Hâkimin Hüküm Dayanakları:

Hâkim bir İslâm toplumunda Müslümanlar arası anlaşmazlıkları çözerken, önce dört ana kaynağa başvurur. Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas. Eğer bunlarda bir çözüm bulamaz ve kendisi ictihad yapabilecek güce sahip olursa ictihadla problemi çözümler. Ancak bu noktada kendisinden daha fakih bir müctehidin ictihadı varsa, onu mu esas almalıdır, yoksa kendisi ictihad yapabilir mi?



Ebû Hanîfe'ye göre daha fakih olanın ictihadı ile hüküm verir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, aksi görüştedir. Burada görüş ayrılığının dayandığı esas şudur: Daha fakih olanın görüşü tercihe elverişli midir? Ebû Halife'ye göre, elverişlidir. Çünkü onun ictihadı doğruya daha yakındır. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise elverişli değildir. Çünkü bir âlimin başkalarından daha fakih olması, nass'lardan (âyet hadis) hüküm çıkarmada dayanılacak delil niteliğinde değildir.



Eğer hâkim, müctehid değilse, diğer müctehidlerden daha fakih ve daha fazla takva sahibi olanı kendi kanaatine göre tercih eder (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, XIV, 68; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 5 vd).



Ancak İslâmî hükümler ana kaynaklarından çıkarılarak tedvin edilmiş olur ve kanun metni haline getirilmiş bulunursa, bir İslâm toplumunda usulüne göre uygulanmak üzere kabul edilen böyle bir kanun, hâkimleri ve toplumu bağlar. Artık kanun metninde, lafız ve ruh olarak yer alan prensipler toplum problemlerine uygulanır. Nitekim Mecelle,1917 tarihli Osmanlı Hukuki Aile Kararnamesi ile çeşitli İslâm ülkelerinde İslâmî esaslara göre hazırlanan kanun, yönetmelik ve tüzükler buna örnek gösterilebilir. İdarî ve mâli ve arazi konularındaki örfi kanunlar da hâkimlerin elinde doğrudan uygulanabilecek kurallardır. Buna göre tedvîn ve kanunlaştırma yoluyla İslâmi hükümler kaideler halini alınca, her devirde yeni baştan hüküm çıkarma veya her olay için Kitap, Sünnet, İcma veya Kıyastan delil arama zorluğu da ortadan kalkmış olmaktadır. Ancak günlük muameleler ve olaylar hızla gelişip, yeni meseleler ortaya çıkmaya devam edeceği için kanun metinleri çoğu zaman davaları çözmeye yeterli olmaz. Olaylar arasındaki benzerlikleri bulmak hâkimi sürekli olarak bu kuralların dayandığı ana delilleri incelemeye ve yeni yorumlar yapmaya zorlar. Bu yüzden bir islâm hâkimi prensipleri bilme yanında bunların dayandığı âyet, hadis, icma, kıyas, istihsan, maslahat, örf-âdet, önceki şeriatlar gibi delilleri de tanıma ve doktrini bu ana köklerle bağlantılı olarak geliştirme sonucunda hukuk formasyonunu tamamlamış olur. Bu durum İslâm hukukunun, günümüz hukuk metotları içinde incelenip, araştırılmasını ve günlük olayları, yeni meseleleri kapsar bir yapıya kavuşturulmasını gerektirir. Bu yapıldığı takdirde ana kaynakları anlayabilecek bir arapça alt yapısıyla dört yıllık fakülte ve iki yıllık staj dönemiyle bir hukukçunun İslâm hukukunun bütününe idrak etmesi ve formasyon kazânması mümkündür. Nitekim bazı İslâm ülkelerinde benzer sürelerde bu formasyon kazandırılmaktadır. Ezher ve İmam formasyon kazandırılmaktadır. Ezher ve İmam Muhammed Üniversitelerinin "Külliyetü'ş-Şerîa"ları buna örnek verilebilir.



Hâkimin Hükmünün Niteliği Çoğunluk fakihlere göre, hâkimlerin hükmü yalnız dış görünüş bakımından geçerli (nâtîz) olur. İç yüzü Cenab-ı Hakk'a havale edilir. Çünkü insanlar dış görünüşe uymakla emrolunmuştur. Bu yüzden hâkimin kararı haramı helal, helalı haram yapmaz. Hakim, dış görünüşü bakımından adaletli olan iki şahidin şahitliği ile hüküm verse bile, bu hükümle iç yüzü bakımından helallik meydana gelmez. Dava konusu malla ilgili olsun, başka konularda olsun sonuç değişmez. Delil şu hadistir: "Şüphesiz siz bana dava için başvuruyorsunuz. İçinizden bazısı, delilini diğerinden daha iyi anlatabilir, bu yüzden dinlediklerime göre, onun lehine hüküm verebilirim. Kardeşinin hakkından lehine bir şey hükmettiğim kimse bunu olmasın. Çünkü ben bununla ona ateşten bir parça vermiş olurum" (Buhârî, Şehâdât, 27, Ahkâm, 30, Hıyel, 10; Müslim, Akdıye, 4; Ebû Dâvud, Akdıye, 7; Tirmizî, Ahkâm, 11; Nesaî, Kudât,13, 33).



Ebû Hanîfe'ye göre, bir İslâm hâkimi akit, fesih veya talak (boşama) gibi bir konuda hüküm verdiği zaman bu hem dış, hem de iç yüzü bakımından geçerli (nâfız) olur. Çünkü hâkim doğru bildiği ile hüküm vermiştir. Yukarıdaki hadis hüküm (kaziyye) hakkında olup, delil (beyyine) hakkında değildir. Buna göre, bir erkek, bir kadınla evli olduğunu iddia etse, kadın bunu inkâr edince, evliliği konusunda iki yalancı şahit dinletse ve hâkim evliliklerine hükmetse, aralarında (gerçekte) nikâh bulunmadığını bildikleri halde erkeğin bu kadına cinsel teması ve kadının da ve kadının da kendisine bu imkânı vermesi helal olur. Yine aynı şekilde boşamaya hükmetse, erkek karşı çıksa bile eşlerin arası ayrılır. Satım, kira vb. akitler de buna kıyas edilir. Ancak çoğunluk aksi görüştedir. Ebû Yusuf ile İmam Muhammed de çoğunluğun görüşünde olup, Hanefilerde fetva bu iki imamın ictihadına göre verilmiştir. Ebû Hanîfe dışında büyük çoğunluğa göre, Allah nezdinde helal hâkimin hükmettiği delil, gerçeğe, olayın iç yüzüne uygun olan durumdur (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 15; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., V, 492; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 462).