Kavram Olarak Zulüm

'Nûr' maddesinde geçtiği gibi, Allah (c.c.) mutlak olan tek varlıktır. Varlığın ve ışığın kaynağıdır. Nûr bir anlamda varlığı, zulmet (karanlık) ise yokluğu temsil ederler. Nûr (ışık) görmeyi sağlar, yolları aydınlatır, eşyanın nasıl olduğunu anlamamızı temin eder. Karanlık ise bunun karşıtıdır. Karanlık (zulmet) hem yokluktur, hem korkudur. Zulmet insanların yollarını şaşırmalarına sebep olur, karanlıkta onlar ne yapacaklarını bilemezler, karanlık içinde sağa sola yalpa yapıp dururlar.



Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği Din’e, ‘Nûr’ (9/Tevbe, 32), bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’ demektedir (5/Mâide, 44-46). Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın dışındaki inançların sembolüdür. Bu bakımdan Kur'an, Tevhid Dinini anlatmak üzere 'nûr' kelimesini devamlı tekil, bâtıl dinleri anlatırken de sürekli olarak 'zulmet' kelimesini 'zulumât-karanlıklar' şeklinde çoğul olarak kullanmaktadır. (Bakınız: Nûr)



Zulüm,  yapısı gereği karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir.



İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.



Allah'ın Dininin ışıklarıyla yola çıkanlar ve bu nûru bir iman ve kimlik olarak kuşananlar, yokluktan ve hayal karanlıklarından gerçeğin aydınlıklarına çıkarlar.



Allah (cc), kendisini 'velî-dost' seçen mü'minleri işte bu zulumâttan (karanlıklardan) nûra (gerçek aydınlığa) çıkarır. İnkârcıların dostu (velîsi) olan tâğut ise, onları nûrdan zulumâta alıp götürür (2/Bakara, 257. Ayrıca bak. 5/Mâide, 16; 14/İbrâhim, 5).



Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar zulumât içerisinde kalmış sağır ve dilsizlerdir (6/En'âm, 39).



Zulumât ile nûr arasındaki fark çok açıktır ve nettir. Allah'tan gelen hak ile, insanların ona karşılık uydurdukları hayaller bir olmaz.



"Körle gören, yahut karanlıklar (zulumât) ile aydınlık (nûr) bir olur mu?" (13/Ra'd, 16; 35/Fâtır, 20).



Dilleriyle 'inandık' dedikleri halde, kalpleriyle inanmayan, Allah'ı ve mü'minleri kandırmak isteyen hasta ruhu münâfıkların hali, ateş yakmak isteyen, ama karanlıkta kalan kimsenin durumu gibidir. Karanlıktan aydınlığa çıkmak isterler, ancak ateşleri sönüverince karanlıkta kalırlar. Sonra da o karanlıkta yollarını şaşırırlar, ne yapacaklarını bilemezler, sağa sola çarpar dururlar (2/Bakara, 17-18).



İnsanlara Kitab'ın (Kur'an'ın) gönderilme sebebi, onları zulumâttan nûra çıkarmak içindir (14/İbrâhim, 12; 57/Hadîd, 9). Allah (cc), mü'minleri zulumâttan nûra çıkarmak için onlara rahmet etmekte, melekler onlar için duâ etmektedirler (33/Ahzâb, 43).



Peygamberimizin elçi olarak gönderilme sebebi de budur.



"İman edip sâlih amellerde bulunanları karanlıklardan nûra çıkarması için Allah'ın apaçık âyetlerini size okuyan bir peygamber de gönderdik..." (65/Talâk, 11)



'Zulüm', böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir. Allah'a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefse uyup da azmayı seçmedir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecâvüz etmektir.      



Zulüm, hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok tecâvüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adâlettir. Adâlet ise, her şeyi yerli yerine koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak demektir. (bakınız: Adâlet)



Zulüm, varlık düzeninde bozulmaya  yol açan faaliyettir. Bu bozulmayı da insan yapmaktadır. Toplum ve kâinat dengesini, insan eliyle meydana getirilen zulüm bozmaktadır. Allah’ın emanetini yüklenen insan, bunun gereğini yerine getirmediği için zâlim ve cahildir (33/Ahzâb,  72). Halbuki o emanet, dengeleri kuran, insana doğru yolu gösteren, insanın uyması gereken ilâhî kurallardır. İnsan, o emaneti yerine getirmediği için, önünü aydınlatan nûr’u ve emin (güvenilir) olma özelliğini kaybeder. Böylece karanlığa yol açtığı ve hakkı yerine getirmediği için zâlim, emanetin gereğini ve kıymetini bilmediği için de câhil olur.