MEFHÛM-İ MUHALEFET

Mefhum sözlükte, anlam, kavram; muhalefet ise zıt, muhalif, karşı anlamlarına gelir. Mefhum-i muhalefet; zıt anlam demektir. Bir fıkıh usulü terimi olarak; şer'î bir sözde söylenmeyenin söylenene ve zikrolunana hükümde zıt olmasıdır. Başka bir deyimle bir şer'î söz, kayıtta kayıtlanmış bir yerde bir hüküm gösterir ise, Meselâ; bir vasıfla vasıflanmış, bir şartla şartlanmış, bir gaye ile gayelenmiş veya bir sayı ile sınırlanmış ise, kaydın bulunduğu yerde sözün hükmü, sözün söylenmiş olduğu husustur. Ancak kaydın bulunmadığı yerin hükmü ise zıt anlamdır. Kısaca, söıün açıkça ifade ettiği anlamın aksine zıt anlam denir.



Şer'î sözde, söylenmeyenin söylenene hükümde olumlu veya olumsuz olarak uygun olmasına "uygun anlam (mefhum-i muvâfık)" denir. Meselâ: "Anne babaya öf deme" (el-İsrâ, 17/23, 24) ayetinde söylenene, "onları dövme, onlara sövme" şeklindeki söylenmeyen hüküm uygundur.



"De ki: Bana vahyolunanda leşten, akan kandan.... başka bir şeyin haram olduğunu görmedim"(el-En'âm, 6/145) ayetinde kan sözcüğü "akan" kaydıyla kayıtlanmıştır. Bunun zıt anlamı akmayan kandır. Bu ayet, söylenen ifadesiyle akan kanın haram olduğunu açıkça bildirmektedir. Zıt anlamıyla da akmayan kanın helâl olduğuna delâlet etmektedir.



Hanefi usul bilginleri zıt anlamı, ayet ve hadis sözcüklerinden hüküm çıkarmak için elverişli görmezler. Bu konuda aşağıdaki delillere dayanılır:



a) Zıt anlam alındığı takdirde, İslâm'a zıt sonuçlara götüren nasslar vardır. Haram aylarda kendinize zulmetmeyin"(et-Tevbe, 9/36) ayetinin ııt anlamı alınırsa, zulmün yalnız bu dört ayda haram olduğu bu dört ayın dışında onun haram olmadığı sonucuna ulaşılır. Halbuki zulüm her zaman haramdır.



Yine: "Sizden birisi, durgun suya küçük abdestini yapmasın ve o suda cünüplükten ötürü gusül yapmasın" (Buhârî, Vudû, 68; Müslim, Tahâre, 94, 96) hadisi, söylenen ifadesiyle, durgun bir suya küçük abdest yapmanın ve böyle bir su ile cünüplükten ötürü gusül etmenin yasak olduğunu bildiriyor. Zıt anlamıyla da cünüplüğün dışında bu su ile gusül edilebileceğini ifade ediyor. Halbuki içine idrar yapılmış durgun bir suda hem cünüplükten ötürü, hem de başka bir sebeple gusül edilmesi yasaklanmıştır.



b) Vasıflar çoğu zaman, hükmü kayda bağlamak için değil, teşvik veya sakındırmak için zikredilmiştir. Meselâ: "Kendileriyle cinsel temasta bulunduğunuz karılarınızdan olup, himayelerinizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı. Eğer analarıyla zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde sizin için bir sakınca yoktur" (en-Nisâ, 4/23) ayetlerinde geçen "üvey kızlar" için vasıf zikredilmiştir. Bu kızların, babalıklarının himayesinde bulunması ve babalıkların, üvey kızın anasıyla nikâhlanıp cinsel temasta bulunması. Burada zıt anlam esas alınırsa, cinsel temas olmamışsa, babalığın üvey kızıyla evlenmesi caiz olur, sonucuna ulaşılır. Ancak Kur'ân-ı Kerîm bizi zıt anlamla yetinmeye bırakmamış ve bu hükmü ayetin devamında zaten açıklamıştır: Eğer analarıyla cinsi temasta bulunmamışsanız, onlarla evlenmenizde bir sakınca yoktur" (en-Nisâ, 4/23). Buradan, anneyle mücerred nikâh akdinin üvey kızı haram kılmadığı hükmü çıkmaktadır. Bu konuda genel prensip şudur: Kızlarla mücerred nikâh akdi anneleri; annelerle cinsel temasta bulunmak da kızlarını bu erkeğe haram kılar (ed-Derînî, el-Menâhicü'l Usüliyye, Dımaşk 1395/1975, s., 428, 430; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire (t.y.), s., 150).



c) İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre hükümlerin birer illeti vardır. Böylece hükümler, hakkında nass bulunmayan fakat ortak nitelik taşıyan meselelere uygulanır. Diğer yandan zıt anlam yoluyla elde edilecek hükümle ilgili özel bir nass bulunmadığı da söylenemez.



Şafiî, Malikî ve Hanbelilere göre ise şer'î sözlerin zıt anlamları hüküm çıkarmaya elverişlidir. Bu mezhepler, vasıf, şart, gaye ve âdet kavramlarıyla hem şer'î nasslarda, hem de onların dışında ihticâcda bulunmayı caiz görmüşlerdir. Buna göre, nasslardaki kayıtlar anlamsız ve boşuna değildir; bunların bir gayesi, bir maksadı vardır. Bu mezheplerin, zıt anlamla amel edileceğini söylerken dayandıkları deliller şunlardır:



a) Arap dilinde, hüküm bir kayıtla kayıtlanmışsa, kaydın kalkmasıyla hüküm de ortadan kalkar. Meselâ: "Zenginin oyalanıp, borcunu geciktirmesi zulümdür" (Buhârî, Havâle, 1, 2, İstikrâz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Dâvud, Büyü', 68; Nesâî, Büyû', 100, 101), hadisinin zıt anlamı, yoksul borçlunun ödemeyi geciktirmesinin zulüm sayılmayacağına delâlet eder. Çünkü zenginlik vasfı kalkınca hüküm de zıt yönde ortaya çıkmaktadır.



b) Yine, "Sâime'de zekât vardır" (Buhârî, Zekât, 38; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Mâlik, Muvatta', Zekât, 23) hadisinde sâime; yılın çoğunu otlakta geçiren hayvanları ifade eder. Zıt anlamı, sâime olmayan hayvanlara zekât gerekmeyeceğidir. Bunu Hanefîler de kabul eder. Ancak İmam Mâlik, yılın çoğunu ağılda geçirerek beslenen hayvanlar için de zekât verileceğini söylemiştir (ed-Derînî, a.g.e., s., 439, 440; Ebû Zehra, a.g.e., s., 152).



Zıt anlamın delil olarak alınması için iki şart vardır:



Şer'î sözdeki kaydın teşvik ve tehdit gibi başka sabit bir amacı olmamalıdır. Meselâ: Ey iman edenler, kat kat faiz yemeyin" (Âl-i imrân, 3/130) ayetindeki "kat kat" sıfatı faizden nefret ettirmek içindir. Bu anlam, daha sonraki şu ayetle açıklık kazanmaktadır: "Eğer tevbe ederseniz ana paranız sizindir. Böylece zulmetmemiş ve zulme de uğramamış olursunuz" (el-Bakara, 2/279). Bu ayette, zıt anlam yoluyla hüküm elde edilemez.



Yine zıt anlamın sabit olduğu yerde bunun aksini gösteren özel bir delil bulunmamalıdır. Meselâ: "Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür ile hür, köle ile köle ve kadın ile kadın kısas edilir" (el-Bakara, 2/178) ayetinin zıt anlamına göre kadını öldüren bir erkek kısas yoluyla öldürülemez. Ancak kadını öldüren erkeğin kısas yoluyla öldürüleceğini şu ayet hükme bağlamıştır:



"Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun... kısas yazdık" (el-Mâide, 5/45). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Cana can kısas edilecektir" (Buhâri, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Tirmizî, Diyât, 10).



Hamdi DÖNDÜREN