Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir

           



            Çok ilginçtir ki, insanlar müçtehidin doğruyu bulabildiği gibi hata edebileceğini bilmelerine. Rasûlullah'ın hatadan korunmuş  olduğuna inanmalarına rağmen, hepsi görüldüğü gibi



müçtehidin sözünde israr ediyor. Rasûlullah'ın sözünü terkediyorlar. Keşke sadece müçtehidin görüşlerini almakta ısrar etselerdi, aksine onlar her gürültü koparan ve anıran kimselerin yazdıklarına yapışıyorlar ve onları almakta ısrar ediyorlar. Mesela, Maveraunnehir bölgesindeki Hanefî cahilleri, Rasûlullah'tan sabit, sahabe ve müçtehidlerin tamamı ve özellikle de Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed tarafından yapılan ve kabul edilen bir sünnet, özellikle de Muhammed   b. el-Hasen eş-Şeybanî'nin Muvatta'sı, Tahavî'nin



Şerhu Maani'l-Asâr, Fethu'l-Kadir, el-'İnaye, Umdetu'l-Karî ve Hanefi Mezhebi'nin muteber fıkıh kitaplarında olmasına rağmen, el-Keydanî'nin teşehhüdde işaret parmağını kaldırmanın haram  olduğunu söylemesine ve onları bundan men etmesine itimat etmişlerdir. (55)



            Biz insanlardan itaat ve ibadet ehli gördük. Lakin hadisle amelde biraz ihmalkâr davranıyorlar. Hadisin emrine önem vermiyorlar. Fakat onlar mezheplerine ve kitaplarında yazılı olan şeylere itina gösteriyorlar ve hadisleri sanki reddedilmiş bir iş olarak zannediyorlar. Bu düşüncenin kaynağı gerçekten cehalettir.



            Şeyh Muhammed Hayatü's-Sindî şöyle der: "Her müslümanın Kur'ân ve hadislerin anlamlarını öğrenmeye, mânâlarını anlamayı araştırmaya, onlardan hüküm çıkarmaya gayret göstermesi gerekir. Eğer hüküm çıkarmaya güç yetiremezse âlimleri taklid etmesi gerekir. Fakat belli bir mezhebi taklid etmesi gerekmez. Çünkü böyle bir taklid o mezhebin İmamını nebi yerine koymak gibi olur.(56) O kişi için her mezhepten en ihtiyatlı olan görüşleri alması gerekir. Zaruret halinde ruhsatlarla amel etmesi de caiz olur. Zaruret olmadığı takdirde en güzeli ruhsatı terketmektir. Günümüzde, belirli bir mezhebe intisap etmenin gerekliliğini ortaya atan kişilerin bir mezhepten bir mezhebe geçmeyi caiz görmemeleri cehalet, bid'at ve yoldan sapmadır. Onları, mensuh olmayan sahih hadisleri terkettiklerini ve mezheplerine mesnedsiz ve dayanaksız bağlandıklarını gördük."



            imam Şafiî şöyle der: "Kim bir şeyin helâl veya haram olması konusunda sahih bir hadisin aksine belirli bir mezhebi taklid eder taklid onu sünnet ile amel etmekten alıkoyarsa, taklid ettiği kimseyi Allah'ın haram kıldığını helâl, helal kıldığını haram yaptığı gerekçesiyle Allah'dan başka rab edinmiş olur."



            Ne ilginçtir ki, onlara sahabenin birinden sahih hadise muhalif bir haber ulaştığında bunların aralarında bir çözüm yolu bulamazlarsa, hadisin kendilerine ulaşmadığını söylemeyi caiz görürler. Bu, onlara ağır gelmezki doğru olan da budur. Fakat, taklid ettikleri kimselerin görüşüne muhalif bir hadis kendilerine ulaşırsa, onu her ne şekilde olursa olsun kelimeleri gerçek anlamlarından çıkararak tevil etmeye çalışırlar. Muhalefet ettikleri haberle kendi görüşleri arasında bir ilişki olmadığı söylendiği vakit veya taklid ettikleri kimseye bu hadisin ulaşmadığı söylendiğinde kıyameti koparır ve bunu  çok çirkin görürler. Bu, onlara zor gelir. Şu miskinlerin haline bak, Sahabeye (r.a.) hadisin ulaşmamasını caiz görürken mezheb sahipleri için bunu kabul etmezler. Halbuki aralarındaki fark yerle gök gibidir. Bu gibi kimselerin hadis kitaplarını okuduklarını görürsün, fakat onlar bu konuda birşey bilmezler. Hadis kitaplarını teberruken okurlar. Mezheplerinin hilafına bir hadis gördüklerinde, onu te'vil ederler. Te'vil edemediklerinde ise; hadisi bizden daha iyi bileni taklid ettik, derler. Allah'ın bu konudaki delilinin kendi haklarında olduğunu bilmiyorlar  mı? Mezheplerine uygun bîr hadîs gördüklerinde sevinirler, muhalif bir hadis gördüklerinde onu



