T- Aklin Değer Ölçüleri: Allah'ın Adetinin Değişmezliği, Olayların Ruhuna Inmek, Üçüncü Bir Yol Aramamak, Materyalist Ve Kominist Görüşün Aldatıcılığ

Bu mükerrer davet, hiç şüphesiz insanın nazar-ı dikkatini, herkesin, kendilerinden önce gelip geçen milletlerin tarihlerini tetkik ederek, topluluklar içerisinde kaybolup gitme veya varlığını koruyabilme amillerini tutucu, koruyucu ibret verici veaçık seçik bir şekilde incelemeye ısrarla çeken bir çağrıdır.



Bu, ne ders yılı sonunda imtihan verip sınıf geçmek için öğrenciyi tarih  ezberlemeye teşviktir, ne de ilim sahasında gövde gösterisi yapma çağrısıdır.Bu ancak geçmişe ibretle bakma ve ondan ders alma çağrısıdır. İnsanlığın geçmiş tücrübelerinden faydalanmaya davettir. Çizilmiş bir programı ve belli bir planı olan davet...



İslam nazarında -ki, bu hakikattede böyledir,- ümmetlerin tarihi ve toplumların hayatı, ne birbirini kovalayan, manasız, hedefsiz ve gayesiz bir takım değişiklikler dizisidir ve ne de, bilinen ve tanınan bi nizam.. Muhakkak ki bu, belirli bir adete tabidir. O da Allah’ın şu ayet-i kerimede belirtilen adetidir:



“Daha evvel geçenler hakkında (da) Allah bu adeti (koymuş), Allah’ın adetini değiştirmeye (imkan)yoktur.” (Ahzab: 33/63)



Allah’ın insanda emanet bıraktığı güç ve kabiliyetler velutf ettiği iyi yoldan birini seçme kudreti uyarınca işleyen adeti...



“Yemin olsun her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan)sakınmayı ilham eden ki, onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna erişmiş, onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğratmıştır.” (Şems: 91/7-10)



Mealindeki ayet-i kerimelerde kesinlikle belirtilen iki yoldan biri oyuranca...



Evet, ancak iki tane yol vardır. Biri doğru yol, hidayet yolu; diğeri eğri yol, sapıklık yolu... Bunun bir üçüncüsü yoktur. Ya Allah’ın kullarına indirdiği program ve verdiği yön uyarınca hareket etmek, ya da, Allah’ın açık saçık yolundan ayrılıp O’nun emirlerine aykırı gitmek... Hidayetin ardından, iyilik; hayır, bereket, yeryüzünde sağlamlık ve uzun ömürlülük gelir; safıklığı ise, ne kadar dayansa, ne kadar dirense ve kısa bir müddet için isanları yanıltı birbirine sıkı sıkıya bağlı ve güçlü görünse de yine fitne fesat, şer, zayıflık, çözülme ve yeryüzünden silinip gitme izler.



İnsanlık tarihi boyunca-her ne kadar görünüşte bir değişme ve başkalaşma varsa da- insanların karşısına çıkan hep bu iki zıt yönlü yoldur. Bunların dışında üçüncü bir yol yoktur.



Bu konuda hakiki değir ölçüsü, ne yeryüzünü. İşte ayet-i Kerime:



“Onlar (önce gelip geçenler), kuvvet ve yer (yüzündeki) eserleri bakımından (şimdikilerden) daha üstündü.” (Ğafir: 21)



Bu konuda hakiki değer ölçüsünü, ne yeryüzünü veya bazı bölgeleri istila etmek, ne gelir kaynaklarından kendi lehine faydalanmak ve ne de maddi bir üstünlükle hakimiyet kurup orada yerleşmektir. işte ayet-i Kerime:



“Onlar (önce gelip geçenler), kuvvetce kendilerden



(şimdikillerden) daha (kuvvetli ve) şiddetli idiler, toprağı ekmişler alt üst etmişler ve  onu bunların imar ettiklerden daha çok imar etmişlerdi.”



Mu’teber olan değer  ölçüsü,  görülüyor ki, ne gelir kaynaklarının değişmesi ve nede  insanın dışında  kalan her hangi  bir faktördür. Burada mu’teber olan kıymet hükmü ancak, gerek hidayete girerek, gerekse  girmeksizin; dünyanın   maddi güçlerini  gerek hayır  ve  gerekse  şer yolunda değerlendirerek  ilerleyen  insanın ta içi, iç alemidir.



