7) Ümitvar Olmak

Muvahhid, Âlemlerin yegâne Rabbi Allah’ı şeksiz, şübhesiz ve ortaksız birlemiş, O’ndan başka rab, melik ve ilâh tanımamış, kabul etmemiş Tevhid ehli bir şahsiyettir… Mü’min, böyle sapasağlam ve katıksız bir şekilde Rabbi Allah’a iman etmiş, şirki, küfrü ve tağutu bir yönüyle red­detmiş, izzet sahibi bir inanmış insan-ı kâmildir… Müslü­man, bu katıksız imanının gereği olan, Allah’a tam teslim olmuş, emirlerini emrolunduğu ve Rasulullah (s.a.s.)’den gördüğü gibi yapan, nehyettiklerinden alabildiğince kaçı­nan, ihlâs sahibi bir yüce değerdir…



Her muvahhid bir mü’min, her mü’min bir müslümandır!.. Muvahhid mü’minler, Rabbleri Allah’dan yana hiçbir zaman ümitleri kesilmez... Onlar Allah'dan ümitlerini kesmeyen ve Rableri Allah'dan rabıtaları asla kopmayan değerli şahsiyetlerdir… Onlar, üzerlerine düşen kulluk vazifelerini, bütün imkânlarını kullanarak yerine getirmeye gayret eder, sonra Allah’a te­vekkül ederler…



Katıksız imanlarını koruyup, her gün salih amellerle kuvvetlendirmeye çalışırken, üzerlerine düşen vazifeyi yaptıklarında, Rabbleri Allah’ın kendilerine yardımcı oldu­ğundan hiçbir zaman şübhe etmezler… Her anda bir imti­handa olduğunun farkına varan muvahhid mü’minler, Al­lah Teâlâ’nın şu emirlerini idrak etmişlerdir:



“Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.” (Zümer, 39/53)



“Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler top­luluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf, 12/87)



“Öyle ki Rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçek­ten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gel­miştir. Biz, kimi dilersek o, kurtulmuştur. Suçlu-günahkâr top­luluğundan zorlu azabımız kesin ola­rak geri çevrilmeyecektir.” (Yusuf, 12/110)



İnsanı ihya vazifesiyle meşgul olan muvahhid mü’minler, Allah’ın şu va’dının her zaman ve her mekânda gerçekleştiğine ve bu zamanda da gerçekleşeceğine katıksız iman ederler:



“Ey iman edenler, eğer siz, Allah’a (Allah adına İslâm’a ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (Muhammed, 47/7)[488]



“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başka­sını istemiyor.



Müşrikler istemese de o dini (İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için Rasulünü hidayetle ve hak dinle gönde­ren O’dur.” (Tevbe, 9/32-33.)[489]



Muvahhid mü’minler, İslâm’ın egemen olduğu ülkeleri müstevli tağutlar tarafından işgal edilse de, kendileri zalim tağutların esareti altına girseler de, kesinlikle umutları kesilmez ve tükenmez… Onlar, Allah’ın yardımı ve izniyle bu esaretten, bu işgalden kurtulacaklarına inanırlar… Yine Allah’ın izniyle insanların hidayet bulacaklarına inandıkları için İslâm’ı tebliğ etmeye ve İslâm’a davet etmeye durma­dan-dinlenmeden devam ederler… Her günün fecr-i sadıkı ile yepyeni umutlarla hayata başlarlar… Allah ile rabıtala­rını sağlamlaştırır, imanlarını kuvvetlendirir ve azimlerini güçlendirirler… Önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni işlemeye ve O’nu izlemeye devam ederler…



Muğire b. Şu’be (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.)’i tanıdığım ilk günde ben ve Ebu Ce­hil b. Hişam, Mekke sokaklarının birinde yürümekteydik. Rasulullah’la karşılaştığımızda, Ebu Cehil’e şöyle dedi:



“Ya Ebu’l-Hakem, Allah’a ve Rasulü’ne gel! Seni, Al­lah’a davet ediyorum.”



Ebu Cehil, O’na şöyle karşılık verdi:



- Ya Muhammed, sen, bizim ilâhlarımıza küfretmekten vaz geçmeyecek misin? Senin, daveti tebliğ ettiğine şehadet etmemizi mi istiyorsun? Senin, tebliğ ettiğine şehadet edi­yoruz. Ancak Allah’a andolsun ki, söylediğin şeylerin ger­çek olduğunu bilseydim sana tabi olurdum.[490]



Emirü’l-mü’minin İmam Ali (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Hacc ve panayır zamanlarında Arab kabilelerine baş vurup onları İslâmiyete davet ediyor ve hiçbir kimse, O’nu dinleyip davetini kabul etmiyordu.



Rasulullah (s.a.s.), Mecenne, Ukaz ve Minâ panayırla­rında kabilelere birer birer gidiyor ve her sene bunu tekrarlıyordu. Hatta o duruma geldi ki, bu kabilelerden kimisi, kendisine:



- Sen, hâlâ bizden umudunu kesmedin mi? demeye başladı.[491]



Habbab b. Eret (r.a.) anlatıyor:



(İslâm’ın ilk günlerinde) Rasulullah (s.a.s.), Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine, (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet ettik:



- (Ya Rasulallah,) bizim için Allah’dan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah’a dua edemez misiniz? dedik.



