Peygamberlik Aklen Caiz midir?

Bu kainat ve alemde yaşayan her türlü canlı ve cansız varlıkları yarattığına, kudreti sonsuz ve herşeye yeterli geldiğine inandığımız "Kadir-i Mutlak" olan Allah Teala’nın, insanlara hidayet rehberi olmak üzere onlar arasından seçtiği, akli ve ruhi melekeleri yüksek mümtaz kullarına "peygamberlik" payesi vermesi ve onları "Vahiy Meleği" vasıtasıyla veya vasıtasız olarak "ilahi vahyi"ni telakki etme şerefine mazhar kılması aklen caizdir. Çünkü:



Peygamberlik, Rahim, Kerim ve Hakim olan yüce Rabbimizin insanlık alemine, onların hayrı, hidayeti ve selameti için ilahi bir lütfu, keremi ve ihsanıdır. Peygamberlik, insanlık aleminin, yukarıda özetlenen sebeplerle muhtaç olduğu ilahi bir irşad ve ikaz müessesesidir. Bu ilahi hikmetler gereği olarak, sonsuz kerem rahmet ve ihsan sahibi olan Rabbimizin, kullarını hidayete ve istikamet yoluna ulaştırmak maksadıyla, içlerinden, bu yüce ve şerefli hizmeti yapabilecek akli ve ruhi üstün kabiliyetteki mümtaz şahsiyetleri bizzat seçerek yetiştirmesi ve onları peygamberlik vazifesiyle şereflendirmesi aklen caizdir, tabii ve gereklidir.



Evet, peygamberlik, ne akli istidlal yollarıyla, ne fikri çalışma ve ilimle, ne de ibadet ve taat, zühd ve takva yoluyla elde edilen bir derecedir. Aksine o, ilahi bir tecelli, bir mevhibe, bir lütuf ve ihsandır. Çünkü:



1) Madem ki insanlardaki akıl cevheri aynı derecede olmayıp; akıl ve idrak kudreti, fıtri olarak zayıf, kuvvetli ve çok kuvvetli olabilmekte ve bu bedihi olarak bilinmektedir ;



2) Ve madem ki ilahi marifet, peygambere her şeyin halikı ve sahibi olan Allah Teala tarafından ruhi bir keşif, ilahi bir ilham ve vahiy yoluyla verilmektedir;



O halde, bazı insanların tam bir ruh safvetine, nefis kudsiyetine ve her türlü insani üstün melekelere sahip olarak yaratılması ve melekut alemiyle temasa geçirilmesi, böylece bu gibi çok üstün yaratılışlı mümtaz zatların birer peygamber olarak, akıl, fikir ve çalışma yoluyla elde edilemeyen, açık ve kesin bir marifete (İlm-i Ledün) ermeleri ve Allah Teala’dan vasıtasız olarak veya bir melek vasıtasıyla en doğru bilgileri, ilahi emir ve yasakları telakki etmeleri aklen imkansız değildir.



Allah Teala’nın ezeli kudretine ve ilahi hikmetine inanan her aklı selim sahibi, bu gerçeği kabul eder, Bu bakımdan, semavi, ilahi dinlerde önemli bir rükun olan nübüvvet müessesesine inanmak, dinen farzdır. Nitekim bazı eski Hukema ve İlahiyatçı filozoflar, peygamberliğin aklen vacip (zorunlu) olduğunu kabul etmişlerdir. Ayrıca, insanlık tarihi, bu yüce dereceye erişen ve peygamberlik vazifesiyle şereflendirilen mümtaz şahsiyetlere, Allah’ın sevgili salih kullarına şahit olmuş, her devirde insanlar onların irşad ve ikazı ile dalâletten hidayete ulaşmışlar, onların pek çok mucizelerine ve büyük başarılarına tanık olmuşlardır.



Nitekim, peygamberlerin gönderildiği devirlerde yaşayan insanlar kendilerine gönderilen peygamberlerin her bakımdan üstün ve örnek hallerini yüksek ahlaklarını, doğruluk ve istikametlerini, ilahi vazifeyi eda yolunda gösterdikleri gayret ve katlandıkları sıkıntıları, Allah’ın izni ve kudretiyle gösterdikleri ve aklı aciz bırakan mu’cizeleri bizzat müşahade ederek onlara iman ve itaat etmişlerdir. Daha sonra gelen insanlar da, tevatüren (yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan büyük topluluklardan nakledilerek) kendilerine ulaşan bu doğru (sadık) haberleri kabul etmiş ve peygamberlere imana gelmişlerdir.[89]    



Peygamberlikte en önemli husus, Nübüvvet ve risaletin anlaşılmasında ana esas, peygamberliğin hakikatını teşkil eden "vahiy" gerçeğidir. İlahi vahye mazhar olunmadan peygamberlik fiilen sabit olamaz. İkinci ana esas ise, "mucize"dir. Peygamberlik iddiasında bulunan zatın nübüvvetini isbat etmesi, yani fevkalade bir olay olan bir mucize göstermesi şarttır.[90]