1) İmanda İhya

 



Teknolojik üstünlük ile dünya halklarına egemen ol­maya çalışan çağın müstekbir güçleri, yani sömürücü za­lim tağutlar ve onların geri bırakılan bölgelerdeki yardak­çıları, işgal ettikleri İslâm topraklarında küfür ve şirk tohumları ektiler... Yüz yıla yakın bir zamandır, milyonlarca mazlumun kanıyla ve teriyle sulayıp yetiştirmeye, geliş­tirmeye çalış­tıkları küfür ve şirk tohumları zamanla yetiş­miş, korkunç meyvelerini vermeye başlamıştır... İslâm topraklarını işgal eden emperyalist zalimler, müslüman nesillerin imanlarıyla oynamış, eğitimle, öğretimle, zaman zaman zor kullanarak korkunç bir irtidad gündeme getir­mişlerdir... Şuurlu bir irtidadın yanında,[314] içine şirk karış­mış bir iman,[315] egemen tağutlara itaat eden, kendisini müslüman sayan acaip bir tip ortaya çıkmıştır... “Daru’l-Harb”e dönüşmüş, işgal edilen İslâm toprakları, ayrıca bir “Daru’l-Ucûbe” hâ­line getirilmiştir!..



Âlemlerin Rabbi Allah’a en büyük iftira olan ve Al­lah’ın asla affetmediği korkunç bir zulüm olarak beyan edi­len şirk,[316] egemen hâline getirilmiş, Tevhidî değerler hayat­tan uzaklaştırılmış ve İslâm’ın hayata müdâhil ol­maması için gerekli bütün önlemler alınmıştır...



İşgal edilmiş İslâm toprakları, Nemrud’un egemen ol­duğu bir Mezopotamya, Fir’avn’ın egemen olduğu bir Mı­sır ve Ebu Cehil’in egemen olduğu şirkin merkezi hâline geti­rilen Tevhid yurdu bir Mekke görüntüsü sergilemektedir... Bu mustaz’af topraklarda ve mazlum İslâm milleti, arasında Halilullah İbrahim (a.s.)’ın, Kelimullah Musa (a.s.)’ın ve Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in  mirası olan Tevhid’i ye­niden gündeme getirecek yeryüzünün varisleri muvahhid mü’minlerin, Tevhidî ihya hareketini başlatma­ları kaçınıl­maz ve ertelenmez bir anın vacibidir...



Egemen şirk otoritesi ve kültürünün dayatmasıyla kü­für ve şirke, bid’at ve hurafeye düşmüş insanların yeniden İslâm’a davet edilmeleri gerekir... Onlara doğruların izah edilmesi, bütün şeytanî engellemelere rağmen İslâm’ın teb­liğ olunması ve hidayet bulmalarına yardımda bulunul­ması, mü’min müslümanların vazifesidir... İnsanlar, iman ile tanı­şır ve inanırlarsa, bu katıksız iman onları kardeşler edecek ve toplumsal barış ortaya çıkacak, insanlar arası kavgalar bitip huzurlu bir ortam oluşacaktır...



Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Cahiliyyenin egemen ol­duğu bir şirk toplumunda, insanlara Tevhid’i, imanı, salih ameli ve güzel ahlâkı nasıl tebliğ ve davet etmiş, onları nasıl terbiye ederek olgunlaşmalarını sağlamış ise, aynı metod ile hareket etmek gerekir... Çünkü Rasulullah (s.a.s.), muvahhid mü’minlerin biricik önderi ve hayat örneği­dir…[317]



Benû Malik b. Kinane’den bir adam anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.)’i, Zu’l-Mecaz çarşısında dolaşırken ve şöyle derken gördüm:



“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin de kurtuluşa erin!”



Ebu Cehil ise, öte yandan O’nun yüzüne toprak atıp şöyle diyordu:



- Ey insanlar, bu adam, sakın sizi dininizden etmesin! O, sizden dininizi bırakmanızı, Lât ve Uzza’yı bırakmanızı istiyor.



Fakat Rasulullah (s.a.s.), ona hiç aldırmadan (görevine devam ediyordu).[318]



Beni Diyl Kabilesi’nden Rebia b. İbad anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.)’i, cahiliyye devrinde Zu’l-Mecaz pa­na­yırında şöyle derken gördüm:



“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin, kurtuluşa erin!”



O, böyle derken, insanlar çevresinde toplanmışlardı. Arkasından da parlak yüzlü, şaşı ve iki saç örgüsü bulunan bir adam da:



- O, dinden çıkmıştır. O, yalancıdır. Ey insanlar, bu, sizi  aldatıp dininizden ve atalarınızın dininden ayırmasın! diyor ve gittiği her yere o da gidiyordu.



Bu adamın kim olduğunu sorduğumda, bana, amcası Ebu Leheb olduğunu söylediler.[319]



Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“İnkâr edenler dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz.’



