İSTİHKAK

Bir hakkı isteme, onu hak etme. Bir şahsın, bir şeyin mülkiyetini iddia etmesi, davasını isbat etmesi, hâkimin bu malın mülkiyetinin ona ait olduğuna karar vermesi ve maldan başkasının elini çektirmesi anlamında bir İslâm hukuku terimi. istihkâk; satım, trampa, rehin, taksim, sulh, icâre, musâkât, muzâraa, mehir açısından evlilik, muhâlea bedeli, vasiyet, vakıf gibi akit ve muâmelelerde söz konusu olur. Akdin feshi bakımından istihkâk ikiye ayrılır:



a) Mülkiyeti tam olarak ortadan kaldıran istihkâk. Burada, hak iddia edenden başka hiç bir kimse için mülkiyet hakkı devam etmez. Hür bir insanın satılması gibi. Bu, hâkimin hükmüne ihtiyaç olmaksızın akdin feshini gerektirir. Alan, satıcıya, satış bedeli ile geri döner.



b) Mülkiyeti bir kimseden başkasına geçiren istihkâk. Çoğunlukla muamelede bu çeşit istihkak gerçekleşir. Bir kimsenin, başkasının elindeki bir malın kendi mülkü olduğunu iddia etmesi ve bunu delille ispat etmesi gibi. Bu, doğrudan akdi gerektirmez. Çünkü müşterinin mülkiyetinin batıl olmasına yol açmaz. Akdin sonucu, hak iddia edenin icâzetine veya akdi feshetmesine bağlı olur. Hanefilerden sağlam bir görüşe göre, müşteri satıcısına satış bedeliyle rucu etmedikçe akit münfesih olmaz. Zahirü'r rivaye'den gelen daha sağlam görüşe göre akit, mücerred istihkâk hükmüyle (mahkeme kararı ile) değil, karşılıklı rıza ile fesholur. İstihkâk hükmü, zilyed'e (mal elinde olan kimse) şâmil olur ve mal onun elinden alınır. Yine, zilyedin, mülkü kendisinden aldığı herkesi de kapsamına alır.



İstihkâk, hak isteyenin delili (beyyine) ile sabit olursa, müşteri satıcıya semenle geri döner. Burada, hâkimin hükmü, âmme velayeti sebebiyle, dava konusu olan malla ilgili herkesi bağlar. Ancak istihkâk iddiası müşterinin veya dava vekilinin ikrarı yahut bu ikisinin yeminden kaçınmasıyla sabit olmuşsa, rücu hakkı bulunmaz. Çünkü ikrar, ikrarda bulunandan başkasına geçmeyen eksik bir delildir (İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar; Mısır, t.y., IV, 199-205).



Satılan bir mal üzerinde üçüncü bir şahsın istihkak iddiası, ya bu malın bir bölümü, yahut da tamamı hakkında olur. Malın bir bolümü üzerindeki hak iddiası kabzdan önce olur ve hak iddia eden akde icâzet de vermezse, akit hak istenen miktar kadar batıl olur. Çünkü bu kısmın, satıcının mülkü olmadığı anlaşılmış bulunur. Malı elinde tutanın izni bulunmadığı için akit geçersizdir. Müşteri geri kalan mal için muhayyerdir. İsterse bunu satış bedelinden kendi payı kadar bir bedelle kabul eder. İsterse akdi reddeder. Çünkü hak isteyen, razı olmayınca akdin bütünlüğü, akdin tamamlanmasından önce müşteri aleyhine parçalanmış olur. Parçalanma ise mutla, yerliği gerektirir. istihkâk iddiası malın bir bölümü kabzedildikten sonra olmuşsa, satım akdi hak istenen miktar kadar bâtıl olur. Eğer mal, ev, otomobil, hayvan gibi bölünmez cinsten olursa bu bir ayıp sayılır. Müşteri dilerse bu hisseyi bedelden payı ile birlikte alır; dilerse akdi bozar. Ancak mal, iki şey olur veya misli mallardan bulunursa, bölünebilir oluşu dikkate alınarak, müşteri hissesiyle geri kalanı almaya zorlanabilir. Çünkü burada safkanın bölünmesinde zarar yoktur. Bu yüzden onun akdi reddetme muhayyerliği bulunmaz.



