İsrailoğulları

Kuran’da kavim olarak en çok üzerinde durulan halklardan birisi İsrailoğulları’dır. Ayetlerde Allah’ın verdiği nimetlere karşı nankörce bir tavır içinde olmalarından dolayı sıkça zikredilmiş olan bu topluluk, tarihe azgın bir kavim olarak geçmiştir. Tarihin akışıyla beraber düşünüldüğünde bu kavmin, Allah’ın merhametine ve bağışlayıcılığına rağmen sürekli olarak bir büyüklenme ve inatçılık göstermesi oldukça şaşırtıcıdır.



Bilindiği gibi İsrailoğulları, bir dönem alemlere üstün kılınacak şekilde nimetlerle donatılmış ve kendilerinden bunların karşılığında sadece "Allah’ın ahdine bağlı kalmaları" istenmiştir. Kendilerine bunca nimet veren Allah’a itaat ve sadakat, şevkle yerine getirmeleri gereken bir konuyken onlar, eşi benzeri görülmemiş bir şekilde Rablerinin emirlerini yerine getirmemişler, haddi aşmak suretiyle kendi nefislerine zulmetmişlerdir:



... Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan (Yahudilerden) çoğunun taşkınlıklarını ve inkarlarını artıracaktır... (Maide Suresi, 68)



...Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)



Allah, bu kavmi pek çok defa gerek nimetler, gerekse sıkıntılar vermek yoluyla denemeden geçirdiğini Kuran’da bildirmiştir.



Bilindiği gibi İsrailoğulları, Firavun döneminde köle olarak çalıştırılan ve Firavun’un zalim düzeninden dolayı bu konumlarında yüzyıllar boyunca değişiklik yapamamış olan bir halktı. Egemen olan Firavun’un ahlak sistemi ve hükümdarlık anlayışı, son derece katı ve zalim bir yönetim biçimi olduğu için, yüzyıllarca bu despot sistemin içinde ezilmişler, ayetin ifadesiyle "kadınlarını diri bırakıp erkek çocuklarını boğazlayan" bu yapıya çaresiz mahkum olmuşlardır. Bu büyük imtihanın sonucunda Allah bu köle topluma Hz. Musa’yı peygamber olarak göndermiş ve onlara "denizin yarılması" gibi büyük bir mucizeyi göstererek Firavun’un zalim yönetiminden kurtarmıştır:



Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.



Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardır. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.



Ve sizin için denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun’un adamlarını -gözlerinizin önünde- boğduğumuzu hatırlayın. (Bakara Suresi, 47, 49, 50)



Kalbi katılaşmamış her kişi tarafından büyük bir şükür vesilesi olarak değerlendirilecek bu olay, İsrailoğulları’nın kalplerinde Allah korkusundan dolayı bir yumuşama meydana getireceği yerde, bir gevşeklik ve rahatlamaya sebep olmuştur. Bu büyük mucizeyle imanlarının kat kat artması gerekirken bu kavim, aradan bir süre geçtiğinde Hz. Musa’nın ilk yokluğunu fırsat bilerek hemen taşkınlıkta bulunmuşlardır. Olmadık bir sapkınlık sergileyerek buzağıyı şirk koşmaya kalkışmışlardır:



Andolsun, Musa size apaçık belgelerle geldi. Sonra siz onun arkasından buzağıyı (tanrı) edindiniz. İşte siz (böyle) zalimlersiniz. Hani sizden misak almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 92-93)



Kuran’da tüm insanlara ibret olarak gösterilen bu kavmin azgınlığı ve Allah’a karşı büyüklenmeleri bu örnekle sınırlı değildir. Allah’ın kendilerini bağışlamasını takdir edemeyip taşkınlıklarını sürdüren kavimle ilgili daha pek çok örnek bildirilmiştir.



Örneğin, Allah İsrailoğulları’na şükretmeleri için arka arkaya pek çok nimet vermişti. Bunun karşılığında ise yalnızca nimetlerle dolu şehrin kapısından girerken secde etmelerini istemişti. Ancak onlar nefislerine zulmetmişler ve Allah’a başkaldırmışlardı:



Bulutları üzerinize gölge kıldık ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiklerimizin temizinden yiyin" (dedik). Onlar bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmettiler. Ve hatırlayın, demiştik ki: "Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken 'dileğimiz bağışlanmadır’ deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) artıracağız". Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azab indirdik. (Bakara Suresi, 57-59)



Diğer bir örnek ise kendilerine "Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" denildiğinde, Hz. Musa’ya tek çeşit yemeğe katlanamayacaklarını söylemeleridir. Allah’ın sunduğu yiyeceklerle yetinmeyip başka yiyecekler istemleri, Allah’ın kendileri için seçip beğenmiş olduğu dini kavrayamamış olduklarının en açık göstergesidir. Ayetlerde bu basit tavırları, nankörlükleri ve dünyada gördükleri karşılık şöyle anlatılmıştır:



