Güzellik ve Gençlik

Güzellik de nefsin kabarmasına ve kibirlenmesine yol açan sebeplerden biridir. Pek çok insan dünya hayatının bu en geçici, en çabuk bozulan süsüne aldanır. Oysa güzellik herşeyden önce kişinin kendi çabası ile elde edemediği, ancak Allah tarafından kendisine verilen ve her an alınması da çok kolay olan bir vasıftır.



Herkes bilir ki, güzelliğin kaybedilmesi çok kolaydır. Halk arasındaki tabirle bunun için "bir kıvılcım yeter". Yüzde meydana gelebilecek bir yara, yanık ya da vücuttaki bir organın kaybı güzelliğin bozulması için kafidir. Bu da toplum içinde çok sık rastladığımız bir durumdur; öyle ki hiç kimse bu tehlikeyi kendinden uzak göremez.



Bu tehlikelerin hiçbiri insanın başına gelmese bile güzelliğin, kendisinden asla kaçamayacağı acımasız bir düşmanı vardır: Yaşlılık. Dünyanın en güzel insanı dahi gün geçtikçe yaşlanır ve bir süre sonra eski güzelliğinden eser kalmaz. Toplum tarafından tanınan ünlü kişiler bu konuda büyük bir ibret teşkil ederler. Bunlar, bir dönem için halk tarafından oldukça beğenilen, hayran olunan, herkesin özendiği ve yerlerinde olmak için can attığı insanlardır. Ancak zaman içerisinde onlar da Allah’ın takdirine karşı koyamaz ve yaşlanmaktan kurtulamazlar. Sahip oldukları tüm serveti ve imkanları kendilerini gençleştirmeye harcasalar dahi bu çabaları, kaçınılmaz sonu -en iyi ihtimalle- 3-5 sene ertelemekten başka bir işe yaramaz.



Güzellikten ve gençlikten kaynaklanan enaniyetin lüzumsuzluğunu anlamak için bu örnekler yeterlidir. Ancak çok güzel bir insanın ölümden sonraki ilk on günde alacağı hale bir göz atmakta da fayda vardır.



Beden toprağın altına konduktan sonra hızlı bir parçalanma sürecine girer. Mikroplar faaliyete geçer, karında toplanan gazlar cesedi şişirir ve bedeni tanınmaz hale getirir. Gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan kanlı köpükler gelmeye başlar. Hem dışta, hem iç organlarda çürüme başlar ve etrafa tahammül edilemeyecek derecede pis kokular yayılır. Beyin tamamen çürür. Kemikler bağlantılarından ayrılır ve iskelet dağılmaya başlar. Sadece kemikler kalıncaya kadar bu hal devam eder.



Her ne kadar düşünmek istemese de, bu anlatılanlar kaçınılmaz olarak her insanın başına gelecek şeylerdir. Kişi eğer güzelliğin kendisine ait olduğunu sanıyorsa, arta kalan bu çürümüş bedeni de sahiplenmelidir. Ancak dünyanın en güzel insanı dahi bundan şiddetle kaçınacaktır. Çünkü bu çürümüş bedenle insanlara gösteriş yapamayacağı, Rabbine karşı büyüklenemeyeceği açıktır.



Bazı kişiler ise iddialı bir güzelliğe sahip olamadıklarından dolayı ezikliğe kapılırlar. Aslında bu da enaniyetin başka bir türüdür. Çünkü kişi bedenini sahiplenir, güzelliğin kendisinden kaynaklandığını zanneder ve kendisine verilmemiş bu özelliği bir eksiklik, bir kusur olarak görür. Doğru olan tavır ise inananların davranışıdır. Müminler Allah’ın verdiğine razı olurlar ve fiziki özelliklerini ne eziklik ne de enaniyet konusu yaparlar. Bedenin sahibinin Allah olduğunu bilirler, bununla denendiklerinin de farkındadırlar. Önemli olan insanın ruhudur, Allah’a olan samimi yakınlığıdır.



Güzelliğin Allah tarafından verildiğini bilip O’na şükretmek ve tevazulu olmak en ideal tavırdır. Kaldı ki sahip oldukları ile şımarmayan, böbürlenmeyen ve herşeyin sahibinin Allah olduğunun farkında olan bir kişiye Allah, kendi katından bir heybet, sevimlilik ve nur verebilir. Böylece üzerinde, fiziki anlamda güzel sayılan pek çok insandan çok daha etkileyici bir hal oluşturabilir. [73]