Duygusallık Ve Maneviyatçılık

İki çizgi daha...Duygusallığa dayanan güç ile maneviyyata dayanan güç insanoğlunda daha önce belirttiğimiz gibi beşer tabiatının eşdeğerliliğinden ortaya çıkan ruh ve beden ikilisinden neşet etmektedir... Ama bu eş değerliliğe rağmen insanoğlunun tek bir varlık yapısına sahip olduğnu hiç bir zaman için zihnimizden çıkarmamamız gerekir.



Duygusal (hissi) güçler hislerle irtibatlı olan bedeni güçlerdir. Biyolojik, fizyolojik, asabi kimyevi duygularla ilgilidir. Manevi güçlere gelince kimse onların yerini, mahiyetini ve şeklini bilemez, çizemez. Sadece mücerred tasavvura dayalı fikri düşüncelerdir. Çünkü manevi değerleri bilen ve anlayan kimse ancak, faziletin ne demek olduğunu anlar. Adaleti, yüce değerleri, hakkı, güzeli ve buna benzer tamamen manevi gerçekleri ve hayali mefhumları kavrayabilir.”16



(16) İslam eğitiminin metodu.



Julian Huxley; “Modern Dünyadaİnsan” adlı eserinin “insanın eşsizliği” başlığını taşıyan bölümünde diyor ki: “İnsanın en birinci özelliği, kafaları durduran ve açıklanması itibarıyle en zor olan husussiyyeti düşünme, tefekkür etme gücüdür. İnsandaki bu esaslı güç kaynağı birkatım neticeler ortaya çıkarmşıtır ki saymakla bitmez. Bunun en önemlisi ise sürükli olarak gelişen ve artan alışkanlıklardır.”



Aynı başlığın bir başka kısmındada şöyle diyor: “insanın diğer varlıklardan ayrılığı ve biyolojik olmaktan çok psiklojik olarak adlandırabileceğimiz özelliklerin çoğu şu üç özelikten çıkmaktadır:



Birincisi; insanın genel ve özel konularda düşünme kudredine sahib olmasıdır.



İkincisi akli faaliyetlerini hayvandaki düşünce ve hareket ikiliği yerine muayyen nisbette birleştirmiş olmasıdır.



Üçüncü özellik ise insanlık dünyasında kabile, kılan, millet, toplum ve dini topluluklar ve partiler gibi sosyal birliklerin bulunması ve her bir sosyal birliğin kendi kültür ve geleneklerine sarılmasıdır.



İkinci derecede postulatlar daha vardır ki bunları da saymakla bitiremeyiz. Mesela insan kafası evrime uğrayarak insan öncesi devreden insanlık devresine geçmiştir. Şüphesiz ki bu geçiş biyolojik yönden eşsizdir. Bu postulatlar arasında matematik ilimlerini, müsbet arasında matematik ilimlerini, müsbet bilgileri musiki duyularını sanat ve bedii zevkleri din ve ideal sevgisi gibi konuları zikredebiliriz.”...



   o  



Duygusl enerji bedenin enerjisidir... Yemek içmek ve çinsel faaliyette bulunmak gibi. Duyularla anlaşılan ve maddi alemde üretim sağlayan kasların gücü... İş gücüdür...



Tabii bu gücü insanın ortaya çıkardığı en ilkel güçtür...



Bedeni enerjinin insanın ilk olarak ortaya çıkardığı, cinsel duyguların dışında manevi duygular gelişmeden teşekkül eden birbiri peşi sıra ortaya çıkan bir duygu oldugu apaçık bir gerçektir.



Bu demek değildir ki insan doğarken beraberinde sadece duygusal enerjilerle doğar. Yani insan sırf bir beden külçesi olarak meydana gelir. Veya salt bir canlı olarak ortaya çıkar. Bilakis doğarken onun varlık yapısının derinliklerinde bedeni ve duygusal kabiliyyetlerinin yanısıra manevi duygular ve enerjiler de birlikte doğar. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu kuvvet ve enerji onun varlık yapısında gizli olarak kalır. Tıpkı doğumundan bir müddet sonra gözlerinin görmeye başlaması gibi...Çocuk doğarken hisleriyle birlikte doğar. Ve yavaş yavaş gelişir, kuvvetlenir. Adaleleri de böyle. Doğduktan sonra tedrici olarak güçlenir. Bedenindeki organları aynı şekilde tedrici olarak güçlenir, gelişir ve yemeye içmeye, bir takım ifrazlarda bulunmaya başlar... İşte insanın duygusal yapısı böylece teşekkül eder.



