Hadis-i Şeriflerde Allah'ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk

 



Hesap kelimesi, çeşitli hadislerde sözlük ve terim anlamıyla zikredilmiştir. Cibrîl hadisi diye bilinen hadisin bazı rivâyetlerinde Hz. Peygamber iman esasları içinde âhireti zikrettikten sonra hesabı ayrıca vurgulamış (Ahmed bin Hanbel, I/27, 28; IV/129, 164), diğer bir hadiste de akıllı kimsenin, kıyâmette hesaba çekilmeden önce dünyada kendini hesaba çekmesini bilen ve davranışlarına ölümden sonrasını göz önünde bulundurarak yön veren kimse olduğunu bildirmiştir (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 25). Dünyanın bir iş görme (amel), âhiretin ise karşılık bulma (ceza) yurdu olduğu şüphesizdir. Karşılık, yapılan işin türüne göre nimet veya azap şeklinde olacak, bunun da tesbiti hesap ilkesi çerçevesinde yapılacaktır. Kur’an’da yer alan hesap kavramına ve hadislerin açık ifadesine göre kıyâmet gününde inceden inceye hesaba çekilecek kimse hüsrâna ve azâba mâruz kalacaktır (Buhârî, İlim 35, Rikak 49; Müslim, Cennet 79, 80). Çünkü yaratana karşı kulluk görevini, yaratılmışlara karşı insanlık vazifesini hakkıyla yerine getirip bunun hesabını vermek imkânsız denecek kadar zordur.



Bununla birlikte gönlü Allah’a bağlı olup genel yönelişi hak çizgisi üzerinde bulunan bir mü’minin yaşı ilerledikçe rûhen erginlik kazanıp Allah’a yaklaşacağı, elli ile yetmiş yaşları arasında kalbindeki İlâhî muhabbet ateşinin alevlenip Allah’ın kendisini seveceği ve hasabını kolaylaştıracağı Enes bin Mâlik’ten rivâyet edilen bir hadiste belirtilmiştir (Ahmed bin Hanbel, II/89, III/217-218). Bütün mükelleflerin hesabını görme yetkisi şüphesiz ki hesap gününün mâliki olan Allah’a âittir. Allah kulların hesabını çabuk görecektir. Ancak hadiste de belirtildiği üzere (Müslim, İman 327) kıyâmet gününde hesap öncesi bekleyiş uzun sürecek ve insanlar bundan büyük bir ıstırap duyacaktır. Nihâyet son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in niyazı üzerine başlayacak olan hesaba onun ümmeti çağrılacaktır (Ahmed bin Hanbel, I/282, 296; İbn Mâce, Zühd 34). Birçok hadis rivâyetinde Muhammed ümmetinden yetmiş bin kişinin hesaba tâbi tutulmadan cennete gireceği haber verilmiştir. Bu rivâyetlerin bazılarında yer alan ve her bin kişi ile birlikte bin kişinin daha bulunacağı, hatta bunun da ilâvelerinin olacağı tarzındaki nakillere bakılırsa bu ifadelerin çokluktan kinâye olup gerçek sayının bilinmediği anlaşılır. Hesaba tâbi tutulmayacak veya hesabı hafif geçecek olan kişilerin başında Allah yolunda savaşıp şehid düşenler gelir (Ahmed bin Hanbel, V/287). Buna karşılık zenginlerin çetin bir muhâsebeden geçirileceği ifâde edilir (Ahmed bin Hanbel, V/259, 427). İslâm dininde namaz, en çok tekrar edilen, bu sebeple de îfâsı sürekli azim ve irâde isteyen, dinî hayatın en belirgin göstergesi konumunda bulunan bir ibâdet niteliği taşıdığı için olmalıdır ki, imandan sonra en değerli amellerden kabul edilmiş (Müslim, İman 140) ve kıyâmet gününde hesabın namazdan başlayacağı haber verilmiştir (Ahmed bin Hanbel, II/290, 475; Tirmizî, Salât 188; Ebû Dâvud, Salât 145).



“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz de,  nefsini hevâsının peşine takan ve Allah'tan  temennide bulunan kimsedir." (Tirmizî, Kıyâmet 26, hadis no: 2461)



Açıklama: Akıllı diye tercüme ettiğimiz keyyis, "işlerini iyi çeviren", "işlerini rıfkla, tatlılıkla yürüten", "hayra ulaşmakta en iyi kararı veren" gibi mânâlara da gelmektedir. Şu halde nefis muhâsebesi  bu vasıflara uyan bir davranış olmaktadır. İbn Arabî der ki: "Büyüklerimiz, konuştuklarını ve yaptıklarını bir deftere yazarak, yatsıdan sonra kendilerini muhâsebeden geçirirlerdi. Deftere  bakıp kendilerinden sadır olan söz ve fiil hepsini gözden geçirirlerdi. Bunlardan tevbe gerekenler için tevbe, istiğfar gerekenler için de istiğfar, şükür gerekenler için de şükrederlerdi. Onlar bu muhâsebeyi yaptıktan sonra uyurlardı. "Acizin Allah'tan temennisi bazı kuruntulardır. Yani, nefsine uyup, günahlarda ısrar ettiği, tevbe edip dönüş yapmadığı halde, Allah'ın kendisini affedeceği, cennetine koyacağı hususundaki temenni ve ümiddir.