görmemezlikten ve duymamazlıktan geliyorlar. "Hayır, Rabbîne and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip. sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı



duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar."(57)



            Sind b. Anan, İmam Malik'in Müdevvene isimli kitabına yazdığı şerhde şöyle der: "Sırf taklid ile yetinmeye hiçbir reşid (olgun) kimse razı olmaz. Böyle bir şey tembel ve cahil veya inadçı ve akılsız kişilerin işidir. Biz, taklid her ferde haramdır, demiyoruz. Fakat hükmün delilini, müçtehidlerin görüşlerini bilmesini gerekli görüyoruz. Avamın alimi taklid etmesini gerekli kabul ediyoruz. Taklid başkasının görüşünü kabul etmektir, hüccet ve delil olmadan bu görüşü taklid etmekle asla bilgi elde edilemez. Belirli bir kişinin mezhebine girmek bid'attir. Çünkü biz kesinlikle biliyoruz ki, sahabe asrında böyle bir mezhep anlayışı yoktu. Onlar Allah'ın Kitabına ve Sünnete, delilin yokluğunda ise aralarında istişare ettikleri görüşe müracaat ederlerdi. Tabiîn de böyleydi, delil bulamadıklarında içtihad ederlerdi. Üçüncü asırda da İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel (Allah hepsinden razı olsun) öncekilerin metodu üzere idiler. Onların zamanında belirli bir kişinin mezhebini takip etmek yoktu, imamlara  tabi olanlar da (talebeleri) onlara yakındı. İmam Malik ve benzerlerinin nice sözleri vardır ki, o sözlerde arkadaşları kendilerine muhalefet etmişlerdir. Taklid ehline şaşılır ki, nasıl oluyor da bunun (taklidin) eskiden var olduğunu söyleyebiliyorlar? Halbuki (taklid) Hicretten iki yüz sene ve peygamberin övdüğü asırlardan sonra ortaya çıkmıştır."



            Ben derim ki: Sind b. Anân'ın, belirli bir şahsın taklid edilmesini, onun görüşünün Kitap ve Sünnete muhalif olsa bile din ve mezhep edinilmesini zemetme konusunda zikrettikleri doğrudur. Bid'atın kötü ve adi bir özellik, müslümanları bölmek ve parçalamak, onlar arasında düşmanlık ve buğzu yaymak için şeytanın kurduğu bir hile olduğunda şüphe yoktur. Onların, Rasûlullah'ın ashabından hiçbirine yapmadıkları ta'zimi müçtehid imamlarına yaptıklarını görürsün. Mezhebinin görüşlerine uygun bir hadis bulduğu vakit sevinir, ona boyun eğer ve teslim olur. Mezhebinin dışındaki mezhebin görüşünü teyid eden, mensuh ve zıd olmaktan uzak sahih bir hadis bulsa, onda uzak ihtimaller ve başka mânâlar ileri sürerek: sahabeye, tabiine ve açık nassa muhalefetine rağmen kendi İmamının mezhebini tercih yönünü arar. Hadis kitaplarından birini şerhetse, görüşüne muhalif olan her hadisi tahrif eder. Bunu yapmaktan aciz kalırsa, ya husumetten ya da amel edilmesin diye ortada hiçbir delil yokken hadisin mensuh olduğunu iddia eder.



