İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve

Mü’minler     



Melekler istikbâr edip büyüklenmez, Allah’ı  tenzih eder ve O’na secdede bulunurlar: “Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O’na kulluk etmekten istikbâr etmezler/büyüklenmezler. O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler.” (7/A’râf, 206) “Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler. Çünkü onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.” (16/Nahl, 49-50)



Gerçek mü’minler, istikbâr/büyüklük duygusuna kapılmazlar: “Âyetlerimize ancak, o kimseler iman ederler ki, bu âyetlerle kendilerine öğüt verildiğinde istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Onların, vücutlarını yataklarından uzaklaştırıp korkuyla , umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını kimse bilmez. Öyle ya; mü’min olan, fâsık/yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar, elbette bir olmazlar. Iman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.” (32/Secde, 15-19)   



İstikbâr ve istiz'âf, İslâm'ın onaylayamayacağı bir durumdur. Müstekbirler müstaz'afların kanı, eti, kemiği ve alın teri üzerinde  köşklerini  yükseltirler.  İstikbâr,  Allah'a   şirk  koşmaktan başka bir şey değildir. Allahu ekber/Allah'tan başka büyük yoktur, tek büyük olan Allah'tır ilkesini inkârla, Allah'ın kibriyâsını reddedip sahip oldukları iradeyi kötü yolda kullanan müstekbirler, sayıca çok az olmalarına karşın, özellikle Allah'a olan iman ve güvenlerinin za'fından ve dünya hayatını ahirete tercih etmelerinin sonucu Allah'tan çok büyüklük taslayanlardan korkmalarından ötürü istikbâra ses çıkarmayan müstaz'af yığınlarının sessizliğinden ve kölece boyun eğişlerinden yararlanırlar. İslâm bir yandan mücadelesini istikbâra ve müstekbirlere karşı yöneltirken, öte yandan köleliğin içlerinde âdeta ayrılmaz bir nitelik haline geldiği müstaz'af kitleleri ayaklandırmaya ve "Lâ ilâhe illâllah, Allahu Ekber" ilkeleri çerçevesinde başkaldırmaya çağırır. Böylece başlayan bir mücadelede, istikbâra karşı  koyuşta ve bu karşı koyuşun getirdiği zorluklara sabreden müstaz'afları Allah, yeryüzünün doğularına ve batılarına vâris kılar, müstekbirlerin  yalancı cennetlerini târumar eder, saraylarını başlarına geçirir. Ama, eğer müstaz'aflar istiz'âfa  râzı olup giderlerse hem dünya hayatında mezellet ve meskenetin pençesinde bayağı bir hayat sürerler, hem de âhirette müstekbirlerle birlikte ateşe atılırlar. (12) 



"Allah için tevâzu gösteren kimseyi Allah yükseltir; büyüklük taslayanları ise Allah alçaltır."



"Büyük olmak için küçükleşen ne insanlar var!"



"Müstekbirler, omuzlarımızda taşıdığımız için büyük gözükürler; fırlatıp atınca yerde sürünmeğe başlarlar."



"Müstekbirler, önlerine diz çöktüğümüz için büyüktürler; o halde biz de ayağa kalkalım!"



"Küçüklerin istikbârı / büyüklük taslamaları kadar tehlikeli bir şey yoktur."



"Başını semâya çarpmaktan bermûtad cüceler korkarlar."



"İnsan, gayesi nisbetinde büyüktür."



"Alçak yerde tepecik, kendini dağ sayar."



"Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştün zaman o kadar az incinirsin."



"Kavakların dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıp onları önemli bir şey sanmayın. Bütün kibirli, meyvesiz ve gölgesiz yaratıkların başları bulutlarda sallanır."



"Bir insanda kendini yüksek görme ve hırs, söz söylerken soğan gibi kokar."



"Kibirlenip büyüklenenin



Aldanma dünyasına.



Dünya benim, diyenin



Gittik dün yasına."



"Kibri terkeyle dost,



Dime 'benem'



Gönlünün mescidinde



Koma sanem"



"Önü bir damla pis su, sonu leş, ortası ... torbası olan, nasıl büyüklük taslar?"



"Topraktan yaratılan insan, toprak gibi tevâzu sahibi olmazsa, aslından/insanlığından çıkmış olur."



"Kibirliye karşı kibirlilik vaciptir."



Bizi, müslümanlığımızdan dolayı küçük göreni, "hayvandan aşağı" (7/A'râf, 179), "yaratıkların en şerlisi" (8/Enfâl, 55), bir "pislik" (9/Tevbe, 28) "sağır, dilsiz, kör ve akılsız" (2/Bakara, 171; 8/Enfâl, 22) görmek zorundayız.



"Müstekbir, kalbindeki hastalığın (2/Bakara, 10) gözüne de yansıdığı (2/Bakara, 18) kimsedir. O yüzden gözleri sirk aynaları gibi çarpık gösterir. Küçüğü büyük, büyüğü küçük gösteren çukur ve tümsek aynalar gibidir bakışları. Kendilerini dev aynasında, başkalarını da cüce görmeleri bundandır. Hakkı bâtıl ve bâtılı da hak görmeleri de aynı hastalığın belirtisidir.    



