabızdan önce satış akti, fesh edilecek olursa nikah batıl olur. Çünkü müşteri, kendisine ait olmayan bir cariyeyi evlendirmiş olmaktadır. Ki bu da Ebu Yusuf'un kavlinegöredir. Sahih olan görüşte budur. Kemal İbn-i Hümam, bu hususta, «eğer satış aktinin batıl olması, cariyenin ölmesinden kaynaklanmıyor ise» şeklinde kayıtlamıştır. Eğer kabızdan önceki ölümünden dolayı akit batıl olursa nikah batıl olmaz. Nikah. batıl olmayınca da müşteri mehri olabilir; Fetih.



Bir kimse taşınır bir mal satın alsa burada malı taşınır mal ile kayıtladı. Çünkü mahkeme taşınmaz malı satamaz satın alan müşteri. Malı teslim almadan ve parasını da ödemeden, adresi belli bir yere gidecek olur. satıcısı da ona sattığına ve henüz parasını olmadığına dair bir beyyine getirecek olursa, kaybolan müşterinin borcu karşılığı satılmaz. Çünkü müşterinin bulunduğu yer, belli olması dolayısıyla oraya gitmek, parasını almak mümkündür. Ama yeri bilinmeyecek olursa o zaman mal, hakim tarafından veya onun tayin edeceği bir kişi tarafından mevcut olmayan kişinin hakları gözetilmek üzere satılır. Borcu, satılan maldan ödenir. Bir miktar artacak olursa hakim, gaip olan kişi adına o parayı elinde tutar. Ama satılan mal, ödeyeceği ücretten az bir fiyata satılacak olursa, o miktar verilir. Geri kalanını bulduğu takdirde, müşteriden alır. İki kişi bir şey satın alır, bunlardan biri ortadan kaybolacak olursa, mevcut olan o malın tüm bedelini öder ve satıcı da bunu kabul etmeye zorlanır. Malın tümünü de mevcut olana teslim etmek mecburiyetindedir. Malın tamamını teslim olan ortak, diğer ortağına hissesine düşen bedeli ödemeden malı teslim etmeyebilir. İki kiracıdan birinin durumu bunun hilafınadır. İki mesele arasındaki fark satıcı paranın tümünü almadan sattığı malı hapsetme imkanına sahiptir. Dolayısıyla ortaklardan birinin paranın tümünü ödeme durumunda. Mecburen ödemiş olması söz konusudur. Kiraya veren kişinin durumu bunun hilafınadır. Çünkü kira bedeli «peşin ödenmedi» diye kiraya verdiği malı, teslimden imtina edemez. Ancak burada da ücretin peşin ödenmesi şartı koşulacak olursa, o zaman parayı almadan kiracıya malı teslim etmeyebilir.



İZAH



«Sonradan bir maddenin karışımıyla necis durumuna düşen yağ ilh...» Bu ifade ile, domuz ve laşeden alınan yağı, istisna etmiş olmaktadır.



«Bundan aydınlatmada faydalanmak mümkündür ilh...» Çünkü bir malın satılıp satılamayacağı konusunda, ondan şer'an istifade edilip edilemeyeceği hususuna dikkat edilir. Burada şer'an istifade etmek caiz olduğuna göre satışı da caizdir.



«Nitekim yukarda beyan edildi İlh...» Necaset babında bu konu yeteri kadar açıklandı. Oradaki ifade ve ibare şöyledir: ölmüş bir hayvanın yağı müstesnadır. Çünkü o, necistir, aynıdır. Diğer yağların eserinin vücutta kalması zarar vermez. Bununla herhangi bir deri, dibağat edilemez. Ancak mescit dışında bu tür yağlardan aydınlanmak için istifade edilebilir. Yukarda sahih hadisten çıkanlar hükmü teyit eder mahiyette. hükümlerden bahsetmiş idik. Bununla ilgili bazı hükümleri beyi fasit bahsinde izah etmeye çalıştık.



