Şimdikilerin Şirki Ve Bedevilerin Şirki

Putlar, Allah’a (c.c.) koşulan ortaklar ve tağutlar Allah’tan (c.c.) başka kendisine kulluk edilen ya da Allah (c.c.) ile beraber kendisine kulluk edilen varlıklardır. Allah’tan (c.c.) başka hiç kimse idare edilmesi ve yönetilmesi gereken şeyleri idare edemez ve yönetemez. Allah’tan (c.c.) başka ya da Allah (c.c.) ile birlikte kendisine kulluk edilen şeyleri ağaçlar, taşlar, yıldızlar ve binalara benzer şeylerle sınırlamak yanlıştır ve sadece cehaletten kaynaklanan bir zandır.



Taşlara, ağaçlara, yıldızlara ve bunlara benzer şeylere kulluk etmek cahiliyye döneminde yaşayan bedevlerin yaptıkları şeylerdir. Hatta öyle ki, onlardan biri helvadan (ya da hurmadan) timsaller, heykeller yapar, onlara tapınır sonra da acıkınca onları yerdi.



Ne yazık ki, bu basit akıllı bedevi ümmetlerin anlayışları bugüne kadar gelmiştir. Medeni olduklarını söyleyen zamanımızın insanlarında da değişik renklerde şirkler yaygındır. Onlar da şehvetlerine, akıllarına ibadet ederler. Maddeye taparlar. Firavun şahıslı kimseleri takdis ederler. Kendilerine dünyevi kanunlar ve yöntemler edinirler.



Allah’tan başka herhangi bir şahsa helal kılma, haram etme ve şeriat koyma konusunda itaat etmenin şirk olduğu konusunda şüphe yoktur. Allah’tan (c.c.) başkasına tasararruf yetkisi vermek, rağbet (sevap umarak yönelmek), rahbet (azabından korkmak), korku, ümit, muhabbet, sevgi ve bunlardan başka ibadetleri başkası için yapmak da böyledir.



Allah’ın (c.c.) şeriatine aykırı olan nizam ve kanunlara ittiba etmenin şirk olduğunda da asla şüphe yoktur. Bu kanunlarla ister insanların malları konusunda hükmedilsin, ister canları ve namusları konusunda hükmedilsin, isterse cisimleri konusunda hükmedilsin fark etmez. Allah’ın (c.c.) kanunlarından başka kanunlarla muhakeme olanlara engel olmak onları ortadan kaldırmak eğer imkan dahilinde değilse, onların şiddetli bir şekilde reddetmek farzdır.



Kafir ve münafıklara vela (dostluk) göstermekten ve onları sevmekten de sakınmak gerekir.



Bunlardan başka şirk çeşitleri (renkleri) de vardır.



Allah’ın Nebileri -Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun- tevhid akidesini insanlara sunmuşlar, insanlar da Allah’ın (c.c.) Nebilerinin sunduğu bu akideyi açık, belirgin ve kolay anlaşılır bulmuşlardır. Tevhid akidesi Allah’ı (c.c.) ibadet ve ihlas konsunda tüm şirk çeşitlerinden uzak kılarak bilmeyi ve tek kabul etmeyi gerektirir.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Allah’a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (A’raf: 7/59)



Davetçilerin insanlara bu akideyi aynı Allah (c.c.)’ın Nebilerinin sunduğu gibi sunmaları gerekir. Allah (c.c.)’a kulluk konusunda insanlara şiirler söylemek, edebiyat yapmak maslahat değildir. Çünkü bu, olayı zorlaştırır. Böyle bir şeyi ancak insanlardan az bir kısmı anlar. Herkesin anlaması mümkün olmadığı için kabul etmeleri de zorlaşır.



Ayrıca bu insanın fıtri akidesine de, Rasulün kendisine vahyolunana da zıttır. Hayatlarının tamamında şirki ve putçuluğu yaşayan bedevi bir Arap (Tufeyl b. Amr ed-Devsi), Rasulullah (s.a.v.)’a gelip yanına oturmuştu. Rasulullah (s.a.v.) İslam’ı ve tevhidi kendisine anlattı. Bedevi Arap, müslüman olarak Allah (c.c.)’ın dinine çağıran bir mümin oldu. Sonra kavmine gitti onlara çığlık atarak şöyle bağırdı.



