CİNÂYETLER BAHSİ

METİN



Konunun rehinden sonraya alınmasının sebebi şudur: Rehin, malı korumak içindir. Cinayetin hükmü de canı korumak içindir. Mal, cana bir vesile olduğu için rehin cinayetten önce gelmiştir.



Cinâyet: Sözlükte yapılan bir kötülüğün adıdır. Istılâhta ise mala ve cana karşı işlenen haram bir fiilin adıdır. Fakihler gasp ve hırsızlığa mala karşı işlenen, cinayeti de cana ve organlara karşı işlenen fiillere tahsis etmişlerdir.



Kendisine; kısas, diyet, kefaret, uhrevî mesuliyet veya mirastan mahrumiyet hükmü taalluk eden öldürmeler beş çeşittir. Aslında öldürme çeşitleri çoktur; recm (zina suçundan dolayı taşlanarak öldürme), asmak, harbîyi öldürmek gibi olanlar bu beş çeşidin dışındadır. Beş çeşit olan öldürme şunlardır:



Birincisi Taammüden öldürmedir: Bir adamın herhangi bir yerine yaralayıcı bir âletle kasten vurup öldürmektir. Silâh, demirden olan ağırlıklar (Cevhere), inceltilmiş sopa, cam, öldürecek yere batırılan iğne (Bûrhân), inceltilmiş kamış kabuğu ve ateş, taammüden öldürmede kullanılan yaralayıcı aletlerdir. Ateş de deriyi yarar ve boğazlama işini gerçekleştirirse böyledir. Eğer hayvanın boğazlanma yerine ateş konulsa ve damarları yaksa, kan çıkarsa o hayvanın eti yenir. Kan akmazsa yenmez. Kifâye'de de böyle denilmektedir.



Ben derim ki: Vehbâniye Şerhi'nde «Güç sarfedilerek kesilenleri ye, böyle olmayanları yeme» denilmektedir. Burhan'da da: «Ağırlık ölçümünde kullanılan kilolar gibi, keskinleştirilmemiş olan demirle öldürme konusunda iki rivayet vardır: Zahir olana göre o amden öldürmedir. Müctebâ'da, içerisinde ateş olmasa bile fırında kızartmanın kısası gerektirdiği belirtilmektedir» denilmektedir.



Musannıf'ın Muînü'l-Müftî adındaki eserinde: «İğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir, başka bir yere isabet ederse kısas gerekmez» denilmektedir. Burası iyi zaptedilsin. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre; bünyenin dayanamayacağı büyük bir tahta gibi bir şeyle vurmak taammüden öldürmedir.



İZAH



«Cinayetin hükmü ilh...» Kısas veya diyet, kefâret ve mirastan mahrumiyettir. T.



«Mal cana vesiledir ilh...» Cana taallûk ettiği ve önemine binaen, Cinayetler bahsinin Rehin bahsinden daha önce gelmesi gerektiği tarzındaki sözlere cevaptır. T.



Ben derim ki: Rehin, kendisinden önceki konuyla münasebeti hakkında söylenilenler burada böyle bir izahın yapılmasına ihtiyaç hissettirmez.



«Cana ve organlara karşı işlenen yasak fiillere cinayet denilir ilh...»



Yani bu konuda fakihler cinâyeti bu manada almışlardır. Yoksa hacdaki cinayetler insanın canına da, organına da bağlı değildir. Ama fakihler bunlara da cinayet derler. Şurunbulâliye.



«Aslında öldürme çeşitleri ilh...» Buradaki öldürme ile anılan öldürmeler kastedilmese bile, öldürme çeşitlerini beşle sınırlandırmak doğru değildir.



Burada maksat, harâm olan öldürmedir. Dolayısıyla kısas ve recm gibi şeran caiz olan öldürmelere şamil olmaz.



«Kasten vurmaktır ilh...» Bu ifade ile, insanın uzuvlarından herhangi birisini yaralama tarzındaki cinayet (Cinâyet-u ma dûne'n-nefs) tarifin dışında bırakılmıştır. Şâ'dî.



Musannıf tarifinde: «Bir kimseyi taammüden öldürmektir» demedi. Çünkü az sonra Şârihin de zikredeceği gibi: Bir kimse birisinin eline vurmak istese ve âlet boynuna isabet etse; bu da amden öldürmektir. Ama başka birisinin boynuna gelse, hataen öldürmektir. Onun için Müctebâ'da: «Amden olduğu için öldürmeyi kastetmiş olması şart değildir» denilmektedir. Şârih'de: «Vücûdunun her hangi bir yerine» sözüyle buna işaret etmiştir. Musannıf: «Kasten vurması» sözüyle hataen öldürmeyi, «Yaralayıcı bir aletle» sözüyle de diğer öldürme çeşitlerini tarifin dışında bırakmıştır.



«Yaralayıcı bir âletle ilh...» Bir vuruşun kasten olduğu, ancak bir deliller anlaşılabileceği için amden öldürmede âletin yaralayıcı olması şart kılınmıştır. Katilin öldürücü bir âlet kullanması ise, kasten öldürmenin delilidir. Burada delil, medlul (amden öldürme) makamına geçmiştir. Çünkü şer'î meselelerdeki zannî bilgilerde deliller, medlûlleri yerine kaim olurlar. Minah.



Bu durumda, şâhitler öldürmenin taammüden olduğunu söylemeseler bile kısas gerekir. İtkânî bunu açıkça söylemiştir. Ve yine böyle bir aletle öldürmüşse katilin : «Ben onu öldürmeyi kastetmemiştim demesi kabul edilmez. Ama taammüden öldürmeyi ikrar etse ve: «Ben başkasını öldürmek istemiştim» dese bu, hataen öldürme sayılır. Çünkü hataen öldürme daha aşağıdır. Bu meselenin tamamı Remlî haşiyesinde vardır. Onu inşallah «Öldürmeye şahitlik» Bâbı'nda zikredeceğiz.



«Cevhere ilh...» Onun ibaresi şu şekildedir: «Taammüden öldürme: kişinin birisini kılıç, bıçak, mızrak, hançer, ok, iğne ve tığ gibi demirden olan bütün âletlerle kasten öldürmesidir. Aletin kılıç gibi kesici veya demirci çekici ve demir parçası gibi ezici olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde âletin ekseriyetle öldürücü olup olmaması da fark etmez. Zâhir-i rivâyete göre demirden olan âletin yaralayıcı olması şart değildir. Çünkü demir öldürmek için yapılmıştır. Allah-u Teâlâ: «...Biz pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri varettik» buyurmuştur. Tunç, kurşun, altın ve gümüş gibi demire benzeyen bütün madenlerin hükmü de aynıdır. Maddenin ezici veya ufalayıcı olması arasında fark yoktur. Hatta bir kimsekurşun ve tunç çubukla vurduğu zamanda olduğu gibi, bu madenlerden yapılan bir ağırlıkla birini öldürse yine kısas gerekir.»



Tahâvî, İmâm Ebû Hanife'nin demir ve benzeri madenlerde de yaralayıcı olma özeliğine itibar ettiğini rivâyet etmiştir. Sadr.



Eş-Şehid: Bu görüşün daha sahih olduğunu söyler. İleride geleceği üzere Hidâye ve diğer bazı kitaplarda bunu tercih etmişlerdir.



Ben derim ki: Her hâlükârda kurşunla öldürmek amden öldürmektir. Çünkü o demir cinsindendir ve yaralayıcıdır. Bu şekildeki ölüme kısas uygulanır. Ama yaralamadığı zaman, Tahtâvî'nin Şelebî'den naklettiği üzere Tahâvî'nin rivayetine göre kısası gerektirmez.



«İnceltilmiş odun» Yani yontulmak suretiyle keskin bir hale getirilen sopa. Bundan maksat bazılarının zannettiği gibi bir tarafında demir olan sopa değildir.



«Öldürecek yere batırılan iğne» İhtiyar'da şöyle denilmektedir. «Bir adama iğne ve benzeri bir şeyi kasten batırıp da onu öldüren kimse hakkında Ebû Yûsuf, Ebû Hanife'den kısasın gerekmediğini rivayet etmiştir. Çuvaldız ve benzeri şeylerle öldürmede kısas gerekir. Çünkü âdeten iğne ile, öldürmek kastedilemez, çuvaldızla kastedilir. Diğer bir rivâyete göre ise iğneyi öldürücü bir yere batırır ve adam ölürse batıran öldürülür. Başka bir yere batırırsa öldürülmez.»



Bezzâziye'nin bir yerinde: «Bir kimse birisine iğne batırsa ve adam ölse kısas uygulanır. Çünkü itibar demiredir»; bir başka yerinde ise: «Ancak öldürücü bir yere batırdığı zaman gerekir; ısırmak da aynıdır» denilmektedir.



Vehbâniyye Şerhi'nde, Zâhir rivâyete göre, iğne iIe öldürmede kısasın olduğu ifade edilmiş, Kuhistânî'de de fetvânın buna göre olduğuna işaret edilmiştir. Bâniyye'de ise iğneden dolayı kısasın olmadığı kesin bir dille belirtilmiştir.



Ben derim ki: Rivâyetlerin arasını birleştirmek için kısas gerektiren öldürmenin iğneyi öldürücü bir yere batırmakla kayıtlı olduğunu söylemek mümkündür.



«Çünkü ateş deriyi yarar ilh...» Bu, ateşle öldürmenin taammüden öldürme olduğunu beyândır.