«Domuz ve şarap müstesna İlh...» Biz gayr-i müslim olan zimmilerin, birbirlerine bunları satmalarına izin verebiliriz. Burada da Hazreti Ömer'in şu sözü bizim için delildir. Onun bu sözünü Ebu Yusuf Haraç isimli eserinde şöyle nakleder: Valileriyle bir toplantı halinde iken Hz. Ömer; «Ey valiler, bana gelen haberlere göre sizler cizye karşılığı laşe domuz ve şarap alıyormuşsunuz» deyince Hazreti Bilal, «evet, onlar bunu yapıyorlar dedi. Hazreti Ömer, yapmayın. Ancak onları, satmaları için vekil tayin edin. Satmış oldukları bu malların bedelinden, bu cizyeyi alınız» buyurdu. Zimmiler arasında kan ve kendi kendine ölmüş hayvan (laşe) satışına izin verilemez. Fetih.



«Boğularak öldürülmüş hayvan müstesnadır ilh...» Bu, İbn-i Kemal ve Dürer sahibinin Hidaye ifadesi üzerine ek olarak getirdikleri bir ifadedir. Hidaye'de şarap ve domuz zikredilir. Bu ki değerli ilim adamı, istisnanın şarap ve domuza inhisar etmediğini belirtmek için üçüncü olarak bunu zikrederler. Nehir'de bunlara müslüman bir köle veya Kur'an satın almaları da eklenmiştir.



Ben derim ki : Bu husus doğru olurdu. Eğer fakihlerin «zimmide, müslüman gibidir» ifadelerindeki benzetme, haram ve helal konusunda olmuş olsaydı. Halbuki durum böyle değildir. Bu ifadeden maksat «bey'in fasit veya sahih olması konusunda zimmide müslüman gibidir» olsa gerektir. Çünkü Hanefi mezhebinde sahih olan bir görüşe göre gayr-i müslümler yasak olan konulara şeriatın emirleriyle mükellef ve muhataptırlar. Dolayısıyla onların hakkında da bu durum, sabit olmuş olur. Eğer buradaki benzetme, haram ve helal olma konusunda olmuş olsa idi, istisna sahih olmazdı. Bu durumda da bizim söylediğimiz ve anladığımız mananın anlaşıldığı, kesinleşir. Buna göre ölü hayvanın satılması konusu, kendi kendine ölmemiş herhangi bir sebeple öldürülmüş olan hayvanın kendi aralarında satılmasının sahih olduğunu kabul eden bir rivayete göredir. Diğer bir rivayette ise fasittir. Ama kendi kendine ölmüş bir hayvanın satış» aynen bizim için olduğu gibi, onlar içinde batıldır, caiz değildir. Nitekim bu durum, beyi fasit bahsinde geniş bir şekilde açıklandı.



«Gayr-i müslimler, inançlarıyla baş başa bırakılırlar. Biz bununla em-rolunduk İlh...» Hidaye'de de böyledir. Bu ifadeye delil olarak Hazreti Ömer'in şu sözü gösterilir: «şarabı öşür olarak aImayın yalnız onu satmalarını söyleyin alacağınız öşür veya cizyeyi de onun bedelinden alın...»



