CİFR HESABI

Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced* hesabına yakın bir ilmin adıdır. Kelime olarak; sütten kesilmiş oğlak veya kuzu derisi anlamında olan "çefr"den gelmektedir.



Şiîler arasında çıkmış, daha sonra bu kültürün etkisiyle tasavvufa yakın veya mutasavvıf bazı Sünnî âlimlerin de itibar ettiği bir hesap olmuştur. Şiîler, Kur'an'ın batınına dair Hz. Ali' nin bir tefsirinin bulunduğunu, bu tefsirin gizli ilimler ihtiva ettiğini ve içinde Ehl-i Beyt'ten olanlar için, kıyamete kadar gelecekte vukû bulacak dinî ve siyasî bütün olayların yazılı olduğuna inanırlar. Bazıları ise; Hz. Ali' nin değil de, Ca'fer es-Sadık'ın böyle bir kitabının bulunduğunu söylerler. Kitap, sütten kesilmiş oğlak ya da kuzu derisine yazılı olduğu için ona "cefr" denilmiştir. İbn Haldun, bu kitapla ilgili rivayetlerin asılsız olduğunu söyler (İbn Hâldun, Mukaddime, Beyrut (t.y) 334). Gerçekten, bu ilmin İslâm'da aslı yoktur. İmâmiyye, Ehl-i Beyt'in kazanılmış ilimler yanında Hz. Peygamber'den intikal eden Allah vergisi ilimlere de vakıf olduğuna "Peygamber (s.a.s.)'ın bu ilmi Ali'ye verdiğine; Ali'den de Hz. Hüseyin'e, ondan, oğlu Ali Zeynelâbidîn'e ondan Muhammed Bâkır'a, ondan da Ca'fer-i Sadık'a geçtiğine inanır. Bu ilme cifr ilmi diyorlar. Ca'fer-i Sadık'ın, cifri; "o, deriden bir kaptır; onda peygamberlerin ve İsrâiloğulları bilginlerinin bilgisi vardır" şeklinde tarif ettiği söylenir" (Süleyman Ateş, İşarî Tefsir Okulu, Ankara 1974, 47).



Zamanla bu kitapta ayrı ayrı harfler rumuz gibi kullanılarak, bunlardan ahkâm çıkarma itikadı doğdu ve bu sûretle "İlmu'l-cefr" tabiri "İlmu'l-Hurûf" manasına kullanılır oldu. Dolayısıyla cifr, sadece istikbale ait bir keşif iken, sonraları harflerin rumuz ve sayılarına dayanarak geleceğe dair hüküm çıkarmak demek olan. Hurufiliğe dönüşmüştür. Bu da harflere sayısal değerler atfetmek suretiyle istikbalden haber vermek usûlüdür. Ebced hesabı* diye isimlendirilen bu ilme göre "ebced, hevvez, huttî, kelemen.." kelimelerinde ilk harfin değeri bir, ikinci harfin değeri iki... şeklinde onuncuya kadar harflerin değeri birer birer artırılır. Onuncu harften itibaren sırasıyla harfler onar onar arttırılır. Yüz değerini taşıyan harften itibaren de her harfin değeri yüzer yüzer artırılır. Böylece son harf bin değerindedir. Cifre ve gaybı bilmeye dair sahih bir dayanak yoktur.



Eğer buna dair ilmî bir dayanak olsaydı elbette gelişir ve herkes bunu öğrenirdi. Allah hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere ahiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir.



Araştırmacı ve titiz âlimler "Cümmel esâbı" diye de isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el-Askalânî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söyler. İbn Abbâs'ın da, bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir (Subhi es-Salih, Kur'an İlimleri Çev. M. Sait Şimşek, Konya (t.y.) s. 188-189).



M. Sait ŞİMŞEK



CİHAD



Cihad; Anlam ve Mâhiyeti



Cihâd: ‘Cehd’ veya ‘cühd’ kökünden türeyen ‘cihâd’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad kelimesi Kur’an’da farklı formlarda kırk bir yerde geçmektedir.



Cehd veya cühd, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir.



Aynı kökten türeyen ‘cihad veya mücâhede’ sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.



Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez. Mü’min, kendine zarar vermek üzere saldıran düşmanlarına karşı koymaya çalışır, onların zararlarını uzaklaştırmada gayretli olur.



Mü’minlerin kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılanına ‘cihad’, ruhsal olanına ‘mücâhede’, fikir ve İslâmî ilimlerde yapılanına da ‘ictihad’ denilir.



“Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarfetmek” anlamlarına gelen ‘cihad’, her üç mânâyı da içerisine almaktadır. Allah yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yükselsin diye gösterilen gayretler, O’nun dini İslâm’ı savunmak için ortaya konan çabalar tümüyle ‘cihad’ diye nitelendirilir. Bununla birlikte; bedeniyle, organlarıyla, malıyla cihad edene veya mânevî yönünü olgunlaştırmak için çaba sarfedene ‘câhid’ ve ‘mücâhid’, İslâmî hükümleri ortaya koymak için gayret edene de ‘müctehid’ denilmektedir.



Mü’minin, Allah tarafından kendisine emânet olarak verilen bedeni, malı ve zihinsel imkânları Allah yolunda harcaması, İslâm yolunda kullanması cihaddır.



Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi ‘cihad’ bir saldırı değil, olabilecek bir saldırıya karşı yapılan bir savunmadır. Bu saldırıyı savabilmek üzere çaba göstermek, çalışmaktır. O bir anlamda insanın mutluluğuna giden yoldaki engelleri kaldırmaktır. Kur’an, “cihad” kavramı ile fiilî savaş olan “kital” kavramını ayrı ayrı kullanmaktadır.[85]



Cihad Saldırı mıdır?



İslâm’ın yanlış anlaşılan emirlerinden biri de cihaddır. Özellikle Batılı araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâm’ın bu saldırı yoluyla yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddiâ ederler. Müslümanlar sözkonusu olunca, yerli-yersiz ve doğru-yanlış tezler ileri süren Batılılar “cihad”ın müslümanlar tarafından saldırı amacıyla kullanıldığını ve bunu da “holy war” yani “kutsal savaş” şeklinde anladıklarını ileri sürerler.



Cihadın anlamı ve işleyiş şekli yakından incelense, cihada izin verilen şartlara yeniden bakılsa, durumun iddiâ edildiği gibi olmadığı görülecektir. Cihad kavramının karşılığı ‘savaş’ kelimesi değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü arasında hem nitelik hem de nicelik farkı vardır. Savaş, salt askerî harekât olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerî operasyon da dâhil  İlâhî hedefler uğruna gösterilen bütün çabaları içerisine alır. Bu demektir ki cihad; kutsal bir gâye uğruna ortaya konulan her türlü fikrî, fiilî ve kalbî çalışmanın ortak adıdır.



İslâm’a göre; “dinde zorlama yoktur” (Bakara: 2/256). Yani insanlar diledikleri dini seçebilirler. İnandıkları din ne kadar yanlış ve saçma olsa bile, bu konuda zorlama söz konusu olamaz. Çünkü inanma bir gönül işidir. Bir şeyin doğruluğu ve hak oluşu ancak akıl ve kalp ile kabul edilir; silâh zoruyla kimseye bir şey sevdirilemez. Üstelik, Allah (c.c.) insanlara irâde hürriyeti vermiştir. Onlar, hak ile bâtıl arasında seçim yapma hakkına sahiptirler. Bu seçimlerinin sonucu tamamen kendilerini ilgilendirir. Herkes neticesine katlanmak şartıyla bâtılı da seçebilir; kişilerin cehenneme gitme tercih ve özgürlüğü de vardır.



Ancak, bazı insanlar kendi halinde bir din seçmekle kalmayıp başkalarına zorla kendi dinlerini benimsetmeye çalışırlar. Kimileri, insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak ister. Kimileri İslâm’ın dâvetinin önünü kesmeye, insanların İslâm’a ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle insanları kandırmaya, hak yoldan saptırmaya, Allah’ın indirdiklerini bırakıp zulümle yönetmeye, halkın gönüllerini işgal etmeye çaba gösterirler. Bazıları da, müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp topraklarını işgal etmek, insanlarını yönetimleri altına almak isterler. İşte bu gibi durumlarda “cihad” gündeme gelmektedir.