«Burhan'da ilh...» Müellif bu üç nakli: «Güç ile boğazlananı ye aksi halde yeme» sözündeki genel hükmü nakzetmek için nakletmiştir. O açıktır. Çünkü boğazlamakta şart olan damarları kesmek ve kanı akıtmaktır. Bu da terazide kullanılan ağırlık ölçüsüyle, kızarmış fırınla ve iğneyle gerçekleşemez. Bu yüzden daha önce söylediği halde iğne meselesini burada yine tekrarladı. Anla.



«Zâhir olana göre bu amden öldürmedir ilh...» Demirle öldürmede âletin yaralayıcı oluşunun şart sayılmadığına binaen böyle demiştir.



«İçerisinde ateş olmasa bile ilh...» Yani sahih olana göre. Kuhistâni. Yine orada şöyle denmektedir: Eğer bir kimse birisini iple bağlasa, sonra da içerisinde kaynar su bulunan bir kazana atsa ve adam anında ölse veya içerisinde sıcak su bulunan bir kazana atsa ve cesedini pişirse, adam bir müddet sonra ölse bunu yapan öldürülür. Zâhiriyye'de de böyle denilmektedir.



METİN



Amden öldürmenin hükmü günahkâr olmaktır (yani uhrevî mesûliyettir). şüphesiz bunun haramlılığı küfrü gerektiren bir sözü söylemenin haramlığından daha şiddetlidir. Çünkü mükreh (zorlanan)ın, küfrü gerektiren bir söz söylemesi caizdir, birisini öldürmesi ise caiz değildir. Yine amden öldürmenin diğer bir hükmü de aynı ile kısastır. Karşılıklı rıza olmadan ceza malla ödenemez. Taammüden öldürmenin, diyet miktarı veya daha fazla bir mal karşılığında sulh olunarak cezalandırılması câizdir. İbn-i Kemal Hakâîk'ten naklen : «Amden öldürmede kefâret yoktur. Çünkü o büyük bir günâhtır. Kefârette ise ibâdet manası vardır. Dolaysıyla o, kefâretle karşılanamaz» demektedir.



Ben derim ki: Hâniye'de: «Bir kimse kölesini veya başkasının kölesi olan oğlunu amden öldürürse kendisine kefâret gerekir.» denilmektedir.



İZAH



«Küfrü gerektiren bir söz söylemenin haramlığından daha şiddetlidir.» Yani sûreten küfür olan sözden daha şiddetlidir. Çünkü kişi ikrâh-ı mülci' ile zorlansa, kalbi iman ile dolu olduğu halde canını kurtarmak için küfür kelimesini söyleyebilir. Ama bir başkasını öldürmesi için ölümle tehdit edilse onu öldüremez. Çünkü canlar eşittir. Musannıf bu sözüyle kalben küfrü, hükmün dışında bırakmıştır. Zira o çok dana şiddetlidir. Ve hiçbir halde câiz değildir.



Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Bil ki, haksız yere birisini öldürmek, Allah'ı inkârdan sonraki en büyük günahlardandır. Katilin tevbesi kabul edilir. Eğer bir adam bir müslümanı öldürür ve tevbe etmeden ölürse kesinlikle cehenneme gideceği söylenemez. Diğer günah işleyenler gibi Allah'ın dilemesine bağlıdır. Eğer cehenneme girerse orada ebediyen kalmaz.»



Müslümanı kasten öldürenin ebediyen cehennemde olacağını bildiren âyet ise, ya onu mümin olduğu için öldürmek veya öldürmeyi helâl sayarak öldürmekle tevil edilir, ya da «ebediyen kalmak»tan maksat uzun müddet kalmaktır. Şârih aşağıdaki faslın sonunda; Vehbâniye'den naklen: kendisini kısas için teslim etmedikçe katilin tövbesinin sahih olmadığını söyleyecektir.



«Onun hükmü kısastır ilh...» Kısas, kâtilde ve maktûlde bazı şartların tahakkuku ile gerekli olur. Gelecek olan fasılda bunlar anlatılacaktır.



«Amden öldürmenin cezası malla ödenmez ilh...» Yani öldürülenin akrabasının, kâtilin rızası olmadan diyet alma cihetine gitmeleri caiz olmaz. Bu, İmâm Şâfiî'nin de bir görüşüdür. Diğer görüşüne göre ise vâcip olan, diyet veya kısastan birisidir, muayyen birisi değildir. Görüşlerin delillerimufassal eserlerde vardır.



«Karşılıklı rızâ ile sulh caizdir ilh...» Yani bize göre amden öldürmede kısas gerekli olduğu zaman bu cezâ ancak sulh yoluyla mala dönüştürülebilir.



«Diyet miktarıyla veya daha fazlasıyla ilh...» Musannıf bunu mutlak olarak zikretti. Dolayısıyla sulh olunan bedelin diyetin cinsinden veya başka cinsten, peşin ve vâdeli olması caizdir. Cevhere'de de böyle denilmektedir. Cevhere sahibi Şâfiî'nin farklı görüşüne de işaret etmiştir. Şâfiî'nin ikinci görüşüne göre: Diyetin cinsinden olan bir malla fakat daha fazlasına sulh etseler caiz olmaz. Çünkü bu ribâdır. Birinci görüşüne göre ise sahihtir. Konunun tamamı Kifâye'dedir.



«Çünkü o büyük günahtır. ilh...» Bu Rasulullah'ın şu sahih hadisiyle sabittir: «Büyük günahların en büyüğü Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, anaya babaya isyan etmek, yalan söylemek veya yalancı şahitlik yapmaktır.» Hadisi Buhâri rivayet etmiştir.



«Kefârette ibâdet manası vardır. ilh...» Oruç ve köle azadetmek, kefâret olarak yapılan şeylerdir. Dolayısıyla kefârette hem ibadet, hem de ceza manası vardır. Onun için sebebin de, yasak ve mubaha muhtemel olması gerekir. Ta ki hataen öldürmede olduğu gibi ibâdet mubâha, cezâda yasağa karşılık olsun.



Şüphesiz hataen öldürmede ibaha manâsı vardır. Amden öldürme ise zinâ, hırsızlık ve ribâ gibi sırf büyük günahtır. Taammüden öldürme, hataen öldürmeye kıyaslanamaz. Çünkü kefâretlerin miktarları bellidir. Kıyasla sabit olmazlar. Çünkü hataen öldürmenin günahı daha azdır. Konunun tamamı mufassal kitaplarda vardır.



«Ama Hâniyye'de ilh...» Meâkıl bölümünün sonunda.



Ben derim ki: Ama Hâniyye'deki ifade. Nihâye, İnâye, Mirâc gibi şerhlerdeki ifadeye muhaliftir. Çünkü oralarda; «Oğlunu amden öldüren baba ve dar-ı harpte müslüman olup ta henüz dâr-ı İslâm'a göç etmeyen birisini amden öldüren müslüman gibi kendilerine kısas gerekmeyenlere veya amden adam öldürüp de kısas gerekenlere kefâret yoktur.» denilmektedir. Düşün.



METİN



İkincisi: Amde benzer öldürmedir. Bir kimsenin, başka birini sayılanların dışında, -büyük taş, büyük sopa bile olsa- yaralayıcı olmayan bir âletle, kasten vurarak öldürmesidir. Bu İmâm-ı Azam'a göredir. Diğer İmâmlara göre büyük taş ve büyük sopa ile öldürme amden öldürmedir. Bunun hükmü günâh, kefâret ve âkile üzerine diyet-i muğallaza dır. Bununla ilgili açıklama ilerde gelecektir. Öldürme âletine bakarak bu, hataen öldürmeye benzediği için kısas yoktur. Ancak bir kimse aynı fiili tekrarlarsa devlet başkanının onu siyaseten öldürmeye yetkisi vardır. İhtiyâr.



Diyet-i Muğallaza: Amde benzeyen bir şekilde öldürmeden dolayı ödenmesi gereken diyettir. Diyetler deve cinsinde verildiğinde nazar-ı itibara alınır.



Organlardan birine karşı yapılan amde benzeyen cinayet kastî sayılır, kısası gerektirir. Cana karşı işlenen cinayetin dışında amde benzeyen cinayet söz konusu değildir.



İZAH



«Amde benzeyen iLh...» Buna «hataya benzeyen» de denilir. Çünkü bunda, failin kasten vurmasına itibarla kastilik manası; öldürmeyi istememesi itibariyle de hata manası vardır. Zira âlet öldürücü bir âlet değildir. Bu Dürer ve Kuhistânî'den nakledilmiştir. İtkânî buna Hatau'l-Amd da denildiğini ilâve etmiştir.



«Büyük taş ve sopa ilh...» Eğer bunlar küçük iseler, ittifakla amde benzeyen öldürmedir.



«Diğer İmâmların hilâfına; ilh...» Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep İmâmı kastedilmektedir. Bunlara göre büyük taş ve sopa ile öldürmek amden öldürmedir.



Kuhistânî şöyle der: Musannıfın zikrettiği günâh, kefâret ve kısas gibi hükümler, hem amden, hem de amde benzeyen öldürmede İmâm Ebû Hanife'ye göre lâzım olduğu gibi, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre de lâzımdır. Ancak onlara göre amden öldürme; çoğunlukla öldüren bir âletle kasten vurmak, amde benzeyen ise, çoğunlukla öldürücü olmayan bir âletle vurmak sonucu olan ölümdür.



