ARÂZÎ

Arzlar, yerler, topraklar.



İslâm'ın çıkışından bu yana, değişik dönemlerde araziler için farklı uygulamalar görülmüş ve bunlar hukukî statülerine göre çeşitli isimler almıştır. Mülk, mîrî, haraç, öşür, vakıf, metrûk, mevat (ölü) arazi bunlar arasındadır. Yine mîrî arazinin kullanım şekillerinden olan tımar, zeâmet ve has daha sonraki devirlerin arazi çeşitlerindendir. İslâm'da arazi uygulamasının menşe ve delillerine göz attıktan sonra bu arazi çeşitlerini açıklayacağız. Bir belde arazilerinin statüsü, başlangıçta fethedilme şekline göre belirlenir.



Kendileriyle savaş yapılan düşman İslâm'ı kabul ederse mallarını ve canlarını korumuş olur. Savaş yapılmaksızın müslüman olan toplumlar hakkında da hüküm böyledir. Hadis-i Şeriflerde şöyle buyurulur: "Bir kavim, bir topluluk müslüman oldukları zaman canlarını ve mallarını korumuş olurlar." "Bir mala sahip olan kimse müslüman olduktan sonra da onun malikidir."[700] Bu hüküm menkul ve gayri menkul bütün mallar hakkında geçerlidir. İmam Ebû Yusuf bu çeşit toprakların, İslâm'a giren Medineli müslümanların toprakları gibi öşür arazisi olacağı kânaatindedir.[700]



Düşman, İslâm'a girmeyip de toprakları sulh yoluyla fethedilmişse, anlaşma şartlarına uyulur. Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: "İleride siz bir toplulukla savaşacaksınız, savaştığınız bu kimseler, bazı durumlarda mallarını kalkan yapmak suretiyle canlarını ve ailelerini koruyacaklar ve sizinle sulh anlaşması yapacaklardır. Bu takdirde onlardan, yaptığınız anlaşma hükümleri dışında birşey istemeyiniz, almayınız. Çünkü; bu sizin için helal olmaz"[700] Bu şekilde. gayri müslim maliklerinin elinde kalacak olan araziler "Harac arazisi" olur. Hz. Peygamber Necran, Eyle, Ezriat, Hecer ve diğer yerler halkından anlaşma yaptığı kabileleri mülklerinde serbest bırakmış, sadece bunlarla yapılan anlaşmada kararlaştırılan cizye ve harac vergisini almakla yetinmiştir. Hz. Ömer devrinde. Necran halkı, Irak ve Suriye'ye nakledilirken, bunların herbirine Necran'da sahip oldukları arazi ve meskenlerin yerine, buradan boş araziler verilmesi ve kendilerine kolaylık gösterilmesi valilerden istenmiştir.[700]



Düşman toprakları zorla fethedilmişse, İslâm devlet başkanı bu topraklar ile ilgili olarak üç çeşit yetkiye sahiptir:



a) Topraklar eski sahiplerinin ellerinde bırakılır ve halk İslâm'a girince bunlar öşür arazisi olur. Hz. Peygamber'in Mekke arazileri için uygulaması bu yolda olmuştur.



b) Bu araziler ganimet sayılarak, beşte dördü gazilere, beşte biri beytü'l mâle bırakılır.[700] Böylece bu topraklar onların mülkü ve öşür arazisi olur. Hz. Peygamber zorla fethedilen Hayber arazisini eski sahiplerinin ellerinde bırakmamış, beşte dördünü bu gazveye katılan gazilere, beşte birini ise beytü'l-mâl'e tahsis etmiştir.



c) Hz. Ömer'in ilk olarak Suriye ve Irak toprakları için tuttuğu yol, daha sonra fethedilen ülkelerin toprakları hakkında uygulanan genel kaide olmuştur. Irak, Suriye ve Mısır toprakları fethedilince Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Bilal ile aynı görüşü paylaşan bir grup sahabi, bu toprakların ganimet olarak kabulü ile Rasulullah (s.a.s)'ın Hayber topraklarını dağıttığı gibi dağıtılmasını istediler. Halife Hz. Ömer bu teklifi kabul etmedi. Muaz b. Cebel ve Hz. Ali gibi sahabe büyükleri de Hz. Ömer'i destekledi .



Hz. Muaz şöyle diyordu "Müminlerin emiri! Bu toprakları gazilere dağıtırsan hoşa gitmeyen şeyler ortaya çıkar. Toprakların büyük kısmı müslümanların eline geçer. Sonra, bu toprak sahipleri zamanla ortadan kalkar ve büyük topraklar bir kişinin elinde toplanır. Onun için bu topraklara şimdiki müslümanların da, sonra gelecek olanların da faydalanmasını sağlayacak bir statü ver." Hz. Ali de şöyle diyordu: "Bu toprakların sahiplerini topraklarında bırak ki, müslümanlara yardımcı olsunlar."[700] Hz. Ömer de, "Bu toprakları dağıtırsam sizden sonra gelecek müslümanlara ne kalır? Sonra, taksim edersem sular yüzünden aranızın bozulmasından da korkarım" demiştir.[700] Müzakereler sonucunda Ensar'ın ileri gelenlerinden on kişi şûrâ için çağrıldı. Şûrâ, Hz. Ömer'i dinledikten ve işi müzâkere ettikten sonra, Hz. Ömer'in ictihadına uydu. Yani bu bölgelerin arazileri, gayr-i müslim olan eski maliklerinin elinde bırakıldı. Kendilerine arazileri için haraç vergisi, şahısları için de cizye bağlandı. Böylece bu topraklar haraç arazisi statüsüne girdi.[700] Hz. Ömer'in bu uygulamasıyla arazilerin geliri müslümanlar için harcanacak şekilde bir statüye kavuşturuldu. İslam devlet başkanı artık bu nitelikteki toprakları zımmîlerin elinden geri alamaz, kendilerine haracın dışında topraktan dolayı güçlerinin yetmeyeceği bir mükellefiyet yükleyemez.[700]