Hazreti Ömer'in bu ifadesi ise onların bu konulardaki alış verişlerine dokunmamamız bunların, onlar hakkında şer'an mubah olabileceği anlamına gelmez. Nitekim bazı fakihler böyle mütalaa etmişler. Sahih olan görüşe göre haram oluş, onlar hakkında da sabittir. Çünkü haram konularında İslâm'ın emirleri, onları da içerisine almaktadır. Yukarda beyan ettiğimiz gibi. Ancak satışından men edilmezler. Çünkü onlar onun horam olduğuna inanmamakta ve onu mal olarak benimsemektedirler. Bizde onları o dinlerinin gereği yaptıklarıyla baş başa bırakmakla emrolunduk. «bu duruma dokunmayız» şeklindeki Hazreti Ömer'in ifadesi de buna işaret etmektedir. Nitekim Bahır'da Bedai'den naklen böyle ifade edilmiştir. Ancak buna da uygun olan, istidlal şeklinin Hazreti Ömer'den rivayet edilen bu görüşün şarap satıcısı gibi belirli bir konuya delil olmasıdır. Aksi halde onlarkendiliğinden ölmüş bir hayvan mal olarak kabul edip inançları bu istikamette olacak olursa, onun satışının sahih olması gerekir. Halbuki onlar tarafından bu konu mahkemelerimize intikal ettirilecek olursa, mahkeme bunun batıl olduğuna hüküm verir.



Yine onların selemin, sarfın helal olduğu istikametinde inançları var ise ve bu inançları da bizde olan muteber şartlara riayet edilmeksizin olsa, ihtilafları bize iletildiği takdirde biz, «şer'i şerifte olan hükümler gereği şartlara riayet edilmediği için batıldır» çeklinde hüküm vermekle mükellefiz. Ancak domuz ve şarap konusunda istisna vardır. Onların bu iki husus do yapmış olduktan akitler, bizim koyun ile şira üzerinde yapmış olduğumuz akitlere benzemektedir. Bahır'da, Kinye isimli eserin hudut bahsinden naklen şöyle denir; «Müslümanın men edildiği şeylerden zimmi olan kişide men edilir. şarap işlemesi, bundan istisna edilir. Eğer onlar çalgı aletlerini kullanır veya bununla eğlence düzenleyecek olurlarsa müslümanlar men edildiği gibi, onlarda men edilirler. Çünkü onlar hakkında bu hususta bir istisna varit olmamıştır» Nehir'de ise, «müslüman erkeklerin men edilmesine rağmen onların erkeklerinin altın takmak ve ipek giymekten men edilmemeleri, yukarıdaki duruma itiraz olarak varid olur» denmektedir.



«Satışına mecbur edilir ilh...» Eğer bir gayr-i müslim diğer bir gayr-i müslimden fasit bir şekilde müslüman bir köle satın olsa, onu iadeye mecbur edilir. Çünkü fasit olanın kaldırılması, şariin hakkıdır. Buna riayet, vaciptir. Daha sonrada satıcı onu satmaya mecbur edilir.



«Çocuk olduğu takdirde velisi buna mecbur edilir ilh...» Bu konuda icazetin bir fayda sağlamayacağı için küçüğün aktinin, velisinin icazetine mütevakkıf olmaması gerekir. Nehir. Çünkü velisi, icazet verdiği takdirde yine satışına mecbur edilecektir. Dolayısıyla icazetin bu konuda bir faydası olmamaktadır .Ancak şöyle denebilir: Velisi İcbar edilmeden önce küçük müslüman olabilir. Bu durumda da o kölenin, çocuğun mülkiyetinde alacağından, icazetin (onayın) bir faydası olur.



«Gayr-i müslim bir kölenin gayri münlim sahibi yanında iken müslü-man olmasında da hüküm böyledir ilh...» Müslüman bir köleyi satın alma ile satın aldıktan sonra kölenin müslüman olması arasında bir fark yoktur. Her iki halde de gayr-i müslim bu köleyi bir an evvel elden çıkarmaya zorlanır.



«Çocuğu da, ona tabi olur ilh...» Müslüman olan kölenin, baliğ olmayan çocuğu var ise; çocuk, İslâm dini konusunda babaya tabidir. Babayı satmaya mecbur tutulduğu zaman onunla birlikte çocuğu da elden çıkarmaya zorlanır. Gayr-i müslim. malik olduğu kölesini mükatep kılar, müslüman olan bu mükatep köle, istenen bedeli ödeyemeyeceğini bildirse, o zaman yine bu köleyi bir müslümana satmaya, mecbur edilmez, demektir. Bu da açıktır. Çünkü mükatep olan kölenin satışı, caiz değildir.