Az bir suda boğarak öldürmek tüm İmâmlara göre amden öldürme de amde benzeyen öldürme de sayılmaz. Bir kimse bir kuyuya atılsa, dağdan veya damdan aşağı atılsa ve kurtuluş umudu olmasa bu, İmâm Ebû Hanife'ye göre amde benzeyen, Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise amden öldürme sayılır. Tetimme'de belirtildiğine göre; İmâm Ebû Hanîfe'nin kavli ile fetvâ verilir. Bu meselelerin tamamı gelecek olan fasılda beyân edilecektir.



Mi'râc'da, Müctebâ'dan naklen; Ebû Hanîfe'ye göre amde benzeyende itlâfın değil, te'dibin kastedilmiş olmasının şart olduğu bildirilmektedir.



«Amde benzeyen öldürmenin hükmü uhrevî mesuliyettir ilh...» Çünkü kişi kasten vurmuştur. Mekkî, Burhan'dan naklen.



Zeylaî'nin sözünden anlaşıldığına göre; onun günâhı, öldürmekden dolayı değil, vurmaktan dolayıdır. Zeylaî şöyle demektedir: «O öldürmek günâhını değil, vurmak günâhını işlemiştir. Çünkü öldürmeyi değil, dövmeyi kastetmiştir. Kefâret ise, hataen vuku bulan öldürme sebebiyle gereklidir, vurmak sebebiyle değil.»



Burhan'ın: «Kasten vurduğu için» tarzındaki ta'lili de buna delâlet eder. Şu var ki, Zeylaî'nîn gerekçesi iddiası ile çelişki arzetmektedir. Eğer günâhın gerekçesinin kasıt olduğu söylenirse; öldürmeyi kastederse öldürmenin günâhını, dövmeyi kastederse de dövmenin günâhını alması gerekir. Böyle olursa bu sözün geçerliliği olur.



Diyet-i Muğallaza» Yâni yüz deve verir. Eğer diyeti deveden başka bir şeyle öderse mugallaza olmaz. Kuhistânî. Diyet deveden ödenirse, iki, üç, dört ve beş yaşına basmış olan diş, develerden 1/4 er oranıyla ödenir.



«Âkile üzerine ilh..» Yani katilin yardımcıları üzerine Kuhistânî. Bu meseledeki temel prensip şudur: Sonradan ârız olan (sulh v.s. gibi) bir manadan dolayı değil de, daha başlangıçtan itibâren, öldürme sebebiyle vâcip olan her diyet, hataen öldürmeye kıyasla, âkileye aittir. Bu, üç senede ödenir. Hidâye.



«Daha başlangıçtan itibâren» sözü ile, amden öldürmeden sonra sulh yoluyla vâcip olan diyet ve babanın oğlunu kasten öldürmesi sebebiyle vâcip olan diyet hükmün dışında tutulmuştur. Kifâye.



Sözün özü; günâhı ve diyetteki tağliz (amde benzeyen öldürmedeki diyet)in dışındaki her konuda, amde benzeyen öldürme, hataen öldürme gibidir.



Şu iyi bilinmelidir ki; taammüden (kasten) birisini öldürmekten veya bir organına karşı kasten işlenen cinâyetten dolayı ödenmesi gereken diyet, kâtil (ya da cânî)in malından ödenir. Bu cinâyetlerin hatâen vukûu halinde ise, diyet âkile tarafından ödenir. Şibh-i amd (amde benzeyen)de ise; eğer adam ölmüş ise diyet âkileye, bir uzvu telef olmuşsa câniye aittir. Fidye diyet miktarına erişse bile hüküm aynıdır.



«Bunun tefsiri gelecektir. ilh...» Yani, kefâret, diyet ve diyeti muğallazanın tefsiri diyetler konusunda âkilenin tefsiri de meâkil bahsinde gelecektir.



«Ancak bu tür cinâyeti tekrarlarsa ilh.. » Bu ifâdenin zâhirinden, -iki defa da olsa- tekrarlarsa, devlet başkanının siyaseten öldürebileceği anlaşılmaktadır. Gelecek fasılda anlatacaklarımız da buna delâlet etmektedir.



«Organlara karşı işlenen cinâyette şibh-i amd (amde benzeyen) yoktur ilh...» Çünkü bu, belirli bir alete mahsus değildir. Dolayısıyla bu tür cinâyetlerde şibh-i amd tasavvur edilemez. Cana kıyma ise bunun aksinedir. Konunun tümü Zeylaî'dedir.



METİN



Üçüncüsü, Hataen öldürmedir. Bu da iki çeşittir:



A - İşleyenin zannına göre hata: Birisini, av veya harbî ya da mürted zannederek silâh atması ve onun müslüman bir insan olduğunun ortaya çıkması gibi.



B - Bizzat fiilin kendisindeki hata: Kişinin bir hedefe veya ava silâh atması, ama merminin bir insana isabet etmesi, bir hedefe atması ve kurşun (ya da ok) un hedeften sekip ya da hedefi geçip birisine isabet etmesi, bir adamı hedef aldığı halde okun (kurşunun) bir başkasını vurması, birisinin eline vurmayı kastettiği halde başka birinin boynuna isabet etmesi -eğer elini kastettiği kişinin boynuna isabet ederse taammüden öldürme sayılır-, bir adamı vurmak istemesi, ama okun önce duvara değip dönmesi ve bir adama isabet etmesi hep hatâdır. Bu son durumda, atan duvara isabet ettirmekle hatâ etmiştir. Okun duvardan dönme sebebi başkadır. Hüküm en son sebebine izâfe edilir. İbn-i Kemâl Muhît'ten naklen. İbn-i Kemâl şöyle demektedir: «Birisinin elinden bir odun veya kerpiç düşüp de birisini öldürse, bunda kasıt yoktur, fiilde hatâ tahakkuk etmiş olur.» Bu meselede Sadruşşeria'nın sözü de aynıdır.



Vehbâniye'de nazım olarak şöyle der:



«Birisini kasteden kişi başkasını vurursa bu hatâdır, bunda kısas uygulanmaz.



«Uyuyan birisini kasteden kişi eğer kan akıtırsa, onu kan akar bir halde bırakırsa kısas uygulanır.»



İZAH



«Üçüncüsü hatadır.» İbn-i Kemâl «Cinâyet köleye bile işlense» demektedir. İbn-i Kemâl'in bunu söylemesine sebep, köle denilince akla önce onun mal oluşunun gelişi sebebiyle, malların tazmini gibi tazmin ettirileceği ve âkileye vacip olmayacağının zannedilmesidir.



«Hatâ iki çeşittir ilh...» Çünkü meselâ her hangi bir şeye silâh atmak, hem kalbin işine -o da kasıttır- hem de yaralayan şeye -o atmaktır- şâmildir. Eğer hatâ birincisinde olursa bu birinci çeşit, ikincisinde olursa ikinci çeşit olur. İnâye.



«Onu av zannederek atsa ilh...» Zan iddiasına itibar edilir mi, yoksa zannın tahakkuku mu gerekir ya da ona şahitlik yeter mi meselesine dikkat etmek gerekir. T. Tahtâvî daha sonra bazı şeyler nakletmektedir. Ama bunlar maksadı ifadeye kâfi gelmiyor. Biz onu inşaallah «öldürmeye şahitlik etmek» bâbında açıklayacağız.



«Okun dönmesi başka bir sebeptir. ilh...» Bu sebep, atmaktan sonra okun duvara isabetidir.



«Bu konuda Sadruşşerîa'nın sözü de aynıdır..» Sadruşşerîa; fiildeki hatûda; fâilden, kastettiği fiilin değil, başka bir fiilin sadır olmasını şart koştu.



Az önce geçen: «Kişi bir hedefe attığı zaman, hedefe değse sonra sekse veya hedefi aşıp bir adama isâbet etse fiilde hatâ tahakkuk eder» tarzındaki hüküm, Sadruşşerîa'nın lehinedir. Çünkü her iki surette de şart mevcut değildir.



Birisinin elinden kasıt olmadan bir odun veya kerpiç düşse de bir adamı öldürse fiilde hatâ tahakkuk eder. Bunu İbn-i Kemâl ifade etmiştir. Tahtavî: «Ama az sonra bunun hatâ mecrâsına cârî katil olduğu gelecektir» der.



«Eğer onu kan akarken bırakırsa ilh...» Uyku hâli ile kayıtlanmasının sebebine dikkat et! Daha önce geçtiği üzere eğer iğne öldürücü bir yere batırılırsa kısas gerekir. Her halde bunun illeti kastedilen yerin öldürücü olmayan bir yer oluşudur. Eğer uyanık iken kendi kanını akmaya terketse, ölümü kana nispet edilir. Düşünülsün.



METİN



Dördüncüsü: Hatâ kabilinden sayılan öldürmedir. Uyuyan birisinin, birinin üzerine yuvarlanarak öldürmesi bu çeşittendir. Böyle birisi hata eden kişi gibi mâzurdur. Bu şeklideki bir öldürmenin hükmü; kefâret, âkilenin ödeyeceği diyet ve günah (yani uhrevî sorumluluk)tur. Ama bunun günâhı kasten adam öldürmenin günahından daha aşağıdır. Kefâretin vâcip oluşu, uhrevî mesûliyetin varlığını gösterir. Çünkü azimet terkedilmiştir.