Muhakkak ki Lat... Lat diye bir şey yoktur.



Muhakkak ki Uzza... Uzza diye bir şey yoktur.



Onları ve Allah (c.c.)’tan başka tapılan her şeyi tekfir ettim. Hatta öyle ki bu adam hanımının yanına geldi. Ondan uzaklaştı, ona:



“İslam benimle senin aranı ayırdı.” dedi.[242]



Bu İslamı anlamayı kolaylaştırmaktır.



Davetçi olarak insanlara anlatmamız gereken din bütün insanların anlayabileceği kadar açıktır. Allah’ın ayetlerini ve Rasulullah (s.a.v.)’ın tevhidi anlatan hadislerini Ümmi olan cahil de, öğrenci de kolaylıkla anlar. Bizim üzerimize, dini daha iyi anlayabilmelerini sağlamak için bazı nasların manalarını açıklamaktan başka bir şey düşmez.



Allah (c.c.)’ın nebilerinin varisleri olan kimseler için, bazı öğretmenlerin yaptığı gibi, öğrencileri gereksiz bilgiler edinmek için harekete geçirmek caiz değildir.



Ya da bazı üniversite hocalarının yaptıkları gibi ahkam ayetler üzerinde teferruata dalmak ya da kişisel görüşlerini belirtmek, konuların uzak yönlerini anlatmak da hoş değildir.



Bir müslümana tevhidi anlatmak için, İhlas Suresini okumak yeterlidir. Bu sure insanın kalbini Allah (c.c.)’a hamd ve tazim ile tevhid ve marifet bilgisi ile doldurur. İhlas Suresi Allah (c.c.)’ın kemal sıfatlarını ispat ederek, Allahû Teala’yı her türlü ayıp ve noksandan tenzih etmeyi içerir. Bu sureyi anlayamayan bir tek müslüman gösterebilir misiniz?



Günümüzde insanlar, tevhide çağıran müslümanlara şiddetle ihtiyaç duymaktadırlar. Muhakkak ki bu da, tevhid gerçeğini ihmal etmek, onu tamamlamamak ve gönüllerde boş bırakmak yüzünden olmuştur. İnsanlar ibadet konusunda Allah (c.c.)’tan başka pek çok şeylere yönelir olmuşlardır. Onlardan çoğu yaratıklara istiğasede bulunur, bir zararı gidermesini veya kendisine bir fayda sağlamasını ister, Kıyamet Gününde kendilerini kurtarması için Allah (c.c.)’tan başka şeylere yalvarırlar. Veli sandıkları insanların kabirlerini tavaf eder, onlar için kurbanlar keserler. Onlara ihtiyaçlarını sunarak zorlukları gidermelerini beklerler.



Beldelerinde müslümanların bulunduğu çoğu yerde bunlardan başka da yaygın ve acaip şirk çeşitleri görmek mümkündür.



Afrika devletlerinden birindeki kardeşlerden biri bana şöyle anlattı: “Belli bir dönemde, yaşadığım beldedeki insanlara bir yahudi geldi. Müslüman olduğunu açıkladı. İbadetleri yerine getirdi. Sarık takıp, cübbe giyiyordu. İnsanlar onun bu haline hayret ediyorlardı. Onu kendilerine veli edindiler. Nefislerini ona teslim ettiler. O, onların mallarından istediği kadar alırdı. O bundan daha kötü suçları ve zulümleri de işledi. Evlenen kişilerin hanımları ilk gece bunun yanına giderdi. Onun bu yaptığı insanların dünyasını daraltıyor ve onlara zor geliyordu. Ancak onlar herhangi bir şey yapmaya da güç yetiremiyorlardı. Çünkü bu adam, onların nazarında velilerden bir veli idi. Onun bütün yaptığı kötülükler teslim olmaları, ses çıkarmamaları gerekiyordu.



