Peygamberimiz'in Af ve Müsâmahası

Kur’an, Peygamberimize de affedici olmasını  öğütlemektedir:



“Sen affı tercih et, ma’rûfu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf: 7/199).



“Allah’ın rahmeti sebebiyle sen, onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla müşâvere et (onlara danış). Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.” (Âl-i İmrân: 3/159)



Peygamberimiz’in acımasını, şefkatini, kibarlık ve nezâketini özetleyen bu âyet, kabalık ve katılığın, insanda dâvete karşı tepki ve ürküntü uyandıracağını; insanları iteceğini belirtmekte; insanların hatadan tamamen uzak olamayacağına da işaret ederek kusuru olanları affetmesini, mü’minlere hoşgörülü olmasını Elçi’ye emretmektedir. Hakk’a çağrı görevini üstlenenlerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i örnek alarak daima yumuşak huylu, hoşgörülü olmaları, kabalık ve katılıktan kaçınmaları gerekir. Enes (r.a.) diyor ki: “Ben Hz. Peygamber’e on yıl hizmet ettim. Ne beni dövdü, ne yaptığım bir dünya işi için ‘neden böyle yaptın?’ veya yapmadığım (ihmal ettiğim) bir dünya işi için ‘neden yapmadın?’ dedi.[226]       



Hz. Âişe (r.a.) annemiz anlatıyor: Peygamber (s.a.s.)’e



“Uhud gününden sana daha şiddetli gelen bir gün ile karşılaştın mı?” dedim. O da:



“Evet, Akabe gününde senin kavminle ilgili olarak karşılaşmış olduğum hal, daha şiddetli ve vahimdi. Kendimi Abdi Yaley b. Abdi Kelâl’e tanıttım. İstediğim şeyi onaylamadılar. Yüzüm keder dolu olarak yanlarından ayrıldım. Biraz uzaklaşmış, Seâlib’in yakınlarına varmıştım. Başımı kaldırdığımda bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Cibril oradaydı. Bana seslenerek şöyle dedi: ‘Muhakkak ki Allah, kavminin sana dediklerini ve seni reddedişlerini işitti. Sana 'dağların meleğini gönderdik, onlara dilediğini yapasın' dedi. Bu esnada dağların meleği bana seslenerek şöyle dedi: ‘Ey Muhammed! Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben de dağlar meleğiyim, Rabbim beni emrine verdi ki dilediğin şeyleri bana emredesin; dilersen şu iki dağı başlarına geçireyim.’ Ben de şöyle dedim: ‘Bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan temenni ederim.”[227]



Benû Hanife reislerinden Sümâme bin Usâl kendisinin de itiraf ettiği gibi öldürülmeyi hak eden  suçlar  işlemiş  azılı  bir  İslâm  düşmanı  idi.  Bir  müfreze  onu  yakalayıp  Medine’ye getirdiği zaman Hz. Peygamber, Sümâme’nin Mescid’de bir direğe bağlanmasını ve kendisine iyi muâmelede bulunulmasını ashâbına emretti. Namaza giriş çıkışlarında da bizzat kendisi onunla ilgileniyor ve iman teklif ediyor, fakat Sümâme kabul etmiyordu. Üç gün sonra Hz. Peygamber, hiçbir karşılık almaksızın onu affederek serbest bıraktığı zaman Sümâme, o kadar hayret etmiş ve hislenmişti ki şehir çıkışında rastladığı ilk pınarda abdest alarak Rasulullah’ın huzuruna döndü. Kelime-i şehâdetten sonra o, şöyle diyordu: 



“Şimdiye kadar Sen, benim nazarımda dünyanın en nefret edilecek adamı idin. Şimdi ise ben, her şeyden çok Sana hayranım.”  Rasulullah’tan gördüğü af, Sümâme’ye öylesine tesir etmişti ki memleketine dönüşünde umre için uğradığı Mekke’de müslüman olduğunu ilandan çekinmedi ve Hz. Peygamber’den izin almadıkları müddetçe Mekke’lilere Yemâme’den zırnık hububat göndermeyeceğini belirtti.[228] 



Rasul-i Ekrem’e dağların meleği boyun eğdirilmiş ve Hz. Peygamber, bir sözüyle dilemiş olduğu şeyi yaptıracaktır. Bu olağanüstü kudrete rağmen onları affederek hidayete ermelerini istemektedir. Bu durum,   nefsin fısıldadığı intikam sevgisinin hepsinden, itibarın iâde edilmesinden daha hayırlı olarak; “bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan istiyorum.” meşhur sözünü söylemekte ve isteğini dile getirmektedir.