Duygusal enerjilerden sadece cinsel enerji sonra kendisini gösterir. Belirli zamanı gelene kadar cinsel enerji bedende gizli olarak bulunur.



Bunun da bir hikmeti vardır mübdi ve kudretli yaradıcının yanında...



Hayvanlarda bile cinsel üretim bedenin muayyen bir şekilde gelişmesini, psikolojik tekevvünü gerektirir. Ancak böylece ister dişi olsun ister erkek canlı organizma cinsel birleşmenin gerektirdiği yorgunluğu, çalışıp çırpınmayı ve bunlara tahammül ederek gelişmenin sağlanmasını icabettirir. Bundan sonra da bir takım zaruri neticeler ortaya çıkacaktır ki bunlarada dayanmayı zorunlu kılar. Üreme ve bunun gereği olarak ortaya çıkan yemek içmek, terbiye ve gözetim gibi...



Binaenaleyh bünyenin bedeni sahada ve psiklojik alanda gelişip olgunlaşması ve üretime uygun duruma gelmesi gerekir... Kendisi daha çocuk ve başkalarının denetimine ve gözetimine muhtaç iken, hiç bir sorumluluk ve vazife şuuruna ermemişken, yorgunlak meşakkatlere tahammül gösteremezken başkalarının üremesi için bir vasıta olmaması icab eder.



İşte bunun içindir ki yeni doğmuş çocuklarda cinsel gücün ve enerjinin ortaya çıkması gayet mantıksız ve gereksiz bir şey olurdu. Çünkü o yaşta bir canlı hiç bir biyolojik fonksiyon icra etmez.



Kudret sahibi yüce yaratıcı her şeyi kendi yerine oturtuyor. Kendi yüce hikmetinin gerektirdiği şekilde mazbut bir ölçü dahilinde yerleştiriyor. Hiç bir şey O’nu hikmetini geçmez ve aşmaz... Ve o, hem hatadan, hem boş şeylerle uğraşmaktan ve her türlü israftan münezzehtir:



“Biz her şeyi bir ölçü içerisinde yaratmışızdır.” (Kamer: 54/49)



“Sen Rahmanın yarattıklarında bir tutarsızlık göremezsin...(Mülk: 67/2)



Şu engin kainat okyanusundaki mazbut ve sonsuz dikkat ve itina, baştan sona kozmozu saran nizama ve intizam, ışık hızıyla bir santim veya bir arpa boyu düzen ve nizamını değiştirmeyen bu müstesna birlik... Evet her şeyi yerli yetince yerleştiren bu eşsiz dikkat ve itina cinsiyyet problemini de en doğru yerine yerleştiriyor ve insan hayatındaki sağlam vazifelerini belirtiyor.



Bunun içindir ki zaten Freud’ün ileri sürdüğü şekilde insan bünyesinde cinsel yapının çocukla birlikte faal olarak doğup, muhtelif şekillerde ortaya çıkarak en son ve tabii merhalesine ulaşması, yani büluğ çağında karşı cinse meyil tarzında sonuçlanması iddiası çok tuhaf bir iddiadır...



Freud’ün kendi kanaatını isbat etmek için ortaya attığı yığınlarca delillere gelince hepsi de köksüz ve mesnedsizdir. Çünkü Freud’ün bu konudaki izah tarzı doğru bir yorum şekli değildir. Haddi zatında en doğru yorum, en çok yorum, en çok gerçekleri dile getiren ve genel kainat kanunlarıyla uygun olarak gelişme kaydeden yorum tarzıdır. Halbuki bütün bu gerçekler ve genel manadaki kainat kanunları çocukluk çağında -ne şekilde olursa olsun- cinsel makenizmanın faaliyete geçmesi hem manasız hem de gereksiz bir şey olduğunu göstermektidir.



Gelecek bölümde cinsel faaliyet konusunda tafsilatlı bilgi vereceğiz. Cünsel enerjideki tutucu ve itici faktörlere temas edeceğiz. Buradaş u kadarını söylemekle yetinelim ki cinsel makenizmanın faaliyeti gerek hissi gerekse psikolajik alanda ileri merhalede ortaya çıkmaktadır. Çünkü insan hayatında cinsel makenizmanın faaliyet sahası çocukluk merhalesinden sonraki demlere rastlar...Binaenaleyh bu duygunun daha önce ortaya çıkması hiç bir değer ifade etmez.



