MAZLUM

Zulme ve haksızlığa uğramış, hakkı gasbedilmiş, ezilmiş, müstazaf; hakkını arayamayan pasif kimse.



Zulüm, haksızlık, acımasızca davranma ve eziyet etme anlamlarına gelir. "Cevr" de aynı anlamdadır. "Bir şeyin lâyık olduğu yerden başka bir yere konulması" diye tanımlanmıştır. Zıddı "adâlet"tir.



Zulüm, hakkı sahibinden zorla almak; adâlet ise, hakkı sahibine vermektir.



Kur'an'da en çok geçen kavramlardan birisi "zulüm"dür. Bu kökten türeyen "zalim, zulumât" gibi kelimeler hariç yalnız beş yerde "zulmedilenler" ifadesi geçer, ise bir yerde "mazlum" kelimesi kullanılır (el-İsrâ 17/33),



İslâmda günahların en büyüğü zulüm ve halka zarar vermektir. Allah, zalimleri lânetlemiştir: "İyi bilin ki Allahın lâneti zalimlerin üzerinedir" (Hûd 11/18).



Allah adâleti emreder, zulmü yasaklar: "Allah adâleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, fahşâ (edepsizlikten) dan, münker (fenalık) den ve bağy (azgınlık) den alıkoyar. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir" (en-Nahl 16/90).



İslâm'ın, korunmasını emrettiği beş temel hak vardır: Din, can, mal, akıl ve neslin korunması.



Bu hakları korunmayan, kısıtlanan veya bu haklarından mahrum bırakılan kimseler mazlum sayılır. Onun için Kur'an bu haklarından mahrum bırakılan mazlumlara, zalimlerle savaşma izni vermiştir: Kendileriyle savaşılan (mümin) lere, (savaşma) izn(i) verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. Onlar sırf "rabbimiz Allahtır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, galibdir" (el-Hac 22/39-40).



Kur'an, yalancıların özelliklerini saydıktan sonra inanan mazlumları bunlardan istisna ediyor: Ancak inananlar, iyi şeyler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (düşmanlarına) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir" (eş-Şuarâ, 26/227).



Müşriklerin zulüm ve baskısından kurtulmak için Medine'ye hicret eden mazlum muhacirlerden de Allah şöyle söz ediyor: "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz. (Onlara vereceğimiz) ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler!" (en-Nahl 26/41).



Haksız yere, mazlum olarak öldürülen kişinin hakkını almak, ölenin velisine aittir. Fakat o da aşırılığa gitmemelidir: "Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim zulmen öldürülürse, onun velisi (olan mirasçısına) yetki vermişizdir. (Öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşırı gitmesin. (Katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş) tir" (el-İsrâ 17/33).



Kur'an'da günahların en büyüğü olan şirkin "büyük zulüm" olduğu bildirilmiştir (Lokman 31/13). Çünkü şirkte, yerin göğün sahibi Yüce Allah'a başka bir varlık ortak tanınmak suretiyle Allah'ın hakkına tecavüz edilmiş ve münezzeh olduğu bir sıfatla sıfatlandırılmış oluyor. Bu ayet zulmün kaynağının şirk ve inkâr olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü Allah'ın hakkına riayet etmeyen, kul hakkına hiç riayet etmez ve ahiret inancı ve ceza korkusu da olmadığı için bütün hesaplarını menfaat ve kuvvet temeli üzerine bina eder.



Hadislerde de zulmün büyük günah olduğu, Allah'ın, zulmü kendisine haram kıldığı gibi, insanlar arasında da haram kıldığı" bildirilmiştir.



Allah, zalime bu dünyada belli bir süre tanıdığı halde, mazlumu himayesinde bulundurur, onun duasını kabul eder, kıyamet günü hakkını zalimden alır.



1."Allah zalime (bir zaman) mühlet verir. Onu bir defa yakaladığı vakit te felâh vermez."



2. "Mazlumun duasın(ı almak)tan sakın. Zira onun duası ile Allah arasında (hiçbir) perde yoktur"



3. "Haklar kıyamet günü elbette sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyuna kısas yapılacaktır. "



4. "Kimin yanında kardeşinin vakarın(ı sarsan husus)dan veya (değeri bulunan) bir şeyden zulüm (ile elde edilmiş bir hak) varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı gün (gelme)den önce bugün (dünyada iken) onunla helâlleşsin. (Yoksa) eğer iyi işi varsa on(un sevabın)dan (yaptığı haksızlık kadar alına)cak hak sahibine verilecek; şayet onun için (yapılmış) iyilikler yoksa (hak) sahibinin günahlarından alınıp onun üzerine yüklenecek" (Riyâzüs-Sâlihîn, 186 vd).



İslâmda mazluma yardım etmekten önce zulmü ortadan kaldırmak esastır. Zulmü ortadan kaldırmak da; eğitim yoluyla sosyal adâlet ve kardeşlik esaslarını toplumda hakim kılacak adil bir yönetimle olur. "Zalim ve mazluma yardım"ı emreden aşağıdaki hadis, zulmü ortadan kaldırma konusunda suça götüren yolları kapatmayı (seddü'z-zerâyi *) ve suçlunun eğitimini ve ıslahını topluma temel bir görev olarak yüklüyor. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Zalim veya mazlum (olsun) kardeşine yardım et" Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü mazlum olursa yardım edeceğim. Eğer zalim olursa ona nasıl yardım edeceğim?" dedi. Resulü Ekrem şöyle buyurdu: "Onu zulümden alıkoyarsın; şüphesiz bu ona yardımdır"



Müslümanın müslüman üzerindeki yedi hakkından birisinin de mazluma yardım olduğu hadiste bildirilmiştir. (Riyâzüs-Sâlihîn, 202-203).