Günlerden bir gün gençlerden biri evlendi. Velilik iddiasında olan bu adam, ilk gece gencin hanımının yanına girdi. Adamın karısına yaklaştı. Adam, karısının yanına girdiği zaman ona bu facir adamın kendisine ne yaptığını sordu. O da olanları söyledi. Bunun üzerine genç gayrete geldi ve velilik iddiasında olan o adamı öldürdü. İnsanlar bu haberi işitince: “Veli öldürüldü” diye bağırdılar. Onu kimin öldürdüğünü sordular ve öğrendiklerinde Allah’ın velilerinden birini öldürdüğüne inandıkları bu adamı öldürmeye koyuldular. Onların hali, tıpkı İbrahim’in (a.s.) kavminin hali gibiydi. İbrahim’in (a.s.) kavmi şöyle demişlerdi:



“Harekete geçin, toplanın. Eğer bir şey yapacak kimselerseniz ilahlarınıza yardım edin.” (Enbiya: 21/68)



Belli bir fetret döneminden sonra hakikatler anlaşılmaya başlandı. Gerçekler ortaya çıktıkça veli zannettikleri adamın yalancı bir kimse olduğunu, büyük günahlar işlediğini anladılar. Kimisinin malını çalmış, kimisine hainlik etmiş, kimisini aldatmıştı. İnsanlar onun kötülüklerin sayıp durdular. Hüsnü zan besledikleri bu adamın insanları aldattığı yayılıp, yaptığı işler ortaya çıkınca, onun yüzünden öldürdükleri adama zulmetmiş olduklarını anladılar.



Bu sefer de bu adamın kabri başına geldiler. Ona yöneldiler, onun kabrini bina ettiler, taşlarla çevirdiler. Kabrinin etrafını yedi şavt ile tavaf ederek her bir şavtta onu tekbir ettiler.



Bundan Allah (c.c.)’a sığınırız. İşte bu, Allah (c.c.)’tan başkasına ibadettir.



Ben bunun benzerini Asya beldelerinde gördüm. Buranın ehli, fakir kimselerdi. Onların arasında yetmiş yaşına varmış bir adam, Bavkureynik Dağı adında bir dağa giderek orada mekan tuttu. Kabe’ye benzer bir yer ihdas etti ve inşa ederek oraya yerleşti. İnsanlara binlerce mil uzaklıktaki Kabe’ye gitmeye takat getiremedikleri için Kurban Bayramı vaktinde orayı haccetmelerini emretti.



İşte bütün bunlar apaçık şirktir. Öyle ki Allah’ın nebilerinin insanları davet ettiği uluhiyet tevhidine aykırı olan bu şeyleri görmek müslümanlara zor gelir.



Kültürlü insanların bile çoğu, bazı fasid mezheplerde olduğu gibi böylesi şirklere düşmektedirler. Onlar idrak edemez ve akıl edemez hale gelmişlerdir. Onlar insanlara ibadet eder, onları ilah edinirler. Hatta bunlardan biri Ali b. Ebu Talib hakkında aşırı giderek, bir kaside yazmış ve bu kaside çeşitli yerlerde yayınlanmış ve bazı mescit ve müesseselere asılmıştır. Yine onlardan biri, yalnız Allah (c.c.) için söylenmesi gereken sözleri Ali b. Ebu Talib için söyleyerek şöyle demiştir:



Sen her şeye kadirsin.



Sen her şeyden uzaksın.



Sen birsin ve sen meliksin.



ve daha buna benzer başka kelimeler. Bunlar küfür ve şirk konusunda Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in bile varamadığı kadar zirveye ulaşmışlardı. Allah (c.c.)’a sığınırız.



Bir şehre uğradım, orada kendisine tasarruf yetkisi verilen velilerden birisi kainatın yönetimi konusunda yetkili kabul ediliyordu.



İşte bu şirk ve dalalettir.



“Size ne oluyor ki Allah’ın azametinden hiç korkmuyorsunuz? Halbuki O, sizi devreden devreye geçirerek yarattı.” (Nuh: 71/13-14)



Rububiyet tevhidi haktır ve Allah (c.c.)’ı fiillerinde birlemektir. Genellikle yaratılışları bütün insanlar bu tevhidi gereği kabul ederler.



Mülhid (dinsiz) laiklik, rububiyet tevhidi esasının ve Allah (c.c.)’ın varlığının inkarı demektir. Onlar İslam ülkesi olduğu iddia edilen yerlerde ilhadı yaygınlaştırmak istiyorlar.



