İlah Edinmek:

Yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem'le başlayan tevhîd inancı gönderilen her peygamberle birlikte devam edegelmiş ve İslam peygamber'i (s.a.s) ile kemâle ermiştir.



Bütün peygamberler, kendinden önceki peygamberleri tasdik edici özellikte tevhid yolunda mücadelelerini sürdürmüşler, gönderildikleri kavimleri Allah (c.c)'dan başka ilâhlar edinmemeleri hususunda uyararak, onları Allah'a kulluk etmeye çağırmışlardır. Ancak peygamberler bu mücadeleleri sırasında kendilerinin yanında yer alan pek az mümin bulabilmişlerdir. Hatta bazıları öldürülmüşler, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmışlar ve içinde bulundukları toplumun, sürekli hakaret ve alaylarına maruz kalmışlardır.



Peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan insanlar, kendi inançlarında ısrar etmişler, Allah'dan (c.c) başka ilâhlar edinerek, onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Nitekim Allah'u Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de bu kavimler hakkında şöyle buyurmaktadır:



"Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, Allah'tan başka düzme ilâhlar edindiler." (Meryem: 19/81)



"Onlar, Allah'ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mahzar) edilecekler ümidi ile mabudlar edindiler." (Yâsin: 36/74)



Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere cahiliye devri insanları kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları nesnelerin şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucu olduklarını, onların etrafında toplandıklarında yeminlerinden vazgeçmekten doğabilecek sorumluluktan bir takım korkulardan kendilerini emin kılabileceklerini zannediyorlardı.



"Allah'ı bırakıp taptıkları yalancı ilâhlar, rabbinin azap emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı." (Hûd: 11/101)



"Halbuki Allah'ı bırakıp da çağırdıkları şeyler hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır.” (en-Nahl: 16/20-22)



"Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. Ondan başka hiç bir ilâh yok." (el-Kasas: 28/88)



"Allah'tan başkasına tapanlar dahi gerçekte Allah'a eş tuttukları ortaklara tabi olmuyorlar. Onlar kuru zandan başkasına uymuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar." (Yûnus: 10/66)



Bu ayetlerden şu neticeleri çıkarmak mümkündür:



a) Cahiliye devri insanları kendilerine sıkıntılı anlarında dua edip yardıma çağırdıkları ilâhlar ediniyorlardı.



b) İlâhlar sadece cinler, melekler ve putlardan ibaret değildi. Daha önce şahıslar da tapınılan ilâhlar arasında idi. Nitekim "Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine şuurları da yoktur." ayeti, bunu ispatlamaktadır.



c) Müşriklere göre ilâh edindikleri putlara, onların dua ve yakarışlarını işiten ve onlara yardıma gücü yeten varlıklardı.



Meselâ bir adam acıkmışsa, karısından yemek ister. Ya da hastalanmış olsa doktor çağırır. Onun bu davranışları bir dua değil, sebep ve netice kanununun tabii bir göstergesidir. Adam, karısını veya doktoru ilâh edinmemektedir. Ancak bu adam açlık ve hastalığa katlanamaz duruma geldiğinde karısından, doktorundan yardım isteyeceği yerde, başka bir şahıstan veya puttan medet umsa, ona bu ihtiyaçlarını gidermesi için dua etmiş ve onu kendisine ilâh edinmiş olur. Günümüzde de pek sık rastlanabildiği gibi kilometrelerce uzaklıktaki bir mezarda yatan bir ölüye dua etse, ihtiyaçlarını karşılaması hususunda ondan bir medet umsa veya aynı duyguları bir puta karşı beslese bunların, ihtiyaçları hakkında kendisine yardım edeceğine, hastalık, sıhhat ve açlığa, tabiat kanunları dışındaki bir mânevî güçle ihtiyaçlarını vermek için gereken sebepler üzerinde hükmünü geçirme kudretine sahip olduğuna inanırsa, bu ölüyü, diriyi veya putu kendisine ilâh edinmiş olur.



Nitekim günümüzde bu misali andıracak şekilde canlı olaylar yaşanmaktadır. Meselâ yeni evlenen çiftlerin kendilerine mutluluk getireceğine inanarak, çeşitli şahısların mezarlarına ziyaretler düzenleyip, çeşitli adaklar adadıkları işitilmektedir. Bu olaylar günümüzde Allah'tan başka ilâhlar edinip O'na şirk koşmanın en açık örneklerinden biridir.



Aslında insanın ilâh edindiği nesnelere dua etmesine, ondan yardım dilemesine sebep olan düşünce, şüphesiz ki onun tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu dışında bir kuvvete sahip olduğunu kabul etmeye götüren düşüncedir.



Allahu Teâlâ (c.c) kendisinden başka ilâh edinenlerin durumlarını şöyle açıklamaktadır:



"Andolsun ki, biz kendi çevrenizde bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, belki onlar küfürden imana dönerler diye tekrar tekrar açıkladık. O vakit Allah'ı bırakıp da güya O'na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir." (el-Ahkâf: 46/27-28)



İnsanların gerçek yaratıcıyı bırakıp, kendi elleriyle yaptıkları putları ilâh edinmelerinin başlangıcı Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirlenir:



"Nûh şöyle dedi: "Rabbim! Kavmim bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye. Onlar büyük tuzaklar kurdular. "Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ved, Suvâ', Yagûs, Yeûk ve Nesr gibi putlarınızdan vazgeçmeyin" dediler." (Nûh: 71/21-23)