Müslümanlara veya onların yaşadıkları topraklara düşmanları saldırdığı zaman, müslümanlar sessiz mi kalsın? Allah’ın dinine hakaret edilirken, insanlar zorla veya hile ile İslâm’dan uzaklaştırılırken; müslümanlar hiç bir şey yapmasın mı? Birtakım zâlimler, halka, zayıf bırakılmışlara zulmederken, müslümanlar başlarını kuma mı gömsünler? Güçlüler ve zenginler yeryüzüne istedikleri gibi yön versinler, fitneyi artırsınlar, insanları sömürsünler, onların zenginliklerini yağmalasınlar ama müslümanlar aldırmasınlar mı? Allah’a kul olmak isteyen nice iyi niyetli insanın önüne şeytanî tuzaklar kurulsun da, müslümanlar kıllarını kıpırdatmasınlar, bu doğru olur mu?



Kaldı ki cihad yalnızca mü’minlerin dış düşmana karşı yaptıkları bir savunma değildir. Cihad, aynı zamanda kişinin kendi nefsinin kötü isteklerine karşı direnmesi, İblisin kandırmalarına karşı koymasıdır. Bu ise mü’minin hayatı boyunca yapması gereken bir ‘mücahâde’dir. Çünkü gerçek müslümanlık, ancak şeytana uymamakla, nefsin kötü emirlerine karşı çıkmakla yerine getirilir. Müslümanların kendilerini, dinlerini ve vatanlarını korumak için onlara farz kılınan cihad emrini yanlış anlayanlar, cihadsız bir İslâm istiyorlar. Onlar, yeryüzünde diledikleri gibi at koşturacaklar, istediklerini yapacaklar, hatta müslümanlara yön vermeye kalkışacaklar, ama müslümanların bir tepkisi olmayacak. Böylesine sessiz, tepkisiz, pısırık bir din istiyorlar.



Şeytan ve onun yardımcıları olduğu ve bazı insanların yeryüzünü ifsat etmeleri, azıp sapmışların çıkardıkları fitne (bozukluk, isyan, kâfirlik) devam ettiği müddetçe, cihad da var olacak, cihada ihtiyaç duyulacaktır. Kıyâmete kadar kıyâm ve cihad ateşi yanmaya devam edecektir. [85]



Cihadın Amacı ve Kapsamı:



Cihadın gâyesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmektir. Hak bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır. İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâm’ı tanımalarına fırsat vermektir.



İslâm savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiçbiri İslâm’da yoktur. İslâm, savaşı, ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insanî hedeflerin gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metod olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Başkalarının savaşları özünde profandır. O harpler dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâm’ın cihadı Allah rızâsı için yapılır ve özünde âhirete âit boyut vardır.



Bu anlamda cihad, bir ibâdettir. Çünkü cihad İslâm’ı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saâdetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanları zulmün ve tuğyânın karanlıklarından, İslâm’ın aydınlığına bir dâvettir. İnsanlara o nûru ulaştırma faâliyetidir. Bu nedenle cihada bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönüllerini  İslâm’a ve onun güzelliklerine açma çabası.



İslâm dâvetinin amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rableşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamak ve onları  huzura, mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddî veya mânevî engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmî odaklar tarafından tezgâhlanabilir.



Günümüzde insanlık, mesâfelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü.



Cihad faâliyeti, saâdetin ta kendisi olan İslâm’la insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, örülen duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen hakla ve bunun sonucu iki dünya mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini İlâhî güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar cihad faâliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâm’ın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar. Onlar İslâm’ın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu dâvâyı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da ‘vahy-i metluv -okunan vahiy-’ olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar.[85]



Görüldüğü gibi cihadın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilî cihad dediğimiz ‘kıtâl/savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek, zâlimlerin zararlarına engel olmak; İslâm’a inananların hem hakkı hem de görevidir. Cihad faâliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak bir ortamı da hazırlar.



Kur’an-ı Kerim, cihad ve savaş kavramlarını tamamen “Allah yolunda cihad” (fî sebîlillâh) şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızâsının dışına çıkan bir savaş İslâm’ın emrettiği cihad değildir.



Hz. Muhammed (s.a.s.)’in bütün peygamberlik hayatı, bir cihad faâliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların İslâm ile iki dünya saâdetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; cihad ibâdetinin boyutlarını gösterir.