İlhad (dinden çıkmak) ve inkar Allah (c.c.)’a başkaldırı manasına gelir. Allah (c.c.) en doğrusunu bilir, fakat bu durum imanı tehdit etmektedir. İnsanlar sürekli olarak öğüt verilmeye, nefislerinde olan şek ve şüphelerin giderilmesine muhtaçtırlar.



İsim ve sıfat tevhidi de haktır ve mühim bir esastır. Şüphe yok ki, bu eşit tevhid de açıklanmaya muhtaçtır. Genelde sapmalar, tevhidin bu çeşidinde söz konusu olur. Ehli Sünnete muhalif olan fırkalar, genelde bu konuda sapıtmışlardır. Hiç şüphe yok ki, Allah’ın rasulleri -salat ve selam onların üzerine olsun- insanlara hak olan Rablerini fiilleri, sıfatları ve isimleri ile tanıtmak için gelmişlerdir.



Ebu Hureyre’den Rasulullah(s.a.v.) şöyle buyurdu:



“Muhakkak ki Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Onları ezberleyip gereğiyle amel eden Cennete girer.”[243]



Rububiyet ve isim ve sıfat tevhidi aynı konumdadır. Fakat ibadette Allah (c.c.)’ı birlemek anlamına gelen uluhiyet tevhidi asıl istenendir. Bu, tevhid ile şirk arasında büyük bir savaşı gerektirir. Bu savaş, Allah’ın (c.c.) kulları ile, tağutun kulları arasında cereyan eder.



Biz rasuller ile onların düşmanları arasında büyük bir savaşın olduğunu görüyoruz. Bu savaş fıkhi, fer’i, içtihadi meseleler için olmuyor. Bilakis, biz savaşı rasullerin nefsinde tekrarlanan bir savaş olarak buluyoruz. Her zamanda, her mekanda ve her ümmette. Muhakkak ki şeriatler, insan hayatını düzenlemek için geldi. O halde gerçekleşecek, insanların yaşamına şeriat yön verecektir.



“Allah’ın nebileri -Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun- kardeştirler ve onları dinleri birdir.”[244]



Davetçiler, nebilerin ve onların bağlılarının davetlerini yenilerler. Burada İbn Teymiyye örnek verilebilir. Düşmanları ile birinci dereceden savaşmıştır. Onun savaşı, tevhid savaşıdır. O, ibadet konusunda Allah (c.c.)’a koşulan ortakların her çeşidi ile Allah (c.c.)’tan başka kendisine uyulan, itaat edilen şeylerin tümüyle mücadele etmiştir.



Müceddid İmam Muhammed ibn Abdul Vehhab’ın savaşı da bu konuda örnektir. O da beldesindeki her çeşit şirk görüntüsü ile savaşmıştır. İnsanları ibadet konusunda Allah’ı (c.c.) birlemeye davet etmiş, putçuluğun ve şirkin kökünü kazımıştır.



Bu savaş ve bu savaşın izleri, basit fıkhi konular ve ayrıntılar için değildir. Bir başka ifade ile, bu savaş fıkhi ihtilaflardan uzaktır. Bunun için biz, Muhammed b. Abdul Vehhab bağlıları ve öğrencilerinin müstakil bir fıkıh ekolü oluşturduklarını göremiyoruz. Onların fıkhı, kendilerinden önceki imamların fıkhıdır. Onlardan delile en yakın gördüklerini tercih ederler. Beşinci bir mezhep çıkarmış değillerdir.



İnsanlardan çoğu Muhammed b. Abdul-Vehhab’ın yazdıklarına ilgi duyuyor ve ikna oluyor. Onun yazdıklarından haberdar oluyor, onu işitiyor, ezberliyor ve onu övüyorlar. Fakat Muhammed b. Abdul Vehhab’ın savaşının hakikati ve geride bıraktıkları konusunda gaflete düşüyor ve gaflete düşürüyorlar.