Türkçe'ye Yunanca'dan giren "manyak" kelimesi, müstekbir kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Bu, müstekbir için zorlama bir abartı ifadesi değil; gerçek bir tanımdır. Şöyle ki, "megalo", büyük demektir; psikolojik bir hasta/ruh hastası olan "megaloman": Megalomani'ye, yani büyüklük kuruntusuna tutulmuş kimse anlamına gelir. "Megalomani": Kendini büyük görme hastalığı, büyüklük kuruntusu manasınadır. "Mani" ve "manya": Saplantı, iptilâ, tutku, düşkünlük şeklinde ortaya çıkan delilik haline verilen addır. "Manyak" da, Manya'ya (delilik gibi bu psikolojik hastalığa) uğramış ruh hastası demektir. Dolayısıyla "manyak" kelimesinin Türkçedeki tüm olumsuz anlamları, istikbâr/kendini aşırı beğenme hastalığının bir göstergesi ve sonucudur. Yani tüm müstekbirler manyaktırlar. Bunun için olsa gerektir; tımarhanedeki delilerin çoğu, kendilerini  meşhur büyüklerden biri gibi görür ve gösterir. Deli bile, kendini akıllı gösteren meşhur delilerle/müstekbirlerle kendisi arasındaki yakın bağı görebilmektedir.    



Gerçek anlamda büyümektir; kendimizi Allah için âciz/küçük görmek.



Gerçek anlamda küçülmektir; kendimizi büyük görmek. 



Seni küçük görenlere/müstekbirlere karşı görevin: Onun terazisinde ağır gelmek için uğraşman; ama bunu kendi hastalığın olarak değil, onu hastalıktan kurtarmak için yapmaktır.  



Seni büyük görenlere/müstaz'af mü'minlere karşı görevin: Muhâtabın kendisini çok küçük görmesine engel olarak kendine zarar vermesinin önüne geçmek, aynı zamanda seni büyüklenip böbürlenmeye götürerek sana zarar vermesine mâni olmaktır.



"Mazlum kardeşinize de zâlime de yardımcı olunuz." Zâlime nasıl yardımcı olabiliriz? "Zulmüne engel olarak!" Müstekbir için de aynı yardım sözkonusu.



Kibirli, bizim sayemizde (bizim ona bu fırsatı vererek, ona karşı küçüklüğü/köleliği kabullenmemizden dolayı) büyüklenmemeli; büyüklük taslayanlara hadlerini bildirebilmeli ve acziyetlerini gösterebilmeliyiz.



Ölçü belli: "Kâfirlere karşı şiddetli/çetin; kendi aralarında merhametli olmak" (48/Fetih, 29) "Mü'minlere karşı alçak gönüllü/şefkatli; kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmak" (5/Mâide, 54)



Ve... Büyüklük taslamanın sonu ile ilgili 2 uzak tarihten, 2 de yakın tarihten ibret:



Şeytan: İstikbâr etti/kibirlenip büyüklük tasladı; herkesin hakaretle/lânetle andığı aşağılık mahlûk oldu.



Firavun: İstikbâr etti, hem de "ben sizin en yüce rabbinizim" diyecek cür'et gösterdi (79/Nâziât, 24); Herkese secdede ve küçülmüş vaziyette teşhir edildi.



Superman (süpermen) filmlerinin insan üstü güçleri olan süpermeni/sahte ilâhı (bu filmin kahramanı Cristopher Rewe, attan düştü, tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.



Muhammed Ali Clay: Müslüman olduğu ve en büyük olanın kim olduğunu bildiği halde, "en büyük benim" demenin cezası olarak alzheimer hastalığına tutuldu, dili zor konuşur, eli zor hareket eder hale geldi.



Günümüzün müstekbir karakterli kişi ve gruplarını yakından tanımak için Kur’an’a bakmak yeterlidir. Yine bu zalimlerin müstez’af haline getirdikleri zayıfları Kur’an’dan tanıyoruz. Yapılacak iş, müstez’aflara destek olmak, onları savunmak; her türlü meşru aracı kullanarak müstekbirlerin baskı ve zulümlerini önlemeye çalışmaktır. Unutmamak gerekir ki, geniş kitleleri istikbâr ile sömüren zâlim azınlık, müstaz’afların kurtuluşu sağlayacak tevhîdî çözümlere asla yanaşmayacaktır. Yine unutulmaması gerekir ki zâlimlere az da olsa meyil, ateşin dokunmasına sebeptir. “Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” (11/Hûd, 113)



“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyen/böbürlenmeyen ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (28/Kasas, 83)



Ezilen, zulme uğrayan kitlelere, zulme uğradıklarını hatırlatmak, onları mustaz’af olduklarının bilincine vardırmak, vahyî sorumluluğumuzun gereğidir. Müslüman, Allah’ın sevmediği insanlara en küçük muhabbet besleyemez. “Şüphesiz Allah müstekbirleri sevmez.” (16/Nahl, 23) Müstekbirlerin istikbâr ellerini kesmek müslümanın temel görevlerinden biridir.



H. K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 317 vd.



A.g.e. s. 467 vd.



Ejder Okumuş, Kur'an'da Toplumsal Çöküş,  s. 122-123 



Eşref Altaş, Haksöz, sayı 44, s. 41



H. K. Ece, a.g.e. 470 vd.



E. Altaş, Haksöz, 44, s. 42



Ekrem Sağıroğlu, Kur'an'da İnsan ve Toplum, s. 53



Ali Bulaç, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, c. 3, s. 82



E. Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, s. 125



Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasî Kavramlar, s. 284-288



Ali Bulaç, S. B. Ansiklopedisi, c. 3, s. 84



Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 377