MERYEM SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in on dokuzuncu sûresi. Doksan sekiz âyet, dokuz yüz altmış iki kelime ve üç bin sekiz yüz iki harften ibarettir. Fâsılası elif, dal, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Fatır sûresinden sonra nâzil olmuştur. Elli sekiz ve yetmiş birinci âyetleri Medenîdir. Adını onaltıncı âyetinde geçen Meryem kelimesinden almıştır.



Sûrenin gayesi, Mekke'de inen diğer sûrelerde olduğu gibi, Yüce Allah'ın kendisine lâyık olmayan şeylerden uzak olduğunu ifade ederek, tevhid inancını yerleştirmek, öldükten sonra dirilmeyi ve âhirette hesaba çekilmeyi ispat etmektir.



Yüce Allah, insanların ve diğer canlıların üreyip çoğalmalarını bir takım biyolojik kanunlara bağlamıştır. Bu kanunlar hiç değişmeden aynen devam edegeldiği için, başka bir şeklin imkansız olduğunu akla getirebilir. Böyle bir düşünce ise Cenabı Hakk'ın irade ve kudretinin de sanki bu kanunlara uymaya mahkûm olduğu kanaatini verebileceği için tevhîd inancına, yani Allah'ın her konuda tek ve eşsiz olduğu gerçeğine ters düşer. Ayrıca öldükten sonra yeniden dirilme ve hesaba çekilme konularında da bazı tereddütleri akla getirebilir. Bu sebeple, hayat ve ölüm konusunda şu dünyada geçerli olan biyolojik kanunlardaki aynîliğin insan aklında doğurabileceği bu ve buna benzer tereddütleri gidermek için yüce Allah, Kur'ân'ın bir çok yerinde, ilk insan Hz. Âdem ve Havva'nın, anasız ve babasız olarak topraktan varedildiğini hatırlatmak ta ve yok olduğu sanılan bütün insanlar için zamanı gelince bunu tekrar etmenin çok daha kolay olacağını belirtmektedir.



Sûre, insan neslinin devamı için konan biyolojik kanunlara göre, artık çocuk sahibi olamayacak kadar ileri derecede yaşlanmış olan Zekeriyyâ (a.s) ve hanımının bir oğlu olacağı müjdesi ile başlıyor:



"Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adında bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce de bu adı kimseye vermiş değiliz. Zekeriya: "Rabbim! Hanımım kısır,ben de iyice ihtiyarlamışken nasıl oğlum olabilir. "dedi. Allah Zekeriya'ya: "Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken vareden benim" dedi" (7-9).



Allah tarafından iffet ve namusun sembolü olarak gösterilen Hz. Meryem (bk. et-Tahrîm, 66/12), kendisine hiç bir erkeğin eli değmediği ve bakire olduğu halde, babasız bir çocuk dünyaya getirmesi ve bu çocuğun henüz beşikte iken konuşması yukarıda anlatılandan daha ilginç bir hadisedir:



Derken, biz ona Ruhumuzu (Cebrâil'i) gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem dedi ki: "Senden, fok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan korkan bir kimse isen (bana dokunma)" Cebrail: "Ben yalnızca sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim" dedi. Meryem; "bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir ki" dedi. Melek; "öyledir" dedi. Rabbin buyurdu ki: "Bu bana kolaydır, hem onu insanlara (kudretimizin yüceliğini gösterecek olan müstesna) bir belge ve bizden bir rahmet olarak sunacağız" (17-21). Bu âyetlerden sonra Hz. Meryem'in gebe kaldığı ve zamanı gelince doğum yapmak için uzak bir yere gittiği, çocuğunu dünyaya getirdikten sonra da yakınları tarafından iffetsizlikle suçlandığı; gerçeği açıklamada çok zor duruma düştüğü fakat, henüz yeni doğan Hz. İsa'nın: "Ben Allah'ın kuluyum O, bana kitâb verdi ve beni peygamber yaptı"(30) diyerek annesini o güç durumdan kurtardığı belirtilmektedir.