Bugün, Muhammed b. Abdul Vehhab’ın bağlılarından ilim ve davet ehli olan kimselerin çoğu tali konular üzerinde vakit tüketiyorlar. Onlar ve onların beraberindekiler hevaları üzere şaşırıp kalmış, mahvolmuş durumdalar. Hey ayrıntı hükümler etrafında kitaplar, risaleler yayınlıyor, kasetler çıkarıyorlar.Bütün gayretleri bunlara yönelmiş durumda.



Çalışmaların hepsi çoğunlukla fıkhi meseleler için yapılıyor; hidayet ve dalalet meseleleri için değil. Üzerinde hata da edilebilir, isabet de edilebilir türdeki meseleler.



Biz onlara şunu soruyoruz... Uluhiyet tevhidini anlatan kaç kitap, kaç risale, kaç makale, kaç kaset sahibisiniz?



Daha önceden de geçtiği gibi Uluhiyet tevhidi gerçeğinin, açık ve kolay bir hüküm olduğu konusunda şüphe yoktur. Tevhid gerçeği ve “La İlahe İllallah” kelimesi mücerred bir sözden ibaret değildir. Muhakkak ki o, insan yaşamının hakikatidir. Günümüzde İslam davetçileri insanları delilleri ile birlikte buna çağırarak İslami şiarları yükseltiyorlar.



Tevhid kelimesini söylemek kolaydır. Fakat önemli olan bu kelimeyi kuru bir sözden ibaret olmadığını bilerek söylemektir. Eğer böyle olsaydı, müşrikler onu söylemek için yarışırlardı. Rasulullah (s.a.v.)’a dedikleri gibi. Rasulullah (s.a.v.) onlardan Arabın onunla yüceleceği ve Arap olmayanlara malik olacağı bir kelimeyi söylemelerini istediğinde, onlar:



“Evet ve babana yemin olsun ki, bir değil bin kelime söyleyelim.” demişlerdi.



Eğer bu kelime ağızda gevelenen kuru laflardan ibaret olsaydı herkes bu kelimeyi kolayca söylerdi; çünkü Arap ve Acem o sözü söylemeye güç yetirir, küçük ya da büyük herkes bu sözü söyleyebilir. Hiç kimse onu söylemekten aciz değildir. Fakat durum böyle değildir. Çünkü La İlahe İllallah kelimesi, hayatın tamamının Allah’ın şeriatına göre düzenlenmesini, bir kimsenin namazında, zekatında, hac ve diğer ibadetlerinin tümünde Allah’tan (c.c.) başkasına yönelmemesini gerektirir.



“De ki: Benim namazım, tüm ibadetlerim yaşamım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’am: 6/162-163)



Kim “La İlahe İllallah” der, sonra da herhangi bir nebiye, veliye ya da bunlardan başkasına dua ederse, onları yardıma çağırır veya bunlar gibi başka bir ameli onlar için yaparsa, bu büyük kelimeyi söylediğinde vermiş olduğu sözü bozmuş olur.



Yine bu kelime, iktisadi sistemin Allah (c.c.)’ın isteğine uygun olarak düzenlenmesini, doğunun komünist sistemlerinden ve batının faizci kapitalist maddeci sistemlerinden uzak kalmayı gerektirir. Bütün bunların hepsi Allah (c.c.)’ın şeriatine muhalif olan sistemlerdir.



Yine bu kelime hükümleri, şeriati ve nizamları Kitap ve Sünnetten başka yerlerden almamayı gerektirir. Öyleyse hayatta iki yol ve iki din vardır.



“Allah’ın dini ve melikin dini.”



Allah’ın dini, sadece bir olan Allah’a (c.c.) ibadet etmeyi, bütün işlerde tevhid kelimesinin gereklerine uymayı zorunlu kılar. Bunun için Allahû Teala Yusuf’un (a.s.) kıssasında şöyle buyurmuştur:



“Melikin dinine göre kardeşini alamazdı.” (Yusuf: 12/76)



Allahû Teala’nın dini, açıktır. O, melikin yani tağutun dininden başka bir şeydir.



Yine bu kelime tam anlamı ile teslim olmayı gerektirir. Bu helaldır, bu haramdır; bu yanlıştır, bu doğrudur. Bu haktır, bu batıldır. Bu sahihtir, bu fasiddir. O, bir olan Allahû Teala’ya ibadet etmektir.



