İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir

Hak olan İslâm dini budur. Kaynağı ve dayandığı temel, Kitap ve Sünnettir. Bu iki kaynak muslümanların ihtilafa düştükleri her konuda müracaat edecekleri kaynaklardır. İhtilaf konusunu çözmek için bu iki kaynağa müracaat  etmeyip başka kaynaklara başvuran mümin değildir. "Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar" (15) ayetinde Cenâb-ı Hakk'ın buyurduğu  gibi.



İmamlardan (müçtehidler) hiçbiri, "Benim kabul ettiğim görüşe ve içtihadıma tabi olun" dememişlerdir. Bilakis, "Bizim  aldığımız kaynaklardan siz de alınız" demişlerdir. Bu mezheplere sonraki asırlarda birçok anlayışlar eklendi. (16) Bunlar arasında da çok hatalar vardır. Öylesine farazi (17) (hayali) meseleler   vardır ki, intisap ettikleri mezhep imamlarından   birisi o hataları görse o mezhepten ve o kişinin söylediklerinden uzak dururdu.



Selef imamlarından ilim ve dini muhafaza edip  koruyan herbir imam. Kitap ve Sünnetin zahirine sarılmış, insanları Kur'ân ve sünnete sarılmaya ve onlarla amel etmeye teşvik etmiştir, imam Ebu  Hanife, İmam Malik, İmam  Şafiî, Ahmed b. Hanbel,  Süfyan es-Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Hasen el-Basrî, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî, el-Evzaî, Abdullah b. Mübarek,  Buharî, Müslim ve diğer birçok imamlardan böyle sabit olmuştur. Bunlardan  her biri; din konusunda bid'atlerden ve masum (hatasız) olmayan kişileri taklid



etmekten sakındırmışlardır. Masum olan sadece



Rasûlullah'tır. Onun dışında kim olursa olsun masum  değildir. Masum olmayan kişilerin. Kitap ve Sünnet'e uygun olan sözleri kabul edilir. Bu ikisine muhalefet edenler ise, kim olursa olsun sözlerine itibar edilmez. Nitekim İmam Malik,



Rasûlullah'ın kabrini göstererek; "Bu kabir sahibinin dışında, herkes söylediklerinden tenkide tabi tutulur" demiş ve Allah Rasûlü'nün  kabrine işaret etmiştir. (18) Bütün muhakkik



(tahkikd) müçtehidler bu yolu takip etmişlerdir. Onların hepsi körükörüne taklidden sakındırmışlardır. Çünkü Allah Kur'ân'ın birçok yerinde katı taklidçüeri kötülemiştir. Önceki



milletlerden kafir olanların çoğu; alimlerini, ruhbanlarını ve babalarını taklid etmelerinden dolayı kafir olmuşlardır.



İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam eş-Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve başka imamların şöyle söyledikleri nakledilmektedir: "Bir kimsenin, görüşümüzü nereden aldığımızı bilmediği halde  onu kabul etmesi veya bizim görüşümüzle fetva vermesi helal olmaz." (19) Bu imamların herbiri "sahih hadis benim  görüşümdür" (20) sözünü açıkça beyan etmiştir. Yine onlar devamla şöyle derler: "Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah'ın kitabi ve Rasûlullah'ın sünnetine arzediniz.



Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyursa reddediniz ve sözümüzü duvara  çalınız." (21) Bu sözler bu büyük imamlarına aittir. Allah onları cennetine koysun.



Fakat ne yazık ki, halkın, masum müçtehid ve ulemadan zannettiği kâğıt karalayan müteahhirundan mukallid müellifler, insanların dört mezhep veya meşhur mezheplerden birini taklit etmeleri gerektiğini söylerler. Bu gereklilikten sonra, o mezhep imamını gönderilmiş   ve itaat edilmesi gereken bir nebi kabul ederek, başkasının görüşüyle amel etmekten sakındırırlar. Keşke onlar imamlarının görüşüyle amel  etselerdi. Ne yazık ki onların çoğu tabi oldukları imamın sadece ismini bilirler. Bazı müteahhir ulema, bir takım meseleler icad ederek görüşler ortaya koydular. O görüşleri imamlarına nisbet ettiler. Kendilerinden sonra gelen insanlar da o görüşün kendi imamına ve mezhebine   ait olduğunu zannettiler. Halbuki o görüş mezhep     imamının söylediklerine ve karar kıldıklarına  muhaliftir ve o, kendine nisbet edilen şeyden uzaktır. Hanefî mezhebinin birçok muteahhir    ulemasının, teşehhüdde işaret parmağının    kaldırılmasını haram kabul etmeleri, "Allah'ın elinden" maksadın "Allah'ın kudreti" olduğu,  yahutta "Allah zatıyla her yerdedir, fakat arşa  istiva etmemiştir" görüşleri buna örnek olarak  gösterilebilir. (22)



