İHTİDÂ

Tanıma, bir şeye veya bir yere yol bulma. hedefe götüren doğru yolu bulma ve bu yola girme; Kur'an-ı Kerîm'de yol bulma anlamında şöyle kullanılmıştır.



"Melekler, kendilerine yazık eden kimselerin canlarını alırken; ne işte idiniz, dediler. Onlar da; biz yeryüzünde çaresizdik, diye cevap verirler. Melekler de; Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya! dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü gidiş yeridir. Ancak erkekler, kadınlar ve çocuklardan, gerçekten âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar (ihtidâ) müstesnadır" (en-Nisâ, 4/97-98). Bu ayette "ihtidâ" kelimesi görüldüğü gibi bir şeye ya da bir yere yol bulma anlamında kullanılmıştır.



"Onun tahtını, tanıyamayacağı bir vaziyete sokun, getirin bakalım tanıyabilecek (ihtidâ) mi, yoksa tanımayanlardan mı olacak?" (en-Neml, 27/41).



Hz. Süleyman ile Sebe' melikesi arasında cereyan eden hadiseden söz eden, yukarıdaki âyette, "ihtidâ", tanıma manasında kullanılmıştır.



"Kendileriyle karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız (ihtidâ) diye yıldızları vareden O'dur" (el-En'âm, 6/97). Aynı kelimenin, bu sefer, yolunu bulma manasında kullanıldığını görüyoruz.



Istılâhî anlamda "ihtidâ" denilince; hidayeti isteme, hidayete erme ve onda sebat etme; İslâm dinini kabul etme, müslüman olma, kısacası, sapık düşünceleri terkederek Allah'a teslim olma anlaşılır. "Hakk'a teslim olarak "ihtidâ" eden kimseye de "mühtedi" denir. Kelimenin bu manadaki kullanılışına dair örneklere gelince:



"De ki; ey insanlar! Size Rabbinizden "Hakk" gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinizde vekil değilim" (Yûnus, 10/108).



Buna benzer diğer bir ayette, Hak Teâlâ Peygamber (s.a.s)'e şöyle hitabetmektedir:



"(De ki:) Ben ancak, her şeyin sahibi ve kutlu kılman şu beldenin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an'ı okumam emrolundu. Artık kim doğru yola gelirse kendisi için gelmiş olur, kim de saparsa ona: Ben sadece uyarıcılardanım, de" (en-Neml, 27/91 -92).



Şu ayetlerde gecen "ihtidâ" kelimesi de aynı şekilde; Müslüman olma anlamındadır:



"Şüphesiz Biz bu kitabı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin" (ez-Zümer,39/41).



"Eğer seninle tartışmaya girişirlerse; ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim etmişimdir de. Kendilerine kitap verilenlerle ümmilere de: İslâm oldunuz mu? de. Şayet İslâm'a girerlerse muhakkak doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kulları hakkıyla görücüdür" (Âlu İmrân, 3/20).



Bu ayetler, "ihtidâ"nın; Allah'a teslim olmak, doğru olan İslâm'a girip müslüman olmak manasına geldiğini, en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat etmektedir. Hakikat bu merkezde iken, İslâm'ın dışındaki fırkaların mensupları, yalnız kendilerinin doğru yolda olduklarını, hidayete ermek için mutlaka kendi dinlerine girmek gerektiğini iddia ediyorlar. Cenâb-ı Allah, bunlardan Yahudi ve Hristiyanların bu bâtıl iddialarına şöyle cevap veriyor:



"Yahudi ya da Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki; bilakis biz Hanif olan İbrâhîm'in dinine uyarız. O müşriklerden değildi. Biz Allah'a ve O'nun katından bize indirilene, İbrâhîm, İsmâîl, İshâk, Ya'kûb ve esbat (torunlarına)'a indirilene, Mûsa ve İsa'ya verilenlerle, Rableri tarafından diğer peygamberlere gelenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk, deyin. şayet onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse şüphesiz onlar çıkmazdadırlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O, işitendir, bilendir" (el-Bakara, 2/135-137).



Bu ayet-i kerîmenin ifadesinden anlaşılıyor ki; hidayet üzere olduklarına inanan ve müslümanlara: "Yahudi ya da Hristiyan" olunki "ihtidâ" eresiniz"(el-Bakara, 2/135). "Yahudi ve Hristiyanların kendileri hidayetten çok uzaktırlar. Hidayet üzere olmak şöyle dursun, bir takım sapık inançları yüzünden Cenâb-ı Allah, onları müşrik diye nitelemektedir. Zira onlar Allah'a oğul isnad etmekle bu sıfatı ziyadesiyle hakketmişlerdir. Şöyle ki:



"Yahudiler: Uzeyir Allah'ın oğludur, dediler! Hristiyanlar da, Mesîh Allah'ın oğludur, dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Bu sözleri) daha önce kâfir olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da saptırılıyorlar!" (et-Tevbe, 9/30).



İşte bu ve buna benzer sapık inançlarda olanların "ihtidâ" ettikleri, doğru yol üzere oldukları söylenemez. Doğru yol yalnızca Allah'ın gösterdiği yol olduğuna göre, bunun dışında kalan tüm yollar bâtıl, bu yollarda yürüyen herkes batıl üzeredir. Nitekim, kendine müslüman sıfatını yakıştırdığı halde söz ve davranışlarıyla Allah'ın hükümlerine sırt çeviren, hatta karşı çıkan ve şeytanın izini adım adım takibeden kimseler de hidayet üzere olamazlar:



"Zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka birşey istemeyenlerden yüz çevir: İşte onların eriştikleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir" (en-Necm, 53/29-30).



Şüphe yok ki, Allah'ın "zikri"ne kulak veren ve doğru yolda gitmek isteyenleri Cenâb-ı Hak hidayete erdirir. "İhtidâ" etmek istemeyeni de şeytanı ile başbaşa bırakır.



Halid ERBOĞA