Yalnız bununla küçük çocuğun erginlik çağlarından önce cinsel organlarını ve bedeni yapısını tanımadığını söylemek istemiyoruz... Bilakis çocuk o yaşta bunları tanır ve öğrenir, ancak bu hareketi psikoloji bilginlerinin belirttiğine göre cinsiyyet manasını taşımaz. Söylediğimiz gibi bu sadece bir öğrenmedir... Hatta çocuk kendi çocukça anlayışıyla bu mıntıkaların özel bir hassasiyete sahib olduğunu keşfettiği zaman ve oynayınca haz duyduğundan ötürü daha fazla uğraşmaya başladığı sıralarda bile bu hareketlerin şuurlu olarak cinsel duygularla ilgisi yoktur. Çünkü o merhalde henüz  çocuk cinsiyet fenomenin ne demek olduğunu bilmez.



Hatta hatta çocuk aşırı bir anormallikle yanlış etkileriyle bütün cinsel ameliyeleri vaktinden önce öğrenip, hangi uzuvların nerede kulanılacağını belleyerek gerek sözleriyle gerekse hareketleriyle bu fiileri ifade etse ve açıklasa bile bu bir gerçeğin ifadesi olmayıp erken erginliktir. Çocuğun sopasına binerek sopayı at kabul edip binicilik oynamasından farksızdır. Bu nasıl ki bir binicilik demek değilse sadece çocukça bir oyun ise o çağlardaki dile ifade edilen cinselduygular da aynıdır.



Bu demek değildilr ki çocuk o yaşta hiç bir cinsel uyarıyı anlamaz. Kudretli ve ibda gücü sahib yaratıcı gelişme amaliyesini yerli yerince yerleştirmiş ve her şeyi tedrici olarak yavaş yavaş geliştimiştir... Bir takım görüntüleri dışında hiç bir şeyi ansızın meydana çıkarmamıştır. Bunun içindir ki çocuk merhale merhale cinsel uyarıları anlamaya başlar... Fakat bu uyarılış Freud’ün dediği gibi her şeyin cinsel duygulara nisbet edilebilecği şekilde değil. Yemek içmek meme emmek, idrar yapmak, parmak emmek, kasları faaliyete geçirmek ve annesini sevmek gibi duygular cinsel bir faaliyet neticesi değildir.



Yazıktır... Böyle aslı astarı olmayan şeyler üzerinde söz sarfedip yorulmak...



Çocuk doğarken cinsel makenizmanın dışında kalan bütün duygusal makenizmasıyla birlikte doğar. Faaliyetini ya doğrudan doğruya ya da doğumu mütakiben bir kaç gün veya hafta içerisinde yürütmeye başlar.



Bu yolda devam ederek hayatla ilgi kurar, hayata alışır ve muhtelif yönlerini örenmeye çalışır...



Eşyayı tanımak ve öğrenmek için koklar, ısırır, tadına bakar yoklar ve duymaya çalışır gelen sesleri yavaş yavaş onları tanır. Sonra da merhale marhale aralarındaki münasebeti öğrenir ve kavrar.



İşte bu merhalede manevi güçler faaliyete geçer. Esas itibariyle manevi güçlerin dayanağı da bu duygusal güç noktalarıdır.



Aslında bu nokta orta noktadır... bir yerden diğerine geçiş noktası... Veya karşı tarafa geçmek için kurulmuş bir köprü. Çocuk bu köprüden geçerek maneviyat sahasına adım atar...



Biz sevgi ve nefret, korku ve ümid çizgilerinden söz ederken bu husus üzerinde durmuş ve duygusallıktan maneviyata geçmiş temin eden bazı gelişmelerden bahsetmiştik. Burada açıkça söylüyoruz ki bu geçiş bu veya o çizgiye münhasır olmayan genel manada bir geçiştir. Bütün beşer  faaliyetlerini içine alır... Her türlü beşeri faaliyetler duygusal olarak başlar...Sonra köprüyü geçer ve manevi alana varır... Bundan sonra artık insan hayatı bu iki sahadaki gel gitlerle doludur. Bazan köprünün bir yanına geçer bazan öbür yanına... Başarı ve kayıb esnasında devamlı bir gel git vardır beşer bünyesinde... Şu kadarını söylemek gerekir ki hiç bir zaman tam anlamıyla duygusal veya tam manasıyla manevi olmaz... Dışa vuran sadece bir görüntüden ibarettir. asıl değildir. Esasta insan makenizması değişik şekil ve nisbette bir karışımdan ibaretir. Ama iki unsurdan meydana gelen asıl yapı hiç bir zaman için değişmez.