Bu ve buna benzer olaylar, müslümanların birliğini ayırdı, cemiyet ve toplumları parçaladı, artık yama deliğe küçük gelmeye başladı. Ufuklar nifak ve ayrılıklarla doldu. Herkes birbirini bid'atçilikle suçluyor, her cemaat kendine muhalefet edeni en ufak hususta bile sapıklıkla suçluyor, hatta birbirlerini tekfir ediyor ve birbirlerini öldürüyorlardı. Durum Rasûlullah'ın haber verdiği hale geldi: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Onlardan    biri dışında diğerleri cehennemdedir." "Kurtulan fırka kimdir?" diye sorulunca Rasûlullah, "Benim ve ashabımın yolunu takip edenler" cevabını verdi. (23)



15) Nisa Sûresi, âyet 65



16) Mezhepçilik mukallidlerin sadece kişilerin söz ve görüşlerini Kur'ân'ın sarahatine ve sahih sünnete takdim etmelerine götürmemiş, imamların (r.a.) söyledikleri sahih kavilleri bile unutturmuştur, imamların mezhebi zannettikleri muteahhirine ait sözlerle aralarında hiç bir ayırım ve araştırma yapmadan almakla iktifa ettiler. Bu da ancak taassubun şiddetli oluşundandır, imamların mezheblerini kitaplarda tedvin edip, ictihadların sahih gördüklerini bunlarda korudukları bilinmektedir. İmam Malik (r.a.); mezhebini Muvatta eseri korudu, imam Şafii mezhebini bilmek istersek kendi kitaplarına (kaynaklarına) müracaat ederiz. Kendinden başkasını talep etmemiz uygun değildir. Bunu izah etmek için de şunu derim; İmam Malik. Şafiî ve Ebu Hanife'nin söz ve amel olarak fetva vermedikleri bir çok şeyler onlara nisbet edilmektedir. Malikîler namazın kıyamında ellerini salmakta ve sabah namazında kunut yapmaktadırlar. Halbuki imam Malık, Muvatta'ında(17158) namazda bir eli diğerine bağlama babında bazı eserler (rivayetler) irad ettiğini görürüz Bunlardan birisi şudur: Abdülkerim bin Ebi'l-Meharık el- Basrîden O şöyle der: "Utanmazsan istediğini yap sözü nübüvvet sözleridendir. Namazda elini diğerine koyma, iftara acele etmek ve sahuru te'hir etmek vardır" Malıkî mezhebin mûteahhirûn olanları imamı Malik'in namazda ellerini saldığını delillendirmeğe kalkışıyorlar. Bu hal taklid ettikleri mezheblerini iyi bilmediklerindendir. Çünkü Cafer bin Süleyman Medine'nin valisiydi. H. 146 senesinde İmam Malik'i Kamçıladı. Öyle kolu soyuldu ki namazda bir elini diğerine bağlama



gücünü bulamadı ve ellerini saldı. (El-İntika s. 44). Zaten Muvatta kitabını bu olaydan iki sene sonra yazmıştı. Yine imam Malik sabah namazında kunut adlı batımda şöyle bir eser (rivayet) irad eder: "Abdullah bin Ömer namazda kunut yapmazdı." Muvatta. 1/109. İmam Şafiî'nin peygambere salat getirmenin sünnet olduğu görüsü, bilinmeden kendisine nisbet edilmiştir. Halbuki o farz olduğunu



söylerdi. Allah {c.c.) Rasûlü'ne salat getirmeyi farz kılarak şöyle demişti: "Şüphesiz Allah ve melekten Nebi (a.s.) salat getirirler. Ey iman edenler! Siz de ona salat getirin ve selam veriniz." (Ahzab, 56). Salat getirmenin farziyyeti. namazdan daha evla bir yerde olmamıştır. Allah Rasûlü'nden namazda kendisine salat getirmenin farz olduğu vasfının delaletini bulduk. Allah daha iyisini bilir."