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mü’mini dinin­den döndüremezdi. (Bir başkasının da) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranır da bu işkence, o mü’mini dininden çeviremezdi.



Allah’a yemin ederim ki, O, şu İslâm Dini’ni muhakkak kemâle erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari (yalnız başına) San’a’dan Hadramevt’e kadar (selâmetle) gidecek, Allah’dan başka hiçbir şeyden korkmayacak, yahud koyun sahibi yolcu, koyunu üzerine kurt saldırmasından korka­caktır. Fakat sizler, acele ediyorsunuz!”[492]



Şirkin egemen, müşriklerin hükümette olduğu Mekke şirk devleti tağutları tarafından işkencenin en korkuncuna uğratılan muvahhid mü’minlerin en zor anlarında bunları beyan ediyordu önderimiz Rasulullah (s.a.s.)… Âlemlerin Rabbi Allah’ın kendisine bildirmesiyle bilen, hevasından bir şey konuşmayan, her ne ki söylüyorsa, kendisine vahyolunan Rasulullah (s.a.s.),[493] en zor ve en dar anla­rında bile umudunu yitirmemiş, Allah’a tam mânâsıyla tevekkül edip ümitvar olmuştur… Muvahhid mü’minlerin acele etmeden, sabrederek, kulluk vazifelerini hakkıyla ye­rine getirmelerini buyuruyor ve İslâm’ın mutlaka üstün geleceğini, mü’min müslümanların kurtulup zafere ulaşa­caklarını müjdeliyordu…



Şu iki olayın nakli, konumuzun daha iyi anlaşılma­sına vesile olup kanaatimizi pekiştirmektedir…



Adiyy b. Hatim (r.a.) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.):



“Sen, Hire şehrini biliyor musun?” diye sordu.



Ben:



- Bilmiyorum, fakat adını duydum, dedim.



O (s.a.s.):



“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Allah, bu işi başarıya götürecek ve öyle olacak ki, kadın, tek başına Hire şehrinden çıkıp Mekke’ye kadar gelecek, hiç kimsenin kendisini korumasına ihtiyaç duymadan Kâbe’yi tavaf edecek ve Hürmüz oğlu Kisra’nın hazineleri de fetih edilecektir.” dedi.



Ben:



- Hürmüz oğlu Kisra’nın mı? diye sordum.



O (s.a.s.):



“Evet, Hürmüz oğlu Kisra’nın! Hem malı o kadar ço­ğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecek.” buyurdu.



Rivayete göre Adiyy b. Hatim şöyle demiştir:



- İşte görüyorsunuz, bugün bir kadın, gerçekten tek ba­şına Hire’den tâ Mekke’ye kadar gider ve kimsenin onu korumasına da ihtiyaç duymadan Beytullah’ı tavaf eder.



Kisra’nın hazinelerini fethedenler arasında ben kendim de bulundum. Nefsim, kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de olacaktır. Zirâ Peygamber Efendi­miz (s.a.s.), onu da söyledi.([494])



İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:



Selman el-Farisî (r.a.)’dan haber aldım ki, o, şöyle dedi:



- Hendekten bir bölüme vurdum. Bir kaya, bana karşı katı geldi. Rasulullah (s.a.s.) ise, bana yakın bir yerde idi. Vurduğumu ve yerin bana sert geldiğini görünce indi, elimden kazmayı aldı. Bir darbe ile oraya vurdu ki, kazma­nın altından bir parıltı parladı. Sonra bir darbe daha in­dirdi. Ve onun altından diğer bir parıltı parladı. Sonra üçüncü bir darbe daha vurdu ve onun altından diğer bir parıltı daha parladı.



Dedim ki:



- Babam ve anam sana fedâ ya Rasulullah, kazmanın altından sen vurdukça parladığını gördüğüm şey nedir?



Dedi ki:



“Ya Selman, sen, onu gördün mü?”



Dedim ki:



- Evet.



Buyurdu ki:



“Birinciye gelince, Allah bana, onunla Yemen’i fethetti. İkinciye gelince Allah, onunla bana Şam ve batıyı fethetti. Üçüncüye gelince, Allah, onunla bana doğuyu fethetti.”



İbn İshak (rh.a.) dedi ki:



Bana, itham etmediğim bir kimse, Ebu Hureyre’den naklen haber verdi ki o, işte bu memleketler, Ömer (r.a.) ve Osman (r.a.) zamanında ve ondan sonra fetholundukları zaman şöyle diyordu:



- Aklınıza gelen yerleri fethettiniz. Ebu Hureyre’nin nefsi elinde olan Zât’a Kasem ederim ki, siz, hiçbir şehir fethetmediniz ve kıyamete kadar da hiçbirini fethetmeye­ceksiniz ki, ancak Allah Subhanehu, Muhammed (s.a.s.)’e bundan önce oraların anahtarlarını vermemiş olsun.[495]


Ve'l-Asr
i1 harfi