Ancak “canla cihad/kıtâl”, İslâm tarihinde ilk defa Peygamberimizin ve müslümanların Medine’ye hicret edip bir toplum ve devlet kurmalarından sonra farz oldu. Bilindiği gibi Mekkeliler, müslümanları İslâm’dan döndürmek için her yolu denediler, başaramayınca onları Mekke’den sürüp çıkardılar. Bununla da kalmayıp onları Medine’de de öldürmek, yok etmek için ordular hazırladılar. Böyle bir ortamda müslümanlara kendilerini savunmak için ‘kıtâl-savaş’ izni verildi. Nefisle/canla cihadın müslümanlara farz kılınış şekli, cihad anlayışını ortaya koymaktadır. Bu konuyu yanlış anlamak isteyenlere de net bir cevap vermektedir.[85]



Müslümanlar savaş istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çaba gösterirler. [85]



Cihadın Fazileti:



Allah, kendi yolunda cihad etmeyi emrediyor. Bu yolda canlarıyla ve mallarıyla çalışanları övüyor.[85] Allah yolunda mücâdele eden mücâhidelerin dereceleri, evlerinde oturanlardan daha yücedir.[85] Peygamberlerle beraber Allah yolunda yılmadan, gevşemeden mücâdele eden sabırlı Rabbânîleri sever.[85] Allah yolunda cihad edenler ‘şehid’ olabilirler ama onlar ölmezler, Allah katında diridirler.[85]



Peygamberimiz (sas.) sayısız hadislerinde cihad etmenin, Allah yolunda çaba harcamanın çok sevap olduğunu haber vermektedir:



“Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (cc) onun sebebiyle (mücahidi) hüzün ve kederden korur.”[85]



Ebu Sa’id (ra) anlatıyor; Rasûlüllah (sav)’a bir gün şöyle sordular:



“- Ey Allah’ın Rasûlü! Insanların en faziletlisi kimdir?” Şu cevabı verdi:



“- Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden mü’min kişi.”       



“- Sonra kim?” diye tekrar soruldu. Bu sefer;



“- Issız köşelerden bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları kendi kötülüklerinden koruyan kimsedir” şeklinde cevap verdi.[85] 



“Kim ki cihad etmeden veya cihad etme arzusunu duymadan ölürse münafıklar gibi ölmüş olur.”[85]



Allah yolunda cihad edenler ‘şehid’ olurlar ve onlar ölmezler, Allah katında diridirler.[85]



Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:



"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe: 9/111)



"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur." (es-Saf: 6/10-12).



Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur:



"Rasûlullah'a:



"-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu.



"Allah'a ve Peygamberine iman etmektir." dedi.



"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi:



“Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra



"hangisidir?" sorusuna karşı da:



"-Makbûl olan hac'dır," buyurdu."[85]



Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a:



-Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum.



–“Vaktinde kılınan namazdır”, dedi.



-Sonra hangisidir? dedim.



“-Anne ve babana iyilik etmendir”, buyurdu.



Sonra hangisidir? sorusuna da:



“-Allah yolunda cihaddır”, cevabını verdi."[85]



Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir:



"-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim.



"Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır." buyurdu.[85]



Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve:



"-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah:



"-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir." buyurdu.[85]



Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:



"Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır."[85]



"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz."[85]



 



Neye Karşı Cihad?



Cihad üç şeye karşı yapılır:



1- Açık bir düşman saldırısına karşı,



2- Şeytanın hilelerine karşı,



3- Nefsin şeriata aykırı isteklerine karşı.



Açık bir düşmana karşı cihadın da iki yönü vardır:



a- Mü’minlere saldıran kâfirler ve münâfıklara karşı; Bunlarla cihadın da kolaydan zora doğru dört aşaması vardır:



1- Gönülden râzı olmama,



2- Onların yaptıklarına karşı çıkma, dil ile kötülüklerini önlemeye çalışma,



3- Mal ve diğer meşrû maddî araçları kullanarak onların zararlarını savma çabası,



4- Son olarak bedenle, el ve diğer araçlarla onların saldırılarını ve zararlarını önlemeye çalışma, yani kıtâl/fiilî savaş.



b- Zâlimlere karşı cihad; Zâlimin yanında hak olan şeyi söylemek, onun zulmüne engel olmaya çalışmak bir cihaddır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, “bizi bu zâlimlerden kurtarın diye yalvaranlar uğruna cihad edin” (Nisâ: 4/75) diye emrediyor. [85]



 



Genel Olarak Cihad:



Hz. Âdem (as)'dan itibaren bütün peygamberler, insanları, Allahû Teâla (cc)'ya teslim olmaya ve yüklendikleri emâneti edâ etmeye dâvet etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerım'de: "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) emâneti sırtına yüklendi." (Ahzab: 33/72) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu âyette geçen emanetin, Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin tamamına verilen bir isim olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.[85] İbn-i Abbas (ra)'dan gelen rivayette de, şu noktalar üzerinde durulmuştur: "Emânet Allahû Teâla (cc)'ya taattır, kulluktur. Hz. Âdem (as), Allah (cc)'a emânetin ne olduğunu sormuş, O da: "İyilik edersen mükâfat , kötülük edersen ceza görürsün" buyurmuştur. Hz. Âdem (as) kendi rızasıyla emâneti yüklenmiştir."[85] Fıkıh usûlünde emânet Allahû Teâla (cc)'nın gerek kendi hukuku, gerek yarattıklarının hukuku ile ilgili insanlara yüklendiği vazifelerin tamamına verilen bir isimdir.[85] Emanetin tabiî sonucu olan cihad, salih bir amel ve ibadettir.



Cihad Arapça bir kelime olup, cehd veya cühd kökünden gelir. Lugatta: "Güç ve gayret sarfetmek, meşakkat, amelde mübalağa etmek ve zahmet (eziyyet)" gibi mânâlara gelir.[85] İslâmî ıstılâhta "Allahû Teâla (cc)'nın dini için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla elden gelen güç ve gayreti sarfetmeye cihad denilir."[85] tarifi esas alınmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: “Müşriklerle, malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz.”[85] buyurduğu bilinmektedir.



Cihad kelimesi (terim olarak); küffarla savaş sırasında gayret sarfetmek mânâsına kullanıldığı gibi, nefis, şeytan ve fasıklarla mücadele için de kullanılır. Şimdi bu nokta üzerinde kısaca duralım. Hz. Câbir (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, nefisle cihadın önemi belirtilmiştir. Hadis-i şerif şudur: "Peygamber (sav) bir gazadan geldi de,



`Hoş geldiniz!.. Ama küçük cihaddan büyüğe geldiniz' buyurdular. Ashab



`Büyük cihad nedir?' diye sordu. Rasûlullah (sav):



`Kulun hevâ ve hevesi ile mücadelesidir.' buyurdu."[85]



Mükellefin (teklife muhatab olan insanın) kendisini Allahû Teâla (cc)'ya ibadetten alıkoyan her şeyi terketmesine zühd denilmiştir. Hevâ ve heveslerini bir kenara bırakıp, ihlasla ibadet eden kimseye zâhid denilir. Abdullah İbn-i Mesûd (ra)'dan rivayet edilen şu hadis-i şerif, Resûl-i Ekrem (sav)'in dünya hayatını nasıl değerlendirdiğinin bir belgesidir:



"Rasulullah (sav) bir hasır üzerinde uyumuşlardı. Uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine



`Ya Rasulallah!.. Size bir yatak tedarik etsek olmaz mı?' dediler. Rasulullah (sav):



`Benim dünya ile ne işim var? Ben dünyada bir ağaç altında gölgenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.' buyurdu."[85]



Zühd ve takva hayatını esas alan her mü'minin; Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetine riayet etmesi ve cihadın bütün unsurlarını edâya çalışması şarttır. Nefisle cihadı; insanın hevâ ve hevesleriyle mücadelesi şeklinde vasıflandırmak mümkündür.'



Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Hep beraber sulhû selâma girin!.. (Sakın) şeytanın adımları ardına (itaat ederek, izine) düşmeyin. Çünkü o (şeytan) sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Bakara; 2/208) buyurulmuştur. Dolayısıyla şeytanı açık bir düşman bilmek ve onun ordusuyla (hizbu'ş şeytanla) cihad etmek farzdır. Gerek nefisle, gerek şeytanla yapılacak cihad'da, kalbin ameli ön plandadır.



Muttaki bir mü'min diliyle de cihad etmek durumundadır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a andolsun ki; siz ya iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız, ya Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz, fakat dualarınız kabul edilmez.”[85] buyurduğu bilinmektedir. Fukaha emr-i bi'I-ma'ruf ve nehyi ani'I-münker'in cihad olduğu hususunda müttefiktir. İhtilâf edilen husus; "iyiliklerin emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması ilim, kuvvet ve ihtisas isteyen bir konudur. Dolayısıyla bu hizmetin her mükellef tarafından yapılıp yapılamayacağı" meselesidir.[85]



İbn-i Abidin Reddü' l-Muhtar isimli eserinde: "Cihadın fazileti pek büyüktür. Nasıl büyük olmasın ki; bir müslüman bu sayede Allah'a yaklaşmak için onun uğrunda nefsine meşakkatlerin en ağırını yüklemekte ve aziz varlığı olan canını fedâ etmektedir. Bununla beraber nefsini devamlı olmak üzere ibâdet ve taatlara hasreder, onu hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan men etmek cihaddan da güçtür."[85] diyerek, önemli bir inceliğe işaret etmiştir.



