Tarihi Açıdan Batıl:

Tarih ilminin konusu, zaman içerisinde meydana gelen hadiselerdir. İbn-i Haldun Makaddime isimli eserinde: "Tarih, yaşanan zamanın ve hâlin aynasıdır. Tarihi hadiselere hâkim olan kanunlar hiçbir zaman değişmez. İçinde yaşadığımız hâl, maziyi aksettirir. Esasen yaşanan hayatın geçmişe intikal eden kısmına tarih denilmektedir. Onun için günlük hayatımızı, geçmişten tecrid edemeyiz. Tarihi ve geçmişi iyi öğrenmek, hal ve istikbal hakkında sağlam tesbitler ve doğru teşhisler yapılmasına imkân verir." diyerek, üzerinde iyi düşünülmesi gereken noktalara işaret etmektedir. Tarih sahasında tartışılmaz bir otorite olan el-Şehristani'nin meşhûr eserinin ismi el-Milel ve'n-Nihal'dir. Bilindiği gibi nihal "nıhle"nin çoğuludur. Nıhle ise, "kupkuru zan ve vehim" mânâsına gelir. Dolayısıyla "el-milel", vahye dayanan dinlerin (milletlerin) tarihi, "en-nihal" ise, vahye dayanmayan ideolojilerin ve sistemlerin tarihi mânâsınadır. Tarihi bu iki temele oturtmadığımız müddetçe, doğru sonuçlar elde etmemiz imkânsızdır. Zira Hz. Âdem (as) ile başlayan insanlık tarihi, hak ile bâtılın mücadelesine dayanır.



Hz. Âdem (as)'den, Resûl-i Ekrem (sav)'e kadar devam eden dönem içerisinde bütün peygamberler, yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad etmiş ve adâleti ayakta tutmaya çalışmışlardır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de "Andolsun ki, biz peygamberlerimizi açık açık belgelerle gönderdik ve insanların adâleti ayakta tutmaları için beraberinde kitabı ve mizanı da indirdik." (Hadid: 57/25) hükmü beyan buyurulmuştur. "Adaletin ayakta tutulabilmesinden" maksat, Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle amel edilmesidir. Zira insanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlar, kuvvetli olan zümrelerin hâkimiyetini ve zulmünü gündeme getirir. Mizân'dan murad ise, adâlet terazisidir ve kitaba bağlı olarak zikredilmiştir.[76]



İmam-ı Şafii (rha): "Adâletten murad, Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır."[76] diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Yine diğer bir âyet-i kerime'de: "Ey Davud!.. Biz seni yeryüzüne halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adâletle hükmet!.. (Sakm) Hevâ ve hevese tâbi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır. Hesap gününü unuttukları için (heva ve hevese tâbi olanlara) çetin bir azap vardır." (Sad: 38/26) buyurulmuştur.



Bilindiği gibi peygamberler; akıllı, zeki ve kuvvetli rey sahibi olan kimselerdir. Buna, fetanet denilir. Allahû Teâla (cc) peygamberlere, tâğûtî güçlerin her türlü iddialarını ortadan kaldırabilmesi için, fetanet vasfını ihsan etmiştir. Dikkat edilirse âyet-i kerime'de; "hak ve adâletle hükmetmesi" emredilirken, hevâ ve hevesten sakınması da hatırlatılmaktadır. İbn-i Abidin: "Hukuk kelimesi, hak kelimesinin çoğuludur. Hak, lugâtte bâtılın zıddıdır, Mevcut olan demektir."[76] tarifini zikretmektedir. Şurası muhakkatır ki, bâtıl, hakkın ve hakikatin zıddıdır.



Şurası unutulmamalıdır ki; doğrudan doğruya (yalın olarak) bâtılı savunmak mümkün değildir. Ancak hak ile bâtılı birbirine karıştırıp, hakkı gizlemek, şüphe ve inkârı artırmak sözkonusu olabilir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de kitap ehline hitaben: "Kendiniz bilip dururken (bile bile) hakkı bâtıla karıştırıp, hakikati gizlemeyin." (Bakara: 2/42) buyurulmuştur. Hak ile batılı birbirine karıştırmak ve hakkı gizlemek, kâfırlerin değişmez bir taktiğidir. Hatta tuzak kurmak niyetiyle (tıpkı "Mescid-i Dırar" hadisesinde olduğu gibi) ve gayet gizli olarak, mü'minlerin hoşuna gidecek amellerde bile bulunabilirler. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğe başladığı dönemde, Yahudiler gizli bir toplantı yaparak, şu kararı almışlardır: "Sabahleyin iman edelim. Hatta gidip müslümanlarla birlikte sabah namazını kılalım. Akşam olunca yine kendi dinimize (yahudiliğe) dönelim. Böylece bazı bilgisiz kimselerin kalbine şüphe tohumlarını ekmiş oluruz."[76]



Dikkat edilirse tuzağı kuranlar gayet kurnazdırlar. Bu ve benzeri tuzaklar üzerine Allahû Teâla (cc); "Ey kitap ehli!... Siz bilip dururken niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyor (sentez yapıyor) ve hakkı gizliyorsunuz? Kitap ehlinden bir zümre dedi ki: `İman edenlere indirilene (Kur'ân-ı Kerîm'e) gündüzün evvelinde iman edin, günün sonunda (akşam vakti) inkar edin. Olur ki (müslümanlar da şüpheye düşerek dinlerinden) dönerler." (Al-i İmran: 3/71-72) hükmünü indirmiş ve kurulan tuzağı bildirmiştir.



İdeolojiler, hakikati bulmanın değil, ancak birbirlerinin yanlışlarını tespit etmenin ve hakikatten mahrum kalmanın vasıtalarıdır. Hakikate tâlip olan her insan, mutlaka ve mutlaka vahye sarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki; hak birdir, bâtıl ise sayısızdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan (zulûmattan) nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise tâğûttur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar, (tevağıt zümresi) cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedî kalıcıdırlar." (Bakara: 2/257) hükmü beyan buyurulmuştur. Fahrüddin-i Razi; bütün müfessirlerin "Nûr ile zulûmat kelimelerinden kasdın, iman ve küfür olduğunda ittifak ettikleri" üzerinde durmuştur.[76] İbn-i Kesir, önemli bir inceliğe işaret ederek, şöyle demektedir: "Allahû Teâla (cc) bu âyette nuru tekil, zûlumatı ise çoğul olarak zikretmiştir. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün çeşitleri ise, çoktur. Hepsi de bâtıldır."[76]



Uluslararası küfür örgütleri (bâtılın askerleri), değişik vasıtalarla ve korkunç propaganda gücüyle; İslâm'a (Hakk'a) karşı mücadele vermektedirler. Bu bir propaganda savaşıdır. Propaganda "zihinleri hapsetme sanatı" olarak tarif edilir. İslâm topraklarında, zihinleri bâtıl tarafından kuşatılmış ve "çağdaş uygarlık" sloganıyla zehirlenmiş binlerce insan vardır. Tağutî güçlere karşı cihadı esas alan âlimleri yıpratabilmek için akla hayale gelmeyecek iftiraları gündeme getiren ve şeytânî tuzaklar kuran güçleri iyi tanımak şarttır. İdeolojiler bâtılın birer hücresi gibi çalışmakta ve faaliyetlerini "İslâmı tahrip etme" hedefine göre ayarlamaktadırlar. Günümüzdeki manzara budur ve batılın iktidarı söz konusudur.



Uluslararası küfür örgütlerinin, bâtıla sahip çıkarak, İslâm'a karşı savaşmasında, şaşılacak bir durum yoktur. Bütün mesele müslümanların; Allahû Teâla (cc)'nın râzı olacağı amelleri ihlasla edâ etmeleri ve bu hususta sabırlı olmalarıdır. Sünen-i Darimi'de, Hz. Ömer (ra)'ın güzel bir tesbiti yer almıştır. Hz. Ömer diyor ki: "Muhakkak ki İslâm İslâm olamaz, cemaat olmadıkça!.. Ve cemaat cemaat olamaz, emiri olmadıkça!.. Ve emir de, emir olamaz, ona itaat olmadıkça!.."[76] Takva ve iyilik hususunda birbirleriyle yarışmayı arzu eden mü'minlerin, şikâyet ve sızlanma ile vakit geçirmeleri düşünülemez. Unutmayalım ki, şeytanın askerleri gece gündüz gayret içindedirler. Hesap gününü düşünenler sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'nın rızası için, bâtıla karşı cihad etmeyi ihmal etmemelidirler. [76]