Artık gerçekten o inkâr edenlere şiddetli bir azab tattı­racağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.



Bu, Allah’ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Bizim ayetle­rimizi inkâr etmeleri dolayısıyla bir ceza olarak, orada onlar için ebedilik yurdu vardır.” (Fussilet, 41/26-28)



İmam Taberî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan etmiştir:



“Allah’ı ve Peygamberini inkâr eden o Kureyş müşrik­leri, kendilerine itaat eden diğer müşrik arkadaşlarına:



- Muhammed, Kur’ân okuduğu zaman, O’nu dinleme­yin! Ondaki şeylere uyarak onunla amel etmeyin! Kur’ân okunurken ıslık çalarak, el çırparak, araya laf sokarak karı­şıklık çıkarın, gürültü yapın. Böylece belki galib gelirsiniz. Bu davranışınızla, O’nu dinlemek isteyenleri engellemiş olursunuz. Böylece, O’nu dinlemeyen kimse Muhammed’e uyup, O’nun söyledikleriyle amel etmez. Siz de, O’na galib gelmiş olursunuz, diyorlardı.



Ayette zikredilen: “Gürültü (yaygara) yapın” ifadesini, Abdullah İbn Abbas:



- İnsanları meşgul edin.



Mücahid:



- Islık çalarak, el çırparak, söz karıştırarak onu dinle­meyin.



Dehhak:



- O'nu ayıplayın.



Katâde:



- O'nu inkâr edin, O'na karşı çıkın.



Ma’mer:



- Konuşun, bağırıp çağırın ki, işitmesinler. Şeklinde izah etmişlerdir.[320]



Bunun gibi nice işkencelerle engellenmeye çalışılan İs­lâm’ın tebliği ve İslâm’a davet ile insanların ihyası, her şeye rağmen devam etmiştir... Başta Rasulullah (s.a.s.) ve O’na iman etmiş Ashab-ı Kiram (Allah, onlardan razı olsun), hiç yılmadan, bütün eziyetlere göğüs gererek, direnerek ve sa­bır ederek yollarına devam etmişlerdir... Allah yolunda, Allah’ın rızası için mücadele ve mücahede etmişlerdir... Kanları dökülmüş, bazıları şehid edilmiş, yerlerinden, yurtlarından uzaklaştırılmış, fakat onlar dâvâlarından vaz­geçmemişlerdir...



Rabbimiz Allah, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e yılmadan mücadele etmeyi emretmişti... O, imanı anlatacak ve insan­ları ihya edecekti... O (s.a.s.), insanlar iman edinceye, na­mazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar insanlarla uğraşa­cak, onlara anlatacak, onların akıllarını erdirip iknâ edecek, iman edenlerin terbiyesiyle uğraşacak ve onların imanlarını canlı tutmaya yardımcı olacaktı... Biz, O’nun ümmeti ola­rak şahidlik ediyoruz ki, O (s.a.s.), Risalet ve Nübüvvet vazife­sini hakkıyla yapmıştır... O (s.a.s.), kendisine Allah’ın ver­diği vazifesini yerine getirmiş ve bu vazifenin devam etti­rilmesi, yani İslâm’ı tebliğ ve İslâm’a davet ile insanların ihyası mes’elesini varisleri olan muvahhid, âlim mü’minlere bırakmıştır... O’ndan sonra muvahhid mü’minler, İslâm’ı yaşayarak temsil edecek ve insanların ihyası için çalışacak­lardır... Onun miras bıraktığı iki kay­nak olan Kur’ân ve Sünnet ile amel edecek,[321] Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp dağı­lmayacaklar…[322]



Bu mukaddes vazifeyi ümmetine, O (s.a.s.) vermişti...



Zeyd b. Sabit (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):



“Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden ada­mın yüzünü Allah ağartsın.”([323])



Ebu Bekre (r.a.)’dan:



Rasulullah (s.a.s.) (Vedâ Haccı sırasında) şöyle bu­yurdu:



“Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bugünün haramlığı kadar birbirinize haramdır.



Burada hazır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yani gelecek nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hazır olan kimse, bunu, daha iyi anlayacak bir kimseye tebliğ etmiş olur.”[324]



Emrolunduğu gibi dosdoğru olan Rasulullah (s.a.s.)[325] İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle şöyle bu­yurur:



“Allah’dan başka hak ilâh olmadığına ve Muham­med’in Rasulullah olduğuna şehadet, namazı ikâme ve ze­kâtı edâ edinceye kadar insanlarla savaşmam bana emr olundu.”([326])



Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), mü’minlerin kalblerini ihâta eden katıksız imanın canlı tutulmasını emrederken, Rabbimiz Allah’ın: “Ey iman edenler, iman edin!” (Nisa, 4/136)  emrini hatırlatmaktadır... İman, hem canlı tutulup her an salih amel ile kuvvetlendirilecek, hem de imanda sabır ve sebat edile­cektir...