Hak iddia eden üçüncü şahıs, satılan malın mülkiyetini delil (Beyyine) ile ispat etse ve hâkim onun lehine hüküm verse, satım akdi bozulmaz: belki hak iddia edenin icazetine bağlı olur. O, icazet verirse mal, müşteriye ait olarak kalır ve kendisi satıcıdan semeni alır. Satıcı, onun satış vekili gibi olur. Çünkü sonradan verilen icazet, önceden verilen vekâlet gibidir. Hak iddia eden satışa icazet vermez ve malı almayı tercih ederse, eski satım akdi münfesih olur. Satıcı, müşteriye semeni geri vermeye borçlanmış bulunur.



İstihkâk iddiası bir vakıf yer hakkında olur ve mütevelli, yerin vakıf malı olduğunu ispat ederse, satım akdi kesinlikle münfesih olur. Çünkü hiçbir kimsenin vakıfın satımına icazet verme hakkı yoktur (el-Mevsilî, el İhtiyar, II, 18, 19; el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi, V, 288 vd.; İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 175; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, V, 351, 352).



İstihkâk iddiasının, mahkemede usulüne göre isbatı gerekir. İslam'ın ilk zamanlarında gayri menkuller henüz defterlere kayıt edilmediği için şahitle ispat yükümlülüğü onları da kapsamına alıyordu. Ca'fer b. Muhammed'in şöyle dediği nakledilir: "Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fatma, Hz. Ebu Bekir'e söyle dedi: Fedek'i bana ver; çünkü babam onu bana vermişti. Halife Hz. Ebû Bekir ondan şahit istedi. Bunun üzerine Ümmü Eymen ile Hz. Peygamberin azatlısı Rabâh, şahitlik ettiler. Ancak Hz. Ebû Bekir bir erkek iki kadının şahidlik etmesini istedi.



Bir kere mülk haline gelen arazi artık sürekli olarak mâlikin olmaktadır. İşlemese de elinden alınmaz. Ancak vergisini ödemeye zorlanır. Ancak kuru mülkiyeti (rakabe) devlete ait olan mîrî araziyi ekip-biçen bir süre terketse, işletmek üzere başkasına verilirdi. Bu durumda artık istihkak davası da söz konusu olamazdı. İstihkâk davası için ilk devirlerde zaman aşımına rastlanmaz. Fıkıh kaynaklarında görülen süreler ictihad ürünüdür. Mücahid'in rivâyetine göre, bir topluluk, başkasının arazisine hurma eker. Arazi sahipleri davayı Hz. Ömer'e götürürler. Halife şöyle der: "Onlara araziyi teslim ederek, ağaçların kıymetini onlardan alıp size vereceğim" (Belazurî, Füthu'l-Buldân, terr. Zakir Kadirî Ugan, I, 54, 56; ibn Zenceveyh, Kitabu'l-Emvâlden naklen, Ali şafak, İslâm Arazî Hukuku, İstanbul 1977, s. 322, 323).



Arazi istihkakında içtihatla 36 yıllık zaman aşımı esası getirilmiştir. 36 yıl dava açılmamışsa artık başvurma hakkı olmaz. Devlet tarafından belirlenen zaman aşımı süreleri de olmuştur. Meselâ Hz. Ömer ölü araziyi ihya için çeviren, üz yıl içinde ihya etmezse artık hak iddia edemeyeceğine hükmettiği gibi, ardı ardına üç yıl bir araziyi işlemeyenin elinden, devlete ait bu arazi geri alınmakta idi. Diğer yandan miri arazînin tasarruf hakkını düşüren on yıllık hak düşürücü süre tanınmıştır. Mecelle'de zaman aşımı konusu onbeş maddede düzenlenmiştir (Arazi Kanunnamesi, madde, 20; Ali Haydar Efendi, Arazi Kanunu şerhi, s. 109, 114; Mecelle, madde, 1660, 1675; Ali Şafak, a.g.e., s. 323, 324).



Hamdi DÖNDÜREN