İZAH



«Dördüncüsü hata kabilinden sayılan ilh...» Şer'an bunun hükmü, hatâen öldürmenin hükmüdür. Ama aslında hataen öldürmeden daha aşağıdır. Çünkü uyuyan kişinin hiçbir kastı yoktur. Kefâretin gerekli oluşu ise, birisini öldürmesi ihtimali olan bir yerde uyumuş olmasından dolayıdır. Hataen öldürmedeki kefâret de, ölüme sebep olacak şeyden kaçınılmaması yüzündendir. Hatâ mecrâsına cârî olan öldürme ile öldürenin mirastan mahrûm olmasına sebep de: Vârisin bizzat öldürmüş olması ve aslında uyumadığı halde uyur görünür de bir an önce mirası elde etmek için kasten öldürmüş olması ihtimalinin mevcudiyetidir.



Damdan birisinin üzerine düşüp onu öldüren, elindeki kerpiç veya odun düşüp de birisinin ölümüne sebep olan, bindiği hayvan bir adamı çiğneyip de onu öldüren kimseler uyurken birini öldüren gibidir. Çünkü bunların hepsinde istenmeden masum birisinin öldürülmesi söz konusudur. Kifâye.



«Çünkü azimet terkedilmiştir..» Buradaki azimet, çok emin bir yerde uyumaya dikkat etmektir. Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Bu sorumluluk (günâh) öldürmenin günâhıdır. Çünkü çok emin bir yerde uyumayı terketmek haddizatında günâh değildir. Ancak bunun sonucunda öldürme fiili gerçekleşirse o zaman günâh olur. Dolayısıyla kefâret; kastî öldürme kadar günâh olmasa bile, öldürmenin günâhından dolayıdır.»



METİN



Beşincisi de: -Tesebbüben (sebep olarak) öldürmedir. Devletin izni olmadan, kendisine ait olmayan bir yere taş koyan veya kuyu kazan (ve böylece birinin ölümüne sebep olan) kişi, tesebbüben öldürenin misâlidir. İbn-i Kemâl. Yol ortasına odun benzeri şeyler koymak da aynıdır. Ancak, yolda kuyu olduğunu bilen birisi kuyunun üzerine yürürse durum farklıdır. Dürer.



Tesebbüben öldürmenin hükmü; âkilenin ödemesi gereken diyettir. Kefâret ve katillikten dolayı uhrevî mesûliyet yoktur. Fakat mülkü olmayan bir yeri kazdığı veya oraya taş koyduğu için günahkâr olur. Tesebbüben öldürmenin dışındaki öldürme çeşitlerinin hepsi, eğer katil mükellefse -murisi öldürmesi halinde-mirastan mahrum olmasını gerektirir. İmâm Şafiî hükümleri itibariyle tesebbüben öldürmeyi hataen öldürmeye ilhâk etti.



İZAH



«Kendisine ait olmayan bir yere taş koyan ilh...» Yani bir başkası yerini değiştirmediği zaman. Ama birisi değiştirse ve onun sebebiyle bir adam ölse tazminat, yerini değiştirene aittir. Nitekim Musannıf bu meseleyi ileride «Kişinin yolda ihdas ettiği şey» bölümünde anlatacaktır. «Kendisine ait olmayan bir yer» kaydı hem kuyu kazma, hem de taş koyma için geçerlidir. Dürer. Eğer bunları kendisine ait bir mülkte yaparsa hakkı tecâvüz söz konusu değildir. Dolayısıyla (birisinin ölümüne sebep olmaktan dolayı) ne kefâret ne de diyet gerekmez. T.



«Benzeri şeylerde ilh...» Yani karpuz kabuğu gibi şeyler odunun benzeridir. Kâriu'l-Hidâye'nin belirttiğine göre yola karpuz kabuğu atan, telef ettiği şeyi tazmin eder. Yola su dökmek de aynıdır.



Zehîra'da şöyle denilmektedir: «Bunu El-Kitâb (Kudûri Muhtasarı) da mutlak olarak söylemiştir.»



Bazı âlimler: «Dökülen suyun üzerine geceleyin ve orada su olduğunu bilmeyen birisi veya bir kör bassa ve ölse suyu döken tazmin eder.» demişlerdir. Taş veya tahta üzerinden yürümek de aynıdır.



Alimlerden meseleye başka bir acıdan bakıp: «Eğer yolun bir kısmına su döker kuru olan kısımdan yürüme imkânı olursa tazminat yoktur» diyenler de vardır. Sâhibinin izniyle birisinin dükkânının önüne su dökse ve bir adamın ölümüne sebep olsa, tazminat dükkân sahibine aittir. Bu istihsana dayanan bir hükümdür. Bu konunun tamamı Tatarhâniye'dedir.



FER'Î BİR MESELE:



Birisinin ayağı taşa takılarak başka birinin kazdığı kuyuya düşse, tazminat taşı koyana aittir. Eğer taşı kimse koymamışsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Aynı şekilde, yoldan geçen bir adam, birisinin döktüğü sudan ayağı kayıp, kuyuya düşse tazminat, suyu dökene ödetilir. Yağmur suyu sebebiyle ayağı kayarsa kuyuyu kazan sorumlu olur. Tatarhâniye.



Cevhere'de kuyuyu kazan: «Adam kendiliğinden düştü» derse, onun sözünün kabul edileceği söylenmektedir.



«Eğer cinâyeti işleyen mükellefse» Ama çocuk veya deli ise Sirâcîyye Şerhi'nde belirtildiğine göre mirasçı olur.



«Onu öldürmediği için» Yanı bizzat öldürmediği için. Tesebbüben öldürme, tazminatın gerekliliği konusunda, kanı heder olmaktan korumakmaksadıyla bizzat öldürmeye ilhak edildi. Bu ise kaideye aykırıdır. Kefâret ve mirastan mahrumiyet konularında ise mesele aslı üzere kalmıştır. Kifâye. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.



KISASI GEREKTİRİP GEREKTİRMEYEN HALLER



METİN



Öldürene nispetle, kanı ebediyen masûn olan birini kasten öldürmekten dolayı kısâs gerekir. Dürer.



Kanı masûn olan ecnebî birini kasten öldürmekten dolayı da kısas gerekir. Kanı masûn olan kişiden maksat: Müslümandır. Kanı masûn olan ecnebîden maksat ise; İslâm Devletinin idaresinde yaşayan gayr-ı müslimdir. Müste'men (emân alarak İslâm Ülkesine giren yabancı) ve harbî (düşman ülkesinde yaşayan gayr-i müslim) böyle değildir.



Kısasın gerekmesi için katilin mükellef olması da şarttır. Çünkü çocuk ve delinin öldürmesi taammüden sayılmaz. Bu meseleler «katilin yabancı birisini öldürmesi»nde söz etmeye sıra geldiğinde iyice açıklanacaktır.



Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse hakkında kısas kararı verilse, ama kısas için ölenin yakınlarına teslim edilmeden önce katil delirse, kısas diyete dönüşür.



«Ara sıra delirip sonra aklı başına gelen bir kimse; aklı başında iken birini öldürse, o da öldürülür. Eğer katil, öldürülmeden delirirse ve deliliği sürekli olursa kıssa düşer. Ama sürekli olmazsa yine öldürülür.



«Bir kölenin sahibini kasten öldürmesi durumunda ne gibi bir hüküm uygulanacağı konusunda rivâyet yoktur. Ebû Cafer: «Böyle bir köle öldürülür» demiştir. Vakfa ait bir köleyi kasten öldüren kişiye kısas gerekmez. Kızı nikâhında iken kayınpederini öldüren kişiye de kısas gerekmez.»



Kısasın gerekmesi için ölenle öldüren arasında babalık-oğulluk, kölelik-efendilik ve ölenin: «beni öldür» demesi gibi bir şüphenin bulunmaması gerekir.



İZAH



«Kanı masûn olan ilh...» Bu sözle, evlenmiş olan zinakâr, harbî ve mürtet (İslâm dininden başka bir dine geçen) gibi kanı mubah olanlar hükmün dışında bırakılmıştır. Buradaki masûniyetten maksat, tam masûniyettir. Küfür ülkesinde müslüman olan birisinin kanı, ebediyen masûn olmuştur. Ama kendisini orada öldürene kısâs uygulanmaz. Çünkü tam masûniyet, hem tazminatı hem de uhrevî mesuliyeti gerektiren masûniyettir. Kişi müslüman olmakla, kanı uhrevî yönden masûn olmuştur; ama tazminat açısından masûn olamaz. Zira bu ancak İslâm Ülkesinde söz konusudur.



«Öldürene nispetle ilh...» Yâni kanının masûn oluşu mutlak manada kullanılmamıştır. Buna göre; taammüden adam öldüren bir katili, maktule yabancı olan birisi taammüden öldürse (öldürdüğü kâtil olduğu halde) kendisine kısas uygulanır. EIvânî'nin dediğine göre; bu hüküm, ilk kâtil hakkındaki hükmün verilmesinden öncesine de sonrasına da şamildir. Çünkü ilk maktulün yakınlarının katili affetmeleri muhtemeldir.



