Fasıkların Haberi:

"Ey inananlar! Bir fasık size haber getirirse onun doğru olup olmadığını araştırıp açığa çıkarın yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz. İyice bilin ki aranızda Allah'ın Rasûlü vardır. Pek çok işlerde o size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi. İmansızlığı, fâsıklığı isyanı size çirkin gösterdi. İşte onlar kemâle erenlerdir" (6-7) .



Müfessirler altıncı âyetin nüzûl sebebini Velid b. Ukbe'nin Rasûlullah tarafından Mustalikoğulları kabilesine zekât toplamaya gönderilmesi ve onun korkarak geri dönüp Peygambere bu kabilenin zekât vermeyi reddettiği ve kendisini öldürmeye kalkıştıkları yalanını uydurmasından sonra indiğini belirtmişlerdir. Hatta Rasûlullah ona inanarak hemen bir ordu hazırlamış. Mustalikoğulları üzerine gitmeye kalkışmıştır. Ancak bu kabilenin başı Haris b. Dırar Hz. Peygamber'e gelerek zekât vermeye hazır olduklarını, Velid'i hiç görmediklerini söyleyince bu âyet nazil olmuştur. Âyetten çıkarılan hükümlerle İslâm hukuku da fasıkların şahitliği kabul edilmemektedir. Hadis usûlünde de yalan haberlerin önlenmesi bakımından İslâm âlimleri Kur'ân'ın cerh ve belirlediği prensibe dayanarak Ta'dil ilmini geliştirmişlerdir.



Ayetin devamında, Rasûlullah aralarında bulunduğu halde kendi görüşlerini ısrarla savunan ve hemen Mustalikoğullarına karşı savaş açılmasını söyleyenlere hitap edilmiştir: "O size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz"



Sûrede ele alınan diğer bir konu da "Mü'min grupların savaşıdır"



''Mü'minlerden iki grup savaşırsa hemen aralarını bulup düzeltin (barıştırın). Eğer onlardan biri diğerine tecavüz etmeye devam ediyorsa Allah'ın emrine dönünceye kadar siz de onunla savaşın. Sonunda Allah'ın emrine dönerse artık aralarını bulup adaletle düzeltin ve daima adaletli hareket edin, çünkü Allah adaletli hareket edenleri sever" (9).



Bu âyetin hemen arkasından gelen âyette "mü'minler ancak kardeştirler" buyruğu vardır. İslâmî grupların birbiriyle savaşması bu âyetlerle yasaklanmıştır. Her şeye rağmen iki grup birbiriyle savaşırsa, onların arasını düzeltmek; eğer iki taraftan biri durur diğeri hâlâ savaşa devam ederse duran tarafın yanında savaşa girmek de İslâm ümmetinin üzerine farzdır. Çünkü ısrarla savaş istemekle onlar Allah'a karşı gelmiş olmaktadırlar. Rasûlullah, "bize silah çeken bizden değildir'' buyurur. Bu âyetler İslâm'ın adaletini ortaya koyan, mü'minler'in barışık olmasını temel bir ilke olarak belirleyen buyruklardır. Bir kısım âlimler bu emrin cihâddan daha faziletli olduğunu, Hz. Ali'nin âsîlere karşı hareketini örnek göstererek, bütün müslümanların, devlete karşı ayaklanan âsî, şakî, eşkıya ve bağîlere karşı durmaları hususunda ittifak etmiştir. Fâsık bir devlete, zalim bir devlet başkanına karşı ayaklananlara karşı çıkmak veya yardım etmek konusunda ise görüş birliği yoktur. Bu konu, ulu'l-emre ve maslahata göre değerlendirilir. Meselâ işgal altındaki topraklarda zulme karşı cihad hareketi esnasında mü'minler arasında da savaş çıkması durumunda her müslüman mazlum olan tarafta yer almıştır.



Sûrenin devamında Mü'minlerin ahlakî tavırları ele alınmaktadır:



Allah, mü'minlere şöyle yol gösteriyor: "Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; (alay edilenler) onlardan daha iyi ve hayırlı olabilirler. Kadınlar da kadınlarla eğlenmesin; (eğleşilenler) onlardan daha hayırlı ve iyi olabilirler. Kendi kendinizi kötülemeyin; birbirinize kötü lakap takmayın. İmandan sonra fâsıklık adı ne kötüdür. Bundan tövbe edip vazgeçmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (11). Âyetin hitap tarzından İslâm toplumunun kadınlı-erkekli topluluklara izin vermediği de anlaşılmaktadır. Âyet, insanlarla kesinlikle alay edilmemesini, kötü lakaplar takılmamasını bildirmektedir. Âyetin, bir adamın hoşlanmadığı bir lakabla çağrılmasından veya mü'minlerin annesi Safiyye'ye mü'min kadınların; "yahudî kızı" demesi üzerine nazîl olduğu söylenmiştir.