Osmanlılarda araziler, İslâm'ın ilk yıllarındaki bu uygulamaların ışığında: Mülk, mîrî, vakıf, metrûk ve mevat (ölü) kısımlarına ayrılmış ayrıca mîri arazi üzerinde hâs, tımar ve zeâmet uygulamaları olmuştur. Şimdi bunları kısaca açıklayalım:



a) Mülk arazi (arazi-i memlûke): Bu kısım araziler ferâiz hükümlerine tabidir. Şu araziler bu kabildendir:



Kõy ve kasaba içlerinde bulunan arsalarla, köy ve kasabaların kenarlarında bulunup da meskenlerin mütemmimi sayılan en çok yarım dönüm yerler.



Mîrî araziden ifraz edilerek, şer'i müsaadeye mebnî, mülk olarak tasarruf olunmak üzere temlik edilen araziler.



Öşür arazisi: fetih sırasında, gazilere ganîmet olarak dağıtılıp temlik olunan arazilerdir.



Haraç arazisi: fetih sırasında gayri müslim olan yerlilerin ellerinde bırakılan arazilerdir.[700]



b) Mîrî arazi: Kuru mülkiyeti (rakabesi) beytülmâle ait olup, ihale ve tefvîzi devlet tarafından yürütülen tarla, çayır, yayla, kışlak ve korularla, bağ, bahçe, değirmen, ağıl, çiftlik ve mandıra zeminleri gibi yerlerdir. Bu çeşit araziye arz-ı memleket de denir. Bunların ortaya çıkışı şöyle olur: Bir ülke müslümanlar tarafından fethedilince arazileri kimseye verilmeyip beytü'l-mâl için alıkonulan veya fetih zamanında ne şekilde işlem yapıldığı bilinmeyen, yahut mülk araziden yani öşür ve haraç arazisi iken maliklerinin mirasçı bırakmaksızın ölümüyle devlete geçen ve yine mülk arazi iken zamanın geçmesiyle malikleri meçhul kalan, yahut rakabe (kuru mülkiyeti) ve mülkiyeti devlette kalmak üzere ihya olunan araziler miri arazidir. Yine tımar ve zeâmet sahiplerinin ve bir aralık mültezim ve muhassılların izin ve tefviziyle tasarruf olunurken, tımar ve zeâmetlerin hicri 1255 tarihinde lağvedilmesi üzerine devlet tarafından, bu iş için yetkili kılınan kimselerin izin ve tefvizleriyle tasarruf olunup, mutasarrıflarının ellerine tapu senedi verilen araziler de bu statüye bağlıdır. Bu çeşit arazilerin varislere intikali devletin çıkaracağı arazi kanunlarına göre olur.[700]



c) Vakıf arazisi: İslâm'da gayri menkuller, geliri İslâm'a uygun bir amaç için sarfedilmek üzere vakfedilebilir. İki kısma ayrılır: Sahih ve gayr-i sahih vakıf. Birincisi önce mülk arazi iken. İslâm hukuku esaslarına uygun olarak vakfedilen arazidir. Bu çeşit vakfın rakabe ve diğer bütün tasarruf hakları, vakfedenin koyduğu şartlara göre kullanılır. Gayr-i sahih vakıf ise önce mirî arazi iken ifraz sûretiyle bizzat devlet başkanı veya onun yetkili kıldığı kimseler tarafından vakfedilmiş arazidir. Bunlara, "irsâd ve tahsisat kabilinden vakıf" da denilir.



d) Metrûk (terkedilmiş) arazi: Bu arazi türü de iki kısımdır. Birincisi, herkesin yararlanması için terkedilen yerler. Umuma açık meralar, yaylak ve kışlaklar gibi. İkincisi bir köy, kasaba veya komşu köy ve kasabaların halkına terk ve tahsis edilen yerler, yollar, pazarlar, panayır ve namazgahlar gibi. Bunlara âmme hukuku taalluk ettiğinden şahıslara intikal etmezler. Bu gibi yerlerde ne feraiz ve ne de intikal kanunları uygulanmaz.



e) Mevât (ölü) arazi: Hiç kimsenin mülk ve tasarrufunda bulunmayan, hiç kimseye tahsis edilmemiş olan, kendi hâline terkedilmiş ve bir şehrin en son banliyösündeki evden yüksek sesli bir kimsenin sesinin bağırmasıyla sesinin işitilemediği noktadan itibaren başlayan arazilerdir. Bu mesafe genellikle bir insanın normal bir yürüyüşü ile şehirden yarım saat sonra başlayan noktadır. Bu noktadan sonraki yerler de mevât arazî olarak kabul edilmiştir. Bu arazîleri mülk edinebilmek için dört şart gerekir:



1- Arâzî hiç kimsenin mülkiyetinde olmamalı,



2- Arâzî bir köy veya kasabanın meralığı veya baltalığı olmamalı,



3- Arazî tamamen boş yani hiç işlenmemiş olmalı,



4- Arazî şehirden uzak olmalıdır. Bu uzaklık miktarı da yukarıdaki tarifte açıklandığı gibidir.



Şer'i müsaadeye dayanılarak bir kimseye temlik edilen ölü arazi hakkında, İslâm miras hukuku hükümleri uygulanır. Bir kimse böyle bir araziyi ihya edip mülkiyetine geçirmiş, hakkında İslâm'ın genel arazi kanunu hükümleri geçerlidir.[700]