Buhârî'nin İbn Abbas'dan naklettiğine göre, Nûh peygamberin kavminde bulunan bu putlar daha sonra Arabistan'a intikal etti. Bu putlardan "Ved" Dûmetü'l-Cendel'de Kelb kabîlesinin; "Suvâ"' Huzeyl kabîlesinin; "Yagûs" Sebe'in; "Yeûk" Hemedan'ın; "Nesr" ise Himyer'in putu haline geldi. Bunlar Nûh (a.s)'ın kavminden salih kimselerin adına dikilmiş heykellerden ibaretti. Şeytan, bunların sûretlerinin toplantı yerlerine dikilmesini iğva yoluyla telkin etmişti. Ancak sahipleri ölünceye kadar bunlara tapınmadılar. Daha sonra gelen nesiller bu putlara tapınmaya başladılar.[505]



Muhammed b. Kays'dan rivayete göre "Yeûk" ve "Nesr" Âdem ve Nûh aleyhisselâm arasında yasamış sâlih kimseler olup, çok tâbileri vardı. Bunlar ölünce kavimleri, ibadetlerinde bunları hatırlayarak daha şevkle ibadet yapmak istediler. Bunun için heykellerini diktiler. Bu şahıslar ölünce de şeytanın iğvâsı yoluyla kavimleri, kendilerine ibadet etmeye başladılar.[505]



Tevhid inancından bu şekilde ilk sapmalar yolunda, eski çağlarda bu inançtan habersiz diğer kavimlerin de bazı ilâhlar edindikleri görülmektedir. Meselâ; eski Mısır'ın mitolojik dinlerine göre, zaman ilâhı Keb ile gök tanrıçası Nut'un evlenmesinden meydana gelen Osiris, kıskançlık yüzünden Seth tarafından öldürülerek oniki parçaya bölünmüştü. Eski Çin dini olan Sinizm'e göre tanrı Çang-Ti'nin soyundan gelen Çin hükümdarları, göğün oğludur. Hind dinlerindeki ilâhlar, her türlü beşeri eksikliklerden uzak olamazlar. Gök gürültüsü, yağmur, fırtına gibi olayların ilâhı olan İndra, çok zâlim ve gaddar bir ilâhtı. Keza Sümerlerin ilâhı olan Madruk, uluhiyyeti diğer tanrılarla savaşarak tıpkı insanlar arasındaki krallar gibi elde etmişti. İran dini Mecûsîlikte ise iyilik tanrısı olan Hürmüz ile kötülük tanrısı Ehrimen devamlı savaşırlardı. Hangisi galip gelirse ona bağlı olarak yeryüzünde iyilik veya kötülük galip gelmektedir. Bugünkü Avrupalıların ataları olan Keltlerin dininde, insanlar vahşice ilâhlara kurban edilirdi. Azteklerin harp tanrısı olarak kabul ettikleri Çiçli-Puçli, insan yüreği yemekten hoşlanan zâlim ve savaşçı bir ilâhtı. Bunların yanında eski Yunan'ın mitolojik Olimpos tanrılarını da unutmamak gerekir. Ayrıca orta Asya Türklerinin çeşitli nesneleri, özellikle kendilerini kurtardığına inandıkları bir kurdu nasıl ilâhlaştırdıkları bilinmektedir.



Yahudilerin millî ilâhı olan Yahova, kendi kavmi olan İsrailoğullarının dışında kalan kavimlere karşı son derece zâlim ve gaddardır.



İslâm'ın dışındaki dinlerin ilâh telâkkisi, İslâmiyet'ten tamamen farklıdır. Bu sebeple diğer dinlerdeki ilâhlara ancak ilâh, tanrı, Rab, Huda, Çalab gibi isimler verilebilir. Allah ismi ise aslâ verilemez. Meselâ; Batı dillerinde ilâh karşılığı kullanılan (Fransızca "Dieu", İngilizce "God", Almanca "Gott", İtalyanca "Dio") kelimeler, temelde Yunanca Theos ve Lâtince Deivo kelimelerine dayanmaktadır. Bu kelimeler de Yunan mitolojisinin insan şeklindeki tanrı anlayışına dayanmaktadır.



Genellikle beşeri zaaf ve eksikliklerle bilinen bu Yunan menşe'li ulûhiyyet inancı önce Roma'ya, oradan da Hristiyanlığa geçmiştir. Ve bundan sonra Hristiyan mabedlerine Hz. İsa'nın ve Meryem'in heykelleri konulmaya başlanmıştır.



Bugünkü Batı dünyası, Yunan ve Roma politeizmini, isminin dışında her şeyi ile almıştır. Dolayısıyla onların ulûhiyyet fikri, bir türlü saf tevhide ve tevhiddeki her şeyden arındırılmış Allah anlayışına yaklaşamamaktadır.



İslâmiyet'teki Allah inancı, O'nun sadece müslümanların değil, tüm alemlerin ilâhı olduğu gerçeğine dayanır. Ayetlerde de zikrolunduğu gibi, bütün varlıklar, isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek O'na boyun eğer ve ibadet ederler.



O'nun zâtı, her türlü tavsif ve temsilden münezzehtir. İnsan kendi idrak ve duyu vasıflarıyla Allah'ın zâtını neye benzetirse, Allah ondan münezzehtir. Dolayısıyla şirke yer yoktur. İslâmiyet'in ilk ve en önemli şartı, Allah'ı her türlü şirk unsurlarından tenzih etmektir.



Yüce Allah yeryüzündeki bütün insanları kendisine kulluğa çağırarak şöyle buyurmaktadır:



"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olasınız" (el-Bakara: 2/21)[505]


İLÂH
i1 harfi