Hadis-i Şeriflerde Cihad Kavramı

“Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah onun sebebiyle (mücâhidi) hüzün ve kederden korur.”[85]



“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.”[85]



"Cihad kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır"[85]



“Bu din, dâima ayakta duracak, Kıyâmet kopuncaya kadar da mü’minlerden bir grup onun yolunda cihad edip savaşmaktan asla vazgeçmeyecektir.”[85]



"Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır..."[85]



“İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad etmeyi temenni eden kimse, sonra ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır.”[85]



“Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücâdele eden mü’mindir, dili ile mücâdele eden mü’mindir, kalbi ile mücâhede eden mü’mindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur."[85]



"Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder."[85]



“Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir.”[85]



"Zâlim bir hükümdar/yönetici karşısında hak ve adâleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır."[85]



"Kim Allah yolunda (cihad için) bir şey infak edip harcarsa, ona (verdiğinin) yedi yüz misli (ecir/sevap) verilir."[85]



“Bir kul Allah yolunda (cihadda iken) bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb-ı Hak onun yüzünü yetmiş senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır.”[85]



“Bir kimse Allah yolunda (cihadda iken) bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök genişliğinde bir hendek açar.”[85]



Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.)’ın ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve:



‘Keşke insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam. Ama Rasûlullah (s.a.s.)’dan izin almadan bunu asla yapmam’ dedi. Sonra arzusunu Rasûlullah’a anlattı. Peygamberimiz:



“Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinizin Allah yolunda cihad etmesi/çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha fazîletlidir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer.” buyurdu.”[85]



Rasûlullah (s.a.s.)’a:



“Yâ Rasûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır?” denildi.



“Ona denk bir iş bulamazsınız” buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Rasûlullah (s.a.s.) her defasında



“Ona denk bir iş bulamazsınız” cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:



“Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah’ın âyetlerine hakkıyla itaat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiçbir şekilde ara vermeyen kimsenin benzeridir.”[85]



Buhârî’nin rivâyeti şöyledir:



Bu soru üzerine Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:



“Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki! Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sende mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?” Soruyu soran kişi:



‘Buna kim güç yetirebilir ki?!” dedi.[85]



“Müslümanlardan bir şahıs, deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyâmet gününde yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah’ın huzuruna gelir. Kanının rengi zâferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir.”[85]



“Cennette yüz derece vardır ki, Allah onları, kendi yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. Her derece arasında gökle yer arası kadar mesâfe bulunmaktadır.”[85]



“Allah yolunda (cihad için) ayakları tozlanan kula cehennem ateşi dokunmaz.”[85]



“Allah korkusundan ağlayan bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez.”[85]



“İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz.”[85]



“Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gâziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gâzinin arkada bıraktığı âilesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır.”[85]



 “Kim Allah’a gerçekten iman ederek ve vaadine gönülden bağlanarak O’nun yolunda cihad etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır.”[85]



"Allah yolunda cihad edenler için Allah Taâlâ cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır."[85]



Ebû Zer (r.a.) şöyle dedi:



“Yâ Rasûlallah! Hangi amel daha fazîletlidi?’ diye sordum.



“Allah’a iman ve Allah yolunda cihad etmek” buyurdular.”[85]



Sahâbeden bir adam:



“Yâ Resûlallah! Seyahata çıkmam için bana izin ver” dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.):



"Şüphesiz ki ümmetimin seyahati Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada çıkmaktır" buyurdu.[85]



“Allah yolunda cihad ve Allah’a iman etmek, amellerin en fazîletlisidir...”[85]



Rasûlullah (s.a.s.)’e



“Hangi amel daha fazîletlidir?” diye soruldu.



“Allah’a ve Rasûlüne iman etmek” buyurdu.



“Sonra hangisi?” denildi.



“Allah yolunda cihad etmek” karşılığını verdi.



“Bundan sonra hangisi?” denilince:



“Allah katında makbul olan hactır” buyurdular.[85]



İbn Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:



“Yâ Rasûlallah! Hangi amel Allah'a daha sevimlidir?” dedim,



"Vaktinde kılınan namaz" buyurdu. 



“Sonra hangisidir?” diye sordum,



"Ana babaya iyilik etmek" diye cevap verdi.



