İhlâsın Terazisi; Niyet

“Niyyet”; azim, kasıt, kesin irâde; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamına gelir. Çoğulu “niyyât”tır. İslâm’da yapılan amellerin değeri, niyete göre belirlendiği için, niyetin önemli bir yeri vardır. Kur’ân-ı Kerim’de, duâ ederken Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını dileyen yoksulların bu özelliği şöyle övülür:



“Sabah akşam Rabbine, sırf O’nun rızâsını dileyerek duâ edenleri huzûrundan kovma. Sen kâfirlere, kâfirler de sana hesap verecek değildir. Yoksulları kovarsan, zâlimlerden olursun.” (6/En’âm, 52)



Kureyş’in ileri gelenleri, Hz. Peygamber’le, yoksulları yanından uzaklaştırması şartıyla görüşebileceklerini bildirmişlerdi. Hz. Peygamber de sadece onlar gelmek istediklerinde bunu kabul edebileceğini bildirince bu âyet inmiş, yoksullar saf niyet ve ihlâsları sebebiyle Yüce Allah’ın yardımına mazhar olmuşlardır.



Hz. Ömer (r.a.)’den rivâyet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:



“Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1, İman 41, Nikâh 5, Talâk 11, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Itk 6, Eymân 23; Müslim, İmâre 155; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd 16). İmam Şâfiî ve diğer bazı âlimler, bu hadisin İslâm’ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî’nin; fıkhın yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğunu söylediği nakledilir (S. Müslim Terceme ve Şerhi, A. Dâvudoğlu, İst. 1972, 9/118).



Ebû Dâvud şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’den beş yüz bin hadis yazdım. Bunlardan ahkâm/hükümler konusunda dört bin sekiz yüz hadis seçtim. Zühd ve takvâya dâir hadislere gelince; onları kitabıma almadım. Bir kimseye bunlardan dini için aşağıdaki dört tanesi yeter: 1) Ameller niyetlere göredir. 2) Helâl ve haram açıklanmıştır. 3) Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması, müslümanlığının güzelliğindendir. 4) Sizden biriniz, kendisi için sevip arzu ettiği şeyi, mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz” hadisleridir.” (A. Davudoğlu, a.g.e. 9/118-119)



Bazen niyet, amelin de önüne geçer. Çeşitli sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir kazandırır. Zeyd bin Sâbit (r.a.)’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Mü’minlerden savaşa katılmayıp oturanlarla; Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildir.” (4/Nisâ, 95) âyeti inince, Allah Rasûlü bunu yazmamı istedi. Tam bu sırada bir a’mâ olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü, cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak aynı âyetin devamında; “özürsüz olarak (savaşa katılmayıp oturanlar)” istisnâsını indirdi.” (Buhârî, Cihad 31, Tefsûru Sûre 4/18; Tirmizî, Tefsîru Sûre 4/19; Ahmed bin Hanbel, 5/184). Buna göre, özürleri sebebiyle savaşa katılamayanlar, sırf niyetleri yüzünden savaşa katılanların ecrini almaktadır.



Diğer yandan, şehid olmayı samimi olarak isteyen kimsenin, evinde normal yatağında ölmesi halinde de şehidler zümresine dâhil olacağı, hadis-i şeriflerde sâbittir (Müslim, İmâre 156, 157; Ebû Dâvud, İstiğfâr, Vitr 26; Nesâî, Cihad 36; İbn Mâce, Cihad 15; Ahmed bin Hanbel, 1/397).