«Kanı ebediyen mâsun olan ilh...» Bu sözle, müstemen (emân ile İslâm ülkesine giren) hükmün dışında bırakılmıştır. Müslüman birisinin, yine müslüman olan oğlunu öldürmesi halinde kendisine kısasın uygulanmaması bu tarife zarar vermez. Çünkü bu durumda da aslında kısas vaciptir fakat babalık şüphesi ile kısas, mala inkılap etmiştir. Bu da ârizîdir. Burada mevzubahis olan da asıldır. Bundan dolayı, bu çocuk şehittir yıkanmaz. Aynı şekilde, vakfa âit bir köleyi taammüden öldürene de kısas uygulanmaz. Çünkü asıl ceza kısas olmakla birlikte vakfın menfaatini gözetmek için kısas mala inkılap eder. Tahtâvî Mekkî'den özetle.



«Hakkında kısasa hükmedilen kişi, maktulün velisine teslim edilmeden delirse kısas diyete dönüşür.» Yani istihsanen kısas düşer. Eğer katil, maktulün yakınlarına teslim edildikten sonra delirse, yine öldürülür. Çünkü kısasın gerekli oluşu, katilin, vücub hâli olan hüküm verme esnasında muhatap olmasına bağlıdır. Vücub, katil; maktulün yakınlarına teslim ile tamamlanır. Fakat ölünün yakınlarına teslim edilmeden delirirse, daha hüküm verilmeden önce delirmesi halinde olduğu gibi, kısasın vücûbu tam gerçekleşmemiş olur. Velvâlciyye.



«Ebû Câfer; öldürülür, dedi.» Bu hüküm metinde açıkça geçti. Kölenin rahin ve mürtehine karşı da işlediği cinayet muteberdir. Hamevî bu hükmü şöyle açıklar: «Çünkü kısas kişinin insan oluşu cihetindendir. Köle ise bu açıdan efendisine yabancıdır.» Sâlhânî.



«Vakfa alt köleyi öldürene kısas uygulanmaz.» Aksine, cezası mala dönüşür. Çünkü bu, daha önce de belirtildiği üzere vakıf için daha faydalıdır. Şurunbulâliyye'de bu konuda şöyle denilmektedir: «Her halde vakıf köleyi öldürene kısas uygulanmayışının sebebi; kısasa hakkı olanın tayinindeki şüphedir. Çünkü vakıf: İmâm-ı Azam'a göre bir malı vakfedenin mülki, Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise Allah'ın mülki üzere bırakmaktır. Bu durumda katile uygulanacak cezayı talep edecek insan yoktur. O lazım olan kıymettir.»



Ben derim ki: Bahır'ın Vakıf bahsinde şu ifadeler yer almıştır: «Vakıf kölenin katiline hataen öldürmede olduğu gibi: kölenin kıymetini ödemesinin gerekliliği açıktır. Mütevelli onun kıymeti ile bir köle alır ve o köle vakıf olur. Aynı şekilde birisi bir müdebberi (hürriyeti efendisinin ölümüne bağlanan köle) hatâen öldürürse, efendisi onun kıymeti ile başka bir köle satın alır ve bu köle müdebber olur. Zahîre müellifi bunu açık belirtmiştir.»



«Kayınpederini öldürenden kısas düşer» Çünkü hanımı, babasına karşı işlenen cinayette kısas hakkına vâristir.



Ben derim ki: Kızına bu hak miras olarak değil; başlangıçta vardır. Nitekim Şârihin bunu, metindeki «Vârislerin babaya karşı olan kısası düşer»sözünün yanında Sadruşşerîa'dan nakledecektir.



METİN



Hür birisi, hür olan bir adam ve vakfa ait olmayan bir köle karşılığında ( onları öldürmüşse) öldürülür. İmâm Şâfiîye göre ise, köle karşılığında hür öldürülmez.



Bizim delilimiz; «şüphesiz cana karşı can...» meâlindeki âyettir. Çünkü bu âyet; «Hüre karşılık hür..» meâlindeki âyeti neshetmiştir. Nitekim Süyûtî, Ed-Dürru'l-Mensûr adındaki eserinde Nehhâs vasıtasıyla İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmiştir: «Hürün hür karşılığında husûsen zikredilmesi, başkaları karşılığında öldürülmeyeceği manasına gelmez.» Eğer öyle olsaydı, kadını öldüren erkeğin öldürülmemesi gerekirdi. Oysa bu görüşte olan kimse yoktur. «Köle hür karşılığında öldürülmez» diyenler de vardır. Ama bu «evleviyetle» hükmüne girdiği söylenerek reddedilir.



İbare: «Hüre karşılık köle öldürülmez» şeklindedir. Ama bu yukarıda geçen cümlenin aynısıdır. Tekrarında manâ yoktur. Zaten şerhte bu cümlenin: «Hür karşılığında köIe» şeklinde olduğu belirtilmiştir.



Ebu'l-Feth El-Bestî nazım olarak şöyle der:



«Şu Ceylân yavrusunu benim kanıma karşılık, cezalandırın, o bana kasten gözlerinin okunu attı.»



«Ama onu öldürmeyin, çünkü ben onun kölesiyim, kölesi karşılığında öldürülen hiçbir hür görmedim.»



Hanefîlerden birisi de bu sözlere aynı şekilde nazım olarak şöyle cevap vermiştir:



«Bakışıyla beni öldürmek isteyen ve Allah'ın taammüden öldüreni cezalandıracağından korkmayandan kanımı alın.»



«Ben onun kölesi bile olsam hürün köle mukabilinde öldürüleceğinin bilinmesi için ona zorla kısas uygulayın.»



Zımmî'yi öldüren bir müslüman öldürülmez. Şâfiî'ye göre ise öldürülür. Müstemene karşılık müslüman ve zımmî öldürülmezler. Eşitlik bulunduğu için kıyasa göre müstemen kendi misli karşılığında öldürülmelidir. Ama istihsâna göre kanını mubah kılacak bir sebebin varlığından dolayı, müstemen de öldürülmez. Hidâye, Müctebâ, Dürer ve başka kitaplar.



Musannıf der ki: «Alimler bir kaç meselenin dışında genelde istihsanla amel edilmesi gerektiğini belirttikleri için, burada da istihsânın hükmünü almak gerekir. Bu konu o meselelerden birisi değildir. Molla Hüsrev metninde sadece kıyasa göre verilecek hükme işaret etmiştir.» Musannıf her zamanki adetine göre hareket etmiştir.



Ben derim ki, Mültekâ da dâhil, metinlerin çoğu Molla Hüsrev'in dediğini (yani kıyası) güçlendirmektedirler.



İZAH



«Sadece hürün zikredilmiş olması ilh...» Yâni âyette; «Cana karşılık can» ifadesinin şumûlünde olduğu halde, sadece hür ile iktifâ edilmesi, hürün köle karşılığında öldürülemeyeceği manasına gelmez. Bu: «Kadına karşılık kadın» kavl-i ilahisine benzer. Bu da kadına karşılık erkeğin öldürülemeyeceğini ifade etmez. Zeylaî: «Kadına karşılık kadın» ifadesinden, cariyeye karşılık hür kadının öldürülebileceğinin anlaşıldığını söyler.



«Hür karşılığında köle öldürülmez, denildi.» Bu Şâfiî'nin iddiasına cevaptır. Yani eğer: «Hüre karşılık hür, köleye karşılık köle» meâlindeki âyetten, hükmün sadece zikredilenlere münhasır olduğunu söyleyerek, köle karşılığında hürün öldürülmeyeceği kabul edilirse, hür karşılığında da kölenin öldürülmemesi gerekir.



«Reddedilir ilh...» Yâni hür karşılığında kölenin öldürülmeyeceği rivâyeti kabul edilmez. Çünkü âyetin zahirî hükmüne göre hüre mukabil hür öldürüldüğüne göre, köle haydi haydi öldürülebilir. Çünkü köle daha aşağı seviyededir. Bu; ana babaya «üf» demenin caiz olmayışının, onları dövmenin de caiz olmayacağına delâleti gibidir. Yukarıdaki görüş Sadruşşerîa'ya cevap da Molla Hüsrev ve İbn-i Kemâl'e aittir.



«Onu öldürmeyiniz...» Şiirin bu bölümü önceki bölümle çelişki arz etmektedir. Çünkü daha önce «kanımı alın» demişti; bu da ancak öldürmekle olabilir. Bunun diyete hamledilmesi mümkün değildir. Çünkü efendi kölenin diyetini ödemez.



«Köle karşılığında öldürülen bir hür görmedim.» Bazı nüshalarda bu ibare: «Benim mezhebime göre hür köle karşılığında öldürülmez» şeklindedir.



«Hürün köle karşılığında öldürüldüğü bilinsin diye ilh...» Bu beyit gerçek hükme uygun değildir. Çünkü kişi kendi kölesi karşılığında öldürülmez. Eğer maksadı başkasının kölesi ise o zaman bu: «Ben kölesi isem de» sözüne uygun düşmez. H.



Ben derim ki: Bu lâtif bir üslupla hükmü ortaya koymaktır. Bu gibi sözler böyle şeylerle incelenmez. Öyle olsaydı, şair: «Beni öldürdü» değil de «Öldürmek istedi» dediği için itiraz edilirdi. Ve yine, «bir bakışla öldürme» karşılığında kısas gerekmez. Çünkü buna taammüden öldürme denmez. Ben bu hükmü, edebi yöne dikkat ederek, ta'n edilmeye imkân vermeden ve sevenin sevgilisindeki hakkını da gözeterek şu beyitlerle ifadelendirdim:



«Vücut mızrağı ile amden benim ruhumu ikiye bölen ve benim için keskin bakışını sıyıranı bırakın.