«Adeti, parlak köleler satın olan kişi İIh...» Bu konuda Muhit'ten naklen Nehir'in ibaresi şöyledir: Fasık olan müslüman, parak bir köle satın alsa ve onun âdeti de, bu tip kölelerin peşine düşmekse, bu köleyi satmaya mecbur edilir. Çünkü bu kölenin satılması ile herhangi bir kötülük önlenmiş olur. Hatta Mevlana Ebussuud'un böyle bir köle konusunda «açmış olduğu davası dinlenmez» istikametinde verdiği fetva, Hayreddin-i Remli tarafından da benimsenmiştir. Musannıf, bu iki alimi izleyerek aynı sonuca varmıştır.



«Salıvermekle emrolunur İlh...)» Yani ihramlı olan bir kişi, av hayvanını yakaladığı takdirde onu salıvermekle mükelleftir. Satması, sahih değildir. Bununla ilgili hükümler Hacc bahsinde geçti.



«Şarabı borç olarak veren kişinin, müsIüman olması halinde şarap alacağı, düşer ilh...» Çünkü müslüman olan kişinin, şarabı teslim alması mümkün değildir. Dolayısıyla bu şarabın bu kimse hakkında helâk olmuş sayılması, şarapta olan bir hususiyete dayanmaktadır. Çünkü Müslüman olan kişi, şaraba malik olamaz. Satma konusunda ise, alan ve satan müslüman olsalar veya onlardan birisi satılan şarap henüz teslim edilmeden önce müslüman olsa, aralarındaki akit münfesih olur. Bu mesele. satın alınan kölenin kabızdan önce kaçması meselesine benzetilmektedir. Meselenin tamamı, Bahır isimli eserde zikredilmiştir.



«Şarabı borç akın gayr-i müslimin, müslüman olması halinde ödenip ödenmeyeceği hakkında iki rivayet vardır ilh...» Yani Ebu Hanife'den iki rivayet vardır. Bir rivayete göre ödeme sorumluluğu düşer. Diğer bir rivayete göre kıymetini ödemesi gerekir. Bu da İmam Muhammed'in görüşüdür. Zira müslüman olan kişi onu şarap olarak ödeyemez. Bahır.



«Satın oldığı cariyeyi başkasına nikahlayan müşteri ilh...» Meselenin tasavvuru şu şekildedir: Bir kimse bir cariye satın olsa henüz o cariyeyi kabzetmeden başka birisi ile evlendirse ve kocası tarafından kendisine yaklaşılsa, bu hususta müşteri cariyeyi kabzetmiş sayılır. Çünkü evlendirme, onun fiili olması bakımından, kocanın fiili, sanki müşterinin fiiliymiş gibi kabul edilir.



«Ama mücerret evlendirme, istihsanen kabız sayılmaz ilh...» Kıyasa göre, bununda kabız sayılması gerekir. Çünkü evlendirme, bir bakıma cariyede bir kusurun meydana getirilmesi, demektir. Cariyeyi satın alan kişi, onu evli bulacak olursa, satın alan kişi için evlilik bir kusur olacağından, kusurdan dolayı o cariyeyi satana iade edebilir. Ancak istihsanen henüz cariyeye müşteri tarafından hissi bir durum mukarin olmadığından kabız sayılmaz. Evlendirme işi ise hükmü bir kusur meydan getirmedir ki o cariye hakkında arzu ve isteklerin azalması demektir. Bu da, satılan mal değerinin düşmesi mesabesinde sayılır. Meselenin tamamı Nehir'de izah edilmiştir.