Toplum içinde insanlar farklı mevkilerde bulunur, değişik maddi imkânlara sahip olurlar. Bu, onların farklı kabiliyetlere sahip olmalarının tabiî bir sonucudur. Böyle olması, insanların birbirine muhtaç olarak birbirini tamamlayan bir bütün oluşturmaları, uyumlu ve dengeli bir toplum meydana getirmeleri için olup; birbirlerine zulmedip, kuvvetlinin zayıfı ezmesi için değildir (ez-Zuhruf, 43/32).



Toplumda kendilerine üstün bir mevki verilenlerin sorumluluğu da o nisbette ağır olur. Fakirleri, kimsesizleri korumak, gözetmek, onların haklarına riayet etmek, yönetimi altında bulunanlara adil davranmak, zulmü önlemek, bu sorumluluklardan bazılarıdır.



Maddî bakımdan geniş imkânlara sahip olanlar veya yönetim mevkiinde bulunanlar diğer insanları hor göremez, onları kendi hizmetlerinde köle gibi çalıştıramaz ve onlara zulmedemezler. Bu hak kendilerine verilmemiştir. Çünkü insanlar Allah katında eşittirler. Hiç bir ırk ve sınıfın diğer ırk ve sınıflar üzerinde ayrıcalığı yoktur. Durum böyle olmakla beraber insan, yaratılışı gereği başkalarını kendi hizmetinde kullanmak, onlara zulmetmek eğilimindedir. ... Çünkü o, çok zalim, çok cahildir" (el-Ahzab 33/72). Bazı insanlar da bilerek veya bilmeyerek kendilerine zulmedilmesine fırsat verirler, buna ortam hazırlarlar.



"Mazlum" kelimesinde, "sessiz olma, hakkını aramaktan aciz olma, başına ne gelirse razı olma" gibi bir anlam da vardır. Bu bakımdan, zulmü yaygınlaştıran ve azgınlaştıran, haksızlığa uğrayan "mazlum"ların seslerini yükseltmemeleri, haksızlığa karşı direnmemeleridir. Halbuki Kur'an mazlumların zulümden kurtulmak için çalışma yapmalarına, haklılıklarını çağın imkânlarına göre anlatmalarına izin vermiştir: Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez (kötü söz söyleyenleri cezalandırır). Ancak zulmedilen hariç (zulme uğrayan kimse feryad edip zalimin kötülüğünü söyleyebilir, ona beddua edebilir). Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir" (en-Nisâ 148; Ayrıca bk. el-Hacc 22/39, 40).



Haksızlığa uğradığı halde kendisini nasıl savunacağını bilemeyen veya hakkını araması çeşitli yollarla engellenmiş mazlum insanlar ve toplumlar her zaman olmuştur. Maddeci düşüncenin ürünü olan "Kuvvetli olan haklıdır" felsefesi bir toplumda hakim olduğu sürece, "mazlum" olmak istemeyenler kuvvetli olmanın yollarını arayıp bulmak zorundadırlar. Aksi halde haklarını alamaz ve mazlum olmaktan kurtulamazlar.



İslâm toplumunda, haklı olan kuvvetlidir. Dolayısıyla mazlumun hakkı adil İslâm düzeninin garantisi altındadır. Bunun için Hz. Ebu Bekir halife seçildiğinde: "Sizin zayıfınız benim yanımda kuvvetlidir. Onun hakkını alırım. Kuvvetine güveneniniz ise benim nazarımda zayıftır. Çünkü ondan başkasının hakkını alırım" demiştir.



Beşerî sistemlerin başlarında bulunan zorbalar mazlum insanları sürekli olarak sömürürler. Kur'an bu zalimlere bir prototip olmak üzere Firavn'ı örnek veriyor: "Firavn, o yerde ululandı (zorbalığa kalktı); halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi (İsrailoğullarını) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi" (el-Kasas 28/4).



"Firavn kavminin içinde seslenip dedi ki: Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" (ez-Zuhruf 43/51); "Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler" (ez-Zuhruf 43/54).



Tarih boyunca insanlar din ve inançları yüzünden zulme uğramışlardır: "Öldürüldü hendeğin (içine atılan) adamları, o yakıt doldurulup tutuşturulmuş ateş (hendeğinin adamları). Onlar(ı yakan zalimler, ateş dolu) hendeklerin başında oturmuşlardı. (İçine attıkları) müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Müminler, sırf, Aziz, övgüye lâyık, Allah'a inandıkları için onlar, bu müminlerden de almışlardı" (el-Burûc 85/4-8).



İslâm'ın ilk dönemlerinde Ashab ağır işkencelere sabredip imanlarını korudular. Bir kısmı dayanılmaz işkenceler altında can verip İslâm'ın ilk mazlum şehitleri oldular.



Dünyanın her tarafında, emperyalist devletlerin zayıf toplumlar üzerindeki baskı ve sömürüsü devam etmektedir. ABD Ortadoğuda; Sovyet Rusya, Afganistan'da hakkının olduğunu iddia ederek, zulümlerini sürdürmekte, mazlum insanları katliama tabi tutmaktadır. Mazlum insanlar üzerinde kurdukları sömürge-zulüm hâkimiyetini devam ettirmek için zahirde birbirine karşı olan bu devletler zaman zaman bir araya gelerek sözde barış görüşmeleri yapar, insan haklarından, silahsızlanmadan söz ederler.



İslâm, zalimi lânetlediği gibi, mazluma da önemli görevler yüklemiştir. Bu görev; zalimin zulmüne imkân ve fırsat tanımamaktır. Bu da ayrılığa düşmeden, güç birliği yaparak malla ve canla onlara karşı savaşmakla olur (el-Enfal, 8/46; el-Feth, 48/29; et-Tevbe, 9/123).



Halit ÜNAL