“Ondan sonra hangisidir?” dedim,



"Allah yolunda cihad etmek" buyurdular.[85]



Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’e gelerek:



“İnsanların hangisi daha üstündür?” diye sordu. Peygamberimiz:



“Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse” buyurdu. Adam:



“Sonra kimdir?” diye sordu. Efendimiz:



“Bir vâdiye çekilip Allah’a ibâdet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse” buyurdu.[85] 



"Allah yolunda malını harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir."[85]



“İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi cihaddır.”[85]



“Kim Allah yolunda cihad etmeden ve cihadı arzu etmeden, bunu konuşmadan ölürse, münâfıklığın bir bölümü üzerinde (münâfıkların bir grubundanmış gibi) ölür.”[85]



“Siz cihadı terkederseniz; Allah üzerinize bir zillet/aşağılık verir ki, (tam bir iman ve cihad arzusuyla) dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz.”[85]



"Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz." [85]



“Onlara karşı bizzat mücâdele eden mü’mindir. Onlara karşı diliyle mücâdele eden mü’mindir. Onlara karşı kalbiyle (nefret duyup) mücâdele eden mü’mindir. Kalp ile mücâdelenin ötesinde (cihadı terk edenlerin) hardal tanesi kadar imanı yoktur.”[85]



“Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak (ribât) dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ’nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.”[85]



“Bir gün ve bir gece ribât (düşman karşısında cihad halinde durma; hudut nöbeti tutmak), gündüzü oruçlu gecesi ibâdetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet esnâsında vazife başında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevâbı kıyâmete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.”[85]



“Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar (murâbıtlar) dışında ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevâbı kıyâmet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur.”[85]



“Allah yolunda ribât (düşman karşısında cihad halinde durmak; hudutta bir gün nöbet tutmak) başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır.”[85]



“Allah yolunda (cihad için) yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır.”[85]



Resûlullah (s.a.s.)’in ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve:



“Keşke insanlardan ayrılıp şu dağ kısığında otursam. Ama Resûlullah (s.a.s.)'den izin almadan bunu asla yapmam, dedi. Sonra arzusunu Resûlullah (s.a.s.)'e anlattı. Peygamberimiz:



"Böyle bir şey yapma. Çünkü sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah'ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer" buyurdu.[85]



Rasûl-i Ekrem Efendimiz'e:



“Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş vardır?”



"Ona denk bir iş bulamazsınız" buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Resûlullah (s.a.s.) de her defasında



"Ona denk bir iş bulamazsınız" cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:



"Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah'ın âyetlerine hakkıyla itâat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiç bir şekilde ara vermeyen kimsenin benzeridir. "[85]



Buhârî'nin rivayeti şöyledir:



Bir adam:



“Yâ Resûlallah! Bana cihada denk bir iş gösterseniz?” dedi. Rasûl-i Ekrem:



"Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki" buyurdu; sonra da şöyle devam etti:



"Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sen de mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?" Soruyu soran kişi:



“Buna kim güç yetirebilir ki?” dedi.[85]



"Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e inanıp râzı olan kimse cenneti hak eder. " Rasûlullah’ın bu sözü Ebû Saîd'in çok hoşuna gitti ve:



“Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız” dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:



"Bir başka haslet daha vardır ki, onun sâyesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır." Ebû Saîd:



“O haslet nedir, yâ Rasûlallah?” diye sordu. Hz. Peygamber:



"Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır" buyurdu.[85]



“Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.”[85]



"Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur. "[85]



"Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar dışında her ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevabı kıyamet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur. "[85]



"Allah yolunda hudutta bir gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır. "[85]



"Allah Teâlâ kendi yolunda cihada çıkan kimseye, onu sadece benim yolumda cihad, bana îman, benim resullerimi tasdîk yola çıkarmıştır, buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi şehid olursa cennete koymaya, gâzi olursa manevî ecre ve dünyalık ganimete kavuşmuş olarak, evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyamet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur. Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları sevkedeyim, onlar da bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim."[85]



"Allah korkusundan ağlayan bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez."[85]



"İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz."[85]



"Bir kul Allah yolunda (cihad ederken) bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb–ı Hak onun yüzünü yetmiş senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır."[85]



"Bir kimse Allah yolunda (cihad ederken) bir gün oruç tutarsa, Cenâb–ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök genişliğinde bir hendek açar."[85]