«Kabızdan önce evlendirme olayında beyi akti münfesih olacak olursa, nikah batıl olur İlh...» Kusurdan veya aktin fasit olmasından dolayı malın iadesi, bey'in bozulması demektir. Müşterinin o akte dayanarak cariyeyi başkasıyla evlendirmesi de batıl olur. Çünkü kabızdan önce satış aktinin bozulması demek, akit yok demektir. O yok olan akte bina edilen nikahında, yok olmasını yani batıl olmasını gerektirir. Bahır.



«Kemal İbn-i Hümam'ın koyduğu kayda göre ilh...» Kemal İbn-i Hümam, bu kaydı kendi koymamıştır. O, bu konuda «İmam Ebu Bekir, aktin bozulması cariyenin ölümünden dolayı olmamalıdır.» der. Bunun için şarih; «Ebu Bekir, bunu bu şekilde kayıtladı» deseydi daha doğru olur ve konunun sonunda Fethü'1 Kadir'e nispet edilmesi de tenkide uğramazdı. Cariye, müşteri tarafından kabzedilmeden önce, ölümü dolayısıyla akit batıl olacak olursa, nikah batıl olmaz.» demektedir.



«Bu durumda onunla evlenen kocanın, evlendiren kişiye mehri öde-mesi gerekir ilh...» Ben bu ifadeyi Fethü'l Kadir'de bulamadım. Ancak benzeri bir ibare Nehir isimli eserde mevcuttur. Molla Miskin üzerine Haşiye yazan zatın hocasından naklettiğine göre bu ibare, ne Nihaye, ne inaye ve ne de Bahır'da mevcut değildir. Şeyh şahin'den nakledilen ifadeye göre bu ibare, Miraç isimli eserde mevcuttur. Ancak bu nakil yapan kişi, bu ibarenin ifade ettiği mana konusunda tereddütleri olduğunu ilave ederek; «Helak olduğu zaman satıcının malı sayılan cariyenin mehrini, satın olan müşteri evlendirdiği kişiden nasıl olabilir? Bu görüş, fakihlerin «külfet, nimet karşılığıdır» ifadelerine ters düşer.» der.



Ben derim ki: Nikahın batıl olmaması, satış aktinin batıl olmasının ölüm vaktine inhisar ettiğini gösterir. Dolayısıyla akit, sanki yokmuş gibi bir durumla karşı karşıya değiliz. Nikah akti yapıldığı zaman, müşterinin mülküne tesadüf ettiğinden mehire hak kazanmış sayılır. Bu konuda, beyi fasit bahsinde «ikisinden birinin ölümü ile fesih hakkı batıl olmaz» şeklindeki ifadeden önceki duruma bakılmalıdır. Orada bununla ilgili geniş bilgi verilmiştir.



«Çünkü mahkeme ve hakim gayr-i menkulü, gayıb olan kişi adına sa- tamaz İlh...» Bazı nüshalarda «onu, ancak kadı fazlasıyla satabilir» şeklinde bir ifade var ise de doğrusu birinci ifadedir. O'da Nehir'de mevcuttur. Yine Camiü'l Fusuleyn ve Nihaye'den naklen aynı ifadeler. Bahır'da da zikredilmiştir. Bu konuda Camiü'l Fusuleyn'in ifadesi şöyledir: «Hakim için satın alınan malın satılması ve paranın elde tutulması caizdir. Eğer bu satılan mal, menkul bir mal ise böyledir. Akar ise durum bunun aksinedir»