«Her ne kadar şer'an köle karşılığında hür öldürülse de, kendi kölesini öldüren hüre kısas yoktur.»



«Zımmîye karşılık müslüman kısas edilir..» Kitap ve Sünnetin mutlak ifadeleri ile, İbn-i Selmânî ve Muhammed b. El-Münkedir'in rivâyet ettikleri şu hadis buna delâlet etmektedir: «Rasûlullah (s.a.v.)'e, kendileriyle muâhede yapılan zımmîlerden birisini öldüren bir müslüman getirildi. Rasûlullah'ın emri ile adamın boynu vuruldu. Efendimiz: «Ben zimmetine vefa göstermeye en lâyık olanım» buyurdu.»



Hz. Ali de şöyle der: «Zımmîler kanları bizim kanımız, malları da bizim malımız gibi olsun diye Cizye verdiler.» demiştir. İşte bundan dolayı bir müslüman bir zımmînin malını çalsa kolu kesilir. Halbuki mal, candan daha değersizdir.



Rasûlullah'ın : «Kâfire karşılık mümin öldürülmez. Ahit sahibi de ahdi içinde iken öldürülmez» sözünden maksat: Bir mümin veya zımmînin harbî olan bir kâfir karşılığında öldürülmeyeceklerini beyândır. Hadisteki: «Ahit sahibinden maksat» zımmîdir. Bu hadiste «zû ahd» ahit sahibinin, «zî ahd» şeklindeki rivâyeti sahihse, -iki rivâyetin arasını uyuşturmak için- «zî ahd» şeklindeki okuyuşun, yanındaki kelimeye uyması için olduğunu söyleriz. Yoksa manâ «Müslüman, kâfir ve zımmî karşılığında öldürülmez» demek değildir. Bu meselenin tamamı Zeylaî'dedir.



«Müslüman ve Zımmî, müstemen karşılığında öldürülmezler.» Çünkü müstemenin dokunulmazlığı ebedî değildir. Zira o memleketine dönüp, müslümanlara karşı muharip olmaya azimli demektir.



«İstihsâna göre olan hükmü almak gerekir. ilh...» Hindiye'de, Muhit' ten naklen bunun Zâhirî rivayet olduğu ifade edilmektedir. Bu, istihsanda belirtilen hükmü teyit etmektedir. T.



«Metinlerin çoğu ilh...» Vikâye, Islah, Gurer gibi. Mesele; Kenz, Mecmâ', Mevâhib ve Dürerü'l-Bihâr'da yer almamıştır. Hidâye'de ise şöyle denilmektedir: «Müstemen Müstemene karşılık kıyasa göre öldürülür, istihsana göre ise öldürülmez.» Bunun benzeri, Tebyin ve Cevhere'de de vardır. İhtiyâr'da da: «Öldürülmez, denildi. Bu istihsândır» denilmektedir.



METİN



Aklı başında olan kişi deliye; bülûğa eren çocuğa; sıhhatli olan gözü görmeyene, müzmin hasta ve sakat olana, erkek de kadına karşılık kısasen öldürülür. Bunda icmâ vardır. Fürû (çocuklar), ne kadar yukarıya çıkarsa çıksın ebeveynleri karşılığında kısasen öldürülürler. Ebeveyn ise çocuklara mukabil öldürülmezler. Oğlunu boğazlayan kişinin öldürülmesi konusunda İmâm Mâlik farklı görüştedir. Yâni, ne kadar yukarıda olursa olsun, anne cihetinden kadınlar bile olsa, usule (kişinin sulblerinden geldiği kişiler) tüm fürûları mukabilinde can ve organ karşılığında kısas uygulanmaz. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.): «Oğlunu öldüren babaya kısas uygulanmaz» buyurmuştur. Buna sebep; evlâdın babanın bir parçası oluşu özelliğidir. Dolayısıyla bu vasıf babadan yukarıdakiler (dede, büyük dede v.s.) için de geçerlidir. Çünkü onlar evlâdın dünyaya gelmesne sebeptirler. Evlat onların yok olmasına sebep olmaz. Bu durumda evladın diyetinin baba tarafından üç sene içerisinde ödenmesi gerekir. Öldürme taammüden vukû bulduğu için âkileye bir şey gerekmez.



İmâm Şâfiî, diyetin, sulh bedelinde olduğu gibi peşin olarak ödenileceğini söyler. Zeylaî, Cevhere. Mesele Meâkıl bahsinde de gelecektir.



Mültekâ'da şöyle denilmektedir: «Oğlu babasıyla, köleyi efendisiyle, ya da biris,ni; hataen öldürenle, birini çocuk, deli veya öldürmesi sebebiyle kendisine kısas gerekmeyen biri ile birlikte öldüren kişiye kısas uygulanmaz. Çünkü kısas cezası bölünemez. Dolayısıyla Şâfiî'nin hilâfına, bize göre bu durumdaki öldürmeye taammüden iştirak edene kısas uygulanmaz. Burhan.»



İZAH



«Bâliğ olan kişi çocuk karşılığında öldürülür. ilh...» Başı ana rahminden çıkıp da sesi duyulan bir çocuğu öldüren kişinin diyet ödemesi gerekir. Ama, başı ile birlikte yarısı veya ayakları ile birlikte yarısından çoğu çıkmışsa kısas lazımdır. Çocuğun uzuvlarından birisinin kesilmesi durumunda da hüküm aynıdır. Müctebâ ve Müntekâ'dan naklen Tatarhâniye.



«Sıhhatli olan ilh...» İbn-i Kemâl; bunun yerine, «Sâlim olan» tabirini kullandı. Sonra da: «Sıhhatli olan denilmedi. Çünkü gözü görmeyende bulunmayan, sıhhat değil, selâmettir. Bundan dolayı, cuma bahsinde, sıhhatten sonra gözlerin selâmeti ayrıca zikredilmektedir.» dedi.



«Sakat olan (bir uzvu bulunmayan) ilh...» Çünkü biz organ ve vasıflardaki farklılığa itibar etseydik, kısas uygulama imkânı kalmaz, bu da herkesin biri birini öldürmesi ve kandırması sonucunu doğururdu. İhtiyâr. Hatta bir adad, elleri, ayakları, kulakları ve tenasül uzuvları kesik, gözleri olmayan birisini taammüden öldürse kısas uygulanır. Cevhere, Hûcendî'den.



«Anne tarafından kadınlar bile olsa. ilh...» Önce geçen, mutlak ifadeyi tefsir için getirilmiştir. Ne kadar yukarıda olurlarsa olsunlar, baba veya anne yönünden dede, torunu karşılığında kısasen öldürülmez. Nineler için de hüküm aynıdır.



«Onların yok olmalarına sebep olamaz.» Yani onların tüm vücudunun yok olmalarına sebep olamayacağı gibi, bir uzuvlarının yok olmasına da sebep olamaz. Hüküm organlara da şâmildir.



«Mültekâ'da şöyle denilmektedir. ilh...» Cevhere'de de şöyle denilmektedir: «Eğer iki kişi bir adamı beraberce öldürseler ve bunlardan biri şayet onu tek başına öldürse idi kendisine kısâs gereken birisi, diğeri de gerekmeyen birisi iseler, her ikisine de kısâs icap etmez, diyet gerekir. Mesela yabancı ile baba, taammüden öldürenle hatâen öldüren, birisi kılıç diğeri sopa ile vuranın durumu böyledir. Ancak tek başına öldürmüş olsaydı kendisine kısâs uygulanmayacak olanın diyeti âkilesine; diğerinin diyeti ise kendisine aittir. Bu konuda, oğulu, babasıyla birlikte öldürenin durumu farklıdır. Çünkü bu durumda her ikisi de diyeti kendi mallarından ödemek zorundadırlar. Zira baba oğlunu yalnız başına öldürse idi diyeti kendi malından ödenecekti.» Bu mesele sonraki bâbın sonunda daha geniş olarak gelecektir.



METİN



Efendi; kendi kölesi, müdebberi, (hürriyetini ölümüne bağladığı köle), mükâtebi (belirli bir para karşılığında azat etmeyi taahhüt ettiği köle) ve oğlunun kölesi karşılığında kısasen öldürülmez. Bu son mesele, âlimlerin: «Babası aleyhine kısas hakkına sahip olanın, hakkı düşer» hükümlerinin şumûlüne girer. Nitekim ileride gelecektir. Yine efendi; kısâs bölünmeyeceği için, bir kısmına sahip olduğu köle karşılığında ve bir hür, rahin ve mürtehin beraberce istemedikçe rehin olan köleye mukabil öldürülmez. İmam Muhammed: «Rahin ve mürtehin beraberce isteseler bile, rehin köleyi öldüren öldürülmez.» demiştir. Cevhere.



Dürer'deki, Kâfî'ye nisbeten ifade edilen hüküm buna hamledilir. Ama Şurunbulâliye'de Zahîriyye'den naklen Dürer'dekinin fıkha daha uygun olduğu beyan edilmektedir.



Eğer rahin ve mürtehin kısas veya diyet konusunda ihtilâfa düşseler (yani birisi kısas diğeridiyet istese) kâtil kölenin kıymetini öder. Bu para kölenin yerine rehin olur. Bir kimse kiralanmış olan köleyi öldürürse, kısâs yetkisi kiraya veren köle sahibine aittir. Satılmış olan bir kölenin öldürülmesi durumunda ise; eğer köle halâ satıcının elinde ise, müşteri alım satıma icâzet verirse kısas kendisinin hakkı; reddederse (akdi feshederse) satıcının hakkıdır. Cevhere'de; kâtile kısâs gerektiği tarzında da bir görüşün olduğu belirtilmektedir.