''Zannın çoğundan kaçının, çünkü bazı zanlar günahtır. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizi gıybet etmeyin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yer mi? Bundan tiksindirici değil mi? Allah'tan korkun! Şüphesiz Allah çok bağışlayan çok acıyandır" (12). Bu âyeti tefsir eden âyet: "Diliyle çekiştirip yüzüne de alay edenin vay haline" (el-Hümeze, 104/1) müslümanlar birbirlerinin gizli hallerini araştırmazlar. Birbirlerini teşhir ve tekfir etmezler. Kusurların üzeri örtülür. Kimse hakkında hoşlanmayacağı şeyleri arkasından konuşmak, taşımak müslümana yakışmaz. Kişiye, duyduğu her şeyi nakletmesi günah ve azab olarak yeterlidir. Hayattayken de öldükten sonra da müslüman hakkında hep hayırla söz edilir. Ölüler ardından hayır konuşulur. Zan ile söylenen söz; sözlerin en yalanıdır. Hiç bir müslümanın haysiyet ve şerefine, kişiliğine alayla, gıybetle, iftirayla yaklaşılmaz. Üstü kapalı, işaretle, ima yoluyla kaş-göz hareketiyle konuşmak İslâm dışıdır. Ancak kötülük yapan, zalim kişilerin şikâyet edilmesi veya mahkemede bir olayın anlatılmasında, hadis ravilerinin incelenmesinde istisnalar vardır. Bunların dışında, kişilerin arkadan çekiştirilmesinde, konuşulanlar doğru ise gıybet, yanlış olsa iftira olur. İftira da sahibine döner. Buna bağlı olarak, müslüman, yanında bir başkasının gıybeti yapılırken ya konuşanı susturmak, yahut gıybet edilen kişiyi müdafaa eder ya da o meclisten gider. Zira, iki melek her sözü yazmaktadır; (Kâf, 50/17,18). Ve Hz. İbrahim'in duasının bilincine varır: "Sonrakilerin, beni güzel bir şekilde anmalarını sağla (eş-Şuara, 26/84). Bu hususta İslâm ahlâkı şu formülü benimsemiştir: Eline, beline diline sahip ol: "Bilmediğin şeylerin ardına düşme" (el-İsrâ, 17/36) ve "Ya hayır konuş yahut sus" (Buharî, Edeb 85; Müslim, İman, 74; Davûd, Edeb, 123; Tirmizi, Birr, 43)



Sûrenin önemli mesajlarından de Allah katında üstünlüğün takva ile olduğunu ifade buyurmasıdır:



Hucurât sûresinin on üçüncü ayetinde insanların Adem ile Havva'dan yaratıldığı, sonra tanışmaları için bile ve soylara ayrıldıkları, Allah katında üstünlüğün takvaca en ileri olmakla gerçekleşeceği buyurulmaktadır. Hz. Peygamber, veda hutbesinde; "Rabbiniz birdir. Arabın Arap olmayana, siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir'' buyurmuştur. O, Allah'ın insanların şekillerine ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine baktığını, en değerli insanın Allah'tan en çok sakınan olduğunu bildirmiştir (Camiu's-Sağir, I, 61).



Bir kısım insanlar Hucurât sûresinin ondördüncü âyetinde geçtiği şekilde ''İman etmediniz ama yine de itaat ettik deyin, henüz kalplerinize iman girip yerleşmemiştir. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz O sizi amellerinizden en küçük bir miktar dahi eksiltmez... İmanlarında sadık olanlar o mü'minlerdir ki Allah'a ve Peygamberine iman ettikten sonra şüphe etmeksizin Allah yolunda can ve mallarıyla savaşırlar. Ey peygamber, iman ettiklerini iddia eden o bedevilere de ki; Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz?.. Onlar İslâm'a girişlerini senin başına kakıyorlar... Allah yaptığınız her şeyi görmektedir'' (14-18).



Âyette İslâm'ın zaferinden sonra müslümanlığı dille kabul eden ama hayatlarına geçirmeyenlerden bahsedilmektedir. Savaşmadan müslüman olan bir kısım bedevinin Peygamber'den mal, mülk istemesine karşı, onların bu tutumu, İslâm'ı başa kakmak diye nitelendirilmiştir ki, imanı zayıf olanların bu tavrı her zaman bu tutum süregelmiştir. Her zaman ve devirde bir kısım insanlar İslâm'a girişlerini başa kakar gibi, birtakım bedeller almak düşüncesi gütmektedirler.



Şâmil İA