 Ebu Hüreyre (r.a.)’dan:



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“İmanınızı yenileyin!”



Denildi ki:



- Ya Rasulullah, imanımızı nasıl yenileyelim?



(Rasulullah, s.a.s.):



“Lâ ilâhe illallah’ı çok söyleyin.” buyurdu.[327]



İmanı ihya ile vazifeli muvahhid mü’minlerin vasfını şöyle beyan buyuruyor Rabbimiz Allah:



“Mü’minler, ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı za­man yü­rekleri ürperir. O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rabblerine tevekkül ederler.



Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.



İşte gerçek mü’minler bunlardır. Rabbleri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.” (Enfal, 8/2-4)



“De ki: ‘Şübhesiz Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır. Ken­disine katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip iletir.”



Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allah’ın zikriyle mut­main olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler, yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.



İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara! Va­rılacak yerin güzel olanı (onlarındır).” (Ra’d, 13/27-29)



“Allah, kimin göğsünü İslâm’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir. (Öyle) değil mi? Fakat Al­lah’ın zikrinden (yana) kalbleri katılaşmış olanların vay hâline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.



Allah, müteşabih (benzeşmeli) ikişerli bir kitab olarak sö­zün en güzelini indirdi. Rabblerine karşı içleri titreyerek korkanların ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalbleri, Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesi­dir, onunla dilediğini hidayete erdi­rir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol göste­rici yoktur.” (Zümer, 39/22-23)



İmanın, muvahhid mü’minlerde her an canlı tutulması ve gayr-i müslimlere de tebliğ edilip Tevhid’e davet edilmeleri gerekir... Mü’min müslümanların, Allah’a şirk ko­şma konusunda çok hassas olmaları ve bundan alabildi­ğince kaçınmaları kulluk vazifeleridir... Şirkin, büyüğün­den ve küçüğünden, gizlisinden ve açığından, hatta şirk şübhesi olan şeylerden bile uzaklaştıkça uzaklaşmalı ve asla yakla­şılmamalıdır... İnsanın yaratılış gayesine ters düşen, dün­yada korkunç bir suç ve ahirette büyük bir zillet ile ebedî cehennemlik olan şirk, her yönüyle terk edilmesi ge­reken bir şeydir... Muvahhid mü’minler, şirki ve küfrü her şeyi ile terk ettiği, yanına bile yaklaşmadığı gibi, diğer in­sanla­rın da terk edip semtine uğramamaları için çalışmalı­dır...



Ebu’d-Derda (r.a.)’dan:



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Paramparça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile Allah’a hiçbir şeyi ortak etme!”[328]



Enes b. Malik (r.a.)’dan:



Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:



“Allah, (kıyamet gününde) cehennemdekilerin azabça en hafif olan birine:



- Yeryüzünde mal olarak ne varsa hepsi senin olsa, şu azabdan kurtulmak için onu fedâ eder miydin? diye sora­caktır.



O da:



- Evet, fedâ ederdim ya Rabbi, diyecek.



Bunun üzerine Allah:



- Fakat sen, Âdem atanın sülbünde iken Ben, senden (şimdi göze aldığın fedakârlıktan) daha ehven bir şey istemiştim ki, Bana ortak koşmaman ve nankörlük etme­mendi. Fakat sen, (dünyaya gelince Tevhid’den) çekinip, müşrik­liğe yapıştın! diyecektir.”[329]



Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), vazifelendirip gönder­diği Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e şu emri vermektedir:



“De ki: ‘Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.’



De ki: ‘Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne bir ya­rar (irşad) sağlayabilirim.’



De ki: ‘Muhakkak beni Allah’dan (gelecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O’nun dışında asla bir sığınak da bula­mam.



(Benim görevim), yalnızca Allah’dan olanı ve O’nun gön­derdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve O’nun Rasulü'ne is­yan ederse, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.” (Cin, 72/20-23)



Rasulullah (s.a.s.)’in vazifesi, Tevhid akîdesini insanlara tebliğ edip, onları hakka ve hayra davet etmek olduğu gibi, varisleri olan mü’min müslümanların da vazifesinin bu olduğunu beyan buyurmuştur...



Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:



Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği sırada ona hitaben:



“Sen, Kitab Ehli olan bir kavim üzerine valî gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini, ‘Lâ ilâhe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah’ dustûruna şehadet etmeye çağır. Eğer onlar, bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah’ın kendilerine her gece ve gündüzde beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah’ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldı­ğını, bunun onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verile­ceğini haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat eder­lerse, seni onların en kıymetli mallarını almaktan sakındı­rırım.” buyurdu.[330]


Ve'l-Asr
i1 harfi