Eğer geride anlaştıkları bedeli ödeyecek mal bırakmışsa ve kendisinin efendisinden başka vârisi varsa, vârisler ittifakla kısas isteseler bile; mukâtebi, mukâtebin oğlunu ya da kölesini öldüren kişiye kısas gerekmez. Çünkü Sahâbîler mükâtebe halinde ölenin hür olarak mı, yoksa köle olarak mı öldüğünde ihtilâf etmişlerdir. Bu durumda onun velisinin kim olduğu tam belli değildir. öyle olunca da kısas düşer. Ama eğer mükâtebin efendisinden başka varisi yoksa, ister geride mal bıraksın, ister bırakrnasın ya da mal bırakmamışsa efendisinden başka varisi olsa bile. efendisi kısas hakkına sahiptir. Çünkü veli sadece odur. Bu dört suretin ilkinde İmâm Muhammed'in ihtilâfı vardır.



İZAH



«Efendi kölesine karşılık öldürülmez ilh...» Çünkü kölesi malıdır. Dotayısıyla kendi aleyhine hak istemesi söz konusu olamaz. Müdebber de köledir. Mükâteb, ödemediği para kaldığı müddetçe köledir. Oğlunun kölesi de: «Sen ve malın babana aitsiniz» hadisi gereğince kendi malı hükmündedir. Ama her halükârda kölesini öldüren efendiye kefâret gerekir. Cevhere'de de böyle denilmektedir.



«Rehin olan köle karşılığında ilh...» Yani rehin olan bir köleyi öldüren kişi, rahin ve mürtehin birlikte kısas isteyinceye kadar öldürülmez. Çünkü mürtehinin köle üzerinde mülkiyet hakkı yoktur. Dolayısıyla kısasa yetkisi yoktur. Rahin kısasa yetkilidir, ama bu da mürtehinin hakkının iptaline sebep olur. Bu yüzden mürtehinin hakkının kendi rızasıyla düşmesi için her ikisinin de birlikte kısas istemeleri şarttır.



Burada şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Rehin helâk olunca, mürtehin hakkını almış sayılır. O halde hakkı düştükten sonra kısas için onun rızası için gereklidir.



Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Mürtehinin hakkını almış olması kesin değildir. Çünkü sulh yoluyla veya kölenin hatâen öldürülmüş olması iddiası ile kısasın yapılmaması muhtemeldir. (O zaman mürtehinin hakkı kölenin kıymetine veya diyete taalluk edeceğinden, onun ölümü ile hakkını almış sayılmaz.)



«Dürer'deki fıkha daha uygundur ilh...» Çünkü geride hem borcuna kâfi mal, hem de miras bırakan mükâtep meselesinde olduğu gibi, kısas isteme hakkının kime ait olacağı konusunda karşılık vardır. Ama Zeylaî şöyle der: «Rehin olan köle meselesi ile mükâtep meselesi orasındaki fark açıktır. Zira mürtehinin rehinde ne mülkiyet ne de velâ (velilik) hakkı olmadığı için kısas isteme yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu yetkiye sahip olana benzemez. İleride geleceği üzere mükâtep konusu böyle değildir.



«Kısas hakkı kiraya verene aittir. ilh...» Çünkü o, kölenın mâlikidir. Kiralayanın ne kölenin kendisinde ne de bedelinde hiçbir hakkı kalmamıştır.



«Eğer alıcı alım satım akdine icazet verirse. ilh...» Yani meseleyi olduğu üzere kabul eder, akdi feshedip de parasını geri isteme cihetine gitmezse bu durumda satım akdi mevkûf olmaz. Aksi halde kölenin ölümünden sonra akde icâzet vermesi sahih olmazdı.



«Kısas yetkisi müşteriye aittir.» Çünkü kölenin sahibi odur. Zeylaî.



«Reddederse ilh...» Yani satım akdini feshedip, parasını geri alırsa; «kısas hakkı satıcıya ait olur.» Çünkü satım ortadan kalkmış, köle sahibinin o olduğu açığa çıkmış olur. Zeylaî.



«Kıymetin gerekli olduğu da söylendi. ilh...» Bu görüş İmâm Ebû Yûsufa aittir. Bu görüşün gerekçesi şudur: Yaralama anında satıcı için kısas yetkisi sabit değildi. Zira o zaman mal müşteriye aitti. Cevhere.



«Velinin kim olduğu belli değildir. ilh...» Eğer: «Mükâtep hür olarak ölmüştür» dersek velisinin varisleri olması gerekir. Köle olarak öldüğü kabul edilirse veli, efendi olur.



«Dört sûretin birincisinde ilh...» Bu bir kalem hatası olmalıdır. Musannıf bu sözünde İbn-i Kemâl'e uymuştur. Halebî'nin dediğine göre bunun doğrusu: «Dört sûretten ikincisinde» olmalıdır. Bu sûret: Mükâtebin, efendisinden başka vârisi olmadığı halde, anlaştığı bedeli karşılayacak mal bırakmış olması halidir. Çünkü Hidâye'de belirtildiği üzere İmâm Muhammed'in ihtilâfı bundadır.



İmâm Muhammed'in görüşünün gerekçesi: Efendinin kısas isteme yetkisinin sebebinde karşılığın olmasıdır. Çünkü eğer hür olarak ölmüşse onunvelâ, köle olarak ölmüşse mülkiyet hakkı vardır. İmâm Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ise, her iki halde de kısas yetkisinin kesinlikle ve sadece efendiye ait oluşunu delil getirmişlerdir.



Bilmiş ol ki: Dördüncü sûretteki -anlaştıkları bedeli karşılayacak mal bırakmadığı ve vârisinin olduğu hal- kısası, Kifâye'de belirtildiğine göre Şeyhu'l-İslâm: Kıymetinin, anlaşılan bedeli karşılamayacak durumda olması ile kayıtlamıştır. Buna göre, mükâtep kölenin kıymeti, efendisi ile anlaştıkları bedeli karşılayacak durumda ise, kısâs uygulanmaz, katilin kendi malından mükâtep kölenin kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü her ne kadar taammüden öldürmenin cezası kısas ise de, katil razı olmasa bile hak sahibinin hakkını gözeterek, cezanın mala tebdili caizdir. Nitekim birisinin elini kesenin kolu çolak ise, eli kesilenin hakkını gözetmek için cani razı olmasa bile cezanın mal ile ödenmesini isteme hakkı vardır. Çünkü kısasta hakkını tam olarak alma imkânı yoktur. Bu meselede de durum aynıdır. Zira, mükâtebin kıymetini ödemek kendisi için daha faydalıdır. Çünkü mükâtebe bedeli onun kıymetinden ödenirse hem mükâtep kölenin hem de çocuklarının hürriyeti ile hükmedilir. Kısasta hükmedilmesi durumunda ise, kölenin ölümü ve ondan hiçbir yarar sağlanmaması ile hükmedilmiş olur. Dolayısıyla kıymetinin ödettirilmesi daha uygundur. Durru'l-Müntekâ ve Kuhistânî'de bu benimsenmiştir.



METİN



Kişinin babasının -yani usulü- aleyhine mirasçı olduğu kısas düşer. Çünkü fürû', usulüne ceza uygulatamaz.



Bu meselenin sureti şöyledir: Meselâ, birisi kayınpederini öldürür. Maktûlün, katilin karısından başka vârisi yoktur. Hanım da ölünce maktûlün katilden olan oğlu, babası aleyhine vacip olan kısas varis olur. İşte bu durumda, az önce söylediğimiz gerekçeden dolayı kısas düşer. Meselenin Sadruşşerîa tarafından yapılan tasvirinde ise oğul, kısas hakkına Ebû Hanife'ye göre daha baştan sahip olmuştur, vâris olmamıştır. Şu var ki her iki surette de hüküm aynıdır. Cevhere'de: «Yaralı veya vârisi yaralı, ölmeden önce caniyi affetseler, sebep tahakkuk ettiği için istihsânen af geçerlidir. Çünkü onlar için af sebebi tahakkuk etmiştir» denilmektedir.



Bir müslüman başka bir müslümanı muharebe meydanında müşrik zannederek öldürse kısas gerekmez, kefaret ve diyet icap eder. Çünkü bu öldürme hataen olmuştur. Ulemâ; bunun askerlerin biri birine girmesi halinde olduğunu söylerler. Ama öldürülen, müşriklerin safında ise hiçbir şey gerekmez. Çünkü onun masûniyeti kalmamıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.): «Bir kavmin kalabalığını artıran onlardandır» buyurmuştur.



Ben derim ki: Düşmanın kifâyetine bürünmese bile onların sayısını çoğaltan, onlardan olduğuna göre, onların kılığına girenin durumu ne olur? Bunu Zâhidi söyledi. Musannıf der ki: Eğer bir cinnî, yılan gibi katli caiz olan bir şeyin şekline girse, onu öldürmek için gayret etmek gerekir. Sonra onun cinnî olduğu açığa çıkarsa hiçbir şey gerekmez. Allah en iyisini bilir.



İZAH



«Babası aleyhine vâris olduğu ilh...» Yani hak kazandığı. Kuhistânî.