Rasulullah’ın davranışlarında bağışlamak, ana unsurdur. Medine’ye zehirli bir kılıçla Rasulullah’ı öldürmeye gelen Umeyr bin Vehb el-Cumahi’ye misilleme yapmaya muktedir olduğu halde affetmiştir. Yine, Beni Hanife’nin reisi Sumame bin Âsal, Peygamberimiz’i öldürmek için plan kurar. Yakalandığı zaman onu yine affetmiştir. Allah Rasulü, kendisine insanların en sevgilisi olan Hz. Hamza (r.a.)’yı öldüreni affetmiş ve “yüzünü benden uzaklaştırın” demekten daha fazla ileri gitmemiştir. Kendisini hicveden şâirleri de affetmiştir. Elbette bağışlamak, asil bir özelliktir. Ama bu davranış, güçlü olanlarda nâdir bulunan bir uygulamadır.



Mekke fethinde Rasulullah’ın yaptığı ilk iş, Kâbe’yi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelip de Hz. Bilâl, Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumaya başladığı zaman, bazı diğer Mekke’liler gibi Attâb bin Esîd de hiddetle homurdanıyordu: “Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayalığı görmüyor.” Namazı müteakip yaptıkları bunca eziyet ve savaşlardan başları yere eğik hemşehrilerine Hz. Peygamber:



“Bugün, siz, muâheze edilecek değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” dediği zaman kalabalık, heyecan, sevinç, aşk ve bağlılıkla coşuyor, biraz önce hiddetinden patlayan Attâb, herkesten evvel atılarak imanını haykırıyordu. Artık o, öylesine İslâm’a bağlı idi ki, Mekke’den ayrılırken Hz. Peygamber, onu Mekke valiliğine lâyık görüyordu.[229] 



Siyerinden ve hadis-i şeriflerinden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz, affetmekle başka bir şey değil; sadece insanların hidâyete ermesini amaçlamaktadır. Bu da genellikle tahakkuk etmiştir. Buna rağmen, Rasulullah her önüne geleni affetmemiştir. O’nun ahlâkı Kur’an idi; Kur’an’da affedilmesi yasaklanan zâlim ve tâğutları elbette affetmesi beklenemezdi. Rasulullah (s.a.s.) kötülüğü iyilikle gideriyordu; Çünkü Kur’an öyle tavsiye ediyordu:



“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.” (Fussılet: 41/34)



Allah, peygamberini birçok af mesajı taşıyan Kur’an kıssalarıyla terbiye etmiştir. Elbette bu kıssalar ve nebevî özellikler, bizler için de uyulması gereken prensiplerdir. Rasul-i Ekrem, Kur’an kanalıyla peygamberleri tanımakta, onların kendi kavimlerinin beyinsizliklerine ve işkencelerine karşı halkını nasıl affettiklerini görmektedir. Hz. Yusuf, kendisine kin tutan, komplo düzenleyerek kuyuya atan, peygamber oğlunun köle olarak satılmasına sebep olan kardeşlerini affeder. Bundan sonra kadınların desiseleriyle karşı karşıya kalır, sonra zindana atılır. Bütün bunlardan sonra, eline fırsat geçip onlardan intikam almaya güç yetirince şöyle der:



“Bugün size karşı sorgulama, kınama yok; Allah sizi affetsin. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf: 12/92).



Elbette Rasulullah, bu hâdiseden, sadece akrabalarını affetmeyi değil; bilakis kanını helal gören, öldürmek için komplo düzenleyen, kovan ve işkence eden kavminin hepsini affetmeyi öğrenir. Onları, Mekke’nin fethi gününde güçlü olduğu halde, affetmenin hidâyetlerine bir tesiri olur umuduyla affeder. Öyle de olmuş, affetme, neticesini de vermiştir.[230]                         



Peygamberimiz dâvet ve tebliğinde son derece başarılı idi. Çünkü O, güzel ahlâk sahibiydi. Anlattığı şeyleri yaşıyordu ve insanlara en güzel örnek oluyordu. İntikamcı değildi. Bağışlayıcı ve affedici idi. Bu özellik Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Allah (c.c.) bu rahmetinden kullarına da vermiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.), rahmet peygamberi idi. Affın ve bağışlamanın en güzel uygulayıcısı olması gerekirdi ve öyle oldu.



O’nun yumuşak huyluluğu, tatlı sözü, merhametli bir kalbe sahip oluşu, hata yapanları affetmesi, ceza vermekten kaçınması, kendisine karşı büyük kötülük yapanları bağışlaması insanları etkiliyordu. O’nun insan eğitimindeki en güzel metodlarından biri, af ve bağışlamadır. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Allah’ın Rasûlünü, kendisine her ne zaman kısas olan bir dâvâ getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.”[231] Kendisi affı sevdiği gibi, ümmetine de affı tavsiye ediyordu. O, bir hadisinde şöyle buyuruyor:



“Allah (c.c.), kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.”[232]


AF-AFV
A harfi