(el-Umm, 1/117). İşte Hanefî mezhebinin muteahhirun kitaplarından Hulasatü'l- Keydanî "Namazda haram olan şeylerden birisi hadis ehli gibi parmak işaretinde bulunmaktır" diye irad ediyor. Mesudi'nin namaz kitabında ise "Parmakla işaretin mütekaddimin alimlerce sünnet olduğu. Şia ve Rafiziler de yaptığından Ehl-i Sünnetten olan müteahhırun alimler bunu terkettiler. Böylelikle mensuh oldu" denilirken, Hanefî ulemasının büyüklerinden olan İbnul-Hümam'ın Fethu'l-Kadir kitabında: "Parmak işareti sünnettir, olmadığını söyleyen rivayet ve dirayetin hilafına söylemiştir Bilakis imam Muhammed bin Hasen eş-Şeybanî (Ebu Hane-fi'nin talebesi) Muvatta'da bunun sünnet olduğunu nakletmistir" ibaresini buluruz. Bu örneklerde mezheb taassubunun asırların en hayırlısının yolundan müslümanları uzaklaştırdığına açık delil yok mudur?



17) Yani vuku bulmayan meseleler, rey meseleleri mugalatalar da denilmektedir. Bunlara dalmayı ve uğraşmayı Selef-i salihin nehyetmiştir. Bu konuda bak. Câmiubeyani'l-İlm ve Fadhili. 2/139-144, İbnu Abdilber.



18) Çok beliğ bir hikmetle dökülen bu güzel sözü ümmetin alimi Abdullah bin Abbas (r.a.) söylemiştir. Takiyyuddin Subkî bu sözün güzelliğine taaccüb ederek, el- Fetavâ (1/148) kitabında irad eder. Camiu'l-Beyani'l-ilm ve Fadlih 1/91: el-İhkam fi Usulı'l-Ahkam. 1/45 kitabında olduğu gibi. Bu sözü, Mûcahid. İbni Abbas'dan almıştır. Mucahid'den de imam Malık almış, ona nisbet edilerek ondan meşhur olup, yayılmıştır. Onlardan da imam Ahmed (r.a.) almıştır. Ebu Davud Şöyle der: "Ahmed'i şöyle söylerken işittim; Nebi (s.a.v.)'in dışında herkesin görüşü alınır veya terkedilir." imam Ahmed'in Meseleleri, s. 276.



19) Yukarıdaki söz imam Ebu Hanife'nin sözlerindendir. Çesitli rivayetlerle kendisinden sabit olmuştur el-İntika s.145. İbni Abdilber; İ'lamü'l-Muvakkıîn. 2/309.



2O) Bu sözü açıkça söyleyen imam Ebu Hanife ile İmam Şafii (r.a.)'dır. İbni Abidin risaleleri, Resmü'l-Müfti, 1/4; Fullânî, İkazü'l-Hümem. 62. 107 kitabına bakınız. Şa'ranî şöyle der: "Yani kendisinin veya başkasının indinde sahih olursa" demek istemiştir. Derim ki; bunun delili de imamı Şafii'nin imam Ahmed'e şu sözüyle



hitap etmesidir; "Siz benden hadisi daha iyi biliyorsunuz Şayet sahih hadis size ulaşırsa bana onu haber ediniz ki, o görüşe sahip olayım. Gelen rivayet ister Hicazî veya Kufi, isterse Mısırlı'dan olsun fârketmez, el-İntika 76, İbni Abdilber.



21) İmamı Şafiî'nin sözlerindendir. el-Mecmı, 1/63: İ'lamül-Muvakiîn, 2/361, İbnü'l-Kayyim.