Bu tefsir kısas hakkının miras olarak değil de daha başlangıçta sübûtuna da şâmildir. Şarihin az önceki: «Kısâs hakkına malik olan ilh...» şeklindeki sözleri de bu izaha uygun düşmektedir. Bu izah ile aşağıda gelecek olan itiraz cevaplandırılmış olmaktadır. Ama, evlâdın atasına karşı başlangıçta sahip olduğu kısasın sübûtu meselesi daha önce: «Evlât atası karşılığında öldürülür, fakat aksi olmaz (ata evlât karşılığında öldürülmez)» şeklinde geçmişti. Onun için burada. kısasa vâriş olma meselesi söz konusu edildi. Düşün.



«Yani usulü ilh...» Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer maktûlün vârisleri içersinde katilin oğlu, torunu... v.s. bulunursa kısas bâtıl olur, diyet gerekir.»



«Sonra kadın ölse ilh...» Alimler bu cümleyi böyle mutlak olarak ifadelendirdiler. Aslında onun ölümünün, katil olan kocasından ayrıldıktan sonra olması gerekir. İşte bu durumda katilin oğlunun kısasa vâris olma gerekçesi açığa çıkmış olur. Öbür türlü olursa katil kendisi, karısından dolayı kısas hakkının bir bölümüne vâris olmuş olur. Kısas, bu durumda da düşer.



Tatarhâniye'de şöyle bir tasavvur zikredilmektedir: Üç kardeşten birisi babalarını amden öldürse; diğerlerinin katil kardeşlerini kısasen öldürme hakları vardır. Eğer diğer iki kardeşten birisi (kısas yapılmadan) ölse, üçüncüsünün kısas uygulatma hakkı kalmaz. Çünkü katil, ölen kardeşin kısas hakkının bir bölümüne vâris olmuştur, dolayısıyla kısas düşer. Diğer (üçüncü) kardeşin hakkı diyete dönüşür. Dolayısıyla katilin diğer kardeşine diyetin dörtte üçünü ödemesi gerekir. Bu, kendi malından ve üç sene içerisinde ödenir.



Kuhistânî'de de şöyle bir meseleye yer verilmiştir: Ana-baba bir iki kardeşten birisi kasten babalarını, diğeri de annelerini öldürse birincisinin ikincisini annesine karşılık kısasen öldürme hakkı vardır. Birincisinden ise kısas düşer. Çünkü o, annesinden kendi kanından parasına vâris olmuştur. Dolayısıyla cezasından bu kadarı düşer. Kalanı da mala dönüşür. İkinci kardeşin vârislerine bir diyetin 7/8 (sekizde yedisi)ni öder.



«Sadruş'şerîa'nın tesviri ise ilh...» Sadruşşerîa şöyle demiştir: «Yâni baba, bir adamı öldürse ve katilin oğlu kısasa veli olsa, kısas düşer.» Bunun tasavvuru: Oğlunun annesini veya oğlunun anne bir kardeşini öldürmesi şeklinde olur. Cevhere.



«Bunda kısas hakkının oğul için sübûtu miras yoluyla değil, başlangıçtadır. ilh...» Vârisin, mûrisin ölümünden önce affetmesinin sahih oluşu buna delildir. Mûris kısâs hakkına ölümden sonra mâlik olacağı için, o esnâda temlik (af) yetkisine sahip olamaz. Demek ki vâris (oğul) kısasa dahabaştan mâliktir. Cevhere.



Cevhere'de daha sonra, bazı âlimlere göre kısas hakkının miras yoluyla sabit olduğu beyân edilmiştir.



Müctebâ'da ise şöyle bir ifade yer almaktadır: «Kısas hakkı önce maktûlün hakkıdır. Sonra hilâfet ve veraset yoluyla bu hak varise geçer. Yaralının affetmesi ile kısas hakkının düşmesi buna delildir. Çünkü eğer kısas hakkı önce onun için sabit olmasaydı, affetmesi ile kısas düşmezdi.» Düşün.



«Eğer yaralı affederse ilh...» Bununla hür olan yaralıyı kastetmiştir. Kısâs; kendisinin değil, efendisinin hakkı olduğu için kölenin affetme yetkisi yoktur. Bedâyi'den naklen Şürünbulâliye.



Musannıf, affın yaradan mı, yara ve ondan meydana gelen şeylerden mi, yoksa cinayetten mi olduğunu beyan etmemiştir. Ayrıca yine affın taammüden olandan mı hataen olandan mı olduğunu, diyet düşer mi, düşmezse caninin kendi malına mı akileye mi ait olduğunu beyân etmemiştir. Bunların tafsilâtı inşallah «iki fiil» faslında gelecektir.



«Onlar için sebep tahakkuk ettiği için ilh...» Yani affetme sebebi yaralı ölmeden önce, yaralı için asâleten, vâris için niyâbeten tahakkuk eder. Düşün ve Minah'taki Cevhere'den menkul ibareye bak.



«Ben derim ki ilh...» Bu her ne kadar, musannıfın sözü gibi zannedilmekte ise de, aslında Zâhidî'nin Müctebâ'daki sözüdür. Minah'taki buna muhaliftir.



BİR UYARI:



Mîrac'da şöyle denilmektedir: Düşmanın zorla getirdiği birisinin müslüman olduğunu bilse ve durumunu bildiği halde taammüden silah atıp öldürse, kıyasa göre kısas gerekir, istihsâna göre gerekmez. Çünkü hadise öldürmeyi mubah kılan bir yerde olduğu için, kısası düşürecek şüphe söz konusudur. Bu durumda katile kendi malından diyet gerekir, kefâret gerekmez. Eğer ölenin velisi katile: «Onun zorla getirildiğini bildiğin halde kasten vurdun» dese, katil de: «Hayır, benim maksadım müşrikleri vurmaktı» dese katilin sözü kabul edilir. Çünkü, düşman safına silâh atmak caiz olduğu için, onun iddiası asıldır.



«Onu öldürmek için gayret etmek gerekir. ilh...» Yani öldürmeye yeltenmenin câiz olması gerekir.



Eşbâh'ta Cinlerin ahkâmından bahisle şöyle denilmektedir:



İnsanlar gibi, Cinnîlerin de haksız yere öldürülmeleri câiz değildir. Zeylaî, ulemanın şöyle dediklerini nakleder: Doğru bir şekilde yürüyen beyaz yılanın öldürülmesi caiz değildir. Çünkü o Cinlerdendir. Rasûlullah (S.A.V.) : «Ala ve kuyruğu kısa olanı öldürün, beyaz yılanı ise öldürmeyin çünkü o cinlerdendir.» buyurmuştur.



Tahtâvî bu konuda şunları söyler: «Her türlü yılanı öldürmek caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.) Cinlerden ümmetinin evlerine girmemeleri ve kendilerini açığa çıkarmamaları konusunda söz aldı. Sözlerine muhalefet ettikleri zaman ahdi bozmuş olurlar. Dolayısıyla yılanları öldürmekte mahzur yoktur. En iyisi onları korkutmak ve azarlamaktır. «Allah'ın izni ile dön» veya: «müslümanların yolundan çekil» denilir. Buna rağmen kaçmazsa öldürülür. Korkutmak, namazın dışında söz konusudur.»



METİN



Katil başka bir şeyle öldürmüş olsa bile kısas kılıçla tatbik edilir. İmâm Şafiî farklı görüştedir. Dürer'de Kâfî'den naklen: «Kılıçtan maksat, silahtır» denilmektedir.



Ben derim ki: Muzmarât'ın Hac bahsinde bu şu sözlerle açıkça beyan edilmektedir:



«Aletin tahsîsi, başkalarının buna ilhâkına mânî değildir. Görülmüyor mu ki biz, mızrak ve hançeri, Rasûlullah'ın: «Kısas ancak kılıçla uygulanır» hadisindeki, kılıçla ilhak ettik.» Sirâciyye'deki: «Kısas hakkı olan kişi kısası kılıçla uygular. Eğer kuyuya atar, veya taşla ya da başka bir şekilde öldürürse hakkını almış olur, ama tâzir edilir.» tarzındaki sözleri, kılıçtan maksadın, silâh olduğuna hamledilir. En iyisini Allah bilir.



Bunağın elinin kesilmesi ve yakınının öldürülmesi durumunda babanın kısas hakkı vardır. Bu kalbi ferahlatmak içindir. Baba kısas hakkına sahip olduğuna göre, sulh hakkına da evleviyetle sahiptir. Karşılıksız olarak affetme yetkisi ise yoktur. Çünkü bu bunağın hakkını iptaldir ki, ona malik değildir.



Babanın sulh yetkisi, diyet miktarı veya daha fazla bir meblağ ile kayıtlıdır. Diyetten az bir para karşılığındaki sulh ise caiz değildir. (Diyet ödenmesi gerektiğinde) tam diyet gerekir. Çünkü bu, bunak için daha kârlıdır.



Esah olan görüşe göre; saydığımız bütün bu hususlarda kadı baba gibidir. Yani bir kimse öldürülse ve kendisinin velisi bulunmasa, hâkimin katili öldürme ve bir meblağ üzere anlaşma hakkı vardır. Topluma zarar vereceği için affetme yetkisi yoktur. Kardeş olan vasî de öldürme halinde, sadece diyet miktarı bir meblağ karşılığında sulh yapma hakkına sahiptir. Organların te