M - Allah Düşmanı İlim, Ruh Düşmanı Madde Ve İslam.

Müslümanların yaşayışında ne din ile ilim ve nede insanla Allah arasında böyle çirkin bir itişme nefrete yer yoktur. Avrupalıların şuursuzluğuna şu kısır Yunan hurafesi, ateş hırsızı Bromsiyüs efsanesi tesir etmiştir. İşte bu masal, Avrupa halkının bütün noksanlıklardan arınmış Allah karşısında tanrı fikirlerini oluşturmuştur. Bu sapık duygu, böylece, Avrupalıları Allah’a giden doğru yoldan ayırmış ve onun şaşmaz prensiplerinden saptırmıştır. 



Bu efsane, insanlarla tanrılar arasında  cereyan eden karışıklı, sürekli  dokuşma; amansız kin  ve gazapla dolu  kavga; insaf , merhamet, iyilik veya sevgi gibi  duygulara asla göz  açtırmayan ve  yeniden  alevlenene kadar  hareketi hiç  dinmeyen mücadele münasebetini tasvir eder.



Bu kavga , kutsal ateş,  bilgi ateşi  üzerinde kurulmuştur. İnsanlar, kainatın bütün sırlarını tanıyıp da  tanrı olmak için, bu kutsal ateşi, (ilmi) kuşatmak ve  tamamen ellerine geçirmek isterler. Tanrılar ise , bütün kuvveti  tek başına ellerinde tutmak ve  insan üstü bir  otoriteye müstekil olarak  sahip olmak için  bütün şiddet ve vahşilikleri ile insanlardan  öç alır ve  onları cezalandırır dururlar.



Avrupalıların vahimlerinde gizlenen ve başkaca hiçbir himaye görmeksizin fikirlerini yöneten, insan, tanrı  münasabetinin karekteristik vasıfı bu olduğuna göre,onları Allah’ın iradesine boyun  eğdiren yalnız......acizlikleridir. Onlar ise bu acizlikleri karşısında  ne rıza gösterirler ve nede durup düşünürler. Onlar devamlı  olarak (kuvvet ve bilgi ) isteme ve elde etme cabası  içerisindedirler. Hep bu aczi karh edip altalamak veya;-kendi dilleri ile taibat kuvvetini yenerek hükümleri  altına almak yahutta- yine kendi  şuursuz dilleri ile- kutsal ateşini  elinden kapmaya çalıştıkları eski putlarından gizli sırları  çekip almak içn uğraşır dururlar.



Batılı insanın kalbinin, daha doğrusu şuursuzluğun-derinliklerinde perçinlenmiş olan bu gizli yolu, garplılarda, ilmin attığı her adımın  insanı, nefsinin üstüne  bir basamak yükselttiği, tanrıyıda  yüceliklerinden aynı oranda  alçalttığı  hissini verir.



Çarpışma  bu şekilde:  ilmin gercekleştiği  her yeni  başarı tanrıyı  alçaltarak, insanı yükselterek sürer gider. Nihayet, garbın salyasını akıta akıta , korkunç bir aç gözlülükle özlemini çektiği beklenen an gelir. İnsanı hayatı yarattığı (!) ve bizzat  Allah (!) olduğu an...



Allah’tan ilgisi kesik  ilimle, ruhtan  ilgisi kesik  maddenin boyunduruğu  altına giren ve bunları  başına bela eden Avrupada görülen büyük çaptaki  maddi ilerleme, insan varlığında  korkunç bir inkılap yapmıştır. İnsanı avadanlıklar gibi basit bir alet ve  hayvanca bir vasıta olmaya  mahküm eden  bir inkılap...



Şüpesizki, alet- insanlık tarihinin uzunca  bir bölümünde- insan psikolojisinin kuvvet kaynağı olmuştur.



Burada konu ile  ilgili önemli bir faktör vardır. O da şu:  İnsanı  idare eden alet değil, aleti idare  eden insandır. Ayrıca insan, aletin istenen yöne  yönelen güç  olduğu, insanın desteğine muhtaç  ve verdiği yöne itirazsız gitmeye hazır  olduğunu bilmektedir. Bu sebeple, hükmeden ve  otoriteyi  elinde  tutan alet  değil, insandır.



Yalnız alet, sonraları  başkalaşmıştır.