“Allah Teâlâ, kendi yolunda cihada çıkan kimseye, ‘onu sadece Benim yolumda cihad, Bana iman, Benim rasullerimi tasdik yola çıkarmıştır’ buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi şehid olursa cennete koymaya, gâzi olursa mânevî ecre ve dünyalık ganimete kavuşmuş olarak evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyâmet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları sevkedeyim; onlar kendileri de bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim.”[85]



"Bir kimse gazâ (Allah için savaş) yapmadan ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan ölürse, nifaktan bir şûbe üzere (bir tür nifak üzere) ölür."[85]



"Harp hiledir."[85]



"Allah'ın adıyla gazâ edin, Allah yolunda gazâ edin, Allah'a küfredeni (Allah'ı inkâr edeni) öldürün; savaşın, ahdinizi bozmayın, ganimet malına hıyânet etmeyin; kulak, burun ve pak kesmeyin; çocukları öldürmeyin."[85]



"Rasûlullah (s.a.s.) kadınları ve çocukları öldürmekten nehyetti."[85]



Rasûlullah (s.a.s.) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:



“Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyin; Allah’tan âfiyet dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Sonra, Allah’a şöyle duâ etti:



“Ey Kur’an’ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.”[85]



“İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’  deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesnâ; iç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir.”[85]



Peygamber (s.a.s.)'e bir kimse geldi de:



"Bir kısım insanlar, ganîmet malı için savaşır, bazı kimseler de insanlar arasında adının söylenip övülmesi için savaşır, bazıları da (yiğitlikteki) mevkii, derecesi görülsün diye cihad eder. Kimileri de ırkının üstünlüğünü göstermek için veya gazabından dolayı savaşır. Şimdi, Allah yolunda cihad eden kimdir?" diye sordu. Peygamber (s.a.s.) de:



"Kim, Allah'ın kelimesi (dini, dâvâsı) daha yüce olsun diye savaşırsa, işte o, Allah yolundadır" buyurdu.[85]



“Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır.”[85]



“Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terkederse Bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir).”[85]



“Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atılıcılık ve binicilik öğrenin. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden Bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüzçevirirse, Allah’ın Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân-ı nimet etmiş olur.”[85]



“Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzâd etme sevabına denktir.”[85]



"Allah'ın ismiyle, Allah('ın yardımıy)la, Rasûlullah'ın sünneti üzerine gidin. İhtiyarları, çocukları, küçükleri ve kadınları öldürmeyin. Ganîmet malına hıyânet etmeyin, ganîmeti bir araya toplayın, ıslah edin (ifsâd etmeyin; işlerinizi düzeltin) ve iyilik yapın. 'İhsân (iyilik ve güzellik) edin. Şüphesiz Allah iyilik yapanları sever."[85]



"Bir kavim, zayıf ve yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o zayıfları onlara gâlip kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek onları (büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara musallat oldular. Böyle Allah Teâlâ'ya kavuşacakları güne kadar Allah'ı kendilerine gazap ettirdiler/kızdırdılar."[85]



“Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyâmet gününde yarasından kan akarak Allah’ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi; koku ise misk kokusudur.”[85]



“Cennet kapıları, şüphesiz kılıçların gölgeleri altındadır.” Rasûlullah’ın bu sözünü duyan bir mücâhid, kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve ölünceye kadar düşmanla savaştı.[85]



“Kim Allah’ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[85]



“Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehidlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.”[85]



“Şehidliği gönülden arzu eden bir kimse, şehid olmasa bile sevabına nâil olur.”[85]



Tepeden tırnağa silâhlı bir adam Nebî (s.a.s.)’ye geldi ve:



“Yâ Rasûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Rasûl-i Ekrem:



“Önce müslüman ol, sonra savaş” buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede şehid oldu. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:



“Az çalıştı, çok kazandı.”[85]



İmran'ın babası Eslem (r.a.)'den rivâyet edilmiştir: O dedi ki: "Biz (orayı feth etme kastıyla, savaş için) Kostantîniyye'de (İstanbul'da) bulunuyorduk. Mısır ehlinin başında, Ukbe İbn Âmir, Şam ehlinin başında da Fudâle İbn Ubeyd bulunuyordu. Rumlardan büyük bir saf, karşımıza çıkınca, biz de onlara karşı saf tuttuk. O anda müslümanlardan bir kişi, onlara açıkça hamlede bulunarak aralarına daldı, o zaman insanlar, bu zat hakkında:



"Sübhânallah! Kendini tehlikeye atıyor" diye bağırdılar. Bunun üzerine Ebû Eyyub el-Ensârî kalkarak:



"Ey insanlar! Siz bu âyeti, yani "Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın" (Bakara: 2/195) âyetini böyle te'vil ediyorsunuz ama, aslında bu âyet, biz Ensâr cemaati hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: Allah Teâlâ, dinini aziz edip İslâm'ın yardımcıları çoğalınca; Rasûlullah (s.a.s.)'ın haberi olmadan biz kendi aramızda: "Aile fertlerimizi ve mallarımızı terk ederek bu İslâm dininin yücelmesi için bu zamana kadar çalıştık; tâ ki İslâm yayıldı, Allah Teâlâ, Peygamberine yardım etti, şimdi ailemize ve mallarımıza dönüp onların arasında bulunarak zâyi olan şeylerimizi düzeltsek!" dedik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Peygamberine bu âyeti inzâl buyurarak bizim sözlerimizi reddetti. O halde, âyette geçen "tehlike"den maksadın, "cihadı bırakıp mallarımızla uğraşmamız" olduğu meydana çıktı."[85]



“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.”[85]



“Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçte ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar, ganimet elde edemez, şehid olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri âhirette tam olarak verilir.”[85]



“Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahlarını Allah bağışlar.”[85]



“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar; sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi bana: ‘Bu eşsiz ev, şehidler sarayıdır’ dedi.”[85]



“Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.”[85]



Abdullah bin Amr ibn  Harâm el-Ensârî, Uhud şehidlerindendir. Oğlu Câbir şöyle diyor: Babam öldürüldüğü zaman ağlamaya başladım, yüzündeki örtüyü açıp açıp ağlıyordum. Rasûlullah'ın ashâbı beni bırakmak istemiyorlar, fakat Rasûlullah bana engel olmuyordu. Sonra buyurdu ki:



"Ağlasan da, ağlamasan da fark etmezdi. O (baban) kaldırılıp defn olununcaya kadar melekler kanatlarıyla ona gölge yapıyorlardı."[85]



Câbir İbn Abdullah (r.a.) şöyle dedi:



“Babamın müsle yapılmış cesedi getirilip Nebî (s.a.s.)’nin önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim, fakat oradaki topluluk bana engel oldu. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla gölgeliyorlar.”[85]



"Kardeşleriniz Uhud'da vurulunca Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine (şekline) koydu. Cennetin ırmaklarına gelir, meyvelerinden yer, Arşın gölgesindeki altın kandillere gelip konarlar. Yediklerinin ve içtiklerinin güzelliğini görünce; 'Keşke kardeşlerimiz, Allah'ın bize ne yaptığını (ne ikramlarda bulunduğunu) bilseler de savaştan geri kalmasalar!' dediler. Yüce Allah: 'Ben sizin bu arzunuzu onlara duyururum' buyurdu ve bu âyetleri (Âl-i İmrân: 3/169-171) indirdi."[85]



Enes (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbn Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi’ binti Berâ, Nebî (s.a.s.)’e geldi ve:



“Yâ Rasûlallah! Bana Hârise’den haber verir misiniz? Eğer cennette ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım” dedi. Hârise, Bedir savaşında şehid olmuştu. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:



“Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs cennetindedir.”[85]                  



“İki duâ reddolunmaz veya pek nâdir reddolunur. Bunlar; ezan okunurken yapılan duâ ile savaş ânında düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duâdır.”[85]       



Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) ashâb arasında ayağa kalktı ve



“Allah yolunda cihad ve Allah’a iman etmek, amellerin en fazîletlisidir” diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:



“Yâ Rasûlallah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?” diye sordu. Rasûlallah (s.a.s.) ona:



“Evet, şayet sen sabrederek ecrini de sadece Allah’tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.s.):



“Nasıl demiştin?” diye sordu. Adam:



“Şayet ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarıma keffâret olur mu?” diye sözünü tekrarladı. Rasûlullah (s.a.s.) ona:



“Evet, şayet sen sabrederek ecrini sadece Allah’tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak, borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” buyurdu.[85]



Câbir (r.a.)’dan: Bir adam:



“Yâ Rasûlallah! Eğer Allah yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım?” dedi. Rasûl-i Ekrem:



“Cennette!” diye cevap verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı ve neticede şehid düştü.[85]



Enes (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.) ile ashâbı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir’e vardılar. Müşrikler de geldiler. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın!” Sonra müşrikler yaklaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):



“Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!” buyurdu.