Silâhlı mücadeleye (kıtal) gelince; muhakkak ki bu cihadın en üst şubesidir. Resûl-i Ekrem (sav) fiilen savaşa çıkmış ve küfrün önderlerinden Ubey b. Halef’i mızrağıyla vurmuştur. Savaş meydanlarında yiğitliğin ve cesaretin mahiyetini ortaya koymuştur.



Kelime-i Şehadet getiren her mü'min, hakimiyetin kayıtsız ve şartsız Allahû Teâla (cc)'ya ait olduğunu ikrar ve tasdik etmiştir. Bu ikrar ve tasdik, tabii olarak, ihlasla Allahû Teâla (cc)'ya ibadeti beraberinde getirir. Cihad da bir ibadettir.



Kur'ân-ı Kerîmde: "Müşrikler sizinle nasıl topyekûn harp ediyorlarsa, siz de onlarla topyekûn harp ediniz." (Tevbe: 9/36) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması: "Müşriklerle ve kâfirlerle yapılması emredilen cihad'ın sebebi, onların müslümanlara karşı savaş açmış olmalarıdır. Dolayısıyla cihad, kâfirlerin meydana getirdiği fesadı ortadan kaldırmak ve mukavemetlerini kırmak için meşrû kılınmıştır."[85] hükmünde ittifak etmiştir. Müslümanlar yeryüzünde haksız yere insan kanının dökülmesini ve fesadın yayılmasını kabul etmezler.



Şurası muhakkaktır ki; Ömer Nasûhi Bilmen (rha)'in tâbiriyle "Din-i İslâm cihanşûmül bir dindir. Kendi müntesiplerinin tam bir istiklâl dairesinde yaşamalarını bir gaye bilir."[85] Mustevli kâfirlerle ve (kan içici) müstekbirlerle sürekli savaşı gündemde tutmak ve bunun farz-ı ayn olduğunu ilân etmek zaruridir. İmam-ı Serahsi: "Cihaddan maksad, müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme (edâ edebilme) imkânına kavuşmalarıdır"[85] diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir.



Allahû Teâla (cc)'nm indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hüküm icad eden tâğûtî güçlerle savaşmak bir ibadettir. Bu ibadeti terketmenin vehâmeti ve azabı ağırdır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Herhangi bir müslüman gaza yapmadan (savaşmadan) ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, nifakın bir şubesi üzerine ölür."[85] buyurduğu bilinmektedir. Emperyalist ve müstevli kâfirlere karşı cihad farz-ı ayndır. Bu asla unutulmamalıdır. [85]



Cihadsız Hayat, Yaşanmamış Demektir



Arapça "cihad" kelimesi bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "(Kutsal) Savaş" ile eş anlamlı değildir, bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her tür çabayı içerir. Mücâhid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır; o kadar ki hayatını bile bu yolda fedâ etmekten kaçınmaz. Böyle bir kimsenin çabası ve gayreti teknik olarak cihaddır. Buna karşı, bir müslüman tüm bunları Allah'ın ortaya koyduğu hayat biçimini hâkim kılmak ve O'nun kelâmını yüceltmek için belli ahlâkî sınırlamalar dâhilinde, Allah yolunda yapmak zorundadır. Müslüman cihad ederken bundan başka bir gâyeye sahip olmamalıdır. İşte bu şekilde, müslümanın cihadının "kâfirleri ortadan kaldırmak için açılmış genel bir savaş" olmadığı açığa kavuşur.[85]



Cihad, İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifâde ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-mânevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.



İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:



"Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı." (Bakara: 2/216).



"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın." (Bakara: 2/193).



"Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız." (Tevbe: 9/29).



"Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (Tevbe: 9/36).



Hz. Peygamber (s.a.s.) de: "Cihad kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır"[85] buyurmuştur.



Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifâyedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gâyesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, nâmus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifâye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder.



Cihâdın gâyesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızâlarıyla müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır.



İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saâdet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşerî sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumul/evrensel bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, bâtılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber, kendisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad"[85] buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gâzîlik ve şehidlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok âyet ve hadis vardır.



Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz.”[85] buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar.



"Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter." (el-Enfâl: 8/64)



İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara[85] verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara[85], Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı[85], yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak[85] gayesi ile meşrû kılınmıştır.



Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.



Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:



a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.



b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.



c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır.



Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:



“Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır." (el-Hucûrât: 49/15)



Hz. Peygamber (s.a.s.) ise şöyle buyurmuşlardır:



"Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz. Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur"[85]



"Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder."[85]



İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir." (el-Bakara: 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. "Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi..." (el-Hacc: 22/39). Bu izin Medine döneminde olmuştur.



Ayrıca Allah Teâlâ'nın "Allah uğrunda gereği gibi cihad edin." (el-Hacc: 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. "Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır." (el Hucurât: 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz[85]:



Cihadın Araçları-Çeşitleri:



Cihadın araçlarını şöyle sayabiliriz:



1- Nefs'e Karşı Cihad:



Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz."[85] Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. "Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir."[85] hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir.



Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir.[85]



Müslümanın kendi aşırı isteklerini sınırlamak için çaba göstermesi, takva sahibi olması, nefse karşı yapılan cihadtır. [85]



2- İlim İle Cihad:



Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir.



Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur:



"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir." (en-Nahl: 16/125).



Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak: "Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et." (el-Furkan: 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:



"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır."[85]



Cahillik, kötülüklerin kaynağıdır. Hakkı ve O’nun güzel yolunu tanıyan kötülüklere düşmez. Kötü insanlara ve zalimlere doğru bilgi ve Kur’an’ın hikmetleri, güzellikleri ulaştırılırsa, onların kötülüğü azaltılabilir. [85]



3- Mal İle Cihad:



Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir.



Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır.



Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:



"İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir." (el-Enfal: 8/72)



"...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır." (et-Tevbe: 9/41)



"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır." (en-Nisâ: 4/95) [85]



Mü’min sahip olduğu imkanları Allah yolunda harcayabilir, Allah yolunda çalışanlara, kötülükle savaşanlara destek olabilir. [85]



4- Dil İle Cihad:



Mü’min elinden geldiği kadar günah ve kötü olan işleri ortadan kaldırmak, kötü insanları kötülüklerden vaz geçirmek için diliyle anlatır, öğüt verir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:



“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.”[85]



Umretü’l Kaza sırasında Abdullah b. Revâha (ra)’nın Hz. Muhammed (sav) huzurunda Kureyşlileri hicveden şiir okumasını Hz.Ömer (ra) hoş karşılamayarak engel olmuştu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) ona şöyle demişti:



“Ey Ömer, Abdullah’ı serbest bırak, onun hicivleri Kureyş’i oktan daha çabuk etkilemekte, yaralar açmaktadır.”[85]



Dil ile cihad; her türlü ilmí ve edebí çalışmaları, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini, karşı tez geliştirmeyi, zararlı propagandalara cevap vermeyi, düşünsel ve bilimsel alanda yetkin bir mücadeleyi de kapsar. Bunun metodu ve araçları zamana ve şartlara göre değişebilir. Allah’ın diniyle mücadele edenlerin şeytaní hileleri bilinip ona göre çalışma yapılmalı. Günümüzde çok yaygın hale gelen meşru eğitim ve iletişim araçları insanların gönüllerini İslâma ısındırmak, onların yüreklerine İslâmın diriltici soluğunu ulaştırmak amacıyla kullanılabilir. [85]



   



5- Beden İle Cihad:



Cihad, müslümanlara farzdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir.



Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:



"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara: 2/190)



Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir. [85]



Mü’min gerekirse bedeniyle, canıyla Allah yoluna çıkar, çalışır, çaba sarfeder, Allah adını yüceltmek için gayret eder. Canını Allah yolunda vermekten çekinmez.



Mü’minler İslâma aykırı olmayan bütün araçları kullanarak; bugün özelde müslümanları, genelde bütün insanlığı tehdit eden, onların mutluluğuna engel olan kötülüklerle mücadele etmeli ve insanlara İslâmın güzelliklerini ulaştırmalıdırlar. İnsanlığın gerçekten bu çabaya, bu çalışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır. [85]



Savaşsız Bir Dünya Mümkün müdür?



Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:



"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz." (el-Bakara: 2/216).



"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir." (el-Ankebut: 29/6).



İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de:



"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir." (el-Hac: 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir.



Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:



"Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. Allah'a güven ve dayan. Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter. Seni yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfâl: 8/63).



İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:



"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin." (el-Bakara: 2/194).



Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ'nın:



"Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl: 16/91)



"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur. [85]



Cihadın Gerekliliği:



Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır.



Cenâb-ı Hak:



"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl: 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir.



İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.



Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir.



Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır."



Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur.



Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir.



İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz.[85]



Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır:



İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.



Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır.



Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslâm'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez.



"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ: 4/76).



Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. İşte İslâmî cihad budur. [85]



Kur'ân-ı Kerim'de Cihad Kavramı



Cihad kelimesi Kur’an’da farklı şekillerde kırk bir yerde geçmektedir. Bunlardan 33’ü kavram anlamındaki cihadla ilgilidir. Mü’minler Allah yolunda, kâfirler ise tâğut yolunda savaşırlar.[85] Allah, kendi yolunda cihad etmeyi emretmektedir.[85] Bu yolda canlarıyla ve mallarıyla çalışanları övmektedir.[85] Allah yolunda mücâdele eden mücâhidlerin dereceleri, evlerinde oturanlardan daha yücedir.[85] Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin dereceleri çok yüksektir, mükâfâtları boldur.[85] Allah, peygamberlerle beraber Allah yolunda yılmadan, gevşemeden cihad eden sabırlı Rabbânîleri sever.[85] Mü’minler, dünyayı, içindekileri, meskenleri cihaddan çok severlerse, Allah onlara cezâ verir.[85] Allah (c.c.) cihad emri ile mü’minleri imtihan etmektedir.[85] Allah yolunda cihad edenler ‘şehid’ olabilirler ama onlar ölmezler, Allah katında diridirler.[85] Silâhlı/canla cihad, bize harp açanlara[85], verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara[85], Allah'a ve âhiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı[85], yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak[85] gâyesi ile meşrû kılınmıştır.



"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah ğafûr ve rahîmdir." (Bakara: 2/218)



"Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Âl-i İmrân: 3/142)



“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler; boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân: 3/146)



“İki ordunun karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, Allah’ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, mü’minleri ayırdetmesi ve münâfıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: ‘Gelin, Allah yolunda çarpışın; yahut karartınızla düşmana gözdağı olun’ denildiği zaman, ‘Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik’ dediler. Onlar o gün, imandan çok kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların gizledikleri niyeti çok iyi bilir. (Evlerinde) Oturup da kardeşleri hakkında, ‘bize uysalardı öldürülmezlerdi’ diyenlere, ‘eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!’ de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân: 3/166-170)



“Bir kısım insanlar mü’minlere, ‘düşmanlarınız size karşı toplandılar; aman sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha artırmış ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir’ demişlerdir.” (Âl-i İmrân: 3/173)



“Rableri, onların duâlarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah, mükâfatın en güzeli kendi nezdinde olandır.” (Âl-i İmrân: 3/195)



“Ey iman edenler! İhtiyatlı davranın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut (gerektiğinde) topyekün savaşın.” (Nisâ: 4/71)



“O halde, dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya gâlip gelirse Biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisâ: 4/74)



“Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Buna hakkınız yok!)” (Nisâ: 4/75)



“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” (Nisâ: 4/76)



“Kendilerine ‘ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin’ denilen kimseleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca içlerinden bir grup insanlardan, Allah’tan korkar gibi, yahut daha fazla bir korku ile korkmaya başladılar da; ‘Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi, yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?’ dediler. Onlara de ki: ‘Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır, size kıl kadar haksızlık edilmez. Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!...” (Nisâ: 4/77-78)



“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Mü’minleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezâsı daha şiddetlidir.” (Nisâ: 4/84)



“Ancak, kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin)den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesnâ. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve barışı size bırakırlarsa bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yol(a girme hakkı) vermemiştir. Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar(daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh işini size bırakıp ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.” (Nisâ: 4/90-91)



"Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'sen mü'min değilsin' demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Mü'minlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vaad etmiştir; ama mücâhidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Nisâ: 4/94-96)



“Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız’ dediler. Mûsâ: ‘Rabbim, ben kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum; bizimle bu fâsık/yoldan çıkmış toplumun arasını ayır’ dedi. Allah: ‘Öyleyse orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen de fâsık/yoldan çıkmış toplum için üzülme’ dedi.” (Mâide: 5/24-26)



“Allah ve Rasûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanlar