Takvânın Boyutları

'Takvâ', korku duygusunu da içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlâk ve ibâdet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur'an, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin mânevî olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet takvâ duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak, bir korunma ahlâkı, bir yücelme faâliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.



En geniş ve kapsamlı koruma Allah'ın korumasıdır. Allah'ın 'rahmet' sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile, kendine zarar veren şeylerden Allah'ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah'tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.



'Takvâ'; insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak âhirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.



'Takv^'nın birçok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşit tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadırlar.



Sözgelimi 'takvâ'yı, 'Allah'ın emrettiklerini tutmak, yasaklarından kaçmak' diye tarif edenler olduğu gibi, 'yapılması günah olanı yapmaktan, terkedilmesi günah olanı terketmemekten çekinmektir', 'Allah'ın cezalandırmasından korkarak, O'nun verdiği bir nur ile O'na itaat etmektir', 'Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmemektir' şeklinde tanımlayanlar olmuştur.



'Takvâ'nın türediği 'veka' fiili ve türevleri Kur'an'da tam iki yüz elli sekiz yerde geçmektedir. Kur'an'ın en önemli kavramlarından biridir. 'Takvâ veya ittika' kulun Rabbi karşısındaki durumu en iyi anlatan bir sıfattır. Birçok âyette insanlara 'Allah'tan ittika edin' denilmektedir. Birçok peygamber kavimlerini İslâm'a dâvet ederken, 'Alah'tan ittika etmez misiniz?' diyerek onları, Allah'tan çekinip O'nun korumasına girmelerini istemişlerdir.



Kur'an, ısrarlı bir şekilde 'Allah' fikrini, yani O'na âit ulûhiyyeti (ilâhlığı) gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, Yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bu Yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun râzı olacağı bir hayatı öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun râzı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve ni'metlerin sahibi olan Allah (cc), en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur'an, âlemlerin Rabbi Allah'ı bütün sıfatlarıyla, O'na âit en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.



İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin gözü önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmayı tercih eder. Allah'a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse, O'nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir, Allah'ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O'na sığınır.



İşte 'takvâ'nın özünde yatan incelik, bu iman ve mes'ûliyet duygusudur.



Şüphesiz ibâdet, takvânın kendisi değil, fakat takvâya götüren davranıştır. İbâdet, İlâhî emir ve yasakları yerine getirmek, takvâ ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.



İnsan, takvâya yaklaştıkça, ittika üzerinde yaşadıkça 'ihsan' derecesine ulaşır. İhasnın, Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etmek olduğunu hatırlayalım. Her ne kadar biz Allah'ı görmüyorsak bile Allah bizi görmektedir. (Bakınız: İhsan). Allah (cc) Allah'tan hakkıyla ittika eden ve ihsan sahibi 'muhsinlerle' beraber olduğunu kullarına haber veriyor (16/Nahl, 128).