Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, el-İnsaf adlı risalesinde (s.68) der ki: "Şunu biliniz kî I. ve II. hicri yüzyılda insanlar muayyen bir mezhebi taklit etmiyorlardı. Kûtu'l-Kulûb eserinde, Ebu Talib el-Mekkî şöyle der: "Kitap ve mecmualar sonradan çıkmıştır. İnsanların görüşlerini kabul, insanlardan birisinin mezhebiyle fetva verme, her şeyde sözünü kullanıp beyan etme ve bir mezhep üzerine fıkıh öğrenme işi eskiden İnsanlarda -yani l. ve 2. yüzyılda- yoktu."



            İkinci asırdan sonra fıkhı tahric etme olayı çıktı. Araştırmada da görüldüğü gibi 4. yüzyılın insanları dahi bir mezhebi taklit, onun fıkhını öğrenip beyanda bulunma üzerinde birleşmiş değillerdi. Bilakis insanlar alim ve cahil (avam) olmak üzere iki sınıftı. Müslümanlar arasında veya umum müctehidler arasında ihtilaf olmayan icma meselelerinde, avam tabakası ancak şeriat sahibine uyuyorlardı. Abdestİni, yıkanmanın şeklini, namaz ve zekatı ve benzeri hükümleri babalarından veya beldelerinin alimlerinden öğreniyorlar ve bu minval üzerine gidiyorlardı. Başlarına nadir bir olay geldiği zaman, bir



mezhebi tayin etmeden herhangi bir müftüye soruyorlardı. Tahric kitabının sonunda İbnü'l-Hümâm şöyle der; "Bir müftüye bağlanmaksızm bazen birisine bazen de diğer birine sorarlardı."



            Dehlevî (r.a.), değerli eseri Huccetullahi'l-Baliğa kitabında (1/153) mezkür sözünü zikredip şunu belirtir: "Taklid etmek haramdır. Hiç bir kimse için, delil olmadan, peygamberden başkasının sözünü alması Cenab-ı  Hakk'ın şu  âyeti kerîmeleriyle haramdır;  "Rabbinizin indirdiğine uyunuz, O'ndan başka kimselere tabi olmayınız." (31) "Allah'dan inen ayetlere uyunuz, denildiği zaman; biz babalarımızın bulundukları yola tabi oluruz derler." (32) Taklid etmeyenleri de medhü sena ederek şöyle der: "Hak sözü işitip de güzellikle tabı olanları müjdele, işte Allah onları hidayete erdirmiş ve akıl sahipleri de onlardır." (33) Ve yine: "Bir şeyde çekiştiğiniz zaman hemen onu Allah'a ve onun Rasûlüne havale ediniz. Eğer gerçekten Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız" (34) demektedir. Allah, çekişilen bir meseleyi Kur'ân ve Sünnetten  gayrı bir kimseye havale etmeyi helal kılmamaktadır.



            Sahabe, Tabiîn ve Tebeu't-Tabiîn'in, bir insanın sadece bir imamın sözüne uymasını yasaklamanın Selef-i Salihînin bir âdeti olduğuna dair icmaları sahihtir. Kim sadece Ebu Hanife'nin veya İmam  Malik'in veya Şafiî'nin veya Ahmed b.



Hanbel'in görüşlerinin tümünü alırsa, Kitab ve Sünnet'te gelen şeylere itimat etmemiş sayılır. O kişi icma-i ümmetin tümünün ilkine ve sonrakine muhalefet etmiş, övülen üç asırda kendisine bu konuda öncülük eden bir kimseyi bulamayıp,



müslümaniarın  yolunun dışında bir yola yakinen tabi olmuştur. Binaenaleyh bu fakihlerin hepsi kendilerini ve başkalarını taklid etmeyi yasaklayıp, taklid edenlere muhalefet etmişlerdi. Bunu îmam el-İz b. Abdusselam, Kavaidü'l-Ahkam fi Me salihi'l-En'âm adlı eserinde, Şeyh Salih el-Füllanî İse İkazu Hi-memi Uli'l-Ebsar adlı eserinde zikretmişlerdir. (35)



            Ne ilginçtir ki, yaygın bid'atçi mezhepleri körükörüne taklid edenler, delilden uzak olduğu  halde mezhebe nisbet edilen görüşe uyar ve mezhebin imamının sanki bir peygamber olduğuna  inanır. Bu tutum, hak ve doğrudan uzaklaşmadır. Biz çok tecrübe ettik ve şahid olduk ki, bu taklitçiler, imamlarının hata yapmayacağına, her  söylediğinin mutlak doğru olduğuna inanırlar. Delil, mezhebinin görüşünün aksine bile olsa taklidi terketmeyeceği görüşünü kalbinde gizlerler. Bu durum, Tirmizî ve diğerlerinin Adiy b. Hatem'den rivayet ettiği hadisin konusuna tıpatıp uygundur:



            "Rasûlullah'ı; "Onlar Allah'ı bırakıp alimlerini ve rahiplerini Allah'dan gayrı rab edindiler... (36) âyetini okurken işittim. Ona:



            Yâ Rasûlullah! Onlar alimlerine ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı dedim.



            Bana:



            Onlar birşeyi helal kabul ettiğinde onu helal kabul ediyorlar, bir şeyi haranı gördüğünde onu haram  kabul  ediyorlardı. Bu, onların ruhban ve alimlerine ibadet etmeleridir "buyurdu." (37)



31) A'raf Sûresi, âyet3



32) Bakara Sûresi, âyet 170



33) Zumer Sûresi, âyet 17-18



34) Nisa Sûresi, âyet 59



35) Izzeddin bin Abdisselam'ın Kavaidu'l-Ahkâm fî Mesalihil-Enam (2/134-136). Salih bin Muhammed el-Amrî el-Fullanî s. 77-78'e bakınız.



36) Tevbe Sûresi. âyet31







37) Bu hadisi Tirmizî. 5/278: İbni Kesir. Tefsirinde, 2/137; Taberî. Tefsirinde 10/81: Beyhakî, süneninde,10/116, tahric etmiştir. Senedinde zayıflık vardır.



Zayıflık illeti ise Guteyf bin A'yuni'l-Cezerî'dir. Tirmizî onun hakkında: hadiste bilinen bir kişi değildir Dare Kutnî de bunu zayıf saymıştır. Mizânü'l-İ'tidal, 3/336'da olduğu gibi. Yine İbnü Abdilber Camiu'l-Beyani'l-İlm. 2/109 muallak olarak, İbmü'l-Cevzi. Zâdü'l-Mesir. 3/425; Suyutî de Dürerü'l-Mensur. 3/230'da tahric etmiştir. Hadis hasen mertebesine çıkmaktadır. Çünkü Tirmizî zayıf saydığı halde rivayeti hasen rütbesine çıkarmıştır. Aynı zamanda bu hadisi şahıd olarak teyid eden Huzeyfe İbnü'l-Yemanî (r.a.)'nın rivayetidir. Bunu Taberİ. Tefsirinde (10/81). İbnü Abdilber mezkur eserinde (2/109). Beyhakî. Sünen'inde (10/116) mevkuf olarak tahric etmişlerdir. Lakin hadis usulünde olduğu gibi merfû hükmündedir. Yine bu mezkur hadisin ayrı bir şahidi vardır O da ebu'l Aliye'nin Taberi, Tefsiri'ndeki (10/81) rivayetidir. Böylelikle hadis, mezkur rivayetlerin takviyesiyle hasen derecesindedir. Bu yüzden Şeyhü'l-İslâm İbni Teymiye İktida'u Sıratı'l-Mustakîm eserinde Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) bu hadisin nisbetini cezmetmiştir. İman kitabında (s.64) hasen olduğunu söylemiştir. Şeyh el-Bani de bu hadisin, Mevdudî'nin Kur'ân'da Dört Terim kitabına (18-20) yaptığı inceleme bölümünde hasen olduğunu zikretmiştir.