Bu mucizeler Allah'ın yüce kudretini göstermek ve O'nun her konuda eşsiz ve tek olduğunu izah etmesi içindir. Fakat hadiselerin alışılagelen şeklin dışında cereyan etmesi yüzünden, birçok kimse bu gayeyi kavrayamamış, anılan hadiseler etrafında yığınlarca hurafe ve efsaneler uydurmuştur. Hatta Meryem oğlu İsa peygambere tanrılık niteliği verip şirke düşenler bile olmuştur. Hristiyanlar da bu konuda çeşitli yanlış görüşlere dalmış birbirlerini itham eden fırkalara bölünmüşlerdir. Kur'ân-ı Kerim, Meryem Sûresinin tamamı, en-Nisa, 4/171-172 ve Mâide, 5/17, 72-75. âyetleriyle Hristiyanların içine düşmüş oldukları yanlışlıkları düzeltmekte ve Allah'ın bir oğula ihtiyacı olmadığını belirterek Tevhîd inancının esas olduğunu vurgulamaktadır.



Mekkeli müşriklerin baskılarına dayanamayıp Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlar, Meryem sûresini Necaşi'nin huzurunda okuyunca, Necâşî Ashama, Hz. İsa ve Meryem hakkındaki bu nezîh ifadeleri çok beğenmiş, Kur'ân'la Tevrât'ın aynı kaynaktan geldiğini belirterek, Mekke'li müşrikleri huzurundan kovup, müslümanları onlara teslim etmeyi reddetmişti. Zaten Kur'ân, sadece bu sûrede değil, fakat bütün sûre ve âyetlerde çok yumuşak ve temiz bir ifade kullanarak, başta ehl-i kîtâb olmak üzere, bütün insanları asgarî müşterekler etrafında toplanmaya davet etmektedir.



Sûrenin bundan sonraki kısmında, Hz. İbrahim (a.s) ile onun peygamberliğine ve getirdiği hak dine îman etmemekte ısrar eden babası arasında geçen tartışmalar nakledilmektedir. Bu tartışmalarda şirk inancının kötülüğü ve tamamen şeytanın yalanlarına dayandığı, tatlı ve güzel sözlerle anlatılmaktadır. Hz. İbrahim'in, Allah tarafından peygamber olarak seçilmiş olması, putperestlikte ısrar eden ve hatta kendisini tehdit eden babasına karşı saygı ve terbiyesini azaltmamış, fakat bütün gayretlerine rağmen bu davet cevapsız kalınca, babasını ve kavmini, tapmakta oldukları putları ile başbaşa bırakarak doğup büyüdüğü kendi yurdundan göç etmekten de çekinmemiştir. Bunun üzerine yüce Allah da ona, çok hayırlı çocuklar vererek soyunu devam ettirmek suretiyle mükafatlandırmıştır.



Mekke devrinin ilk yıllarında inen Meryem sûresi ile, Hz. İsmail'in soyundan gelen Arapların atalarıyla ilgili olan bu kıssa anlatılarak, insanlık tarihinde Tevhîd inancının asıl olduğuna, putperestliğin ise zaman zaman ortaya çıkan, fakat kalıcı olmayan bir takım çarpık fikirleri ihtiva ettiğine işaret edilmektedir.



Sûrenin son bölümünde ise, hak davayı savunan ve yaşayanlara verilecek mükâfatlar belirtildikten sonra, putperestlik ve benzeri şirke sapanların, bu dünya ve ahiretteki bedbaht halleri gözler önüne serilip, şirkin, bütün kötülüklerin ve toplumdaki huzursuzlukların kaynağı olduğu anlatılmakta ve atalarının temiz yolundan ayrılacak olan nesiller tehdit edilmektedir:



"İnsan derki. "Ben ölünce, bir süre sonra diri olarak mı çıkarılacağım." İnsan hiç düşünmez mi ki, önceden kendisi herhangi bir şey değilken onu (bütün organları tam, kusursuz bir insan olarak) biz yarattık. Rabbine and olsun ki biz, onları da, şeytanları(nı) da beraber yeniden diriltecek ve sonra Cehennemin yanında diz çöktürerek (hesaplaşmaya hazır bulunduracağız. Sonra da her toplumdan Rahman'a karşı en çok kimin baş kaldırdığını ortaya koyacağız" (66-69).