"Biz, ümmetlerin sonuncusuyuz ve hesabı ilk görülecek olanlarız. Orada: 'Ümmî ümmet ve peygamberi nerededir?' denilir. Bilesiniz, biz sonuncu olan ilkleriz (yani, dünyaya gelişte sonuncuyuz, kıyâmet günü hesabı verip cennete girmede ilkleriz.)" (Kütüb-i Sitte, Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 604)



Zübeyr bin Avvâm, şöyle der: "O gün, naîmden (dünyada kazanıp harcadığınız, yediğiniz nimetlerden) hesâba çekileceksiniz." (102/Tekâsür, 8) âyeti indiği zaman dedim ki: "Ey Allah'ın Elçisi, biz hangi nimetten sorulacağız? Elimizde olan şu iki siyah: Hurma ile su'dur (başka nimetimiz yoktur). Buyurdu ki: "İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır)." (Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357)



"Kıyâmet gününde, kula sorulacak ilk nîmet sorusu şöyledir: 'Biz senin bedenine sağlık vermedik mi, sana su içirmedik mi?" (Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357)



"Kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça kul bırakılmaz: Ömrünü ne işte geçirdiği, malını nereden kazandığı, nereye harcadığı ve ne iş yaptığı sorulur." (Tirmizî, Kıyâmet 1)



"Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz; fakat kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr 32; İbn Mâce, Zühd 9; Ahmed bin Hanbel, II/285, 539)



"Kötülük yapmak isteyen bir kimse, onu yapmazsa (içindeki kötülük dürtüsünü uygulamayıp içinden atarsa), ona bir iyilik yapmış gibi savap yazılır." (Buhârî, Rikak 31)



"Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır ki o düzeldimi bütün vücut düzelir. O bozuldumu bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir." (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107; İbn Mâce, Fiten 14; Dârimî, Büyû' 1) 



Bir gece, Allah'ın Elçisi (s.a.s.), evinden çıktı. Ebû Bekir ve Ömer'e rastladı: "Sizi bu saatte evinizden çıkaran nedir?" dedi. "Açlık yâ Rasûlallah" dediler. "Nefsimi elinde bulunduran hakkı için sizi çıkaran şey, beni de çıkardı, kalkın!" dedi. Birlikte ensârdan bir adamın (Ebu’l-Heysem Mâlik bin Teyyehân (r.a.)’ın evine vardılar. Ebu’l-Heysem: "El-hamdü lillâh, bugün benden daha şerefli konukları olan yoktur!' dedi. Gidip onlara, üzerinde yeni kızarmış, yarı ve tam olgunlaşmış hurmalar bulunan bir hurma dalı getirdi: "Buyurun, bundan yiyin" dedi. Bıçağı aldı, Peygamber (s.a.s.) ona: "Sakın sağılı hayvan kesme!" dedi. Ensârlı onlara (bir koyun veya oğlak) kesti. Koyundan ve hurmalardan yediler, su içtiler. Yemekten doyup suya kanınca, Rasûlullah Ebû Bekir ve Ömer'e: "Nefsimi elinde bulunduran hakkı için kıyâmet gününde size bu nîmetlerden sorulacaktır. Açlık sizi evlerinizden çıkardı, bu nîmet size erişmeden dönmediniz." Buyurdu. (Müslim, Eşribe 140, hadis no: 2038; Muvattâ, Sıfatu'n-Nebî 28, h. no: -2, 932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370). Ardından da şu âyeti okudu: “O gün, muhakkak bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” (102/Tekâsür, 8).



“Dünya nimetlerinden istifadeyi nasıl düşünebilirim ki, İsrâfil sûru eline almış, Cenâb-ı Hakk’ın emrini beklemektedir. Böyle bir durumda olan insan, gelişigüzel, dünya nimetlerinden nasıl istifâde eder ki?” (Tirmizî, Kıyâme 8; Ahmed bin Hanbel, I/36; III/7)



"Kim hidâyete/doğru yola çağırırsa, kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin savapları kadar sevap alır. Ötekilerin sevâbından da bir şey eksilmez. Kim de sapıklığa çağırırsa kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin günahları kadar günah alır. Ötekilerin günahından da bir şey eksilmez." (Müslim, İlim 6, 16; Buhârî, İ'tisâm 15; Ebû Dâvud, Sünnet 6;  Tirmizî, İlim 15; İbn Mâce, Mukaddime 14; Ahmed bin Hanbel, II/397; Dârimî Mukaddime 44)



"Allah, yanılarak, unutarak yaptıkları veya zorla kendilerine yaptırılan şeyleri ümmetimden affetti." (İbn Mâce, Talâk 16)



"Kalem üç  kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifâ buluncaya kadar bunamıştan." (Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402)



Açıklama:



1- İslâm fıkhında büyük bir ehemmiyet taşıyan bu hadis, bütün fukahâca benimsenmiştir. Bu hadis, kişiyi fiilinden sorumlu kılmada aklı ve irâdeyi vazgeçilmez bir şart kabul eder. Aklî kemâle ermeyen çocuğun hukuka ehil olmaması, onlar hakkında himâye edici pek büyük bir rahmet olmuştur. Çağlar boyu Avrupa dahi, bütün cemiyetlerde çocuklar ezilirken, İslâm dünyasında hukukî ehliyetsizlik sebebiyle büluğ çağına kadar sorumlu sayılmamış, mal ve can yönüyle velînin himâyesine tevdî edilmiştir.



İslâm âleminde çocuklar mahkemeye bile nadir hallerde ve belli yaşlardan sonra celbedilirken, Batı'da, işlenen suç sebebiyle büyüklerle aynı cezaya çarptırılarak gerekiyorsa idam  bile edilmiş, büyüklerle birlikte aynı hapishanelere atılmıştır. Bu durumun çocuk fıtratına uygun gelmediğini Batı, ilk defa 19. asrın sonlarında anlamaya başlamış, çocukların hukukî ehliyetsizliği, ayrı mahkemelerde muhakemesi, hapisten ziyâde ıslah evlerine, koruyucu ailelerin yanına verilmesi gibi fikir ve müesseseleri geliştirmiş ve bu paralelde bir hayli yol almıştır. Oradan bize de "çocuk mahkemeleri" fikri gecikerek geçmiştir.