İnsanın eli ile  idare ettiği, hep hükmü  altında tuttuğunu hissettiği, dilerse durdurup dilerse  çalıştırabileceği bir el  aleti, bir avadanlık olmaktan çıkmıştır.



Hacim bakımından son derece irermiştir. O kadarki, yanında insan fark edilemeyecek kadar küçücük bir cisim  halinde  kalmıştır.



İçten gelen  bir güçle hareket eden, istenildiği zaman direkt olarak durdurulamayan, kendisine ait özel bir kuvvete sahip bir canlı halini almıştır.



Böylece insanın fabrika içerisinde aldığı yer, alet karşısınaki  mavkiinden tamamen başka bir durum  arz etmiştir.



Önce işçi  veya sanatkar, işlerini ya kendi  eliyle, ya aletinin desteği ile, yada aletine yön vermek suretiyle yaparken, artık  işin tümünün küçücük bir parçası haline gelmiş, buna karşılık kurulu alet işin, birbirini takip eden birçok parça ve bölümlerini doğrudan doğruya  yürütür olmuştur. İşçiye, bir çiviye vuruvermek, bir kesintiyi  bağlamak veya bir ham maddeyi göz açıp yumana kadar  yutan  daha yokmu derecesine  gürleyen bir dev alete sunmaktan başka bir  iş kalmamıştır.



İşte bu  noktada insan psikolojisinde büyük bir inkılap meydana gelmiştir.



Bu psikolojinin etkisiyle, nefsine karşı olan güven ve hakimiyetini yavaş yavaş kaybederken, aynı zamanda insanlığını da yitirmeye başlamıştır.



Bu dev aletin karaltısı ve hayali, insanın duygularının derinliklerine kadar girmiş; böylelikle alet, insanın iradesini dolduran ve hayatını dilediği gibi kurup yöneten altalanmaz bir kuvvet halini almıştır.



İnsan da, bu durum karşısında kendisini şaşırtan kuvvetin ne olduğunu hissederek içine kapanmıştır.İç aleminde yer alan canlı duyguları, ruhunun berrak ve parlak kıpırtıları, kaynayan hisleri ve hür ufuklara yol bulan şevk ve sevgileriyle başbaşa kalmıştır.



Yavaş yavaş nefsinin ipek kumaşları sertleşmiş  ve kurumuştur. Böylece insan, maddi ve manevi duygularına hükmeden aptal ve sağır alete dönmüş ve aletleşmiştir.



Aletin aynı şeyleri, sürekli olarak yapa yapa belli biralışkanlık haline getirdiği gibi, insanın bütün hayıt, sabah işe başlayıp akşam bırakmak ve aynı şeyleri mütemadiyen tekrarlayıp durmak suretiyle, korkunç bir robotluk ve sıkıcı bir yenesaklık kazanmıştır. Böylece insan tamamen robotlaşmış, makinalaşmış ve maddeleşmiştir.



Aletin otomatıkliği tarzında mazbut ve belirli bir anda, bir veya birkaç düğme açılır, insan-aleti içerisine doldurulmuş olan yakıtla parlayarak çalışmaya koyulur. Çalışır, çalışı, çalışır...ve nihayat zili çalar. Böylece iş önce birdenbire nasıl başlamış idi ise, bu noktada da, aletin, elektriğin kesilmesi ile stop ettiği gibi, birdenbire durur.



Sonra, eve gelip kapandığı zaman, insan-aletinin diğer parçalar çalışmaya başlar, yada tümü ile sönük, ölü, hareketsiz ve şuursuz kalır.



Fakat, elbet insandaki, sabahtan beri içine dönük ve kapalı kalmış olan canlı etkenin akşamleyin ne şekilde olursa olsun, hür bir harekete girişmesi gerekir. Bu canlı etken, herne kadar dışarı vurmamış isede aletimsi, donuk ve şuursuz bir davranış içerisinde büsbütün yokolup gitmiş sayılmaz.



muhakkak ki insani etken, bir hayvanın dizgin ve köstekleri çözülüp salıverildiği zamanki durum gibi, bilfiil hür bir harekete geçecektir.



İşte bu hareket, ne yapacağını bilmeyen bir şaşkın, bir çılgın haline gelmiş olan bedenin ilk sıcak hareketidir. Şaşkın ve çılgın bedenin özlemini çektiği olumulu hareket...