22) Ey İslâm kardeşi! Allah kendisine itaatla seni mesud kılsın, izniyle hakta muvaffak etsin ve seni hak ehlinden eylesin. Şunu bilki yazarın. müteahirrûn Hanefilerden zikretmiş olduğu meselelerde hak aşağıda geldiği gibidir.



a} Teşehhüdde şahadet parmağıyla işaret konusu: Yazar, eserinin bir çok yerinde mûteahhırûn Hanefilerin parmak işaretini inkar ettiklerini söyler. 16 rakamlı dipnotta kısmen buna değindim. Bununla mezheblerinden tahkikçı olan alimlere muhalefet etmektedirler. Allame imam Tahavî, parmak işareti hadisi hakkında    şunu söyler: Bu hadiste parmak işaretinin namazın sonunda olacağına delil vardır. (Şerh Meani'l-Asar). Şeyh Ebu'l-Hasan Sindî, Süneni Neseî Haşiyesinde (52/236) söyle der. "Parmak işareti hadisi geçmiştir, alimlerimizin cumhuru ve diğerleri bu görüsü almıştır. Şeyhlerimizden bunu inkar edenlerin inkarına itibar edilmez."    Parmak işaretinde sünnet olan teşehhüdün bütününde şehadet parmağını hareket ettirmektir Vail ibni Hucr'un hadisinde olduğu gibi. imam Ahmed'in Müsnedi, 4/138: Ebu Davud. 727; Neseî. 2/236; Darimî. 1/314-315: İbnü'l-Carud. Mûnteka'sında 208, İbnü Huzeyme Sahihinde 714, senedi sahihdir ve rivayette şu da vardır; "Sonra parmaklarından ikisini (yani baş parmak ile orta parmağı) halka yapıp (şenadet) parmağını kaldırdı ve hareket ettirerek onunla dua ediyordu. Ve sonra, soğuk bir zamanda geldim. Herkesin üzerinde (kışlık elbiseleri vardı.) Parmaklarını elbiselerinin altından hareket ettirdiklerini gördüm" Abdullah bin. Zubeyr'den gelen, "Nebi (s.a.v.); teşehhüdde dua ettiği zaman parmağıyla işaret eder ve hareket ettirmezdi." Ebu Davud (989) hadisi isnad yönüyle sabit değildir çünkü senedinde Muhammed bin Adan vardır. Hafız Zehebî



onun hakkında söyle der: "Hıfızda orta derecelidir." Bunun gibi ravinin kendisinden daha sika (güvenilir) olan raviye muhalefet ettiğinde hadisiyle amel edilmez. Çünkü hadisi şaz durumuna düşer Binaenaleyh İmam Müslim bunun hadisini ancak mutabaat kısmında tathric etmiştir Velevki bu hadis sabit olmuş olsa bile mezkur ameli nefyeden durumundadır. Vail bin Hucr'un hadisi ameli isbat ediyor. Usulü fıkıh ilminde bilindiği gibi isbat eden nefyedene mukaddemdir. Çünkü ispatlayan da bilgi ziyadeliği vardır. Bilen bilmeyene hüccettir. Abdullah bin Ebi Zeyd el-Kayravânî el-Malikî'in Risalesi'nde (s.27) ve Dört Mezhebin Fıkıh Kitabında (5.98) görüldüğü gibi, imam Malik (r.a.) bu amelin sünnet olduğu görüşündedir, imam Ahmed'e soruldu? Kişi namazda parmağıyla işaret     eder mi? "Evet, şiddetlice eder" dedi." ibra Hanî rivayetiyle imam Ahmed'in Meseleleri, 1/80'e bakınız.



b) Allah'ın yücelik sıfatının nefyi konusu: Bu mukallidlerin batılını savuran en büyük delil, Fıkhu'l-Ekber s.19'da gelen rivayet olsa gerek: "Ebu'l-Mûtî el-Belhî, Ebu Hanife'ye (r.a.) "Rabbim gökte mi yoksa yerde midir bilmiyorum" diyen bir kimse hakkında soru sordu? Dedi ki; Kafir olmuştur. Çünkü Allah Kur'ân'ında "Rahman arşa istiva etti" demekte, arşı'da yedi kat semanın üstündedir. Dedim ki,