2- Âlimler, bu hadise dayanarak çocukların şer fiillerinin yazılmadığını kabul ederken, başka hadislerden hareketle hayırlı fiillerin yazıldığını, bu fiillerin, hem çocuğun terbiyecileri durumundaki anne ve babasına ve hem de kendisine uhrevî faydalar sağlayacağını belirtirler. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.), "çocuğun haccının  makbul olduğunu, ona hacc yaptıran annesine de sevab geleceğini" beyan etmiştir. Keza bir başka hadiste "Çocuklara namazı emredin" buyurulmuştur. Kısacası çocuklar hakkında hayır kaleminin yazmaya başladığını gösteren rivâyetler mevcuttur. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/223-224)



"İnsanlar kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde yetmiş zira'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına kadar ulaşır." (Buhârî, Rikak 47; Müslim,  Cennet 61, hadis no: 2863)



Açıklama: Kıyâmet günü, hesap verme esnâsındaki ahvalle ilgili olarak muhtelif hadisler gelmiştir. Bunların birkısmı ter hâdisesi ile ilgilidir.  Sadedinde olduğumuz hadis, insanların, hesap vermenin sıkıntısıyla yerin dibine yetmiş arşın inecek ve yerin üstünde de kulaklara kadar yükselip insanları konuşamaz hale getirecek bir derya teşkil edecek kadar çok terleyeceklerini ifade etmektedir. Âlimler, bu ter herkesin kendi teri midir, müşterek terleri midir, bu konuda ihtilâf ederler. İyâz: "Bundan kişinin müşâhede ettiği korkunç haller nisbetinde salacağı terin kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, hem kendi, hem başkasının teri kastedilmiş olması da muhtemeldir. Böylece bir kısmına çok şiddetli, bir kısmına daha hafif sıkıntı verir. Bütün bunlar, insanların izdiham ve birbirlerine sıkışmasından terin yerin altına yetmiş arşın  nüfuz etmesinden sonra, yer üstünde akıp birikmesinden meydana gelir. Tıpkı suyun toprak tarafından emilmesinden sonra bir  vadide  akması gibi" der.İbnu Hacer, bu terleme hâdisesini, bir başka hadisin yardımıyla daha güzel açıklar. Hadis şudur:



"Kıyamet günü güneş arza (bir mil kadar] yaklaşır. İnsanlar terlerler. Kimi vardır, teri ökçesine kadar yükselir, kimi vardır ayağının yarısına kadar yükselir; dizine kadar yükselenler, uyluğuna kadar yükselenler, böğrüne kadar yükselenler, omuzuna kadar ve hatta ağzına kadar -ve eliyle işaret eder- yükselenler, vardır. Ağzına kadar yükselen ter, sahibine gem  vurmuş olur. Bazılarını ter tamamen bürür -ve bunu söylerken elini başının üzerine vurur.-"



Bazı rivâyetlere göre hesap gününün sıkıntısı o kadar şiddetlidir ki, insanlar: "Ey Rabbimiz, cehenneme giderek de olsa bizi bundan kurtar!" diye talepte bulunurlar. Müslim'in bir rivâyetinde tere batmanın, kişinin ameliyle mütenâsip olacağı belirtilmiştir. 



Bir başka hadiste bu  bekleme müddetinin kırk yıl olacağı; bir diğerinde bir günün yarısının, dünya zamanına göre elli bin yıl olacağı, ancak mü'mine bu günün, güneşin batma anı gibi hafif geleceği belirtilmiştir. Beyhakî'nin bir hadisinde bu sıkıntılı halin kâfirlere mahsus olduğu açıklanmıştır.



"O günün sıkıntısı kâfire çok şiddetlenir. Öyle ki ter onu gemler!"



Denildi ki:



"Ey Allah'ın Resulü mü'minler nerede olurlar?" Buyurdular ki:



"Onlar altın kürsüler üzerindedirler, onlara bulutlar gölge yapar."



Bazı rivâyetlerde de "amelleri gölge yapar", bazı rivâyetlerde de "güneşin, insanların başlarına iki yay boyu yaklaşacağı" ifade edilmiş ise de, (imanda kemal sahibi) mü'minlere bu harâretin zarar vermeyeceği belirtilmiştir.



Özetle, hesap günü uzun bir müddettir, sıkıntısı çok büyüktür. Ancak mü'minler, amellerine göre o günün sıkıntısını  az veya çok az bir derecede atlatacaklardır. İbn Ebî Cemre: "Sadedinde olduğumuz hadis bu sıkıntının bütün insanlara şâmil olacağını ifâde ederse de; başka hadisler, bunun onlar çoğunluk da olsa birkısım insanlara mahsus olduğunu açıklar; peygamberler, şehidler ve Allah'ın diledikleri bundan istisnâ edilmiş, en şiddetli ter sıkıntısının da kâfirlere, sonra kebâir (büyük günah) ehline, sonra bunları tâkip edenlere olacağı, mü'minlerin kâfirlere nisbetle az oldukları belirtilmiştir. "İbn Ebî Cemre, bu hadislerden akla gelebilecek: "İnsanlar muhtelif bazda oldukları halde hepsi nasıl kulaklarına kadar tere banar, bu arada ter bir kısmının ayağını bürümez...?" gibi sorulara: "Bunlar uhrevî, gaybî  ihbarlardır, aklî izahı yoktur, kuvvetli iman sahipleri tasdik eder..." mânâsında cevap verdikten sonra der ki: "Bu durumu  haber vermenin maksadı dinleyenleri uyarmak, mü'minleri bu korkunç hallere düşmekten koruyacak amellere teşvik etmek, günahlardan tevbeye sevketmek, kerim ve bağışlayıcı olan Rab Teâlâ'ya ilticâ etmeye, bu  hallerden  ve ateşten koruyup, rahmet ve cennetine dâhil etmesini talep etmeye bir sevktir."