            Körükörüne taklid yapanlar, bu taklidi din ve  mezhep edinirler. Öyleki, onlara nasslardan binlerce delil getirsen ona kulak vermez, bilakis arslandan kaçıp ürken eşekler gibi onlardan kaçarlar. Mescid-i Haram'a yakın oturan Hindistan  ve Buharalılar'ın çoğu ellerinde teşbihleri, başlarında sarıkları Delail-i Hayrat, Hatm-i Hâce, Kaside-i Bürde ve bunun gibi kitapları okumaya kesintisiz devam ederler ve bunun sevap



olduğunu zannederler.(58) Onlar teşehhüdde şehadet parmaklarını kaldırmazlar. Birgün onlara;             Bunun Rasûlullah'tan ashabın ve müçtehidlerin bildirdiği sabit bir sünnet ve bu parmağı kaldırmak şeytana demir sopayla (59) vurmaktan daha şiddetli olduğu halde bunu niye yapmıyorsunuz? diye sordum.



            İleri gelenlerinden biri:



            Biz Hanefîyiz, bizim mezhebimizde bu caiz  değil, hatta haramdır, cevabını verdi.



            İmam Malik'in Muvatta'sı, Tahavî'nin Şerhü Maani'l-Asar ve İbnü Hümâm'ın Fethu'l-Kadîr'inden    konuyu açıkladım. Bana:



            Bu mütekaddimunun (önceki alimlerin) görüşüdür. Müteahhirun (sonraki alimler) bunu yasaklamıştır, el- Mesudî'nin Kitabu's-Salat ve el-Keydanî'nin el-Hulasa adlı eserlerinde olduğu gibi bu hadis mensuh olduğu için terketmişlerdir, dedi ve bu sünneti terketmede ısrar etti. Cahil insanlar da böyle hakkı kabul etmemekte direnen inatçı kişileri salih ve vuslat ehli kimseler zannettiler. Evet onlar vuslat ehli kimselerdir, ama şeytanlara!!!



            Ebu'l-Kasım el-Kuşeyrî şöyle der:



"Hakkı (gerçeği ve doğruyu) arayan kişiler olarak bizim görevimiz hatadan beri olan kimseye uymamız, hata eden kimseyi taklid etmekten uzak durmamızdır. Müçtehidlerden gelen şeyleri Kitap ve Sünnet'e arzederiz. Eğer o ikisine uygunsa kabul ederiz, aksi halde terkederiz. Peygamberimiz (s.a.v.)'e ittiba etme konusunda kesin delil vardır. Fukaha ve sufilerin görüş ve amellerine ittiba konusunda bize bir delil sabit olmamıştır. Ancak, Kur'ân ve Sünnet'e arzedildikten sonra ittiba etmeğe delil vardır.



            Delillerden yüzçevirip, mezheplerinde taklidin doğru olmadığı konularda taklidde ısrar edenlere yazıklar olsun. Şer'î deliller, fıkhî ve tasavvufi görüşler bunu reddetmektedir. Araştıran, ihtiyatlı davranan, anlamadığı yerde duran kimse övülür.



            Kim, imamın görüşü Kitap, Sünnet, İcma veya sahih kıyasa muhalif olduğu ortadayken, taklidde ısrar ederse, bu kimse davasında ve imamına bu konuda uymasında yalancıdır. Taklidinde de yalancıdır. Bilakis hevasına ve arzusuna tabi olmaktadır. İmamların hepsi de ondan uzaktır. O kişinin imamlanyla ilişkisi, ehl-i kitabın ruhbanlarının peygamberleriyle olan ilişkisine benzer. Çünkü her imam, etbaını şer'î kaidelere muhalefetten sakındırmışlardır."



55} 16 rakamlı dipnota bakınız.



56) Yazar; "Nebi yerine koymak gibi olur" ifadesi hakkında şöyle der: "Bilakis onu (imamı) rab edinmenin ta kendisidir." ("Onlar Allah'tan başka hahamlarını ve ruhbanlarını rab edindiler.") Adıy bin Hatim (r.a.) hadisinde bu âyet böyle tefsir edilmekte.