Tarihin maddeci bir  görüşle yorumlanması , İslam’ın gözüne-ki bu gerçektede  böyledir-eline çocuk oyuncağı gibi bir anahtır almış, koca kapıyı, tarihin kapısını açmaya çalışan hiç yok denecek  kadar küçük bir cüce olarak görünür. Zira, tarihin maddeci açıdan yorumu büyük hakikatleri umursamaz ve görmez; çocuklar gibi dışta kalan boyaya, cileya önem verir. Böylece bütün dikkat ve itinası eşyanın dış görünüşlerine mühasır kalır.



Maddesi görüş, tarihi yapan ve tarihte olup bitenler üzerinde yüzde yüz etkili olan ana faktörün hiçte maddi gelir vasıtları olmadığı, su götürmez gerçeğine yanaşmaz. Oysa ki esas tarihi yapan ve olayların akışını değiştiren bu gelir kaynakları değil,bunların kullanış tarzı ve değerlendiriliş şeklindeki ruhtan başka bir şeydeğildir.



Avrupada  “Ziraat devrinde ağalık vardır. Ama, İslam’da ağalık diye bir şey yoktur. Çünkü Avrupada, malın halka dağıtılmasını telkin eden her hangi bir inanç esası yoktur. Halbuki islam’ın, malın halka dağıtılmasını emreden ve üstelik nasıl dağıtılacağını da gösteren bir akidesi vardır:



“Ta ki (mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.” (Haşr: 59/7)



İslam dünyasında hiçbir zaman herhangi bir toprak parçasına bağlanmış, toprağın kölesi yapılmış, bağlı bulunduğu toprakla birlikte satılan ve satın alınan, kölesi bulunduğu bu toprak parçasından asla ayrılamayan, ayrıldığı taktirde kanunun pençesine düşüp sahibine iade edilen ve sahibi tarafından reva görülen her türlü muameleye sorgusuz sualsiz maruz “Sanat” devrinde yer yüzünde birbirine yakın iki sistem daha ortaya çıkmıştır. Bunlar, Materyalizm ve komünizmdir. Bu sistemlerden herbirinin kendisine mahsus birer dağıtım şekli vardır.



Her zaman, halkın hak ve hakikat inancı veya arzu ve istekleri kendi taraflarına yontma ve çıkarcılıkları ölçüsünde her hangi bir sağcı veya solcu görüşün kullanılması veya hayata uygulanması mümkündür.



Tarihin maddi açıdan yorumunun çizdiği değişik şekiller, yeryüzündeki materyalist medeniyetin değişik şekillerinden başka bir şey değildir. Yalnız, medeniyetin getirdiği değişiklikler, ne tarihen ve nede insanın değişikliği demektir. Şüphesizki insan, tarihin her devrinde ya doğru yoldadır, yada sapık yolda... Hiçbir maddi değişiklik veya gelişme insanı doğru veya eğri yolla kayıtlamadığı gibi, kesinlikle kendi çizdiği sınır içerisinde yürümeyi sağlayan belirli bir program da çizmemiştir. Böyle bir ilerlemenin, bizzat insanlığın yürüyüş belli başlı bir izi veya delili yoktur. Bunun en açık misali: içerisinde yaşadığımız, maddi ve ilmi sahadaki ilerlemeler en üstün seviyeye çıkarken, vahşice boğazlaşma ve dinmeyen düşmanlıkların en alçak seviyeye düştüğü, insanlığın birbirine olan güvenini tamamen kırıp, onu sürekli ve kanlı korku ve huzursuzluk içinde bırakan şu asırdır. Asrımız, sadece maddi ve ilmi sahada kaydettiği büyük ilerlemelere karşılık, vahşilikte yırtıcı hayvanlara eş olmakla kalmamış, aynı zamanda hayata verdiği yön ve hedefler,  insanın var oluş gayesi üzerinde üzerinde yaptığı yıkım, onu sırf maddi zevk ve servete bağlayışı ilede en alçak saviyeye düşmüştür. Getirmiş olduğu bu zihniyet uyarınca insanların uğradığı, hayvanları utandıran ahlak çöküntüsü, ırk karışıklıkları ve soy kavgalara insanları içinde çıkılmaz bir uçuruma itmiştir.



İslam’a gelince o, insan topluluklarını etkisi altında tutan ve onları hakiki manada değiştiren faktörler üzerinde kalbi uyarır ve onun basiretini açar. İnsanın tutucu ve koruyucu gücü, aklıda, Allah’ın edebi adet ve sünnetinin gerçekleştirdiği çeşitli tarihi misallerde göreceği bu faktörler üzerinde düşünerek bunların sebep ve sonuçlarını araştırmaya yöneltir. Bu, Allah’ın şaşmaz yanılmaz adetidir. Hakkıyla inandıkları taktirde, mü’minleri yer yüzüne hakim; kısa bir müddet takip ettikleri sapık metodla böbürlenip, yer yüzünü fitne ve fesada boğarak şımarsalarda kafirleri yıkmak adeti... Bu sürekli bir adet ve değişmeyen bir sünnettir. Zafer imanındır bozgun ise küfrün... Her ne kadar küfür, belli anlar için sahneye çıksada, gerçek bunun tamamen aksinedir. 