Enes der ki: Ensar’dan Umeyr İbn Hümâm (r.a.):



“Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Peygamberimiz:



“Evet” dedi. Umeyr:



“Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):



“Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr:



“Allah’a yemin ederim ki yâ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok” dedi. Rasûl-i Ekrem:



“Şüphesiz sen cennetliksin!” buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından birkaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:



“Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır” diyerek elindeki hurmaları attı; sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[85]



Enes (r.a.) dedi ki: Birtakım kimseler Peygamber (s.a.s.)’e gelerek,



“Bize Kur’an’ı ve Sünneti öğretecek insanlar gönderseniz” dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm’ın da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur’an okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.s.) onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):



“Allah’ım! Bizim haberimizi Peygamberimiz’e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk; Sen de bizden râzı oldun” dediler. Bir adam, yaklaşıp Enes’in dayısı Harâm’a mızrağını sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:



“Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, cenneti kazandım gitti” dedi. Bu olay üzerine Rasûlullah (s.a.s.):



“Şüphesiz ki din kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: ‘Allah’ım! Bizim haberimizi Peygamberimiz’e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk; Sen de bizden râzı oldun!” buyurdu.[85]



Enes (r.a.) şöyle dedi: Amcam Enes İbn Nadr (r.a.) Bedir savaşına katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:



“Yâ Rasûlallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür” dedi. Uhud savaşında müslüman safları dağılınca, Enes İbn Nadr arkadaşlarını kastederek,



“Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim” dedi. Müşrikleri kastederek de,



“bunların yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim” deyip ilerledi. Derken Sa’d İbn Muâz ile karşılaştı ve



“Ey Sa’d İbn Muâz! İşte cennet. Nadr’ın Rabine yemin ederim ki, Uhud’un yakınlarından ben onun kokusunu alıyorum” dedi. Sa’d (bu olayı anlatırken):



“Ben onun yaptığını yapmaya güç yetiremedim, yâ Rasûlallah!” dedi. Hadisin râvîsi Enes, amcasıyla ilgili olayı şöyle anlatır: Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı. Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi. Enes,



“biz şu âyetin amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz” dedi:



“Mü’minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpışıp şehid oldu), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar, sözlerini asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 33/23)



Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam geldi ve:



“Yâ Rasûlallah! Bir kişi gelip malımı almak isterse ne yapayım?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem:



“Ona malını verme!” buyurdu.



“Benimle savaşmaya kalkarsa ne dersin?” diye sordu.



“Sen de onunla savaş!” cevabını verdi.



“Adam beni öldürürse?” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.):



“Sen şehid olursun” buyurdu.



“Peki ben adamı öldürürsem?” deyince, Efendimiz:



“O cehennemdedir” buyurdu.[85]



"Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yarasından kan akarak Allah'ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi, koku ise misk kokusudur."[85]



"Müslümanlardan bir şahıs, deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyamet gününde yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah'ın huzuruna gelir. Kanının rengi zağferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir. "[85]



"İnsanların en hayırlı geçim yolu tutanlarından biri, Allah yolunda atının dizginine yapışıp, onun üzerinde âdeta uçan kimsedir. Düşman geldiğine dair bir ses veya düşman üzerine hücum feryadı işittiğinde, düşmanın bulunması muhtemel yerlere atının üzerinde uçarcasına saldırıp, öldürmeyi ve ölmeyi göze alır. Bir diğeri de, bir tepenin başında veya bir vadinin içinde koyuncuklarının arasında namazını kılan, zekâtını veren ve kendisine ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eden kimsedir. İnsanlardan ancak bu şekilde yaşayan kimseler hayırdadır."[85]



Ebû Bekr İbni Ebû Mûsa el-Eş'arî şöyle dedi: “Babam Ebû Mûsa radıyallahu anh'i düşmanın karşısında durup:



‘Ben Rasûlullah (s.a.s.)’i: "Şüphesiz cennet kapıları kılıçların gölgeleri altındadır" derken işittim.’ Bunun üzerine üstü başı perişan biri ayağa kalkıp:



‘Ey Ebû Mûsa! Bu sözü Rasûlullah (s.a.s.) söylerken sen mi işittin?’ diye sordu. Ebû Mûsa:



‘Evet, ben işittim’ cevabını verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına dönüp:



‘Sizleri selâmlıyorum’ dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve ölünceye kadar düşmanla savaştı.”[85]



"Allah yolunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz."[85]



"Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır."[85]



"Sadakaların en faziletlisi Allah yolunda kurulan bir çadırın gölgesi, Allah yolundaki bir mücâhide verilen hizmetçi ve Allah yolunda bağışlanmış bir erkek devedir."[85]



Enes (r.a.)'den rivâyet edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı:



“Yâ Rasûlallah! Ben cihada katılmak istiyorum, fakat savaşabilmem için gereken malzemeyi temin edecek durumda değilim” dedi. Peygamber Efendimiz:



"Filân adama git. O, cihada katılmak üzere hazırlanmıştı; fakat hastalandı" buyurdu. Delikanlı Hz. Peygamber'in dediği kişiye gidip:



“Resûlullah (s.a.s.) sana selâm ediyor ve savaşa gitmek için hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor” dedi. Bunun üzerine adam hanımına seslenerek:



“Hanım! Savaş için hazırladığım şeyleri bu delikanlıya ver; onlardan hiçbir şey alıkoyma. Allah hakkı için onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete nâil olasın” dedi.[85]



Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s) Benî Lihyân üzerine asker gönderdi ve:



“İki erkekten biri cihada gitsin; elde edilecek sevap ikisi arasında ortaktır" buyurdu.[85]



Tepeden tırnağa silâhlı bir adam Nebî (s.a.s.)’e geldi ve:



“Yâ Rasûlallah! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Resûl–i Ekrem:



"Önce müslüman ol, sonra savaş" buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede şehid oldu. Rasûlullah (s.a.s.):



"Az çalıştı, çok kazandı" buyurdu.[85]



"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister."  Bir rivâyette: "Şehidliğin faziletini gördüğü için" denilir.[85]



"Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahlarını Allah bağışlar."[85]



Rasûlullah (s.a.s.) ashâb arasında ayağa kalktı ve



"Allah yolunda cihad ve Allah'a iman etmek amellerin en faziletlisidir" diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:



“Yâ Rasûlallah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu? diye sordu. Resûlullah (s.a.s.) ona:



"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini de sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur" buyurdu. Sonra Resûlullah (s.a.s.):



"Nasıl demiştin?" diye sordu. Adam:



“Şayet ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarıma keffâret olur mu?” diye sözünü tekrarladı. Rasûlullah (s.a.s.) ona:



"Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi" buyurdu.[85]



Bir adam:



“Yâ Rasûlallah! Eğer Allah yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım?” dedi. Rasûl-i Ekrem:



"Cennette" diye cevap verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı ve neticede şehit düştü.[85]



Rasûlullah (s.a.s.) ile ashabı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir'e vardılar. Müşrikler de geldiler. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın". Sonra müşrikler yaklaştı; bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!" buyurdu. Ensardan Umeyr İbn Hümâm radıyallahu anh:



“Yâ Resûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Peygamberimiz:



"Evet" buyurdu. Umeyr:



“Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):



"Niye öyle söyledin?" diye sordu. Umeyr:



“Allah'a yemin ederim ki, yâ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok, dedi. Resûl-i Ekrem:



"Şüphesiz sen cennetliksin" buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:



“Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır” diyerek elindeki hurmaları attı, sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[85]



Birtakım kimseler Peygamber (s.a.s.)’e gelerek, bize Kur'an'ı ve Sünnet'i öğretecek insanlar gönderseniz, dediler. Resûl–i Ekrem, içlerinde dayım Harâm'ın da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur'an okuyor, geceleri onu aralarında müzakere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.s.) onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):



“Allahım! Bizim haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de bizden râzı oldun” dediler. Bir adam, yaklaşıp Enes'in dayısı Harâm'a mızrağını sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:



“Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki, cenneti kazandım gitti” dedi. Bu olay üzerine Resûlullah (s.a.s.):



"Şüphesiz ki din kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: Allahım! Bizim haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de bizden razı oldun" buyurdu.[85]



Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı'na katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:



“Yâ Rasûlallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Taâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür, dedi. Uhud Savaşı'nda müslüman safları dağılınca, Enes İbni Nadr -arkadaşlarını kastederek-Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim, dedi. -Müşrikleri kastederek de-, bunların yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim, deyip ilerledi. Derken Sa'd İbni Muâz ile karşılaştı ve:



“Ey Sa'd İbni Muâz! İşte cennet. Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, Uhud'un yakınlarından ben onun kokusunu alıyorum” dedi. Sa'd (bu olayı anlatırken):