Bunun için hakimiyet konusu “La İlahe İllallah” kelimesinden bir cüzdür. Allah’ın şeriatinden başka bir şeyle hükmetmek şirktir ve bu kelimede verilen sözü bozar. Bu Allah (c.c.) ile çekişme ve O’nun hükmünde haddi aşmak demektir.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Onların Allah’tan başka velileri yoktur. Allah hükmünde hiç kimseyi ortak kabul etmez.” (Kehf: 18/26)



Yedi kıraatten birinde, bu ayetin kıraati şöyledir:



“Allah’ın hükmünde hiç kimseyi ortak koşma.”



Yani, Allah (c.c.) ile beraber hüküm vermede hiç kimseyi ortak tanıma.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Yoksa onların dinden Allah’ın izin vermediği  şeyleri onlara yasalaştıran ortakları mı var?” (Şura: 42/41)



Allah’tan (c.c.) başka hiç kimsenin şeriat koymaya, gücü yetmez. Hatta büyük bir alim olsa bile... Muhakkak ki alim olan kimse şöyle der:



“Bu (Allah’ın şeriatine göre) helaldir, bu da haramdır.” Alim olan kimse Allah (c.c.) ve Rasûlünün (s.a.v.) hükmünün yorumlayıcısı, Kitap ve Sünnetin tercümanıdır.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Onlardan kim; ‘Bn Allah’tan başka bir ilahım’ derse onu Cehennem ile cezalandırırız.” (Enbiya: 21/29)



Bizim üzerimize gereken şey, insanlara bu söylediklerimizin doğruluğunu kanıtlamaktır. Bu ise -Allah’a çok hamdolsun ki- yapılıyor. Allah (c.c.)’a yemin olsun ki, biz şahsi işler peşinde koşuşturmuyoruz, diğer ihlaslı İslam davetçileri de öyle. Onlar -Allah’a (c.c.) çok hamd olsun ki- yeryüzüne yayılmışlardır. Özel menfaatlere tamah etmezler ya da şahsi garezlerin peşinde olmazlar. Bunu isteseler bile, onlar doğru yolu biliyorlar.



Onlar Allah’ın nebilerinin zor yoluna talip olarak, insanları ıslah etmek istiyorlar ve bu yolda pek çok eziyete katlanıyorlar.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Senden önce de elçiler yalanlandı. Yalanlanmalarına karşı sabrettiler. Ezaya uğradılar. Ve onlara yardımımız geldi.” (En’am: 6/34)



“Nice elçiler, beraberlerinde kendilerini Rabbe adamış kimseler olduğu halde savaşmışlardır.” (Al-i İmran: 3/146)



Başka bir kıraate göre:



“Nice elçiler, beraberlerinde kendisini Rabbe adamış pek çok kimseler olduğu halde öldürülmüşlerdir.”



Allah (c.c.) İsrailoğullarından bahsederek şöyle buyuruyor:



“Bu onların Allah’ın ayetlerine küfretmeleri ve nebileri haksız yere öldürmelerinden dolayı idi.” (Bakara: 2/61)



İşte bu Allah’ın nebilerinin yoludur. Onlardan yurtlarından çıkarılmaya zorlandılar ve çıkarıldılar. Pek çok eziyet gördüler ve bunlara sabrettiler.



Laik partiler nerede? Onlar açık bir şekilde vatancılık ve kavmiyetçilikle dolular. Beldeleri kafirlere satıyorlar.



Hizbu’t-Tahrirciler nerde? Yeni devletler ve nizamlar üzerine tehlike arzedemiyorlar.



Demokrat davetçiler nerde? Silah kuvvetini müsadere ediyorlar.



Islahatçı davetçiler, dünya hayatından yüzçeviriyorlar. Allah’ın (c.c.) katında olanı arıyorlar. Allah (c.c.) bundan razı olduğu için yurtlarını terk etmeye, çocuklarından uzaklaşmaya ve gurbetin çeşitli zorluklarını göğüslemeye razı oluyorlar.



