Madde ve Hayat

Varlıklar incelendiğinde canlı cansız, küçük büyük, uzak yakın, ne varsa hepsinin arasında mükemmel bir hesaba dayanan, ölçülü, dü­zenli ve ahenkli bir alışveriş vardır. Bu da demektir ki kâinâtı, sonsuz bir ilim ve kudret teşkilatlandırmıştır.



Ne varki gerek Epikuros, Demokritos ve Leukippos gibi Eskiçağ mekâ­nist maddecileri, gerek Ünlü Ez-Zümrüd'ün yazarı İbni Ravendi gibi İslam döneminin mad­deci filozofları, gerekse Karl Marx ve Engels gibi diya­lektik maddeciler, ilk hareketi, maddenin hayata geçişini ve devri­daim ha­lindeki eşya ve olaylar arasında cereyan eden süreklilik, bütün­lük ve ken­dini de­vamlı yenileme olgusunu, temelde tesadüfe dayanan çeşitli hipotezlerle açıklayarak bu sonsuz ilim ve kudreti açıkça inkâr etmişlerdir. Oysa aslında maddenin hayata geçişi gibi müthiş ve karma­şık bir olayı bi­linçten yoksun ve tesadüfi bir gelişme olarak nitelemek, aklı ve ilmi inkâr etmek anlamına gelir.



Gerçek şu ki kâinâtın akıllara durgunluk veren düzen ve disiplini; hem Yaratıcısının kuşatıcı ilim ve kudretini, hem de O'nun, bütün var­lık­lar üze­rindeki sonsuz ve sınırsız hükümranlığını kanıtlamaktadır.



Kainat, Zât-ı İlâhiye ile kâim olan işte bu kuşatıcı ilim, irâde, kudret ve hükümranlık sayesinde; bu sonsuz ve sınırsız egemenliğin altında var olmuştur. Parçalarının en küçü­ğünde, en büyüğünün modeli mevcuttur. Kainatın birer parçası olan partiküllerin, atomların, moleküllerin, genlerin, kromozomların, hüc­relerin, organelle­rin, dokuların, aygıtların, birimlerin, organizmaların, popülasyonların, cinslerin, türlerin, kümelerin, kütlelerin, katmanla­rın, sistemlerin ve bun­lar arasında cereyan eden olayların tümü muaz­zam bir bütünlük gös­terir.



Yüce irâdenin güdümünde işleyen bu mu­azzam bütünlük içindeki kozmik üniteler, (aklın, zekânın, bilgi ve deneyin, ilim ve irfanın, güç ve teknoloji­nin asla içyüzünü net olarak açıklayamayacağı; son derece farklı hareketler, kuvvetler, hızlar, fre­kanslar, dönüşümler, iletişimler, etkile­şim­ler, tepkile­şimler, ritmler, aralıklar, aşamalar ve tempolarla; çeşitli ek­senler etrafında ve yörünge­ler üzerinde; doğru, eğri, düzenli, karışık, yo­ğun, sey­rek, ardıl, ayrık, bi­tişik, uzak, paralel, çapraz, yöndeş, karşıt, uygun ve aykırı biçimlerde; farklı hacım, ağırlık, sayı, çekim, esneklik, ısı, şekil, konum ve renkler cümbüşü içinde) hem tümden gelim, hem tüme va­rımla birbirle­rini ta­mamlarlar.



Özet olarak İnsanoğlunun bilgi ve duyum­larıyla yaklaşık bu li­mitlerde tanımlanabilen kâinât, Allah Teâlâ'dan başka hiç bir kim­senin, sı­nırlarını, büyüklüğünü, hesabını ve kapsamını bilme­diği, bi­lemediği, bile­meyeceği, keşfedemeyeceği, sırlarını çözemeyeceği, hatta takdir ve tahmin bile edeme­yeceği bir ultra organize sistemdir.



Madde olarak tanımladığımız şeyin, gerçekte ne olduğuna ilişkin bul­gu­ları elde ettikten sonra insanoğlu önce hayat ve kâinâtın şifrele­rini çö­zebile­ceğini sanmıştı. Ama daha sonra bir şifreyi çözmeye çalışır­ken âdetâ yeniden binbir şifreyle karşı karşıya gelmiştir.



