Kavram Olarak Zühd

Zühd, bir yönüyle dünyaya ve geçim araçlarına fazla meyletmeyip ibâdetle meşgul olmaktır. O, aynı zamanda elde olan dünyalığa fazla sevinmemek ve elden çıkana üzülmemektir. Zühd sahibi kimseler elde olan veya olmayan dünyalıkların sevgisini gönüllerine yerleştirmemeye çalışırlar. Zühd, dünyaya, dünya zenginliğine rağbet etmemek, önem vermemek, buna karşı ibâdete ve takvâya değer vermektir. Bu tutum, hiçbir zaman çalışmaktan yüz çevirmek, bir köşeye çekilmek veya başkalarının eline bakmak değildir. Böyle bir anlayış, İslâm'ın hayat anlayışına ve prensiplerine uymaz.



Zühd bir açıdan da takvâya benzer. Takvâ anlayışı mü'mini dikkatli ve şuurlu olmaya sevkeder. Takvâ, dünyalıklara, eğlencelere, zenginliklere ve nefsin isteklerine aldanıp da Allah'a karşı gelmekten, ibâdetleri ihmal etmekten korur. Zühd, takvâ yolunu açan, kişinin nefsinin isteklerini kontrol altına almasını sağlayan bir ahlâktır.



İnsanı hataya ve kulluk görevini ihmal etmeye götüren iki önemli sebep ihtiras, yani maddeyi, dünyalıkları elde etmedeki aşırı istek, onlar için deli divane olmak ile şehevî arzular, yani sınır tanımayan istekler ve emellerdir.



Zühd ahlâkı, bu ihtiras ve şehevî arzuları sınırlayan, mü'mini ibâdete sevkeden ve onu takvâya hazırlayan bir anlayıştır.



Zühd sahibi kimselere 'zâhid' denilir.



Zâhidlerler, Allah'ın koyduğu bütün yasak ve kötü fiillerden nefislerini uzak tutmaya çalışan kimselerdir. Onlar, dünyalıkları, maddî çıkarları elde etmek için haram yollara girmekten ve Allah'a karşı görevlerini aksatmaktan korkarlar. İşte zühd, bu titizliktir, bu dikkattir.



Zühd, maddî bir darlık sebebiyle dünya nimetlerinden (mecbûren) bir uzaklaşma değildir. Zühd, hele hele dünya geçimliklerinden yüz çevirirek ruhbanlık yapmak, bir köşeye (uzlete) çekilmek, fakir bir halde, bir hırka birkaç lokma ekmeğe râzı olmak demek değildir. Böyle bir düşünce kesinlikle İslâmî olamaz. Bu düşünce müslümanların arasına başka dinlerden geçmiştir. Dinimiz, insana faydalı olmayan bir ruhbanlığı ve tek başına köşeye çekilmeye hoş bakmamaktadır (Bakınız: Ruhbanlık).



Mü'minler için zühd ahlâkına sahip olmak; haram olan işlere karşı, yani harama gitmemek, haram kazançlardan yüzçevirmek açısından farzdır. Helâl olan şeylere fazla düşkün olmamak, hırslı ve bencil davranmamak da fazilettir. Zühd ahlâkı, mü'mine madde karşısında bir bağımsızlık ve bir üstünlük kazandırır. Maddenin peşinde bir ömür boyu koşturanın, gözünde ve gönlünde maddeden başka bir şey olmayanın, mal ve servet uğruna her türlü kötülüğü yapanın; özgürlüğü veya bağımsız kişiliği sözkonusu edilebilir mi? Böyle bir kimse bağımsız kişiliğini yitirmiş, özgürlüğünü çıkarının eline vermiş kişidir.



Mü'min, kendini dünyadan, maldan ve servetten, bunları kazanmak ve harcamaktan soyutlayamaz. Bütün bunlar, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Gerçek kazanç ise, iman edip sâlih amel işleyenler için Allah (cc) katındadır (18/Kehf, 46).



Allah (cc), dünya nimetlerini insanlar için yaratmıştır. Yaratılan nimetlere karşı da insanların içerisinde bir meyil var etmiştir. İnsanın dünyalıklara meyletmesi, onlara sahip olmak, onlardan çokça yararlanmak istemesi kötü değildir (3/Âl-i İmrân, 46). Önemli olan bu dünyalıkların peşine düşüp, Allah'ı unutmanın, kulluğu ihmalin olmamasıdır.