"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (kıyâmet ve hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden önce  daha burada iken helâlleşsin. Aksi takdirde o gün, sâlih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde  kendinden alınır. Eğer hasenâtı (sevapları) yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir." (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, hadis no: 2421)



Açıklama: Hadis, mü'minleri, mü'min kardeşine karşı haksızlık yapmamaya, şayet yapmış ise helâlleşmeye tevşik etmektedir. Bu haksızlık, "ırz"la ifade edilen mânevî varlığına karşı olabilir. "Başka bir şey" tâbiriyle de "bütün çeşitleriyle mal", "yaralama", hatta "tokat"a varıncaya kadar her şey kastedilmiştir. Nitekim Tirmizî'nin rivayetinde "ırz ve mal nevinden..." denmiştir. Müslim'de bu mânâ bir başka üslûpla ifâde edilmiştir: "Ümmetimden müflis olan o kimsedir ki: Kıyamet günü namazı, orucu ve zekâtı olduğu halde gelir. Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş, bir diğerinin  de malını yemiştir. Hasenâtı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır. Üzerindeki borçlar bitmeden hasenâtı  tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır." Bu hadis, "Bir günahkârın günahı diğerine yüklenmez" (6/En'âm 164) âyetine muhâlif düşmez. Zira bu kimse, kendi fiili ve zulmü sebebiyle cezalandırılmıştır. Çünkü hasenâtı, Allah'ın kullar  hakkındaki adâleti gereği, seyyiâti mukabilinde alınmıştır. Humeydî, Kitabu'l-Muvâzene'de demiştir ki: "İnsanlar üç kısımdır: Hasenâtı seyyiâtına üstün gelenler. Seyyiâtı, hasenâtına üstün gelenler. Hasenâtı ve seyyiâtı eşit olanlar.



Birinciler, Kur'an'ın nassı ile kurtuluşa ereceklerdir. İkinciler, sevâbından fazla olan günahı sebebiyle, nefhadan (İsrafil' in sûra üflemesinden) ateşten çıkanların sonuncusuna kadar,  şerrinin azlığı çokluğu nisbetinde azap edilecektir. Üçüncüler, a'raftakilerdir (A'raf cennet ve cehennem arası bir yerdir). "Bu görüşü bazı âlimler: "Allah'ın azâb etmeyi murad ettikleri" diye  kayıtlaması, keza üçüncü kısım  için de: "Üç  görüşten en kuvvetli olanı"  diye açıklaması gerekirdi diye tenkit etmişlerdir. Ayrıca Humeydî, "Seyyiâtı hasenâtına galebe çalanlar da iki  kısımdır: "Azap çekip şefaatle ateşten kurtulanlar, günahı affedilip, hiç azap  çekmeyenler" demiştir.



"Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka edâ  edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye  yaraladığından sorulacak." (Râvî Ebû Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyâmet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve münker işlerken görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!" (Müslim, Birr 6, hadis no: 2582; Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422)



Açıklama: Nevevî, hadisi açıklama sadedinde der ki: "Bu hadis, hayvanların da kıyâmet günü haşredileceği ve tıpkı teklif ehli  insanların, çocukların,  delilerin ve kendilerine tebliğ ulaşmayanların iadesi (yeniden diriltilmesi) gibi, onların da iade edileceği hususunda bir açıklamadır. Bu hususta Kur'an ve sünnette deliller mevcuttur. Âyet-i kerimede Rab Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Vahşi hayvanlar haşredildiği zaman" (81/Tekvîr, 5). Âyet ve  hadiste gelen bir kelimenin zâhirini esas almaya aklî veya şer'î bir engel yoksa onu zâhirine hamletmek vâcip olur. Âlimler derler ki: "Kıyâmet günü, yeniden diriltilme ve haşredilmek için mücazât, mükâfat veya sevap şart değildir. Boynuzlu keçinin kabış/boynuzsuz keçi için kısas olması, teklif kısası değil, mukabele kısasıdır."



Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor:  "Rasûlulullah (s.a.s.): "Âhirette kimin hesabı münâkaşa edilirse, azaba mâruz kalacak demektir!" buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl olur? Allah Teâlâ (meâlen): "O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhâsebe edilecek ve ehline sevinçli olarak dönecek" (84/İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap  münâkaşası  değil mi)?"  dedim. "Hayır! buyurdular, bu (münâkaşa  değil) arzdır. Kıyâmet günü hesâba çekilen herkes mutlaka helâk olmuş demektir!" (Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak 49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876; Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî, Kıyâmet 6, h. no: 2428)



Açıklama: Burada geçen münâkaşatü'lhesâb tâbiri, hesâbın tahkik ve tedkikini ifâde eder. Zemahşerî, Fâik'te "hesap münâkaşası"nı "hesapta zorluk çıkarmak, az çok hepsini ortaya dökmek, sayıya dâhil etmek" şeklinde açıklar. Kişinin helâk olması, burada "yapılan ince hesap sonucu, fazla gelen günahları sebebiyle azap çekmesi"dir.