Siz demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Mısır’a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah’ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. Bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. (Bakara Suresi, 61)



Bir başka çirkin tavırları ise, peygamberleri tarafından Allah’tan getirilen bir emre karşı çok çirkin bir konuşma tarzıyla cevap vermeleridir. Kullandıkları kelimeler ve ifadeler kibirlerini ve saygısızlıkları ortaya çıkarmaktadır:



Hani Musa kavmine: 'Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. 'Bizi alaya mı alıyorsun?’ dediler.. (Musa): 'Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.’ dedi. (Bakara Suresi, 67)



"Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz." (Maide Suresi, 21)



Dediler ki: "Ey Musa, biz onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git ikiniz savaşın. Biz burada duracağız." (Maide Suresi, 24)



Allah’ın ve peygamberin, emrine karşı gelip böyle pervasız ifadeler kullanmaları akıl sahibi insanları son derece şaşırtan bir durumdur. Zira bu tavırlarıyla ahirette çok büyük karşılık görecekleri açıktır. Allah onları böylesine ciddi bir başkaldırıya sürükleyen bozuk mantıkları ve görecekleri karşılık hakkında şöyle hükmetmiştir:



Allah’ın kullarından dilediğine kendi fazlından (Peygamberliği) indirmesini 'kıskanarak ve Hakk’a baş kaldırarak’ Allah’ın indirdiklerine tanımamakla, nefislerine ne kötü şeye karşılık sattılar, böylelikle gazap üstüne gazaba uğradılar. Kafirler için alçaltıcı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 90)



Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, hareketlerinin altında yatan yegane sebep kibirleriydi. Peygamberliğin kendilerinden başkalarına indirilmiş olmasını kıskanmışlar, elçilerin üstünlüğünü kabullenmek istememişlerdi. En üstün olanların kendileri olmasını istiyorlardı. Kısacası bütün bu ayak diretmelerinin, zorluk çıkarmalarının ve kendileriyle uğraştırmalarının sebebi müstekbir oluşlarıydı. Böylece peygamberlerine en çok zorluk çıkaran, onlara eziyet etmeye çalışan kavim olarak tarihe geçtiler. Elbette ki bu tutumları yanlarına kalmadı, doğru yoldan sapan ve sonsuz azaba mahkum olan yine kendileri oldu:



Hani Musa kavmine demişti ki, "Ey kavmim gerçekten benim sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz? İşte onlar eğrilip sapınca Allah ta onların kalplerini eğriltip saptırmış oldu. Allah fasık bir toplumu hidayete erdirmez. (Saff Suresi, 5)



İsrailoğulları yalnız Hz. Musa’ya karşı değil Allah tarafından kendilerine gönderilen tüm elçilere karşı büyüklenmişler, hatta kimi zaman bu kibirleri onları elçileri öldürmeye kadar götürmüştür:



Demek size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz öyle mi? (Bakara Suresi, 87)



İsrailoğulları kibirlerinden kaynaklanan taşkın tavırlarına sonra da devam etmiş, Hz. Davud döneminde kendilerinde "melik" (yönetici) olarak atanan Talut’a karşı, inkarcıların önde gelenlerine benzer örnekler getirmişlerdir:



Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut’u gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal verilmemişken, nasıl bize hükümdarlık onun olabilir?" dediler. O demişti: "Doğrusu Allah, size ona seçti ve onun bilgi ve bedeni gücünü artırdı. Allah, kime dilerse, mülkünü verir; Allah geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)



İsrailoğulları’na verilen mucizelerin tek bir tanesi bile, inançlı bir kişinin tüm davranışlarına ömür boyu Allah korkusunun yön vermesine yetecektir. Oysa İsrailoğulları defalarca merhamet edilip bağışlanmış olmalarına rağmen sürekli bir akılsızlık ve bozgunculuk içinde yaşamışlardır. Bu da şu gerçeği göstermektedir ki Allah kötü ahlaklarına karşılık bu kavmin anlayışını kapamış, gözlerini köreltmiş, kulaklarını sağırlaştırmıştır. Tarihe yaptıkları taşkınlıklarla geçen İsrailoğulları’nın dünyada ve ahirette alacakları karşılıklar da Kuran’da bildirilmiştir. Bahsedilen yönüyle bu kavim, verilen nimetlerden şımarma, kendine pay çıkarma, böbürlenme ve yeryüzünde bozgunculuğa yeltenme konusunda tüm enaniyetli kişilere bir ibret tablosu oluşturmaktadır. [111]