“Ben onun yaptığını yapmaya güç yetiremedim, yâ Resûlallah!” dedi. Hadisin râvîsi Enes, amcasıyla ilgili olayı şöyle anlatır:



“Amcamı şehit edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı. Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi.” Enes, biz şu âyetin amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz, dedi:



"Mü'minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpışıp şehit düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar sözlerini asla değiştirmemişlerdir" [Ahzâb: 33/23][85]



"Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi bana: ‘Bu eşsiz ev, şehitler sarayıdır’ dedi."[85]



Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbni Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi' Binti Berâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve:



“Yâ Resûlallah! Bana Hârise'den haber verir misiniz?” –Hârise Bedir Savaşı'nda şehit düşmüştü–



“Eğer cennette ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım” dedi. Peygamber Efendimiz:



"Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs cennetindedir" buyurdu.[85]



Abdullah İbni Ebû Evfâ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve:



"Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Resûl–i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle duâ etti:



"Ey Kur'an'ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl."[85]



"İki duâ reddolunmaz veya pek nadir reddolunur: Bunlar ezan okunurken yapılan dua ile savaş anında düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duadır."[85]



Resûlullah (s.a.s.) gazâya çıktığı zaman şöyle dua ederdi:



"Allahümme ente adudî ve nasîrî, bike ehûlü ve bike esûlü ve bike ukâtilü: Allah'ım! Benim dayanağım ve yardımcım sadece sensin. Senin sayende hareket ediyorum; senin yardımın sayesinde düşmana hücum ediyorum; senin verdiğin güç ve kuvvet sayesinde düşmanla savaşıyorum."[85]



Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir topluluktan endişe duyduğu zaman şöyle duâ ederdi:



"Allahümme innâ nec‘alüke fî nühûrihim ve ne‘ûzü bike min şürûrihim: Allahım! Senin korumanı onlara karşı siper ediniyoruz. Onların şerlerinden sana sığınıyoruz."[85]



"Kıyâmet gününe kadar atların alınlarına hayır düğümlenmiştir."[85]



"Kim Allah'a gerçekten inanarak ve vaadine gönülden bağlanarak O'nun yolunda cihad etmek için at beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır."[85]



Bir adam, Nebî (s.a.s.)'e yularlanmış bir deve getirdi ve:



“Bunu Allah yolunda bağışladım, dedi.” Rasûlullah (s.a.s.):



"Bunun karşılığı olarak sana kıyamet gününde hepsi yularlanmış yedi yüz deve verilecektir" buyurdu.[85]



"Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır."[85]



"Yakında size bir çok yerlerin fethi nasip olacaktır. Allah size yeter. Sizden biriniz oklarıyla tâlim yapmaktan bıkıp usanmasın."[85]



"Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terkederse bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir)."[85]



"Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân-ı nimet etmiş olur."[85]



"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzat etme sevabına denktir."[85]



"Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere ölür."[85]



Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile bir gazvede beraberdik. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:



"Şüphesiz Medine'de birtakım insanlar var ki, siz bir yolda yürür veya bir vadiyi geçerken sanki sizinle beraberdirler. Onları hastalık alıkoymuştur."[85]



Bir rivayette şöyledir:



"Onları geçerli mazeretleri alıkoymuştur."[85]



Bir başka rivayette ise şöyledir:



"Onlar sevapta size ortak olurlar."[85]



Nebî (s.a.s.)’ in yanına bir bedevî geldi ve:



“Yâ Rasûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor. Bir rivâyete göre: Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor. Bir başka rivayete göre: Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):



"Kim Allah'ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır" buyurdu.[85]



"Cihada çıkan bir birlik veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçde ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar, ganimet elde edemez, şehit olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri ahirette tam olarak verilir."[85]



"Gazve dönüşü de sevap açısından gazveye gidiş gibidir."[85]



"Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır."[85]



Ebû Hakîm de denilen Ebû Amr Nu'mân İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:



“Rasûlullah (s.a.s.) ile bir arada bulundum. Gündüzün evvelinde harbe başlamadığı zaman, savaşı güneşin öğleden sonra batı tarafa yöneldiği, rüzgârların esip ilâhî yardımın ineceği vakte kadar ertelerdi.”[85]



"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşılaştığınız zaman da sabır ve sebat gösteriniz."[85]



"Harp hileden ibarettir."[85]