Rasûlullah'ın arz diye ifade buyurduğu âyet-i kerime, inceden inceye yapılan bir hesabın sonucunu bildirmemiş olmakta, amelin arzını ifade etmektedir. Tîbî der ki: "Hadiste geçen "bu arzdır" ifadesinin mânâsı şudur: "Âyette mezkür olan hesap,  kulun eksikliklerine rağmen Allah'ın dünyadaki lütfunu ve bu eksikliklerin âhiretteki affını bilmesi için mü'minin amellerinin bir arzıdır. "Rasûlullah, bu hadislerinde "hiçbir kimsenin ameliyle cennete gidemeyeceğini" ifade ettiğine göre, ebedî cennet, insanların dünyada yaptıkları amellerin neticesi değildir. Şu halde inceden inceye, amellerimiz üzerine yapılacak hesabın sonucu olarak cennete gitmek mevzûbahis olamaz. Cennet, lutf-u İlâhînin neticesidir.  Allah'ın lütfu  tecelli edenlerin kitapları sağından verilmiş olacaktır. Şüphesiz ki, İlâhî rahmetin tecellîsinde amel defterinin muhtevâsı etkendir.



"Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa  Rab Teâlâ: ‘Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?’ buyurur. Böylece, farzın eksikleri nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir." (Tirmizî, Salât 305, h. no: 413;  Nesâî, Salât 9, h. no: 1232)



Açıklama: Hadis, kişinin Allah'a karşı borçları arasında  en mühiminin namaz olduğunu ifade etmektedir. Bu hadis, insanlar arasında kıyâmet günü hesabı görülecek ilk şeyin kan olacağı hususundaki hadise ters düşmez. Çünkü bu ikinci hadis, insanlar arasındaki hukuktan; öbürü ise Allah'a karşı olan hukuktan bahsetmektedir. Âlimler bu  iki hukuktan hangisi öncelik kazanır, sorusu üzerinde de durmuş ve önceliğin Allah'a karşı olan hukuk olduğunu belirtmiştir. Deliller bunu göstermektedir.



Hadis, hesap sırasında farzlarda çıkacak eksikliklerin, kulun sünnet ve nâfile nevinden kılmış bulunduğu namazlarla tamamlanacağını, onların da hesaba gireceğini belirtiyor, yeter ki kişinin amel defterinde bu çeşitten ibâdetler yapılmış olsun. Farzdaki eksiklik nedir, sorusu farklı ihtimaller getirmiştir;  Bir ihtimale göre, bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil, farz namazlarda yerine getirilmesi gereken huşû, zikirler, duâlar gibi farz  sevabını artıran bazı sünnetler ve meşrû heyetlerin noksanlığı kastedilmiş olabilir. Bu duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal etmiş ve fakat tatavvu (nâfile) namazlarda yerine getirmişse, burada oraya aktarma sûretiyle oradaki eksiklik tamamlanılacak demektir.



Yine; "bu ifade  ile, farz namazların farzları ve şartlarında ortaya çıkacak eksikliklerin kastedilmiş olması da  muhtemeldir" denmiştir. "Bizzat farz namazlarının terki ile hâsıl olan eksikliğin sünnetlerle telâfi edileceği de kastedilmiş olabilir" de denilmiştir. Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu  muhtevâda yapılacak eksiklikler, nâfilelerle tamamlanacaktır. Cenâb-ı Hak vaad edince, o, yerine mutlaka gelir. Rasûl-i Ekrem'i de, O'nun nâmına haber verir.



"Kıyamet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır." (Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8, h. no: 1396; Nesâî, Tahrîm 2, h. no: 7, 83)



Bu hadis,  insanlarla ilgili hukukta ilk  hesaba çekilecek meselenin "kan"la ilgili meseleler olduğunu ifade  etmektedir. Bir önceki hadiste ise, ilk hesabın namazla ilgili olduğu belirtilmiştir. Zâhirde bir zıtlık görülür ise de, aslında yoktur. Çünkü biri Allah hakkına ait meselelerde ilkle; diğeri ise kul hakkına ait meselelerde ilkle ilgilidir. Nitekim Nesâi'de gelen bir rivayet ikisini birlikte zikretmektedir: "Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. İnsanlar arasında (cereyan edenlerden) ilk hesabı yapılacak şey de, kandır." İbn Hacer: "En mühim olanla başlamak, prensip olması sebebiyle, bu hadis, kan  meselesinin ehemmiyetini nazarlarımıza arzediyor" der. Bazı âlimler: "Kazâ (hüküm)  insanlara hastır, hayvanlarla ilgili olarak kazâ yoktur" demiş ise de, İbn Hacer, "Bunun hatalı olduğunu, hadisin insanlar arasındaki kazânın önceliğinden bahsettiğini; bu ifadede, meselâ insanlar arasındaki hükümden sonra  hayvanlar arasında da hüküm olacağının nefyedilmediğini" belirtir. Yeri gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir  başka hadis daha kaydetmek isteriz: "Dünyanın zevali, Allah indinde mü'min bir kulun (haksız yere) öldürülmesinden daha hafif kalır" veya "Mü'minin katli Allah indinde dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür." Dünyanın zevâlinde, pek çok mü'minin helâki de bulunması  sebebiyle hadisin ifadesinde müşkillik bulunduğu ifade edilmiş ise de, daha önce de açıklandığı üzere, burada "Allah nazarında" tâbiri meseleyi halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı belirtilen dünya, ehl-i hevânın  dünyasıdır, dünyanın isyanlarla, cinâyetler ve haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmâreleri tatmin eden yönüdür. Bu yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek  kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse hadiste, Cenab-ı Hakk'ın  esmâsının tecelligâhı veya âbid kullarının  ibâdet edip,  âhiret için ekim yaptıkları dünya maksud değildir.



"Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve  nereye harcadığından ve vücudunu nerede çürüttüğünden." (Tirmizî, Kıyâmet 1, h. no: 2419)



Açıklama: Bu hadis, başka  tariklerden de gelmiştir. Yine Tirmizî'de gelen bir başka veçhine göre "Kişiye beş şey sorulacaktır: Ömrünü nerede tüketti, gençliğini nerede çürüttü, malını nerede kazandı, nereye harcadı ve bildiği ile ne derece amel etti?" Bu rivâyette, gençliğin ayrıca mevzubahis edilmesi, insan hayatı içerisinde onun ayrı bir ehemmiyet taşıdığını ifade eder. Ehemmiyetlidir, çünkü ibadet vs.yi  yapmada güç kuvvet bulunan bir devredir. Bu devrede yapılan ibadetler daha kıymetlidir.



Yine Tirmizî'nin bir hadisi, kişinin Allah  huzurunda tek başına hesap vereceğini daha açık olarak ifade eder: "Sizden herbirinize mutlaka, arada herhangi bir tercüman bulunmadan Rabbi, kıyâmet günü konuşacaktır. Kişi sağına bakacak, hayatta göndermiş olduğu (sâlih) amelden başka bir şey göremeyecek. Sonra soluna bakacak,  yine dünyada iken gönderdiği (kötü) amelden başka bir şey görmeyecek. Sonra karşısına bakacak, ateşin kendisini beklediğini görecek."  Rasulullah (s.a.s.) bu noktada şu tavsiyede bulunur: "Sizden her kim kendini ateşe karşı, bir yarım hurmayla da olsun, koruyabilirse onu yapsın."



"Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzûr-ı İlâhî’ye) getirilir. Allah Teâlâ: ‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları ve ekimi musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?’ diye soracak. Kul da: ‘Hayır’ diyecek. Allah Teâlâ: ‘Öyleyse bugün Ben de seni  unutacağım, tıpkı senin (dünyada) Beni unuttuğun gibi!’ buyuracak." (Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430)



Açıklama: Hadis, sayılan nimetlere mazhar olan bir kimsenin, nimetlere şükürle mukabele etmemesi halinde kıyamet günü, Cenâb-ı Hakk'ın da onu nisyâna (unutulmaya) mahkûm edeceğini  bildirmektedir. Allah'ın kulu unutması, onu azâba terketmesi, rahmetini tecelli ettirerek azabtan kurtarmaması demektir.



Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "(Ashâb, Rasûlullah'a): ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyâmet günü Rabbimizi görecek miyiz?’ diye sordular. Allah’ın Rasûlü: "Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip  kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab: ‘Hayır!’ deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?” diye tekrar sordu. Ashab yine: ‘Hayır!’ deyince: “Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rab Teâlâ: ‘Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?’ diye soracak. Kul: ‘Evet ey Rabbim!’ diyecek. Rab Teâlâ: ‘Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?’ diyecek. Kul bu soruya: ‘Hayır!’ karşılığını verecek. Rab Teâlâ da: ‘Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni  unuttuğun gibi!’ diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: ‘Evet! ey Rabbim!’ der. Rab Teâlâ da: ‘Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?’ diye  sorar. Kul: ‘Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!’ der ve elinden geldiğince (Hak Teâlâ hakkında) hayır senâda bulunur.  Rab Teâlâ: "Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?" diye soracak. Kul: ‘Hayır, yok!’ diyecek. Rab Teâlâ: ‘Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!’ der. Kul kendi  kendine: ‘Benim aleyhime şâhitlik yapacak da kim?’ diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: ‘Haydi konuş!’ denir. Uyluğu , eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan münâfıktır." (Müslim, Zühd 16, h. no: 2968)



"Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine himâyesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: ‘Şu şu günahlarını biliyor musun?’ Mü'min kul, iki kere: ‘Evet ey Rabbim, biliyorum!’  der. Rab Teâlâ da: ‘Dünyada iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!’ buyurur. Sonra ona  hasenât defteri verilir. Ama, kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla ilgili olarak, bütün  mahlûkatın huzurunda: ‘Bunlar Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah'ın  lâneti zâlimleredir’ diye nidâ olunur." (Buhârî, Mezâlim 2, Tefsir, Hûd 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h. no. 2768)



Açıklama: Daha önce de temas edildiği  gibi, her kul Allah'ın karşısına  çıkarılıp, birer birer hesaptan  geçirilecektir. Bu muhâsebede Allah mü'min kuluna bir rahmet olarak hususi şekilde hitap edecek, kusurlarını, başkaları duymayacak şekilde sayıp dökecektir. İşte bu hitap necva kelimesiyle ifade edilmiştir. Necvâ, fısıldamak, başbaşa konuşmak, gizli konuşmak gibi mânâlara gelir. Kirmânî: "Bu hitaba necvâ denmesi, kâfire olan hitabın alenî olması sebebiyledir" der.



Hadiste, kişinin gizli yaptığı günahları başkasına açmamasına bir telmih mevcuttur. Çünkü, Cenâb-ı Hak dünyada gizli kalan günahları kıyamet günü affettiğini ifade etmektedir.  Bu ifadenin mânâ-yı muhâlifinden, alenî  yapılan veya aleniyet  kazanan günahların affı hususunda garanti olmadığı mânâsı  çıkar. Şârihler bu  sadedde gelen hadislere dayanarak, kıyâmet günü âsi mü'minlerin iki kısım teşkil edeceğini söylemişlerdir.



