İmanda İhlâs:

İhlâs, sevgiyi ve samimiyeti açıkça göstermeyi ifâde eder. Allah’a ihlâs ile bağlanmak, dinde ihlâslı olmak anlamına gelir. Samimi olarak Allah’ı birleyen tevhid eri müslüman, ihlâslı kimsedir. İhlâs, itaat bağlamında ele alanırsa riyâdan uzak olma anlamını içerir. Kalpte doğup gelişen “iman” olgusunda mevcut bulunan niteliklerden birisi ihlâstır. İmanın târifini, onun özelliklerinden hareketle tanımlamaya kalkışan kimse, imanın unsurlarından birinin samimiyet ve içtenlikle bağlanma olduğunu, riyâ ve iki yüzlülük gibi samimiyete gölge düşüren unsurları bünyesinde barındırmadığını ifade edecektir.



Kur’an, inanç konusunda samimiyetsizlik, iki yüzlülük, riyâkârlık yapmaları dolayısıyla münâfıkları yerer ve onların bu psikolojik durumlarını hastalık olarak nitelendirir. “De ki: 'Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız (ın mükâfâtı) bize; sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.” (2/Bakara, 139). Âyette geçen “Ve nahnu lehû muhlisûn” cümlesindeki “ihlâs” olgusu şöyle izah edilir: İhlâs sahibi olarak mü’minler gönülden Allah’a bağlanan, ibâdetlerinde içtenlikle O’na yönelen, O’ndan başka hiçbir bâtıl ilâha samimiyet, sempati duymayan kimselerdir. Allah rızâsına uymayan hususlarda kimsenin hatırına, gönlüne bakmazlar (Elmalılı c. 1, s. 517). İlgilerini, sevgilerini yalnızca O’na yöneltirler. Sahip oldukları her şeyi O’nun için fedâ etmeye hazırdırlar (Mevdûdî, Tefhim, c. 1, s. 341). Âyetlerde sık sık geçen “dini Allah’a hâlis kılmak”, itaat ederken yalnızca O’nun rızâsını gözetmek mânâsına gelir.



İmana eşlik eden bir duygu olarak ihlâs, Yüce Allah’a iman ve itaat hususunda katıksız bir samimiyettir ve bu içtenliğe gölge düşürecek riyâ gibi her türlü kusurdan arınmayı ifade eder. İhlâs duygusunun etkisiyledir ki, imana hiçbir bâtıl düşünce bulaşamaz. İhlâs Allah ile kul arasında bir sır olup kul, Allah’a itaatinde yalnızca O’nun rızâsını gözetir. İhlâs duygusu, insanda ne kadar güçlüyse amellerde riyâ (dolayısıyla şirk ve nifak) o oranda azalır ve yok olur.



Bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, riyâ ile nifakın ortak noktalarından birisidir. Her münâfık aynı zamanda riyâkâr iken, her riyâkâr münâfık olmayabilir. Riyâ, imana zıt olmayarak sadece amellerin bazısında bulunabilir. Gerçek münâfıklık, akîdeye zıt düşen imanda ikiyüzlülüktür. Münâfıklar, ya birtakım çıkarlar uğruna mü’min olarak gözükmek ister ya da mü’minlerle aynı ortamı paylaşmak zorunda olduklarından onlar gibi görünmenin daha kârlı olduğunu düşünürler. İster bu nedenlerle olsun, ister başka nedenlerle, münâfıklar İslâmî emir ve yasaklara, mü’minlere kendilerini isbat etmek için zâhiren uyarlar.



Davranışları çoğunlukla yapmacık ve sahtedir. Takınmış oldukları her riyâkâr tutumun altında aldatma fikri ve eğilimi mevcuttur. Münâfıklar, başkalarını aldatma konusunda o derece ivme kazanmışlardır ki, -hâşâ- Allah’ı bile aldattıklarını zannederler. “Küfürlerini gizleyerek (akıllarınca) Allah’ı ve mü’minleri kandırmaya kalkarlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.” (2/Bakara, 9) Münâfıkların yapmış olduğu ibâdetler, kalpteki inancın dışa yansıması değil; sadece gösteriş niyetiyle yapılan eylemlerden ibârettir. İnfak ettikleri mallar, kılmış oldukları namazlar sadece gösteriş içindir. “Şu namaz kılanların vay haline! Onlar namazlarında yanılgıdadır, onlar gösteriş yapmaktadırlar.” (107/Mûûn, 4-6). Münâfıklar namazlarında Allah’a yaklaşma, farzı edâ etme gâyesi gütmezler. İnsanlar onu amel işlerken görsün, ona hayran kalsın, onu övsünler diye uğraşır. Böylece ikiyüzlülük, çifte standartlık yaparak çıkar sağlamaya çalışırlar.



İkiyüzlülüğün münâfıkların hem inançlarında, hem de davranışlarında ortaya çıktığını görüyoruz. İman etmenin kazandırdığı samimiyet ve ihlâstan yoksun olmaları ve riyâkârlık yaparak çıkar sağlama eğilimleri onları bu tutuma itmiştir.[239]