«Malı teslim almadan önce İlh...» Yani müşteri, malı satın alır. henüz o malı teslim olmadan ve parasını ödemeden kayıplara karışacak olursa, mahkemenin onun borcunu ödemek için ancak menkul olan mallarını satabileceği. gayri menkullerini satamayacağı belirtilmiş idi. Ama kabzettikten sonra kayıp olacak olursa, mahkeme borcuna karşılık onun hiç bir malını satamaz. Çünkü satan kişinin alacağı, o mala bizatihi taalluk etmez. Alacaklının hakkı. müşterinin zimmetine taalluk etmektedir. Camiü'l Fusuleyn'de şu ifade ile kayıtlanmaktadır: «Eğer malın telef olması korkusu yok ise, ama malın telef olacağı korkusu var ise, satması caizdir.» ifadeye devamla: «Hakim, mevcut olmayan ve adresi bilinmeyen kişinin malını, emanet olarak verebilir. Hatta onu borç olarak verme yetkisi de vardır. Telef olacağından korkulur ve kaybolan kişinin yeri de bilinmeyecek olursa, menkul olan malını satabilir. Ama yeri bilinecek olursa o zaman mal menkul de olsa, mahkeme satamaz.» Ancak bu konuda telef olma korkusu, hakime satma yetkisi verir, denmesi gerekir. Kayıp olan kişinin adresi bilinen bilinmesin buna benzer bir meseleyi muhayyerlik şartı bölümünde açıklamıştık. Nehir.



«Adresi bilinen bir yerde olacak olursa ilh...» Yani gitmiş olduğu şehir (ülke) uzakta olsa bilindiği takdirde, yeri bilinen kişi olarak kabul edilmektedir. Nehir.



«Satıcı beyyine ikame ederse ilh...» Buradaki beyyinenin ikame edilmesi, mevcut olmayan kişi aleyhine karar vermek için değildir. Burada beyyine ancak, töhmetin bertaraf edilmesi durumunun açıklığa kovuşturulması içindir. Nitekim Zeylai'de böyle ifade edilmiştir. Beyyinenin dinlenmesi için mevcut bir hasmın olması gerekmez. Çünkü hakkının taalluk ettiği Köle henüz satanın elindedir. onu teslim etmemiştir. Yalnız onun gaip olan bir kişiye satıldığını ikrar etmiş bulunmaktadır. Camiü'l Fusuleyn'de bu konuda şöyle denir: «Eğer davayı açan kişinin maksadı, onu gaip olan hasmın elinden almak ise beyyinenin kabul edinmesi için hasım şarttır. Ama kendisine ait bir hakkı elinde olan ve gaibe alt bulunan bir maldan almak istediği takdirde, o zaman hasmın bulunması şartı yoktur. Vekile de ihtiyaç duyulmamaktadır. Keza Mekke'ye gltilp gelmek üzere bir kimse deve kiralasa ve kira ücretini ödese ve develerin sahibi giderken ölse, icare akti münfesih olur. Bu durumda develere binebilir, helaki halinde bunları ödemez. Ancak Mekke'ye kadar olan ücreti ödemesi gerekir. Mekke'ye ulaştıktan sonra durumu mahkemeye iletir. Mahkeme o develeri satmayı uygun gördüğü takdirde satar. Almış olduğu paradan, develeri kiralayana, dönüş ücretini iade edebilir. Borçlu olan kişi, bir malı rehin bıraksa ve İzini kaybettirse, malı rehin olan kişi, durumu mahkemeye iletip malın satılmasını istese, yukarıdaki iki meselede, caiz olduğu gibi burada da caiz olması gerekir. Bu durum, Bahır isimli eserde benimsenmiş ve tasvip edilmiştir.



«Beyyine ile ona sattığını ispat etse ilh...» Parayı henüz kendisine vermediğini söyleyecek olursa, adresi belli olan kişi hakkında mahkeme gayri menkul de olsa bu malı satarak baiin parasını ödeyemez. Nehir ve Fetih. Hakimin gaip olan kişinin malını emanet, borca vermesi ve menkul malını satma yetkisi vardır.



«Kadı veya onun tarafından tayin edilen memur, satar ilh...» Hayvanı kiraya vermeye ve ondan aldığı para ile yem ücretini ödemeye izin verse, caizdir. Nitekim Camiü'l Fusuleyn'de bu şekilde zikredilmiştir. Fakihlerin bu ifadesinden de anlaşılacağı üzere satıcının. kadının izni olmaksızın. o malı satmaya yetkisi yoktur. Sattığı takdirde fuzuli kişi mesabesindedir. Satıştan sonra malı teslim edecek olursa, başkasının hakkına tecavüz etmiş olduğu gibi. onu bilerek satın alan kişi de gasıp hükmündedir. Bahır.



