Cizye Akdinin Hükmü

Gayri müslimlerle yapılacak ümmet akdi, onlarla müslümanlar arasındaki savaşı sona erdirir, zımmîlerin mal, can, ülke ve ırzlarını koruma altına alır. Akit yapıldıktan sonra bunların mübah kılınması caiz olmaz. Delil yukarıda zikrettiğimiz Büreyde hadisidir. Bu hadisin sonunda; "Onları cizye vermeye çağır. Eğer bunu kabul ederlerse, sen de kabul et ve onlara dokunma" (Müslim, Cihâd, 3; İbn Mâce, Cihâd, 38; Dârimî, Siyer, 5, 8) buyurulur.



Diğer yandan cizyeden söz eden âyette de şöyle buyurulur: Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyenlerle, küçülmüşler olarak kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşınız" (et-Tevbe, 9/29). Bu âyette kitap ehlinin İslâm'ı kabul etmesi veya cizye vermeye razı olması halinde onlarla savaşın sona erdirilmesi gerektiği bildiriliyor. Buna göre kitap ehlinin müslüman olması, mal, can ve ırz güvenliğini sağladığı gibi, kitap ehli kalarak ve zimmî statüsüne geçerek cizye vermesi de ayni hakları ve korumayı sağlar. Nitekim Hz. Ali'nin şu sözü de cizyenin gayri müslim toplumla ilgili fonksiyonunu açıklıkla belirtir: "Onlar, cizyeyi ancak malları bizim mallarımız, kanları da bizim kanlarının gibi olsun diye ödemişlerdir" (el-Kâsânî, a.g.e., VIII, III; Zeylaî, Nasbü'r-Râye, III, 281). Usâme (r.a)'ten Rasûlüllah (s.a.s)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dikkat ediniz! Kim bir anlaşmalıya haksızlık eder veya ondan haklarını eksiltir, yahut ona gücünün üstünde yük yükler veya ondan rızası dışında bir şey alırsa, kıyamet gününde onun karşısında hasmı ben olurum" (Ebu Dâvud, İmâre, 33)



Düşman eline esir düşen zimmîler ve bunların mallarını kurtarmaya çalışmak tebaası bulundukları İslâm devletinin görevidir.



Dâru'l-İslâm'da bir zimmîyi haksız yere öldüren kimseye katlin niteliğine göre kısas veya diğer cezalar uygulanır. Öldüren kimse müslüman, zimmî veya müste'men (pasaportlu yabancı) olsun hüküm değişmez.



Zimmet ehlinin bulunduğu yerlerde eksiden beri var olan kilise, havra gibi ibadet yerlerine dokunulamaz. Bunlar harap olmuş bulunursa onarılmalarına engel olunmaz. Ancak zımmîlerin yeni kimse veya havra yapmalarına veya eskiden var olanların yerlerini değiştirmelerine izin verilmez. Hatta İslâm devlet başkanının yıkılmasını uygun bulduğu eski kiliseler ve benzerleri de yeniden yapılamaz.



Zimmet ehlinin bir köyde veya bir şehir dışında mabetleri bulunduğu halde bir çok evler yapılmakla o köy bir şehir haline gelse veya o şehir dışında yapılan binalar şehre kadar bitişerek şehrin bir mahallesi gibi olsa, o mabetler sağlam görüşe göre hali üzere bırakılır ve yıkımları yoluna gidilmez.



İslâm ordusu tarafından fethedilen bir belde halkı, zimmî statüsü ile İslâm Devletine bağlansa ve halkın orada kalmalarına izin verilse, bunlar o beldede kilise yapmaktan, şarap ve domuz eti gibi şeyleri açık bir şekilde satmaktan men edilemezler. Çünkü onlar bununla gayri Müslimlik şiarını kendi beldelerinde açığa vurmuş olurlar. Fakat bir grup gayri müslim, kendi istekleriyle İslâm Devletine başvurarak zimmî statüsüne geçmek isteseler, beldeleri İslâm beldesi hükmünde olur. Bu yüzden orada eski kiliselerine müdahale edilemezse de, yeniden mabetler yapmalarına izin verilmez (bk. Bilmen, a.g.e., III, 426, 427).