İşte bu noktada, onun hayvansal tasarrufunda haps edilmiş olan yük ve yığınak patlar ve asap, geceleyin, dün boşaltmak için çare aradığı güçlerle dopdolu iken, bir anda durulur ve sakinleşir. Sonra tekrar makineleşmiş hayat girer.



İnsanın hayatı, işte böyle: alet kesilmiş, kuru, donuk, canlı duygulara, parlak şevk ve sevgilere veya ince ve derin dokunuşlara gereği gibi yer vermez ve fırsat tanımaz olur. Bu durumda onun hayatında yüksek bir fikre, yada üstün bir duyguya yer yoktur. Onun hayatı, depo edilmiş hareket ve enerjilerden arta kalan şeylere boğulup kalmış düşük bir hayvanlıktan başka birşey değildir.



Bu ve benzeri sebeplerle (insan) gizlenir ve yerini, asrımızda yer yüzün dolduran aletleşmiş ve makinalaşmış hayvan alır...



Bu bir...



Sonrada, garbın bugün pervasızca  giriştiği, maddi kazanç hırsı, onu herne pahasına olursa olsun, elde etmek sevdası ve yer yüzünü yarıp yıkarak felakete sürüklemekle tehdid eden şu çılgın kavga gelir...



Bu, şu ve öteki, bütün felaketler, din ile ilim ve insanla Allah arasındaki bağın kopmasından doğan sonuçlardır.



İşte İslam, bunun için insan kalbini daima Allah’a bağlı bulundurmak ve bunun için, yeryüzündeki maddi güç ve enerjileri bulup çıkarma işini üzerine alan, insan aklınlı,Allah’ın her şeyi yaratmasındaki hikmetlere ve geniş kainatta sergilediği ibret ve dilillere yöneltmek konusu üzerinde çok büyük bir titizlikle durmaktadır.



İslam’ın kul ile Allah arasında kurmuş olduğu ilgi: sevgi, saygı, bilgi, duygu, ümit ve istek ilgisidir.



İnsanlar bilgi edinmek için yüce Allah’la kavgalaşıp,boğuşmaya (!) muhtaç değildirler. Zira, Allah onlara ilim ve irfanı bol bol bahşetmiş, onları sayısız nimetlere gark etmiş ve üzerlerine bitmez tükenmez lutuf ve ihsanlarını doldurup taşırmıştır. Zaten insanlara (kulak, göz ve kalpleri) bağışlayan O; (yer yüzünü insanlar boyun eğdiren, onlara yerin omuzlarında yürüyen ve rızıklarından yeyin),diyen O;  (onları temiz ve güzel rızıklarla rızıklandıran) O; kalem ile öğreten ve insana bilmediğini belleten) O’dur. Bütün bu eşsiz nimetlerin karşılığı, yalnız O’na şükretmek, nimetlerinin kadrini bilmek, O’nu tanımak, sevmek ve saymaktan ibarettir. Yoksa, O’na karşı isyan etmek ve nimetlerini inkar etmek değil...



Ruh ile akıl arasındaki ilgiye gelince bu, ebediyyen ayakta ve yürürlükte olan bir ilgidir. İslam prensibi içerisinde yer alan bu ruh-akıl bileşkesi birbirinden asla ayrılmaz. Hep öğrenme durumunda olan akıl, işte bu yüzden sapıtmaz; bu sayede hayır ve iyilik yolundan ayrılmaz ve ruhla birlik yürüdüğü için, edindiği bilgileri şer ve kötülük yolunda kullanmaz...



Ruh ile madde arasındaki ilgi de ayakta ve yürürlüktedir. Bunlarda birlikte ilerledikleri için, madde insanı kendine köle yapamaz. İnsan da aletin ağına düşerek, onun kölesi ve boyunduruğu altında inleyen bir av olmaktan kendini kurtarır. Böylece, kuvvetini Allah’tan alan, gelişkin ve olgun varlıklarını, maddi ve manevi güçlerini korur. İşte bu sebeple hükmeden, zimamı elinde tutan, yapıcı, benimseyici ve enerjik unsur hep insandır...



İşte, aklın terbiyesi konusunda İslam’ın tikap ettiği yol budur:



“Allah’ ın boyası ile (boyanmak)... Allah’tan daha güzel boyası olanda kim?” (Bakara: 2/138)