Tevhîd inancını bozup insanların aklına şirk inancını ilk defa sokanlar şeytanlardır. Şeytân, Kur'ân'ın bir çok yerinde; "insan şeytanı ve cin şeytanı" diye de ifade edilmektedir. Şu halde Şeytan deyince bir takım çarpık fikirleri ilk defa ortaya atanlar akla gelmelidir, ki; bunların içine, servet ve güçlerine güvenen zâlimler, diktatörler ve mütekebbirler de girmektedir. Müteakip âyetlerde ise, isim vermeden servet ve taraftarlarının çokluğu ile övünen Kureyş asilzâdelerinin, müslümanların fakirliği ve sayıca az oldukları ile alay ettiklerine işaret edilerek bu durumun geçici olduğu belirtilmekte ve Hz. Muhammed (s.a.s) ve onun şahsında bütün müslümanlar şöyle teselli edilmektedir:



"(Ey Rasûlüm!) Bilmiyor musun ki, biz kafirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdik. Şu halde sen onlara karşı acele etme; biz onların günlerini saydıkça sayarız" (83-84).



Sûre; "muhakkak ki îman edip yararlı işler yapanları Râhmân (olan Allah) sevgili kılacaktır."... Biz onlardan önce (şirkde ısrar eden) nice nesilleri yok ettik. Şimdi onlardan hiç birisini duyuyor veya hiç bir ses işitiyor musun"(96-98) âyetiyle son buluyor.



Bu ve diğer konular içinde sûrenin, günümüze verdiği mesajlar da şunlardır:



Çocuklarımız her yaş dönemine uygun bir eğitim ve öğretime tabi tutularak onlara Kur'ân okumasını öğretmeli, dinini tanıtmalı ve benimsetmeli, ana-baba ve diğer büyüklerine saygılı olmalarını telkin etmeli, zorba ve isyankar değil fakat gerektiğinde doğruyu, hakkı ve haklıyı savunmada cesur ve kendine güvenen bir kişiliğe sahip olmalarını istemeli ve bu konularda onlara örnek olmalıyız.



Allah'ın her şeye gücü yeter, istediğine her türlü nimeti verebilir. Fakat, bir şey elde edilmek istenildiği zaman, her şeyden önce, Allah'ın insanlara, sınırlı da olsa, bahşetmiş olduğu gücü, kullanmakla görevli olduğunu unutmamalı ve şu dünyada geçerli olan kanunun bu olduğu bilinerek, buna rağmen elde edilemeyen şeyler, duâ edip istenildiğinde ne zaman verileceğinin takdiri Allah'a bırakılmalıdır.



Mat ve mülkün asıl sahibi Allah'tır. İnsanlar, geçici bir zaman için buna sahip oluyorlar. Gayelerine ulaşmak için kullandıkları mal ve mülkün çokluğu onları aldatıp kibirlendirmemelidir.



Akrabalık bağları muhakkak ki kutsaldır ve saygı göstermeye layıktır. Fakat bu, kişiyi Allah'ı inkârda ve O'na isyana sevketmede baskı unsuru olarak kullanılacaksa, o kişi baba bile olsa ondan uzaklaşmak ve kopmak gerekir.



Namaz ibadeti, günlük hayatı disiplin altına alıp düzene koyar. Bu sebeple, günde beş vakit namazı düzenli ve gereği gibi kılanlar, günah ve kötülüklerden korunmuş olurlar. O halde namazın düzenli bir şekilde kılınması gerekli olduğu gibi, çocukların da küçük yaştan itibaren namaza alıştırılması icab etmektedir.



İbrahim ÇELİK