Uhud gazvesinde Rasulullah (s.a.v.) başı yaralandı ve dişi kırıldı. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyordu:



“Nebilerini yaralayan bir kavim nasıl felah bulur?”[245]



Allah’ın nebilerinin en büyük hedefi, şehadet ya da zaferdi. Rasulullah (s.a.v.)’ın şu hadisinde buyurduğu gibi:



“İsterdim ki Allah yolunda öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra öldürüleyim, sonra diriltileyim ve sonra yine öldürüleyim.”[246]



Allah’ın nebileri dünya hayatını isteyen ve dünya hayatına tamah eden kimseler olmadılar.Makam ve mevkiye de tamah etmediler. Bilakis onlar bu konularda insanların en zahid olanları idiler.



Allah (c.c.) biliyor ki, dürüst İslam davetçileri de böyledirler. Onlar da insanların en zahid olanlarıdır.



Hidayete gelmiş davetçilerden biri şöyle dedi:



“İslam ile hükmeden bir devlette posta dağıtıcısı olmak, benim için yeryüzünde İslam ve Allah’ın şeriati ile hükmetmeyen bir devlette vezir ya da hakim olmaktan daha hayırlı ve daha sevimlidir.”



Biz, siyaseti dinden bir cüz olarak kabul ediyoruz. Siyasetin dinden ayrı olduğuna inanmak küfürdür ve sahibini İslam milletinden çıkarır.



Muhakkak ki Rasuller -Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun- siyasi fesadı ıslah amacı ile gönderilmişlerdir.



Allah (c.c.) hiçbir şekilde batılın kendisine yaklaşamayacağı Kitabında şöyle buyurur:



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerdir.” (Maide: 5/44)



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerdir.” (Maide: 5/47)



“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıklardır.” (Maide: 5/48)



“Biz her şeyi ayrıntıları ile birlikte açıkladık.” (İsra: 17/12)



“Sana bu Kitabı her şeyi açıklayan, hidayet, rahmet ve müslümanlara müjde olmak üzere kısım kısım indirdik.” (Nahl: 16/89)



“Hiç şüphe yok ki bu Kur’an en doğru yola ulaştırır.” (İsra: 17/9)



Yani hayatın tamamında ve tüm yönlerinde en doğru yola ulaştırır. İktisadi hayatta, siyasi hayatta, toplumsal hayatta, eğitim hayatında, idari hayatta ve her işte.



Mekke’nin fetret döneminde müşriklerin içine düştükleri şirk çeşitlerinden biri de, Allah’ın şeriatinden başka kanunlarla hükmetmekti. Allah (c.c.) onları bu durumdan kurtarmak için onlara Rasulullah (s.a.v.)’ı gönderdi ve ona bu konuyla ilgili ayetler indirdi. Bu konu, La İlahe İllallah kelimesinin manası içine girmekteydi.



Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:



“Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara: 2/256)



Allah (c.c.) ve Rasûlü’nün (s.a.v.) insanların hayatlarını düzenleyen her meselede hükmü mevcuttur. Fakat tağutlar Allah’ın hükümlerini bırakıp kendileri birtakım kanunlar koyarlar. Bir tarafta Allah’ın dini, bir tarafta ise tağutların...



Şüphesiz Allah’ın (c.c.) yolu zordur, uzundur. Rasuller bu yolu tüm zorluklarına rağmen tercih etmişlerdir. Onlara tabi olanların da bu yolu tercih etmeleri gerekir. Nebiler ve onlara tabi olan ıslahatçılar, Kıyamet Gününe kadar şirkin her çeşidi, her rengi ve “La İlahe İllallah” kelimesini bozan her şeyle savaşacaklardır.



(Allah’ın salat ve selamı üzerlerine olsun) Nebiler, insanları dinden sadece herhangi bir cüze çağırmış değillerdir. Bilakis onlar, hayatın tüm yönlerini ıslah için çaba harcamışlardır.



Rasûlullah(s.a.v.)’ın buyurduğu gibi:



“Muhakkak ki bu din, bütün toplulukları kuşatmadıkça ikame edilmiş olmaz.”[247]



Öyleyse bir olan Allah’a (c.c.) teslim olmanın, teşri ve hüküm koyma yetkisini O’na vermenin tevhid kelimesi olan “La İlahe İllallah’ın” gereklerinden olduğunda hiçbir şüphe yoktur. [248]