Madde-Hayat ilişkisini açıklamada fizikten kimyaya, matematikten tıbba kadar hiç bir ilim insanoğlunu hala tatmin edememiş, onun hay­ret ve şaş­kınlığını gidermek şöyle dursun, bu duygularını daha da kar­maşık hale getirmiştir. Hatta işini zorlaştırmış, endişelerini artırmış ve huzu­runu kaçır­mıştır. O, madde ve hayatı keşfetmeye çalışırken elde ettiği bul­gularla daha ileriye doğru gittikçe, daha yeni planlar ve tasarı­lar ortaya koydukça ve daha ilginç sistemler geliştirdikçe hiç kuşku yok ki henüz öğ­renemediği şeylerin yanında, bildiklerinin, okyanustan bir damlacık bile olmadığını anlamıştır.



Bugün ne mekânik açıklamalar; ne dinamizmin teorileri; ne rasyo­nel ve pozitif felsefeler; ne biyolojinin, ne de sibernetiğin uzay çağı tek­noloji­siyle sunduğu en son veriler; madde-hayat, ya da canlı-can­sız ilişki­sindeki esrar perdesini aralayamamıştır. Tam aksine bu ilişkinin arka planındaki karmaşık ger­çekler, işleyişindeki disiplin ve nizamın temelinde yatan her ilmi­ği, çözdükçe hiç bir zaman çözülemeyecek daha birçok ilmiklerin bu­lundu­ğunu haber vermekten başka bir işe yaramamıştır.



Örneğin canlılık gerçeğinin ne olduğu ve ruhun, hangi şartlarda ve hangi aşamalarda oluştuğu, keza onun, bir enerji türü olup olmadığı so­rusu hala cevapsızdır ve bu olayın son halkası sonsuza dek cevapsız kala­caktır [505] . Aynı zamanda cansızın yapısında aralıksız olarak ken­dinden sü­rüp git­tiği sanılan düzenli hareket ve olayların yine son hal­kası hala bi­linmemek­tedir. Örneğin çapı, bir cm. nin yüzmilyonda biri kadar olduğu için hiç bir araçla görülemeyen atomun içinde insan ta­savvuruyla algıla­namayan mi­nik bo­yutlarda ve farklı karakterlerde bir­çok partiküller var­dır. Her birinin fonksi­yonu da ayrıdır. Bunlardan mesela elektronlar, atomun çekirdeğini oluştu­ran nötron ve protonun etrafında saniyede elli­bin km. hızla ve belli bir yö­rüngede dönüp dur­maktadırlar. Ancak bu minnacık kâinâtın içinde o kadar çok şeyler daha var ve bu şeyler arasında da o kadar ahenkli, o kadar düzenli ve hesaplı olaylar cereyan etmektedir ki insanın bütün bu olup bi­tenleri en ince ayrıntılarına kadar öğrenebil­mesi günümüzün başdöndü­rücü imkan­larıyla dahi mümkün olamamış­tır.



Atom hakkındaki bütün bil­gilerin, gü­nün birinde su yüzüne çıkması ve bu küçük kâinâtla ilgili tüm sırların çö­zülmesi mümkün olsa bile bu, hiç bir suretle tesadüf te­zini doğrulamaya ya­ramayacaktır. Bilakis, sadece bu minik ve cansız âlem içindeki taneciklerin arasında cereyan eden cazi­benin, hare­ket ve deveranın, düzen ve hesabın ortaya koyduğu çarpıcı tablo bile , başlı­ba­şına hem Allah Teâlâ'nın kuşatıcı ilmini, hem de O'nun eşya ve olay­lara­rası ilişkileri düzenleyen yasalarının varlığını kanıtlaya­caktır ki akâid di­linde bu yasaların tümüne «ilahî hik­met» denir. İlahi hikme­tin sırrına ise insanın aklı eremez. Dolayısıyla da «Hikmetinden sual olunmaz»



İşte, nereye varırsa varsın, esasen en büyük ilmin sahibi olan Allah Teâlâ'nın muhteşem sanatı ve saltanatı karşısında ilim, acizliğini daima teslim et­mek zorunda kalacak, ilme gerçek manada sahiplenen insan ise -bilgisi arttıkça - ilmin bu acizliğini ancak güçlü bir iman ve teslimiyetle ka­bul­lenebilecek­tir. [505]