Hz. Musa ve Firavun:

Firavun, Kuran'da bildirildiğine göre, Mısır halkını sahip olduğu maddi ve askeri güç ile yöneten ve baskı altında tutan bir zalimdi. Özellikle Mısır'da köle olarak çalıştırılan İsrailoğullarını baskı ve işkenceye uğratıyordu. Kuran, Firavun'un iktidarını şöyle tarif eder:



"Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı." (Kassas: 28/4)



Ve Allah, İsrailoğullarını Firavun'un azabından kurtarmak ve onları Kendi yoluna yöneltmek için Hz. Musa'yı Resul olarak gönderdi. Hz. Musa, Firavun'dan İsrailoğullarının kendi önderliğinde Mısır'dan ayrılmalarına izin vermelerini istedi. Oysa Firavun, kendi iktidarına gölge düşürecek böyle bir şeye asla izin vermeyi düşünmüyordu. O, kendisinin "tüm Mısır'ın Rabbi" olduğu iddiasındaydı. (Rab; eğiten, yol gösteren, hüküm koyan, kendisine itaat edilen anlamına gelir). Kavmini eziyor, onlara kendi düşüncelerini tek doğru olarak kabul ettiriyordu. Öyle ki, kavmine şöyle seslenmişti:



"Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum." (Mümin: 40/29)



Ve kuşkusuz Firavun, Hz. Musa'nın kendisine gelip İsrailoğullarının kendi önderliğine bırakılmasını istemesini kabul etmemişti. Ona göre, tüm Mısır'ın mülkü ona aitti ve kendisinin aksine hiç bir malı-mülkü bulunmayan Hz. Musa'nın, İsrailoğulları'na önderlik yapması düşünülemezdi:



"Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: 'Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?'



'Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir. Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi? Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi." (Zuhruf: 43/51-54)



Görüldüğü gibi, Firavun "Mısır'ın Rabbinin", yani yöneticisinin, yol göstericisinin ve hüküm koyucusunun kendisi olduğunu iddia etmektedir. Oya Hz. Musa, Allah'ın "göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbi" olduğunu söylemektedir. Yani Mısır da buna dahildir!...



"Firavun dedi ki: 'Alemlerin Rabbi nedir?'



(Musa) Dedi ki: 'Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir).'



(Firavun) Çevresindekilere dedi ki: 'İşitiyor musunuz?'



(Musa:) Dedi ki: 'O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.'



(Firavun) Dedi ki: 'Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.'



'Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir' dedi (Musa).



(Firavun) dedi ki: 'Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım'." (Şuara: 26/23-29)



Eğer Hz. Musa "benim Rabbim yalnızca göklerin Rabbidir" demiş olsaydı, kuşkusuz Firavun bundan rahatsız olmayacaktı. Çünkü bu, Mısır'ın egemenliğinin Firavun'a bırakılacağı anlamına gelirdi. Nitekim Firavun, "Musa'nın ilahının" yani Allah'ın "gökte" olduğuna inanmıştır:



"Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas: 28/38)



Görüldüğü gibi, Firavun'un Hz. Musa'ya düşmanlık beslemesinin nedeni, onun anlattığı gerçeklerin kendi kurmuş olduğu düzeni yıkacağı korkusudur. Yoksa Firavun "ateist" değildir ve "göklerde bir yerde bir Allah'ın var olabileceğini" (!) kabul etmektedir. Eğer Hz. Musa bu tür bir din anlayışını savunsa, Firavun ona karşı tepki göstermezdi.



Zaten Kuran'da "kavmin önde gelen inkarcıları"nın genel özelliği budur: Büyük bölümü Allah'ın varlığını inkar eden ateist kişiler değildir. Ancak sahip oldukları Allah inancı tamamen çarpık bir inançtır. Allah'ın kendilerine "karışmadığını" ve yaptıkları dolayısıyla da kendilerini cezalandırmayacağını sanırlar. En büyük özellikleri ise Allah'ın kendilerine yolladığı Resul'ü tanımamalarıdır. Çünkü Resul onlara kurdukları sistemin sapkın olduğunu bildirmekte, onları haksız yere elde ettikleri tüm çıkarlarından vazgeçmeye davet etmektedir. Ve en önemlisi, Resul onlardan kendisine tabi olmalarını istemektedir. Kendilerini beğenmiş, sahip oldukları nimetlerden dolayı şımarmış olan inkarcı önde gelenler, buna öfke ve düşmanlıkla cevap verirler.



Resul'e karşı besledikleri bu düşmanlık, kısa bir süre içinde saldırı ve komplolarla ortaya çıkar. [204]