A'LÂ SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in seksenyedinci suresi. İsmini ilk ayette geçen "el-A'lâ" kelimesinden almaktadır. Mekke devrinin ilk zamanlarında nazil olmuştur. Ayetlerinin kısa kısa oluşu, Allah'ın (c.c.) yeryüzündeki ayetlerine dikkat çekerek insanı tefekküre sevketmesi, bu surenin de Mekkî olduğuna delîldir. Zâten Cumhur (müfessirlerin çoğu) da bu görüştedir.[680]



"Sebbih Sûresi" de denilen A'lâ Suresi'ni Rasulullah (s.a.s.) çok severdi, hatta bu sureye "Efdalu'l Müsebbihât" ismini vermişti. Bayram ve cuma namazlarında Gâşiye ve A'lâ Suresi'ni; bayram günü cumaya rast gelirse her iki sureyi de okuduğu pek çok hadîste geçmektedir.



Bu surede Allah'u Teâlâ, kâinâtın esrarını, var edilişini ve ilerleyişini, düzenini,  Kur'an-ı Kerîm'in kendine has üslûbuyla ifade etmiştir. Kâinatta yürürlükte olan bütün kanunları, Allah bu surenin satırlarına sığdırmıştır. Dolayısıyla bu sureyi dikkatle okumak gerekir.



A'lâ suresi ondokuz ayet olup, fâsılası "yâ" şeklinde yazılan eliftir.



Her gün kıldığımız beş vakit namazın her secdesinde en az üç defa söylediğimiz tesbih cümlesi, bu suredeki ilk ayetin hükmüdür:



"O çok yüce Rabbinin ismini tesbih et." (1)



Bundan evvel secdede "Allâhümme leke secedtü: Allah'ım sana secde ettim." denirdi.[681]



Buradaki hitap Hz. Peygamber'e Rabbinden gelmektedir. Hem de ayrı bir sevimlilik ve yakınlık havası içinde... Dolayısıyla Hz. Peygamber bu emri okur ve surenin diğer ayetlerine geçmeden "sübhâne Rabbiye'l-Â'lâ" derdi.[682] Böylece emre, hemen itaat ettiğini bilfiil gösterdi.



Kâinatta, zerreden kürreye, canlı cansız her şeyi yoktan var eden, ahenkli yaratan, devamlılık dengesini kurarak sevk ve idaresini programlayan... İnsana doğruyu-eğriyi öğreten ve kâinatı insanın hizmetine boyun eğdiren... O yüce kudretin sahibinin Allah'u Teâlâ olduğunu şu ayetlerde okuyoruz:



"Ki o, (her şeyi) yaratıp düzene koyandır. Ölçüsünü takdir edip yol gösterendir." (2-3)



Hayatı verenin de alanın da Allah (c.c.) olduğu ve her canlının bir sonu, dünyanın ise bir kıyâmeti olduğunu şu ayetler dile getirmektedir:



"Yeşilliği (topraktan) çıkaran, sonra da onu kapkara ve kupkuru hâle getiren odur." (4-5)



Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur'an-ı eksiksiz tebliğ edebilmenin sorumluluğunu biliyordu. En küçük bir harfini bile unutmamak gayretiyle, Cebrâil'in (a.s.) okuduğu vahyi âyet âyet tekrarlıyordu. Nihayet, Rabbinin bu hususu tekeffül ettiğini belirten şu müjdeyle rahatlamıştı:



"Sana (Kur'an'ı) okutacağız da Allah'ın dilediği hariç- sen onu unutmayacaksın. Çünkü Allah, açığı da gizleneni de bilir." (6-7)



Zîrâ Rasulullah'a okutması da, onun unutmaması da Allah'ın sınırsız iradesi altında, kendi nezdinde malum bir plân dahilinde olmaktadır. Şu ayette belirtilen kolaylık da bu plâna dahildir:



"Seni en kolay olana yöneltip (muvaffak edeceğiz). Şimdi sen, fayda verecekse (kalplere girecek bir nokta ve tebliğe bir vâsıta bulduğun yerde) öğüt ver." (8-9)



Verilen böyle bir öğütten sonra, insanlar kendi durumlarıyla başbaşadır. Vardıkları netice, tuttukları yola bağlıdır. Allah onlara, bu öğüde verdikleri karşılığa göre muâmele edecektir:



"(Yaratıcının varlığını anlayıp, ona saygı duyarak) ondan korkan öğüt alacaktır. (Derince düşünmeyen, gerçekleri anlamayan) kötü kimse ise o öğüde uzak duracaktır." (10-11)



"(Ki öğüde uzaktan bakan) o kimse büyük ateşe girecek, orada ne ölecek, ne de (tam manasıyla) canlı kalacaktır." (12-13)



Rasulullah (s.a.s.) namazı kendi örnek kılışıyla ve hadislerdeki açıklamalarıyla biz müslümanlara öğretmiştir. Namazın kılınışı sûrenin şu ayetlerine göre düzenlenmiştir:



"Gerçekten felâh buldu (her türlü kirden) temizlenen. Rabbinin adını anıp namaz kılmış olan..." (14-15)



Önce maddî-manevî kirden temizlik, Allah'ı zikretmek ve sonra namaz kılmak... Bu tertipten dolayı namaza "Allahü Ekber" diyerek başlarız. İşte; öğüt alarak temizlenip, namaza "Allah'ı zikrederek" başlayan, ilk ayetlerde geçen "Kudretullah"ı tefekkür ederek ve kendini mecbur hissederek ibâdete devam eden kimse;



a) Dünyada felâh bulmuştur. Allah'a güvendiği ve onun kendisini koruduğuna inandığı için huzûr içinde yaşamıştır .



b) Ahirette felâh bulmuştur, büyük ateşten kurtulup, haz ve nîmetler içinde yüzmektedir.



Ama insanlardan bunu anlayanlar azınlıktadır:



"Fakat siz (ey insanlar) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde, dünya hayatını tercih ediyorsunuz!.." (16-17)



Halbuki ahiret iki nedenden ötürü dünyaya tercih edilir:



1) Ahiret, nîmet ve lezzet bakımından dünyadan pek çok üstündür.



2) Dünya fâni, Cennet hayatı ise bakîdir, ebedidir. Dünyaya "dünya" denilmesi tesadüfi değildir. Dünya, çabucak gelip geçici olduğu gibi, düşürücü ve alçaltıcıdır da.



Ve son olarak, bütün bu bilgiler, bu köklü ve derin gerçekler diğer semavî kitaplarda da yer alır:



"Şüphesiz bunlar, ilk (gönderilen) kitaplarda -İbrahim ve Mûsa'nın sahîfelerinde- de vardır." (18-19)



Bütün peygamberler tek bir irade ile gönderilmiştir. Teferruat değişse bile, ana kaynak "Levh-i Mahfûz" birdir ve Rabb'ın katındandır.[683]