Kur’an-ı Kerim, aklı ve kalbi ile insanı sonuçlarda acele etmemeye göneltir. Çünkü sonuç, muhakak Allah’ın değişmeyen ezeli adetine uygun olarak gelecektir. Bunun ölçüsü fertlerin ömürleri olamayacağı gibi, gelip geçici haller de kesin sonuçlar demek dğildir. Hiç şüphesiz ki sapıklık yer yüzünde kısa değildir. Hiç şüphesiz ki sapıklık yer yüzünde kısa bir süre muvaffak olacak, parlayacak, kuvvetlenecek ve yükselecektir ama bu, ne bu konuda söylenecek son sözdür, ve nede her şeyin dönüp dolaşıp varacağı son noktadır. Bunlar olsa olsa Allah’ın çok yanlı ve değişik yönlü adetinin birer bölümüdürler Allah’ın adetine uygun değil gibi görünen bu sonuçlar, çeşitli sebeplere bağlıdır. Bazen müslüman halkın zayıf düşüp zulme boyun eğmesi veya islam lehine bir değişiklik yapılmasını istememeleri buna sebep teşkil eder. İşte ilahi hüküm:



“Bir kavim üzerlerindeki (hal)l değiştirinceye kadar Allah şüphesiz ki onun (halini) değşitirmez.” (Ra’d: 13/11)



Bazen mü’minler zulmü benimseyip, hoş karşıladıkları için Allah’ın adeti gecikir.



“Siz nasıl olursanız, başınıza öyle ülül-emirler (idareciler) getirilir.”



Bazen olur, zulmedenleri denemek için Allah’ın adeti müslumanlar lehine gelişmez:



“Çünkü onlar kıyamet gününde kendilerinin günah yüklerini kamilen taşıdıklarından başka saptırdıkları bilgisiz kimselerin veballerinden bır kısmını yükleneceklerdir.”(Nahl: 16/25)



Bazen olur Cenab-ı Hak, mü’minlerin mukaddes emanet yükünü sağlam, salim ve emre amade olarak taşımalarına ortam hazırlayarak onları günahlarından temizleyip derecelerini yükseltmeyi dilediği için,şartlar zalimlerin lehine gelişir. işte delili:



“(Ey mü’minler),gevşemeyin, üzülmeyin. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza galip ve onlardan) çok üstünsünüz. Eğer siz bir yara almışsanız o, (karşınızdaki) kavmede o kadar yara değmiştir. O günler (öyle günlerdirki), biz onları insanlar arasında (kah lehlerine kah aleyhlerine olmak üzere elden ele nöbetleşe nöbetleşle) ilmini, iman edenlere açıklaması, içinizden şahitler edinmesi, mü’minleri tertemiz yapıp, kafırleri (murdar ölümle) helak etmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran: 3/139-141)



Bazende şu saydıklarımız dışında bir takım sebep ve hikmetlere müstenit, Allah, mü’minlerin galebisini ve kafirlerin helakini geciktirir. Fakat ilahi adet daima birdir, değişmez.Allah’ın çizmiş olduğu ezeli sınırdan dışarı asla çıkmaz.



İşte bundan dolayı, müslümanlardan bu ibretli dersi alıp akıllarından hiç çıkarmamaları , yollarını doğrultarak Allah’a ve en doğru ve en doğru yola girip, o yolda öğrenip olaylar üzerinde kafa yormaları istenmektedir.



Bundan dolayı, İslam tarihi ve İslam sosyolojinin programı, genel tarih ve Avrupalıların günümüzdeki sosyoloji programları birbirinden, küçümsenmesi ve gözden kaçırılmısı imkansız, köklü bir ayrılık göstermektedir. Bu bakımdan islam tarihi, insanlığın yaşayışında mühim rol oynayan şu iki ana unsur göz önünde tutularak işlenmeli ve yazılmalıdır: Allah’ın göstermiş olduğu doğru yola girmek veya bu yoldan sapmak... Bu iki yoldan her birinin izleri, tarihin gerçekleri içerisinde yer almaktadır. İşte, Avrupanın bile bile görmemezlikten geldiği, Allah’ın adeti ve hayatın gerçeklerinde yer alan asıl gerçeklerle ilgisi olmayan şeylerin dış görünüşlerini incelemeye koyulduğu unsur budur.