Salt duygu noktasına en yakın olan duygusal faaliyet yemektir. İnsan yemek yerken kendi duygusal alandan manevi alana geçer ve o bir edeb, anlam ve usul halini alır. Çeşitli yemekleri seçmek, başlarıyla birlikte yemek ve temiz ve helal yemek aramak gibi şekiller alır.



Cinsiyet te insanın duygusal yanına en yakın olan bir şeydir, bazan bir ideal, sevgi, ince bir his, fikri, iktisadi, ruhi, sosyal ve siyasi bir “poblem” olarak ortaya çıkar...



İşte beşer adını verdiğimiz varlığın yapısındaki eşsiz mucize... insan bütün canlılarda olduğu gibi duygusal faliyet şekillerini öğreniyor ama onu hayvanlar gibi öğrenmiyor. İnsana has bir tarz içinde yani insanca öğreniyor.



Julian Huxley’den yukarda naklettiğimiz parağrafta belirtildiği gibi insanın ortaya koyduğu en büyük mucize doğrudan doğruya düşünebilme makenizmasıdır. Salt bir düşünceyle inançlar yığınını fikir, bilgi, duygu ve sanat ürünlerini meydana getirecek, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve medeni  düzenler kuracak seviyeye çıkmasıdır. Değerler ve faziletleri idrak edecek mertebeye yükselip o değer ve faziletlere inanarak sarılmasıdır.



Doğrusu insanlığın zirvesi de işte budur...



İnsan mekanizmasında ortaya çıkan en büyük mucize burasıdır.



Biz bu mucizenin derinliğini ve mahiyetini bilmiyoruz hiç. Nasıl teşükkül ediyor? Nasıl faliyet yapıyor? İnsan bünyesinin hangi nokasında yer etmiş bulunuyor...



Zaten insan denen varlığın bu erişilmez derinlikerinin bilinmezliği, mahiyetinin anlaşılmazlığı bir takım psikolojik ekolerin önüne en büyük bir engel olarak çıkmıştır. (Tecrübeci, Behaviorist ve mekanik ekoler bunlar arasındadır.) Bir takım doktrinler de bu bilinmezlikten ötürü ya tamamen ondan gafil bulunmuşlar veya materyalist bir izah tarzıyla açıklama cehaletine düşmüşlerdir.



Biraz önce debelirttiğimiz gibi insan bünyesinde bilinen biryön yoktur ki bu bilinmezlik önemsenmemiş olsun. Her tarafıyla bir bilinmezlikler alemi insan...



Sindirim organının, solunum cihazının duygu ve üretim yollarının hangi birisini tam olarak bilebiliyoruz. Nasıl çalışıyorlar?



Görüntüler dünyasında bilinen şeyleri geçipte bünyenin iç yapısına inebiliyormuyuz?



Tek başına bir canlı hücre... Daha organları teşekkül ettirmek üzere bir araya gelmemişken, bir ağız, bir burun, bir hazım cihazı, bir gen, bir yumurtacık haline gelmemişken... Ne biliyoruz hakkında? Görünüşünden öte varıyor mu bizim bilgimiz?



Bir hücrenin nasıl doğruluğunu biliyor muyuz?... Nasıl faaliyet yaptığını biliyor muyuz?... Gelişmesi nasıl oluyor?.. Hareket ve faliyet sahasına atıldığı zaman nasıl kimyevi ve fizik merhalelerden geçiyor? Bu sırrı bilen var mı?..



Hayır. Hayır hiç bir şey bilmiyoruz...



İnsandaki manevi mekanizmanın mahiyetini bilmiyorsak...Pekiyi, neden öyleyse bir bilgizlikle diğer bir bilgisizliği birbirinden ayırd ediyoruz? Bir yanda bilmediğimiz şeylerin varlığını kabul eerken diğer yanda bilmediğimiz başka şeylerin varlığını kabul etmiyoruz. Halbuki her iki sahadada bilgisizliğimiz aynı derecede...



Hayır... Eksiklik olur, eğer eşyanın dış görüntüsünü inceleme mevzuu yapıpta mahiyetini araştırmazsak o zaman manevi güçlerin Julian Huxley gibi materyalistlerde bile tezahür eden yönlerini fazlasıyla görebiliriz...



Ne var ki bizim bu çalışmamızda ana hedefimiz insan bünyesindeki her iki enerji kaynağının da birbiriyle ilişik olduğu isbat etmektir. Her ikisi birlikte kanat gerer...