Ben derim ki: Valvaliciye'de şöyle ifade edilir: «Bir kimse et satın alıp parasını getirmek üzere gitse ve gecikse, satıcı do müşteri dönmeyecekkorkusu ile veya etinin bozulması korkusundan dolayı satmak istese. malı satabilir. Çünkü müşteri, bu aktin fesh edilmesine razı sayılır. Eğer sattığı miktardan biraz fazlasına satacak olursa, o fazlalığı sadaka olarak vermesi gerekir. Eğer ona sattığından daha az bir fiyata satacak olursa. ilk müşteriye satışında bir indirim yapmış sayılır. Bu da bir nevi istihsan sayılmaktadır.» Bununla şu meselenin hükmü, açıkça ortaya çıkar: Bozulması çabuk olan mallarda satış yapma, mahkemenin iznine bağlı değildir. Çünkü bu konuda karşı tarafın rızası, mevcut sayılır. Bunun dışındaki hususlarda ise, müşteri adına hakim. satış yapar. Bunun içinde fazlalık müşteriye eksiklikte yine onun sorumluluğuna aittir.



«Gayıp olan kişinin durumu gözetilerek ilh...» Yalnız gayip olan kişinin durumu değil, satıcının durumunun do göz önünde bulundurulması gerekir. Onun hakkının da korunması lazımdır. Çünkü satıcı hakkına ancak bu şekilde ulaşabilir ve sorumluluğunu bu şekilde atabilir. Müşterinin borçtan kurtulması zimmetinin beri olması da buna bağlıdır. El de mevcut olan bu hayvanın nafaka ve masraflarının birikmesinden ötürü müşterinin menfaati de gözetilmiş olmaktadır. Bahır.



FER'İ MESELE: Camiü'l Fusuleyn'de, «emir tarafından bir kimseye hibe edilen cariye, öldürülen bir tacire ait olduğunu, ondan alındığını ve el değiştirerek buraya kadar geldiğini olana söylese. araştırmaya rağmen öldürülen kişinin varisini bulamasa ve cariyeyi bıraktığı takdirde zayi olacağından korksa, yanında bıraktığı takdirde de fitneden korkarsa durum ne olur? diye Necmeddin'e sordular. O'da cevap olarak, hakim bu cariyeyi elinde olan kişiye satmasını, maliki ortaya çıktığı takdirde cariyeyi alan kişiden parasını olabileceğini söylemiştir.» denir.



«Bir akitte iki kişi, bir köle satın alsalar ilh...» Camiü's Sağir Şerhinde, Gadıhan tarafından bu şekilde ifade edilmiştir. Bunlardan biri gaip olsa ve yeri de bilinmese. Nehir'de «yeri bilinmeme» ile kayıtlanmıştır. Eğer mevcut ise icmaen teberru etmiş sayılır. Çünkü bu durumda paranın tümünü, ödemeye mecbur değildir. Onu mahkemeye çağırarak, hissesine düşen parayı ödetme imkanı mevcuttur. Yani meseleye biraz daha açıklık getirecek olursak iki kimse, ortak bir mal satın alsalar, henüz parasını ödemeden müşterilerden birisi kayıplara karışsa, ikinci mevcut olan ortak, paranın tümünü satıcısına ödeyerek o malı satıcısından teslim alabilir ve gaip olan diğer müşterinin izni ve emri olmaksızın onun adına bir ödeme yaptığından dolayı teberru etmiş sayılmaz. Çünkü bu durumda kendi hakkını kurtarmak için başkasına ait hakkı da ödemek mecburiyetinde bırakılmıştır. Bunun gereği olarak diğer ortağı döndüğü zaman, hissesine düşen parayı ödemedikçe, ortağından malı olamaz. Ama gaip değil, orada mevcut ise, ve buna rağmen her ikisine ait parayı diğer tarafın izni ve emri olmaksızın ödeyecek olursa bu durumda ödeyen kişi teberruda bulunmuş sayılır.