İşte zühd ahlâkı bu dengeyi kurmanın adıdır. Bazılarının anladığı zühd, nimetlerden yüzçevirmek, kuru ekmekle yetinmek ya da bedene eziyet etmek değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)'in hayatı, baştan başa takvâ ve zühd hayatıdır. O, bir peygamber ve devlet başkanı olduğu, çok mala sahip olma imkânı olduğu halde, bunlara itibar etmemiş, geçimini kendi sağlamış, kimseye el açmamış, başkasına yük olmamıştır. Geçimini sağlayacak kadarçalışmış, yetecek kadar dünya eşyasına sahip olmuş, hiçbir şekilde dünyalıklar peşinde koşturmamış, maddeye sahip olmayı hayatının öncelikli hedefi yapmamıştır.



Onun mütevâzi bir hayatı vardı. Gerektiği zaman söküğünü dikmiş, ayakkabısını kendi eliyle tamir etmiş, merkebe binmekten çekinmemiş, kıldan yapılmış elbiseyi giyerek alçak gönüllü olduğunu göstermiştir. Toplumun en alt kesimi sayılan insanların arasına girmiş, kendisi sıkıntıda olsa bile insanlara yardım etmekten asla geri durmamıştır. Nefsi için kimseye kızmamış, insanlara hiçbir zaman kötü davranmamıştır.



Onun hayatı, 'ihsan anlayışı', yani Allah'ı görüyormuşçasına ibâdet şuuru içerisinde geçmişti. İşte Onun zühdü bu idi.



Şöyle buyuruyor:



"Bir kimseye dünyaya karşı zühd ve az konuşma ahlâkı verildiğini görürseniz, ona yaklaşın ve (dinleyin). Çünkü o hikmetli sözler eder." (İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4102, 2/1373)



"Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı telef etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir musîbete düştüğün zaman getireceği sevap sebebiyle, onun devam etmesine rağbet etmendir." (İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4100, 2/1373; Tirmizî, nak. Kütüb-i Sitte, 7/441)



Abdullah bin Mes'ud diyor ki:



Bir defasında Hz. Peygamber bir hasırın üzerinde uyumuş, hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine,



"Altına daha yumuşak bir şey sermemize izin verir misin?" dedik. O:



"Dünyadan bana ne? Ben dünyada bir ağacın altında gölgelenip kalkıp giden bir yolcu gibiyim" demiştir (Tirmizî, Şemâil, s. 40, nak. Hz. Peygamber'in Şemâili, s. 105).



İslâm, bir taraftan dünyalıklara aldanıp Allah'a ibâdetten uzaklaşmayı yasaklarken ve dünyalıklara âit sevginin kalpten uzak tutulmasını isterken, diğer taraftan mü'minlere zekâtı, -malın çok sevilmesine rağmen- ondan Allah yolunda sadaka vermeyi, maddî ve mânevî olarak kuvvetli olmayı, sürekli çalışmayı, hatta Kıyâmetin kopacağı bilinse bile, eldeki fidanın toprağa dikilmesini emrediyor. Demek ki hakkını vermek şartıyla zengin olmak, yani dünyalık elde etmeye çalışmak kötü bir şey değildir.



Dünyalıklar, mal ve servetler bir denize benzer. İnsan da bu denizde yol alan bir gemi gibidir. Denizin suyu geminin altında, yani dışında olursa gemi yüzer, ama aynı su geminin içinde olursa gemiyi batırır. İşte mü'minin dünyalıklar karşısındaki tutumu böyledir. Mala, servete sahip olmak câizdir; ama şımarmamak, aldanmamak, aşkını kalbe koymamak, onlar için deli-divâne olmamak, onların peşine koşmayı hayatın en kutsal hedef yapmamak ve mal emânetiyle Allah'ın rızâsını aramak şartıyla.



Zühd, Peygamberimiz'in ve sahâbelerinin genel ahlâkıydı. Mü'minler böyle bir ahlâka sahip olmaya çalışmakla imanlarını güçlendirirler.



Bazılarına göre Peygamberimizden çok sonraları ortaya çıkan tasavvuf; bu zühd ahlâkının gelişmiş ve sistemleşmiş şeklidir. Ancak, tarih boyunca ortaya çıkmış pek çok tasavvuf akımının bu amaçtan ayrıldığı, Peygamberimiz'in tavsiye etmediği bir zühd anlayışını benimsedikleri de açıktır.



Hadis kitaplarının içinde 'zühd' bölümlerinin olduğunu ve yalnızca zühd'le ilgili hadisleri, Peygamberimiz'in ve sahâbelerinin zühd'lerini anlatan 'zühd kitaplarının-Kitabü'z-Zühd'lerin yazıldığını ilâve ed