"Arşda olduğunu söylüyor lâkin arşın gökte mi yoksa yerde midir bilmiyorum derse ne olur?" Dedi ki: "Yine kafir olmuştur. Çünkü Allah'ın semada olduğunu inkar etmiştir. Kim ki onun semada olduğunu inkar ederse kafir olur." İmam Tahavî; akide Kitabında; "Allahu Teâlâ arş ve onun dışındakinden müstağnidir. Her şeyi ihata etmiştir ve onun üstündedir" demekle açıkça beyan etmiştir. Tahavî akidesini şerh, eden, Ebu'l-İzz el-Hanefi de bu görüşe kail olmuştur. Kitabında, (323) bu muteahhirûn mukallidler hakkında şöyle der: "Ebu Hanife'ye intisab etmiş olup, bunu inkar edene iltifat edilmez. Mutezile taifesi ve diğerleri ona intisab ettikleri halde itikada dair bir çok şeylerine muhaliftirler." Bu ve benzeri açıklama Ebu Hanife ve ashabından ilk olanlar müteahhirûn tahkikçi alimler, Allah'ın mahlukatı üzerine yücelik sıfatına iman, konusunda selefle



beraberdirler. Cariye hadisi: diğer sahih hadisler açık ifade ettiği ve sarih ayetlerde açık beyan ettiği gibi; Allah semadadır. Mülk Sûresi'nde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Gökte olan (Rabbınızdan) güven mi aldınız. Yer sarsılırken sizi onun dibine batırmasın diye!" âyet 16.







23) Hadis sahihtir. Ebu Davud. 2/503; Tirmizî. 5/25: İmam Ahmed Müsned'inde,6/24: İbni Mace. 2/1331; Hakim, Müstedrek'inde, 1/128 ve diğerleri Ebu Hureyre'den merfu olarak tahric etmişlerdir. Yine Ebu Davud 2/503-504; Darimî 2/2-11; İmam Ahmed şerhi (Fethurrabbani)23/173. 24/7. Hakim müstedrekinde 1/128. Muaviye bin Ebi Süfyan'dan (r.a.) merfu olarak tahric etmiş ve İmam Zehebî de Hakimin tashihine muvafakat etmiştir. İbnı Mace'de, 2/1322; Ahmed, şerhi 24/6 (Fethurrabbani). Enes İbni Malik'in hadisini merfu olarak tahric etmiştir. Yine ibni Mace. 2/1322. Avf bin Malik'in hadisini merfu olarak tahric etmiş, şeyh el-Bani de Silsiletü'l-Ehadîsi's-Sahîha kitabında (3/480) sahih kabul etmiştir. Şâtibî, el-l'tisam. 2/189-190, Muhammed İbni'l-Vezir. er-Ravdü'l-Bâsım 2/110 gibi ilim ehlinden bir cemaatta hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Allame ibni Kesir, Tefsirinde (1/390) hadisin takviye edilişine işarette bulunmuş. Hafiz ibni Hacer, Tahricü'l-Keşşaf, 63'de, senedi hasendir demiştir. Yazarın zikretmiş olduğu Abdurrahman bin Zıyad al-Afrikî yoluyla Abdullah bin Amr hadisini Tirmizî, 5/25'de tahric etmiştir. Afrika'nın kadısı olan Abdurrahman ibni Ziyad el-Afrikî, hıfzı yönüyle Hafız İbni Hacer'in Takrib'de dediği gibi zayıftır. Lâkin hadisi hasen rütbesine çıkaran başka rivayetten şahidi vardır Bunu Abdullah bin Sufyan el-Medenî yoluyla Enes bin Malikten merfu olarak Ukaylî, Duafâ kitabında Taberanî'de Mu'cemus-Sagîr s.150'de tahric etmiştir Binaenaleyh Hafız el- Irakî hadisin hasen oluşuna el-Mugnî an Hamli'l-Esfar fil Esfar fi Tahrici'l-İhya mine'l-Ahbar eserinde (3/199) işaret etmiştir. Şeyh el-Bani de Sahihul Camiu's- Sagir'de (5/80) rivayete hasen demiştir.