«Satıcı her ikisi adına ödenen parayı, ortaklardan birinden kabul etmeye mecburdur ilh...» Bunun zahirinden anlaşıldığına göre bu durumu eğer satılan mal misli bir mal değil ise. Ama misli olan bir mal olacak olursa. buğday ve benzeri misli mallarda taksimi mümkün olabileceğinden, tümünü verme mecburiyetinde değildir, müşteri Çünkü kendi hissesine tekabül eden parayı ödediği takdirde, maldan hissesine düşeni alma imkanı vardır. Karşı taraf içinde bir zarar söz konusu değildir. Bunun içinde meseleyi bir köle meselesi olarak tasavvur etmişlerdir. Yani taksimi mümkün olmayan bir mal satın almadığı takdirde, müşteri hakkını kurtarmak için, diğer ortağına düşen parayı da öder. Bunun karşısında satıcıda, malı toptan müşterilerden birine teslim etmek mecburiyetinde olur. Bu durumda mevcut olan müşteri, malın tümünü satıcıdan kabzetmeye yetkilidir. Ancak malı aldıktan sonra diğer ortağı gelecek olursa, yukarda da belirtildiği gibi üzerine düşen miktarını ödemedikçe, ortağın-dan malı olamaz. Eğer paranın peşin ödenmesi şartı ileri sürülmüş ise.



«İki kiracıdan birinin durumu, bunun hilafınadır ilh...» Müşterilerden biri kay»p olup mevcut olan kiracı ücretin tümünü ödeyecek olursa (ödemeye mecbur olmadığından dolayı) teberru etmiş sayılır. Çünkü kiraya veren kişinin, ücreti almak için evi hapsetmeye, elinde tutmaya yetkisi yoktur. Demir taşı böyle zikretmiştir. Nehir. Bütün bu yukarda sayılan hükümler, satın alınan malın fiyatını ödemesi, satıcının bedeli almaya mecbur edilmesi ve malın tümünün satıcı tarafından teslim edilmesi ve ortaklardan birinin karşı taraftan hakkını almadan malı elinden hapsetme yetkisinin olması Bütün bunlar Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'e göredir. Bu meselelerde Ebu Yusuf muhalefet etmiştir. Tahtavi.



«Ödemeye mecbur olmuştur ilh...» Bu durum, rehin vermek üzere bir malı ödünç veren kişinin durumuna benzemiş olmaktadır. Şöyle ki;bir kimse başkasına reh'in vermek üzere kendi malı olmasa, diğer bir şahsa gelerek rehin vermek üzere ondan ödünç bir mal olsa ve almış olduğu o malı borcuna karşılık rehin bıraksa, malı rehin bırakan yani ödünç olan iflas etse veya kayıp olsa, malını ödünç verende rehin bırakılan malını geri almak istese, malını kurtarabilmek için rehin verenin borcunu alacaklıya ödeyerek malını rehinden kurtarır, öder. Daha sonra ödediği miktarı rehinden alır. Her ne kadar onun izni ve emri olmadan borcunu ödemiş ise de, malını kurtarmak için bu ödemeye mecbur olduğundan yetkili sayılmıştır. Dolayısıyla rehin veren döndüğünde veya mala kavuştuğunda, hakkını ondan olabilir. Ve yine ikinci bir mesele iki katlı bir evin, alt katı çökecek olursa. ikinci katın sahibi birinci katın sahihine katını yaptırmasını söyler, Yaptırmadığı takdirde kendi evini yapabilmek için, aşağıdaki katı izni olmadan yapsa bu durumda teberru etmiş sayılmaz. Çünkü kendi hakkına ulaşabilm