57) Nisa Sûresi, âyet 65



58) Halbuki bu risale (ve kasideleri) okumakta ecir yoktur. Hatta onları Allah'a yaklaşma maksadıyla okumakta günah vardır. Çünkü onların içerisi bir çok bid'at dalalet ve şirkle doludur. Bunlar hakkında şairin şu sözü yerindedir "Nakışlarını şüphesiz ben okumuştum, lakin sevabı tam aksine idi." işte ey okuyucu bunları



sana kısa bir şekilde beyan edeyim. Umulur ki rabbim bunu hatırlama ve ibret almayı nasip eder.



a) Delâilü'l-Hayrat: Dalalet ve helak yolları hurafe ve munker rehberi diye isimlendirmeğe değer Yazar mukaddimesinde Peygamber (s.a.v.)'i muhatap alarak "Hazretinden istimdat" tabirini kullanmaktadır Bu ise uluhiyyette şirktir Çünkü medet ve yardım ancak Allah'tan olur. Enfal Sûresi 9. âyette Cenâb-ı Hak: "Hatırlayın ki; siz Rabbinizden yardım dilerken. Rabbiniz duanızı kabul etti." Ben size takipçi olar, bir melek ile yardım ederim" dedi." Binaenaleyh Peygamber (s.a.v.)'i bir durum üzdüğü veya bir sıkıntı aldığı veya bir kederlendiği Allah'a iltica eder ve duada azimkar olurdu. Diğerleri ve Tirmizî (3524)'de hasen olan bu haisi tarikleriyle beraber tahric eder. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle seslenir: "Ya hayyu ya kayyum, rahmetinle medet diliyorum." Aynı şekilde yardım isteme ancak Allah'dan olur. Fatiha Sûresinde 4. âyette olduğu gibi. "Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz." Bu itibarla çeşitli hadisler uydurarak Peygamber (s.a.v.)'e nisbet eder Mesela "Bu salavatı (duayı) kim bir defa okursa: Allah ona kabul olunmuş bir hac sevabı, ismail (a.s.) neslinden bir köleyi azad sevabı yazar. Allah da söyle der: Ey meleklerim! Kullarımdan bir kul olan bu kimse habibim Muhammed'e çok salavat getirdi, izzet ve celalime yemin olsun söylediği her harfe cennette bir köşk vereceğim, kıyamet gününde Daha hamd sancağı altında gelecek, yüzü dolun ay gibidir, eli habıbım Muhammed'in elindedir." "Bu fazilet, bu salavatı her cuma günü söyleyen içindir. Allah büyük fazilet sahibidir.



Bu hadisi uyduran kimseye gunah olarak Peygamber (s.a.v.)'ın hadisteki şu sözü yeter: "Kim kasden benim üzerime yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlasın." Akabinde Peygamber için sadece Allah'ın şanına yakışan isimler zikretmektedir. Yaptığı şey ne korkunç. Çünkü bu isimlerin çoğu Allah (c.c.)'nun isim ve yüce sıfatlarındandır: "Münci (kurtarıcı), Muhyi (dirilteni, Seyyid (efendi). Gavs (medet dilenen, Sahibü'l-Fereç (sıkıntıyı kaldıran). Kavıy [kuvvetti). Mekin (güvenilir). Metin (metanet sahibi}, Cebbar (zorlayan). Müheymin (gözeten). Berr (iyilik sahibi). Kefil (güvence veren). Kaşıfü'l-Kurb (kederi kaldıran), Şafi (şifa veren). Med'uv (dua edilen). Mucıb (duaya icabet eden)." islâm'da bilinmesi zaruri olan şeylerden ki, kim isimlerden birini Allah'tan gayrısına (mutlak olarak) verirse helakın kenarındadır. A'raf Sûresinde (âyet 180) Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: " Allah'ın güzel isimleri vardır Bunlarla dua ediniz. Onun isimlerinde sapanları bırak, yaptıklarının cezasını göreceklerdir." Sonra itikadında sembolleşen Allah'ın, Muhammed (s.a.v.)'i kendi nurundan yarattığı hurafesini şu sözlerle canlandırıyor "Allah'ım yarattığın nurundan ona nuru arttır." Bu batıl inanç. Kehf Sûresi (âyet 110)da Cenâb-ı Hakk, şu sözünü reddetmektedir: "De ki, ben ancak sizin gibi bir insanım" (Delailü'l-Hayrat sahibi) şöyle bir salavat getiriyor: Allah'ım, nurundan çiçekler yarılan nebiye salat et (rahmetini indir)" Halbuki çiçekleri, her şeyi yaratan Allah ayırmıştır. Enam Sûresi (95)inde buyruldugu gibi: "Çekirdek ve taneyi ayıran Allah'tır." Neticede yazar vahdeti vücud inancıyla karanlık üzerine karanlıklara boğuluyor. Allah'ın Adem (a.s.)'dan Peygamber (s.a.v.)'e kadar göndermiş olduğu tevhid inancına cıvık çamur diye nitelendirerek bid'atlı duasında şöyle der: "Beni ehadiyyet (birlik) denizine daldır. Tevhidin cıvık çamurlarından beni sıyır, beni birlik denizinin menbaına garkeyle." Alçaklıktan, ins ve cin şeytanından Allah'a sığınırız.