Birinci kısım: Günahı  kendisi ile Rabbi arasında kalanlar. İbnu Ömer hadisi, bunların da iki kısma ayrıldığını ifade eder:



1- Günahı dünyada örtülenler, Allah kıyamet günü bu günahları onlara karşı örtecektir.



2- Günahları âşikâr olanlar. Hadis bunların kıyâmet günü öncekilerin hilâfına  muâmele göreceğini ifade eder.



İkinci kısım: Günahı kendisi ile kullar arasında olanlar. Bunlar da iki kısımdır:



1- Günahları, sevaplarına galebe çalanlar: Bunlar ateşe girerler, şefaatle tekrar çıkarlar.



2- Günah ve sevapları eşit olanlar: Bunlar da aralarında kısaslaşmadan cennete giremezler.



Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihânet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden  (Allah yanında) durumum ne olacak?’ diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): "Kıyâmet günü onlar, sana olan ihânetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle muhâsebe olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa, bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü dedi ki: "Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor!) (Mealen): "Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz" (21/Enbiyâ, 47). Adam tekrar: ‘Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Rasûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şâhid kılıyorum, hepsi hürdür, (âzâd ettim)’ dedi." (Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ,  h. no: 3163)



Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) güldüler ve: "Neye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz: ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!’ dedik. "Kulun Rabbine olan hitabından!" buyurdular ve şöyle devam  ettiler: "Kul şöyle der: ‘Ey Rabbim, Sen beni zulümden korumadın mı?’ Rab Teâlâ: ‘Evet  korudum’ buyurur. Kul da: ‘Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını asla istemiyorum’ der. Rab Teâlâ: ‘Bugün sana tek şâhid olarak nefsin, çok şâhid olarak da kirâmen katibîn kâfidir’ buyurur. Rasûlullah  devamla dedi ki: "Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına: ‘Konuş!’ denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest  bırakılır. Adam organlarına: ‘Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücâdele etmiştim’ der." (Müslim, Zühd 17, hadis no: 2969



"Aziz ve celil olan Allah (kıyâmet günü), ümmetimden bir adamı mahlûkatın üstünden seçer  ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar: "Bu defterde yazılı olanlardan bir şey inkar ediyor musun? Muhafız katiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?" Kul: "Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)" der. Rab Teâlâ sorar: "(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?" Kul der:"Hayır! Ey Rabbim!" Aziz ve celil olan Allah: "Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen  var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde "Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve şehâdet ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir)" yazılıdır. Sonra, Rab Teâlâ der: "Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!"  Kul sorar: "Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rab Teâlâ der: "Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan'ın bir  kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz." [Tirmizî, İman 17, (2641).]



Ebu Mes'ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlü, dendi, biz câhiliye devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?" Şu cevabı verdiler: "Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslam'daki ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır." (Buhârî, İstitâbe 1; Müslim, İman 189, hadis no: 120)



Açıklama: Hadis, daha önceleri kâfir iken, sonradan Müslüman olan bir kişinin daha önceki hayatından suale mâruz kalıp kalmama meselesine kayıtlı ve şartlı olarak cevap getirmektedir. İslâm olduktan sonra amel-i sâlih sahibi ise sual yok, değilse var. Hattâbi der ki: "Bu hadisin zahiri, ümmetin icma ettiği "İslam, öncesini siler" hükmüne muhalefet eder. Allah Teâlâ: "Habibim, o küfredenlere söyle ki: Eğer (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse geçmiş (günahları) affedilecektir" (8/Enfâl, 38) buyurmuştur." Hattâbî devamla der ki: "Bu hadisin mânâsı şöyle olmalıdır: "Kâfir, Müslüman oldu mu geçmişinden muaheze olunmaz. İslam'da  çok fazla günah işler ve Müslümanlığına devamla birlikte, aşırı, şiddetli masiyetlere girerse, İslam'da işlediği cinayeti sebebiyle muaheze olunur ve küfür sırasında yaptığı başına  kakılır. Sanki şöyle denir: "Sen şu kötü işleri kâfirken yapmadın mı? Müslümanlığın seni bunlardan men etmedi mi?" İbn Hacer, bu görüşü: "Önceki amelinden yapılacak evvelki muâheze, başa kakma sûretiyle, sonraki günahların muahezesi, cezalandırma suretiyle olacaktır" diye özetler. Hadiste geçen "isâe" (günah, kötülük) kelimesinden murad küfürdür, çünkü "küfür", "isâe"nin nihayeti, günahların en şiddetlisidir. Adam irtidat eder ve küfrü üzerine de ölürse, sanki Müslüman olmamış gibidir ve hayatı boyunca yaptığı bütün amellerden muaheze olunur. Buhârî, bu hadisi "Büyük günahların en büyüğü şirktir" hadisinden hemen sona  zikretmek sûretiyle, bu söylediğimiz açıklamaya işaret etmiş olmaktadır."



"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye  çağıran hiç kimse yok ki kıyâmet günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde  beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi!" Sonra şu âyeti okudu. (Meâalen): "Onları hapsedin, çünkü onlar mes'uldürler" (37/Sâffât, 24; Tirmizî, Tefsir Saffat, hadis no: 3226)



Açıklama: Burada kişinin, propagandasını yaptığı şeyden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnsanları, bir kişi bile olsa her neye davet etmişse ondan ayrılmayacak ise, kötülüğe çağıran kimse, kötülüklerin yer aldığı cehennemde olacak demektir. Âyetteki "mes'uldürler" ifâdesini müfessirler, "akidelerinden, sözlerinden ve hareketlerinden" diye açmışlardır.



Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:



"Ey Allah'ın Rasûlü dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Şu cevabı lutfettiler:



"Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman'dan Eyle'ye olan mesâfe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır." [Müslim, Fezâil 36, l hadis no: 2300; Tirmizî, Kıyâmet 16, hadis no: 2447)



İbn  Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:



"Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler."Ey Rabbim! bunlar benim ashabım!" derim. Ama bana:"Senden sonra bunların ne bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!"  denilir. Ben de:"Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak  olsun, rahmetten uzak olsun!" derim." (Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, hadis no: 2297)



Müslim'in bir diğer rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ümmetim havzın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı  devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!" Yanındakiler:"Ey Allah'ın Resulü! Bizi tanıyacak mısınız?"  dediler."Evet buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim ashabım, onlar benim ashabım!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap  verip:"Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?"  diyecek." (Müslim, Tahâret 37, hadis no: 247). Bir diğer rivâyette şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasınaki mesâfeden daha geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan daha çoktur."



Yezid İbn Erkam (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Siz (ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin yüz bin cüzünden sadece bir cüzünü teşkil edeceksiniz!" Yezid'e: "O gün siz  ne kadardınız?" diye soruldu da: "Yedi yüz veya sekiz yüz kadardık!" diye cevap  verdi." [Ebu Davud, Sünnet 26, (4746).]



Açıklama: Hadisin Ebû Dâvud'daki aslında şu ziyâde var: "Biz (bir seferde) Rasûlullah (s.a.s.)'la  beraber idik. Bir yerde mola verdik. (Bu sırada) buyurdular ki: "...Kaydedilen bu ziyade, Yezid İbn Erkam'ın "Kaç kişi idiniz?" sorusuna verdiği cevaptaki isabetlilik hususunda kanaat verir. Aksi takdirde: "O sıralarda bütün Müslümanların sayısı ne kadardı?" gibi  bir muhtevada  anlamak gerekir ki, buna verilen cevap daha az yakin hasıl eder. Ancak Rasûlullah (s.a.s.)'ın burada rakamın hakikatını değil de,  kesrette  mübâlağa  kasdetmiş olması da  muhtemeldir.



Son hadisler, âhiretteki havuzla ilgili farklı bilgiler sunmaktadır. Havuz, Kevser havzı diye de adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de Kevser Sûresinde bahsedilen kevserle de bu havzın  kastedildiği kabul edilmiştir. Kevser, mütevatir denecek kadar çok sayıda sahâbî tarafından zikredilmiş gaybî bir hakikattır,  inanılması şarttır. Bazı tahkiklerde kevserle ilgili rivâyette bulunan sahabilerin sayısı elliden fazladır. Rasûlullah (s.a.s.), Kevser sebebiyle de diğer peygamberlere bir üstünlüğe sahip olacaktır. Rivayetler, cennetteki  kevserin, cennet kapılarının yanında  ve el'an mahluk olduğunu ifade eder. Makbul görüşe göre iki adet kevser mevcuttur. Biri cennetin içindedir, diğeri sırattan öncedir ve mahşer yerindedir. Bir hadis, her peygamberin bir kevseri olduğunu belirtiyor. Ancak onlar Rasûlullah'ın kevseri kadar büyük değildir.



Kevser, sırattan sonra ümmetin bir toplanma yeridir. Resulü Ekrem'le bir buluşma, görüşme yeridir.  Resulullah, oraya kadar gelebilen bir kısım  kimselerin oradan kovulacağını belirtmiştir. Bu kovulanlar kimlerdir, bu  hususta ihtilaf vardır. Bunlara: "Münafıklar ve mürtedler" diyen olmuş. "Rasûlullah zamanında mü'min olup da sonradan irtidat edenler" diyen olmuştur. Ancak Hattâbî: "Ashâb-ı Kiram'dan irtidat eden yoktur, irtidat edenler çöl Araplarıdır" demiştir. Bazıları: "Bunlar, mü'min olarak ölen büyük günah sahipleri  ile bid'atları küfür derecesine ulaşmayan ehl-i bid'attır" demiştir. Bunların cehenneme gitmeleri kat'î değildir. Günahları, kusurları sebebiyle havzın yanından kovulmuş olsalar da, Allah'ın rahmetine mazhar olarak cennete girmeleri de muhtemeldir. İbn Abdilberr: "Havuzdan kovulacaklar zümresini,   ehl-i bid'at ile dinde bid'at çıkaranlar, zulümde ileri gidenler, haksız yere mal yiyenler, günah-ı kebireyi alenî işleyenler teşkil edecek" der. Bunların havza kadar yaklaşmalarının, kıldıkları  namazların tesiriyle, abdest uzuvları ve alınlarında zuhur eden nur ve parlaklık sayesinde olduğu belirtilmiştir.



Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım. Rasûlullah (s.a.s.): "Niye ağlıyorsun?" diye sordu."Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim."Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:  Mizan yanında; tartısı ağır mı  geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin  iki yakası ortasına  kurulunca; bunu geçinceye kadar." [Ebû Dâvud, Sünen 28, hadis no: 4755)



Açıklama: Gaybî olan hakikatlerden biri mizandır. Ahirete imanın bir cüz'üdür. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, bi'l-icmâ "Mizan haktır" demiştir. Hadislerden başka, Kur'an'la da sâbittir. Âyet-i kerimede: "Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa  onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz yeteriz" (21/Enbiyâ 47) buyurulmuştur. Mizan, kıyâmet günü kurulur. Kulların  amellerinin yazılmış olduğu defterler mizanda  tartılır. Bu mizanın iki kefesi vardır; biri hasenatın tartılması için, diğeri de seyyiatın. Hasan Basrî'den gelen bir rivayete göre mizanın bir de dili vardır. (Kütüb-i Sitte, Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 604)