b)Busîrî'nin Kaside'i Bürdesi: istediğin kadar ondan bahset, bir beis yoktur. Kitabında imandan başka her şey toplanmıştır. Busîrî kasidesinde Allah Rasûlû'nu uluhiyyet sıfatıyla nitelendirerek Allah (c.c.)'dan rububiyet sıfatını kaldırıyor: "Dünya ve ahıret senin cömertliğindendir. Levhi mahfuz ve kalem ilmi senin ilmindendir." ve yine şöyle söylüyor: "Davetine ağaçlar secde ederek geldiler. Ayaksız bir gövde ile ona doğru yürüdüler" Halbuki ağaç sadece Allah'a secde eder. Rahman Sûresi âyet 6'da Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Yıldız ve ağaç ona secde ederler." Ondan sonra kişiyi buyük günahlara işlemeye teşvik ediyor: "Ey nefis (gözünde) büyümüş bir zelleden dolayı ümüdini kesme. Büyük günahlar mağfiretin yanında küçük günah gibidir." Bu durum  açıkça Kur'ân'ın sarahatını yalanlamadır. Mecm Sûresi âyet 32'de. Bu durum açıkça Kur'ân'ın sarahatini yalanlamadır. Necm Sûresi ayet 32'de Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "O iyiler ki, küçük günahlar hariç, büyük günah ve fahiş şeylerden kaçınırlar." Bu beyitleri hazmedenin Kur'ân fıkhından bilgisiz olduğunu gösterir. Çünkü Allah kitabıda büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlara keffaret olacağını bildirmiştir. Aynen Nisa Sûresi'nde olduğu gibi; "Eğer size yasak idilen büyük günahlardan sakınırsanız, öbür kötülüklerinizi (küçük günahları) sileriz ve sizi çok güzel bir makama koyarız." İşte bir şiirinde de müslumanlarla günahkarları (isyan ehli) bir tutmaktadır: "Umulur ki, taksim ettiği zaman Rabbım rahmeti, Bölündüğünde isyan nisbet'ne göre gelir." Busîrî, gece odun toplayan kişi gibidir. Allah'ın rahmetinin taksimini gelişi güzel sanıyor. Bu, alemlerin rabbi olan Allah hakkında batıl bir zandır Allah bu kötü zannı reddediyor. Kalem Sûresi 35-36'da Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor; "Biz müslümanları mücrimler gibi mi tutarız. Ne oluyor size, nasıl hüküm veriyorsunuz." (Aynı sûrenin 37'den 40. âyete kadar bakınız.) Gerçekten üzücü olan, dalâlet ve şirkle dolu bu kasidenin araştırıcı olan kimselerin bile kalplerinde bir saygıya sahip olmasıdır. Yoksa bu saygı islâm'ın hakikatini bilmemekten mi ileri geliyor?







59) Peygamber (s.a.v.)'in Şu hadisine işaret ediyor; "(Namazda) parmak işareti şeytana demir kamçıdan daha şiddetlidir." İmam Ahmed, Mûsned'inde 4/16 (Fethu'r- Rabbani şerhi), Mecmau'z-Zevâid'de (2/140). Bezzar tahric etmiştir Şeyh el-Banî de Sıfata Salatu'n-Nebî kitabında (171 )'de hasen olduğunu söylemiştir.